Kentler ve Ulaşım
Hindistan'da çok eski ve büyük kentler vardır. Başkent Yeni Delhi'dir. Pamuklu bez fabrikaları ile Bombay, çeşitli sanayi kuruluşları ve demiryolu atölyeleriyle Lahor, jüt fabrikaları ile Kalküta büyük sanayi merkezleri olmanın yanı sıra, eyalet ya da bölge başkentleridir. Başlıca limanlar Bombay, Kalküta ve Madras'tır. (Bu kentlere ilişkin ayrıntılı bilgiyi kendi maddelerinde bulabilirsiniz.) Hindistan'ın büyük kentlerini süsleyen eski ve yeni yapılar, çepeçevre yoksul gecekondularla kuşatılmıştır. Köylerin çoğunlukta olmasına karşın, yeni kentler modern fabrikaları ve yeni yerleşme birimleriyle hızla büyümektedir.
Sanayinin oldukça büyük bir hızla geliştiği Hindistan'da demir-çelik, kimyasal gübre, petrol üretim tesisleri, elektrik santralları, motorlu araç, uçak ve taşıt yapan fabrikalar vardır. Ayrıca mekanik aletler, çimento, dokuma, kimyasal maddeler, elektronik aletler de üretilmektedir. Oysa eskiden bunların çoğu başka ülkelerden satın alınırdı.
Hindistan'da yaygın bir demiryolu ağı vardır. Kuzeybatı Hindistan'dan güneyde Banga-lor'a gitmek dört gün sürer. Asya'nın en uzun ve en çok kullanılan demiryolları bu ülkededir. Karayolları taşımacılığa elverişli olmadığı için, yük trenleri ile taşıma yapılır. Bu trenler olağanüstü mühendislik başarılarıdır. En şaşılası olan ise, kuzeybatıdaki Hayber ve Bolan geçitlerinden Nilgiri ve Himalayalar'daki yerleşme yerlerine tırmanan demiryoludur. Yılan gibi kıvrılan raylar, sayısız tünellerden geçerek sarp dağlar boyunca uzanır.
Bu uçsuz bucaksız topraklarda hava trafiği de hızlı bir gelişme içindedir. Başlıca kentler arasında uçaklar işler. Uluslararası havayolları ise Bombay, Delhi, Kalküta ve Madras gibi büyük kentleri dünyanın öteki kentlerine bağlar.
Yeni yollar
19. yüzyılda yapılmaya başlandı. Bunlardan biri Kalküta'dan bugün Pakistan'da kalan Peşaver'e giden büyük karayoludur. Yollarda, yaklaşık 30 km ara ile yolcuların geceyi geçirebilecekleri dinlenme yerleri vardır. Karayolları ve demiryolları yapılmadan önce insanlar Kalküta'dan batıya, Camna (Yamuna) ve Ganj ırmakları yoluyla erişirlerdi.
Hint Halkı
Hintliler'in büyük çoğunluğu Hindu'dur. Yaklaşık 80 milyon Müslüman, 18 milyonun üstünde Hıristiyan, 13 milyon kadar Sih, 5 milyon Budacı, Hindu dininin bir kolu olan 3 milyon Cayna ve sayıları az olan çeşitli dinlere bağlı insanlar vardır.
Hindu dini yalnızca bir din değil, insanları kast adı verilen, toplumsal sınıflara ayıran bir sistemdir. Her kastın kendine özgü kuralları vardır. Dört temel kastın dışında, Hindular'ın sahip olduğu hakların hiçbirine sahip olmayan ve onlarla birlikte bulunmalarına izin verilmeyen bir de kast dışı paryalar vardı. Ne var ki, 1950 Anayasası ile paryalara karşı bu türden davranışlar yasadışı ilan edildi. Kast sisteminin ise giderek eski etkisini yitirdiği görülüyor.
