Arama


Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
12 Ağustos 2016       Mesaj #19
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Kentler ve Ulaşım


Hindistan'da çok eski ve büyük kentler var­dır. Başkent Yeni Delhi'dir. Pamuklu bez fabrikaları ile Bombay, çeşitli sanayi kuruluş­ları ve demiryolu atölyeleriyle Lahor, jüt fabrikaları ile Kalküta büyük sanayi merkez­leri olmanın yanı sıra, eyalet ya da bölge başkentleridir. Başlıca limanlar Bombay, Kalküta ve Madras'tır. (Bu kentlere ilişkin ayrıntılı bilgiyi kendi maddelerinde bulabilir­siniz.) Hindistan'ın büyük kentlerini süsleyen eski ve yeni yapılar, çepeçevre yoksul gece­kondularla kuşatılmıştır. Köylerin çoğunlukta olmasına karşın, yeni kentler modern fabrika­ları ve yeni yerleşme birimleriyle hızla büyü­mektedir.
Sanayinin oldukça büyük bir hızla geliştiği Hindistan'da demir-çelik, kimyasal gübre, petrol üretim tesisleri, elektrik santralları, motorlu araç, uçak ve taşıt yapan fabrikalar vardır. Ayrıca mekanik aletler, çimento, do­kuma, kimyasal maddeler, elektronik aletler de üretilmektedir. Oysa eskiden bunların çoğu başka ülkelerden satın alınırdı.

Hindistan'da yaygın bir demiryolu ağı var­dır. Kuzeybatı Hindistan'dan güneyde Banga-lor'a gitmek dört gün sürer. Asya'nın en uzun ve en çok kullanılan demiryolları bu ülkede­dir. Karayolları taşımacılığa elverişli olmadığı için, yük trenleri ile taşıma yapılır. Bu trenler olağanüstü mühendislik başarılarıdır. En şaşı­lası olan ise, kuzeybatıdaki Hayber ve Bolan geçitlerinden Nilgiri ve Himalayalar'daki yer­leşme yerlerine tırmanan demiryoludur. Yı­lan gibi kıvrılan raylar, sayısız tünellerden geçerek sarp dağlar boyunca uzanır.
Bu uçsuz bucaksız topraklarda hava trafiği de hızlı bir gelişme içindedir. Başlıca kentler arasında uçaklar işler. Uluslararası havayolla­rı ise Bombay, Delhi, Kalküta ve Madras gibi büyük kentleri dünyanın öteki kentlerine bağlar.

Yeni yollar


19. yüzyılda yapılmaya başlan­dı. Bunlardan biri Kalküta'dan bugün Pakis­tan'da kalan Peşaver'e giden büyük karayo­ludur. Yollarda, yaklaşık 30 km ara ile yolcuların geceyi geçirebilecekleri dinlenme yerleri vardır. Karayolları ve demiryolları yapılmadan önce insanlar Kalküta'dan batıya, Camna (Yamuna) ve Ganj ırmakları yoluyla erişirlerdi.

Hint Halkı


Hintliler'in büyük çoğunluğu Hindu'dur. Yaklaşık 80 milyon Müslüman, 18 milyonun üstünde Hıristiyan, 13 milyon kadar Sih, 5 milyon Budacı, Hindu dininin bir kolu olan 3 milyon Cayna ve sayıları az olan çeşitli dinlere bağlı insanlar vardır.
Hindu dini yalnızca bir din değil, insanları kast adı verilen, toplumsal sınıflara ayıran bir sistemdir. Her kastın kendine öz­gü kuralları vardır. Dört temel kastın dışında, Hindular'ın sahip olduğu hakların hiçbirine sahip olmayan ve onlarla birlikte bulunmala­rına izin verilmeyen bir de kast dışı paryalar vardı. Ne var ki, 1950 Anayasası ile paryalara karşı bu türden davranışlar yasadışı ilan edil­di. Kast sisteminin ise giderek eski etkisini yitirdiği görülüyor.
Sığır eti yemeyen Hindular'ın başlıca besini pirinçtir. Yoksul aileler ise daha ucuz olduğu için darı yer. Yemeklerde çoğunlukla un ve su ile yoğrularak fırında pişirilen bazlama türün­den çapatti yenir. Çapatti genellikle merci­mek çorbası ve bol baharatlı güveçle iyi gider. Hintliler'in çok kullandıkları köri denen ba­harat pilava, ete, balığa, tavuğa ve sebzelere konur.