Sığır eti yemeyen Hindular'ın başlıca besini pirinçtir. Yoksul aileler ise daha ucuz olduğu için darı yer. Yemeklerde çoğunlukla un ve su ile yoğrularak fırında pişirilen bazlama türünden çapatti yenir. Çapatti genellikle mercimek çorbası ve bol baharatlı güveçle iyi gider. Hintliler'in çok kullandıkları köri denen baharat pilava, ete, balığa, tavuğa ve sebzelere konur.
Hintli kadınların geleneksel giysileri sarV dir. Uzun bir kumaş vücuda sarılarak, kalan ucu omuzlara alınır. Bazen sarinin ucu başa örtülür. Sarinin altına kısa kollu, dar bir bluz giyilir. Sarinin sarılma biçimi yöreden yöreye değişir. Kuzeybatıda kadınlar daha değişik giyinir. Bol bir şalvarın üstüne, gene bolca bir bluz giyerler. Köylü erkeklerin çoğu hâlâ pamuklu kumaştan yapılma ve bacaklar arasından geçerek bele sarılan kısa, beyaz, şorta benzer bir şey giyer, buna dhoti denir. Bu giysi sıcakta giymeye çok elverişlidir. Ne var ki, artık çoğunlukla batı tipi giysiler giyilmektedir.
Hintliler'in yaşamında dinsel törenler ve şenlikler büyük önem taşır. İlkbaharda yapılan Holi şenliğini özellikle çocuklar çok sever. Holi sırasında herkes yüzünü renkli pudralar ve boyalarla boyar. Divaü, ışık şenliğidir. Kışa girerken kutlanır. Her köyde yüzlerce mum yanar, okullar tatil olur.
Hindistan'da pek çok insan kutsal bilinen yerleri ziyaret eder. Her yıl uzak demeden, pek çok Hintli aile Ganj'ın kutsal sularında yıkanmaya gider. Ganj kıyısındaki Varanasi (Benares) ise özel bir öneme sahip olduğundan, her Hintli öldükten sonra küllerinin Va-ranasi'den Ganj'a serpileceği umudunu taşır.
Bu kutsal'yerlerin yanı sıra, Hindistan büyük sanayi merkezlerine ve modern limanlara sahiptir. Bombay, Kalküta ve Madras'ta 19. yüzyılda kurulmuş, Hindistan'ın en eski üniversiteleri bulunmaktadır. Bunlardan başka, ülkede 80'in üstünde üniversite vardır. Ne var ki, binlerce genç üniversiteye giderken, hâlâ okuma yazma bilmeyen milyonlarca da insan bulunmaktadır. Yaklaşık 800 milyon nüfuslu bu ülkede devletin nüfus planlama çabalarına karşın, doğum oranı çok yüksektir. Yoksul kesimden gelen çocuklar, devletin yeni okul yapma ve eğitime özendirme çabalarına ve eğitimin zorunlu olmasına karşın, okula gidememektedir.
Hindistan'daki çeşitli halklar değişik diller konuşur. Başlıca 15 dil ve bunlardan daha çok sayıda lehçe vardır. İngilizce hâlâ yaygın olarak kullanılır ve okullarda öğretilir. 1965'ten beri resmi dil Hindi'dir.
Tarih
Çin'den başka hiçbir ülkenin, Hindistan halkı gibi kesintisiz bir tarih yaşadığı söylenemez. Ne var ki, bu tarih barış içinde değil, dışarıdan gelenlerin sürekli saldırısı altında yaşanmıştır. En eskiden yerleşmiş olanların nasıl geldikleri pek aydınlık değildir. Bunların Vindiya Dağları'nın ulaşılmaz yörelerinde yaşayan ilkel insanlara benzedikleri düşünülmektedir. Sonra İÖ 2500 yıllarında Hindistan'a tenleri çok koyu renkli olan Dravidler geldi. Yakın zamanda, arkeologlar onlara ait iki kent ortaya çıkardılar: İndus vadisinde Ha-rappa ve Mohenco-daro. Bu buluntular Dra-vidler'in gelişkin bir uygarlığa sahip olduklarını gösteriyordu. Yazı yazmasını biliyorlardı.