Hintli kadınların geleneksel giysileri sarV dir. Uzun bir kumaş vücuda sarılarak, kalan ucu omuzlara alınır. Bazen sarinin ucu başa örtülür. Sarinin altına kısa kollu, dar bir bluz giyilir. Sarinin sarılma biçimi yöreden yöreye değişir. Kuzeybatıda kadınlar daha değişik gi­yinir. Bol bir şalvarın üstüne, gene bolca bir bluz giyerler. Köylü erkeklerin çoğu hâlâ pa­muklu kumaştan yapılma ve bacaklar arasın­dan geçerek bele sarılan kısa, beyaz, şorta benzer bir şey giyer, buna dhoti denir. Bu giy­si sıcakta giymeye çok elverişlidir. Ne var ki, artık çoğunlukla batı tipi giysiler giyilmek­tedir.
Hintliler'in yaşamında dinsel törenler ve şenlikler büyük önem taşır. İlkbaharda yapı­lan Holi şenliğini özellikle çocuklar çok sever. Holi sırasında herkes yüzünü renkli pudralar ve boyalarla boyar. Divaü, ışık şenliğidir. Kı­şa girerken kutlanır. Her köyde yüzlerce mum yanar, okullar tatil olur.

Hindistan'da pek çok insan kutsal bilinen yerleri ziyaret eder. Her yıl uzak demeden, pek çok Hintli aile Ganj'ın kutsal sularında yıkanmaya gider. Ganj kıyısındaki Varanasi (Benares) ise özel bir öneme sahip olduğun­dan, her Hintli öldükten sonra küllerinin Va-ranasi'den Ganj'a serpileceği umudunu taşır.
Bu kutsal'yerlerin yanı sıra, Hindistan bü­yük sanayi merkezlerine ve modern limanlara sahiptir. Bombay, Kalküta ve Madras'ta 19. yüzyılda kurulmuş, Hindistan'ın en eski üni­versiteleri bulunmaktadır. Bunlardan başka, ülkede 80'in üstünde üniversite vardır. Ne var ki, binlerce genç üniversiteye giderken, hâlâ okuma yazma bilmeyen milyonlarca da insan bulunmaktadır. Yaklaşık 800 milyon nüfuslu bu ülkede devletin nüfus planlama çabalarına karşın, doğum oranı çok yüksektir. Yoksul kesimden gelen çocuklar, devletin yeni okul yapma ve eğitime özendirme çabalarına ve eğitimin zorunlu olmasına karşın, okula gidememektedir.
Hindistan'daki çeşitli halklar değişik diller konuşur. Başlıca 15 dil ve bunlardan daha çok sayıda lehçe vardır. İngilizce hâlâ yaygın olarak kullanılır ve okullarda öğretilir. 1965'ten beri resmi dil Hindi'dir.

Tarih


Çin'den başka hiçbir ülkenin, Hindistan halkı gibi kesintisiz bir tarih yaşadığı söylenemez. Ne var ki, bu tarih barış içinde değil, dışarı­dan gelenlerin sürekli saldırısı altında yaşan­mıştır. En eskiden yerleşmiş olanların nasıl geldikleri pek aydınlık değildir. Bunların Vindiya Dağları'nın ulaşılmaz yörelerinde yaşa­yan ilkel insanlara benzedikleri düşünülmek­tedir. Sonra İÖ 2500 yıllarında Hindistan'a tenleri çok koyu renkli olan Dravidler geldi. Yakın zamanda, arkeologlar onlara ait iki kent ortaya çıkardılar: İndus vadisinde Ha-rappa ve Mohenco-daro. Bu buluntular Dra-vidler'in gelişkin bir uygarlığa sahip oldukları­nı gösteriyordu. Yazı yazmasını biliyorlardı.