Çok iyi planlanmış kentleri ve içlerinde günümüzdekine benzer banyoları bulunan geniş odalı evleri vardı. Ne var ki, İÖ 1500 yıllarında kendilerine Ariler ya da soylular diyen daha açık tenli insanları, Hayber Geçidi'nden ovalara indiler. Dravidler gibi uygar değillerdi, ama dövüşmekte ustaydılar ve onları yenilgiye uğrattılar. Ariler çok geçmeden kast sistemini yürürlüğe koydu. Böylece tutsak ettikleri halkla aralarına bir set çekmiş oldular. Ariler Hindu dinini de geliştirdi. Bu dinde, tanrıların nasıl hoşnut edileceğini yalnızca Brahman adı verilen rahipler bildiği için, onlara büyük ayrıcalıklar ve yetkiler tanınıyordu.
İÖ 6. yüzyılda büyük din reformcusu Buda, yeni bir inanç geliştirdi. Ona göre, ruhun ölümsüzlüğünü karmaşık dinsel törenler ve kurbanlarla sağlamak mümkün değildi. Tek yol, karşılık beklemeden iyilik etmek, temiz yürekli olmak ve maddi tutkulardan uzak durmaktı. Budacılık, Hindistan'da hızla yayıldı; birçok bey ve kral tarafından benimsendi. Bunlardan en önemlisi, Patna'yı İÖ 274-232 yılları arasında yöneten Kral Aşoka'ydı. Orissa'yı işgal ederken insanlara verdiği acıdan duyduğu vicdan azabından dolayı Budacı oldu. Dağa taşa Budacıhk'ı öven yazılar yazdırdı; krallığındaki herkesi Budacı yapmaya çalıştı. Budacılık Hindistan'ın güneyinde tutunamadı. İS 4. yüzyılda kuzeydeki etkisini de yitirdi. Sri Lanka (Seylan), Birmanya, Tayland (eski Siyam), Tibet ve Çin'e ise misyonerler aracılığıyla yayıldı.
Eski Hint uygarlığı İS 320'den 5. yüzyıla kadar egemen olan Gupta kralları zamanında doruğuna ulaştı. Bu dönemde Hindistan'a gitmiş olan Çinli gezginler, Gupta krallarının yönetimdeki başarılarını anlatan belgeler bırakmışlardır. Krallar yazarlara ve ozanlara destek olmuş, tiyatroya önem vermişlerdi. Müzikte büyük bir gelişme gözlendi. Manastırların duvarları taş üstüne yapılmış resimlerle bezendi.
6. yüzyılda Hindistan, Orta Asya'dan gelen Hunlar'ın saldırısına uğradı. Bir süre her şey altüst oldu. Bu kargaşa içinde kendine Rac-put adını veren "kralların oğulları" yönetimi ele geçirdiler. O gün bu gün, onların yönetiminde olan Batı Hindistan, Racastan olarak bilinir. Nereden geldiklerine ilişkin bir bilgi yoktur. Sanata ve edebiyata önem verdiler, altın ve gümüşten tanrı heykelleri ve çok değerli taşlarla bezeli tapınaklar, büyük saraylar ve kaleler yaptırdılar.
Ne var ki, Racputlar kendi aralarında sürekli kavga ediyorlardı. Bu yüzden Kuzey Hindistan dışarıdan gelen saldırılara karşı kendini koruyamadı. Bu kez Müslümanlar gelerek Hayber'in kuzeyine yerleştiler. 10. yüzyılın ikinci yarısında Gazneli (Afganistan) Müslüman Kral Sebüktigin Hindistan'ın kuzeyine girdi. Oğlu Mahmud, batıda Ganj Irmağı'ndan güneyde Racputana'ya kadar ilerleyerek bir imparatorluk kurdu. Delhi'yi başkent yapan Müslümanlar, giderek neredeyse Hindistan'ın tamamını ele geçirdiler.
Afgan krallarının egemenliği 1526'ya Babür Şah'ın Hindistan'a gelişine kadar sürdü. Babür Şah, Delhi Sultanı İbrahim'i yenerek, Delhi'yi işgal etti. Daha sonra Kandehar'dan Bengal sınırına kadar olan toprakları ele geçirdi. Böylece Hindistan'da Moğol egemenliği başlamış oldu. Moğol imparatorlarının en ünlüsü Ekber'dir. Uyruğundaki halkları Müslüman, Hindu demeden kaynaştırmaya çalıştı. Müslümanlar'ın geçmişten kalma ayrıcalıklarını ve haklarını kaldırdı . Torunu Cihan Şah zamanında, Agra'da Tac Mahal ve İncili Cami'den başka Delhi'de de eşsiz güzellikte saraylar ve camiler yapıldı. Ne var ki, Moğol imparatorlarının hiçbiri Ekber çapında değildi. Hindular ile Müslümanlar arasındaki karşıtlıklar sürüp gitti ve sonunda imparatorluk parçalandı.
Hindistan'ın Sömürgeleştirilmesi
Tam bu sıralarda, 15. yüzyılın sonlarına doğru, baharatın çekiciliğine kapılan Avrupalı tüccarlar, Afrika'nın güneyinden dolaşarak Hindistan'a vardılar. İlk gelenler Portekizliler ve Hollandalılar'dı. 17. yüzyılın başlarında Hindistan pazarını kapmak için asıl mücadele ise Fransızlar ile İngilizler arasında oldu. Her iki taraf da Hindistan'daki Müslümanlar ile Hindular arasındaki çatışmalardan yararlandı. Hindistan siyasetine etkin biçimde katılan İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası sonunda gerek Fransız tüccarlarını, gerek Moğol İmparatorluğu'nu yenilgiye uğratmayı başardı.
Fransızlar 1954'e kadar bazı limanları ellerinde tuttular. Portekizliler ise işgal ettikleri yerlerden en son 1961'de çıktılar.
17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası Hindistan'da büyük güç kazandı. Kumpanya Hindistan'ı İngiltere'deki fabrikalar için bir hammadde deposu durumuna getirdi .i Ayrıca Hindistan, İngiliz mallarının serbestçe satıldığı bir pazara dönüştü. Kumpanya bu yoldan büyük paralar kazandı. Ne var ki, Hintli zanaatkarlar için bu bir yıkım oldu. Çiftçi ve köylülerin ürünü ise hiçbir zaman değerini bulamadı.
1857'de Hint askerleri ve mihraceleri (feodal prensler) Hindistan'ın büyük bir bölümüne egemen olan İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası'nı devirmek için eyleme geçtiler. Hindistan'da bu başkaldırı Bağımsızlık Savaşı olarak nitelendirilir. Bu başkaldırının Hindistan'ın yoğun bir biçimde sömürülmesinin yanı sıra başka nedenleri de vardı: Hindistan'ı yönetmek üzere İngiltere'den atanan genel valiler halkın dinsel inançlarına saygı göstermiyor ve Hindular'ın tapınmalarını engelliyorlardı. İngiliz misyonerlerinin Hıristiyanlık'ı yayma çabaları ise gerek Müslümanlar'ı, gerek Hin-dular'ı tedirgin ediyordu. Ayrıca genel valilerin halkın geleneklerini değiştirme çabaları da hoşnutsuzluk yaratıyordu.
İlk isyan 1857 Nisan'ında Hindistan'ın kuzeyinde, Mirut'ta başladı. Delhi, Kanpur ve Luknov'a yayılarak ı Avrupalılar'ın yaşadığı yerlerin ateşe verilmesiyle tırmandı. Karşılıklı kıyım aylarca sürdükten sonra, İngilizler'in Nepal'den getirdikleri Gurkha (bak. gurkha-lar) ordusunun yardımıyla başkaldırı 1858 Mart'ında bastırıldı. Bundan sonra egemenlik İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyasından İngiliz kralına geçti.
Hindistan İngiltere'nin en önemli ve en çok gelir getiren sömürgesiydi. Hindistan'ı, İngiliz hükümetince beş yıllığına atanan bir genel vali yönetiyordu. Ülke, valinin yönetimindeki bölgelere ve mihracelerin yönetimindeki eyaletlere ayrılmıştı. Köylüler ağır vergiler altında ezilirken, bir taraftan da mihracelerce sömürülüyordu.
Batı üniversitelerinde okuyan Hintli gençler, sömürü altındaki ülkelerine özgürlük ve demokrasi düşüncelerini getirdiler. Bu aydınlar 1885'te bağımsızlık hareketini başlattı ve Hindistan Ulusal Kongresi'ni (Kongre Partisi) kurdular. Bundan sonraki 50 yıl bağımsızlık mücadelesiyle geçti. 1906'da Hindu egemenliğinden kaygılanan Müslümanlar, Müslüman Birliği'ni oluşturdu. Amaçları Hindu-lar'dan ayrı, bağımsız bir devlet kurmaktı.
I. Dünya Savaşı sırasında Hindistan birlikleri İngiltere'ye bağlı olarak çarpıştı. Bu savaşta Hindistan'ın insan gücü, hammadde ve yiyecek kaynakları İngiliz ordusunun gereksinmelerini karşılamak üzere sonuna kadar kullanıldı. Savaş sonrasında kıtlık ve salgınhastalıklar baş gösterdi.Hindistan geri bıraktırılmış bir tarım ülkesiydi. Sömürgelere özgü çarpık sanayileşme yüzünden ağır sanayi kurulamıyordu. Ülkede yoksulluk ve işsizlik artan bir huzursuzluk yaratmaktaydı.
Bu sırada bağımsızlık hareketinin önderi olarak ortaya çıkan Gandhi'nin Mohandas Karamçand) düşünceleri ve yöntemleri Kongre Partisi'nce benimsendi. Gandhi, İngiliz boyunduruğuna karşı pasif direniş yöntemiyle ülkenin bağımsızlığını kazanabileceğine inanıyordu. Ulusal Kongre'nin tüm Hindistan'da uyguladığı pasif direniş kampanyası devlet dairelerinin, okulların ve mağazaların kapatılmasını öngörüyordu. Kampanya milyonlarca insanı harekete geçirdi. İngilizler ulusal kurtuluş hareketini benzeri görülmemiş bir acımasızlıkla bastırmaya kalkıştılar ve çok geçmeden direnişin önünü aldılar. Ne var ki, artık Hint halkı bağımsızlığı için savaşmak üzere tümüyle uyanmıştı.
Protestolar ve grevler artan bir hızla yayılıyordu. 1930'da Lahor'da toplanan Kongre Partisi Cavaharlal Nehru'yu başkanlığa getirdi. Kongre, amacının tam bağımsızlık olduğunu ilan etti. Gandhi yönetimindeki pasif direniş eylemleriyle bağımsızlığa kavuşulacaktı. 26 Ocak 1930 Bağımsızlık Günü ilan edildi.
1935'te İngiltere ekonomi, savunma ve dışişlerini denetiminde tutma koşuluyla bir özerklik önerisi getirdi. Hindistan Ulusal Kongresi bu öneriyi reddetti.
II. Dünya Savaşı başladığında Kongre Partisi'nin, Hindular ve çeşitli dinsel toplulukların temsilcileri de içinde olmak üzere, çok sayıda üyesi vardı. Hindistan II. Dünya Sava-şı'na resmen girmemişti. Ne var ki, Müttefikler Hindistan'ı üs olarak kullandı. 2 milyon Hintli asker İngilizlerTe birlikte savaştı. İngilizler, 1942'de Hindistan'a, savaş bitinceye kadar Hindistan ordusunun denetimini ellerinde tutmak koşuluyla, dominyon statüsü vermeyi önerdiler. Kongre Partisi bunu da kabul etmedi. Bunun üzerine İngilizler, Kongre Partisi'ni yasadışı ilan ederek önderlerini tutukladılar.
1945'te savaş sona erince tutuklular özgürlüklerine kavuştu. Hindu ve Müslüman önderler bir anayasa hazırlamak için bir araya geldiler. Bu aşamada Müslümanlar ayrı bir devlet konusunda ısrar ederken, Hindu önderler Hindistan'ın parçalanmaması konusunda ısrarlıydılar. Müslümanlar ile Hindular arasındaki uyuşmazlık bir kıyıma dönüşme eğilimi gösteriyordu.
Bağımsızlık Sonrası
15 Ağustos 1947'de iki ayrı devlet ortaya çıktı. Biri Hindistan adını korurken, öbürüne Pakistan dendi . Sınırlar, nüfusun dinsel eğilimine göre çizilmişti. Hindistan Hindu çoğunluğun, Pakistan ise Müslüman çoğunluğun yaşadığı yöreleri içine alıyordu. Pencap'ta sınır Sihler'in yaşama alanını ortadan ikiye bölmüştü . Pakistan sınırı içinde kalan Sihler Müslümanlar'la anlaşamıyordu. Çok geçmeden sınırın her iki yakasında bir göçmen trafiği başladı. Sihler ile Hindular, Pakistan'dan Hindistan'a, Hindistan'daki Müslümanlar da Pakistan'a geçmeye çalışıyorlardı. 7-8 milyon kişiyi kapsayan bu göçmen akımı sırasında çıkan çatışmalarda 200 bin kişi yaşamını yitirdi.
Hindistan'ın önünde üstesinden gelinmesi gereken güç işler vardı. Örneğin, ordunun yeniden kurulması gerekiyordu. Hindular yeni Hint ordusuna katılırken, Müslümanlar da Pakistan ordusunda yerlerini aldılar. Bir başka sorun da Hindistan'daki racahklardı. 15 Ağustos 1947'ye kadar Hindistan, İngiliz İm-paratorluğu'na bağlı İngiliz Hindistan'ı ile racalıklardan oluşmaktaydı. İngiliz Hindistan'ı dört büyük bölgeye ayrılmıştı: Bengal, Bombay, Madras ve kuzeybatı bölgesi. Bunlar yerel meclisler ve valilerce yönetilmekteydi. Hindistan hiçbir askeri bloka bağlı olmayan "Bağlantısız Ülkeler" arasındadır. Pakistan'la anlaşmazlık, ayrıldıktan sonra da, İndus Irmağı'nın sularından ortaklaşa yararlanma kararına karşın, sona ermedi. 1971'de Hindistan, Doğu Pakistan'da baş gösteren ayaklanmada, hükümet karşıtlarının yanını tuttu. Pakistan'da iç savaş Bangladeş'in kurulmasıyla sonuçlandı . Bu yüzden Pakistan ile Hindistan arasında savaş çıktı ve Pakistan yenildi. Günümüzde iki ülke arasındaki ilişkiler eskisine göre daha iyi gitmektedir. Hindistan'ın komşusu Çin'le de dağlık kuzey kesiminde sık sık sınır anlaşmazlıkları çıkmaktadır. 1980'lerin başında özerklik için mücadele eden Sihler'in kutsal tapınağı olan Altın Tapınak'a ordu birliklerinin saldırması Sihler'le hükümet arasındaki gerginliğin doruğa çıkmasına yol açtı. İndira Gandhi'nin iki Sih muhafızı tarafından öldürülmesi Sihler'e yönelik saldırıların bütün ülkeye yayılmasına neden oldu. Sihler'le olan anlaşmazlık hâlâ sürüyor. 1987'de Hindistan'da yüzyılın en büyük kuraklığı yaşandı. 1988'de musonların getirdiği yağmurlarla kıtlık konusundaki kaygılar azaldı.
MsxLabs & TemelBritannica