Çok iyi planlanmış kentleri ve içlerinde günümüzdekine benzer banyoları bulunan geniş odalı evleri vardı. Ne var ki, İÖ 1500 yılların­da kendilerine Ariler ya da soylular diyen da­ha açık tenli insanları, Hayber Geçidi'nden ovalara indiler. Dravidler gibi uygar değiller­di, ama dövüşmekte ustaydılar ve onları yenil­giye uğrattılar. Ariler çok geçmeden kast sis­temini yürürlüğe koydu. Böylece tutsak ettik­leri halkla aralarına bir set çekmiş oldular. Ariler Hindu dinini de geliştirdi. Bu dinde, tanrıların nasıl hoşnut edileceğini yalnızca Brahman adı verilen rahipler bildiği için, on­lara büyük ayrıcalıklar ve yetkiler tanını­yordu.

İÖ 6. yüzyılda büyük din reformcusu Buda, yeni bir inanç geliştirdi. Ona göre, ruhun ölümsüzlüğünü karmaşık dinsel törenler ve kurbanlarla sağlamak mümkün değildi. Tek yol, karşılık beklemeden iyilik etmek, temiz yürekli olmak ve maddi tutkulardan uzak dur­maktı. Budacılık, Hindistan'da hızla yayıldı; birçok bey ve kral tarafından benimsendi. Bunlardan en önemlisi, Patna'yı İÖ 274-232 yılları arasında yöneten Kral Aşoka'ydı. Orissa'yı işgal ederken insanlara verdiği acıdan duyduğu vicdan azabından dolayı Budacı ol­du. Dağa taşa Budacıhk'ı öven yazılar yazdır­dı; krallığındaki herkesi Budacı yapmaya ça­lıştı. Budacılık Hindistan'ın güneyinde tutu­namadı. İS 4. yüzyılda kuzeydeki etkisini de yitirdi. Sri Lanka (Seylan), Birmanya, Tay­land (eski Siyam), Tibet ve Çin'e ise misyo­nerler aracılığıyla yayıldı.

Eski Hint uygarlığı İS 320'den 5. yüzyıla kadar egemen olan Gupta kralları zamanında doruğuna ulaştı. Bu dönemde Hindistan'a git­miş olan Çinli gezginler, Gupta krallarının yö­netimdeki başarılarını anlatan belgeler bırak­mışlardır. Krallar yazarlara ve ozanlara des­tek olmuş, tiyatroya önem vermişlerdi. Mü­zikte büyük bir gelişme gözlendi. Manastırla­rın duvarları taş üstüne yapılmış resimlerle bezendi.

6. yüzyılda Hindistan, Orta Asya'dan gelen Hunlar'ın saldırısına uğradı. Bir süre her şey altüst oldu. Bu kargaşa içinde kendine Rac-put adını veren "kralların oğulları" yönetimi ele geçirdiler. O gün bu gün, onların yöneti­minde olan Batı Hindistan, Racastan olarak bilinir. Nereden geldiklerine ilişkin bir bilgi yoktur. Sanata ve edebiyata önem verdiler, altın ve gümüşten tanrı heykelleri ve çok de­ğerli taşlarla bezeli tapınaklar, büyük sa­raylar ve kaleler yaptırdılar.
Ne var ki, Racputlar kendi aralarında sü­rekli kavga ediyorlardı. Bu yüzden Kuzey Hindistan dışarıdan gelen saldırılara karşı kendini koruyamadı. Bu kez Müslümanlar ge­lerek Hayber'in kuzeyine yerleştiler. 10. yüz­yılın ikinci yarısında Gazneli (Afganistan) Müslüman Kral Sebüktigin Hindistan'ın ku­zeyine girdi. Oğlu Mahmud, batıda Ganj Irmağı'ndan güneyde Racputana'ya kadar iler­leyerek bir imparatorluk kurdu. Delhi'yi baş­kent yapan Müslümanlar, giderek nere­deyse Hindistan'ın tamamını ele geçirdiler.

Afgan krallarının egemenliği 1526'ya Babür Şah'ın Hindistan'a gelişine kadar sürdü. Babür Şah, Delhi Sultanı İbrahim'i yenerek, Delhi'yi işgal etti. Daha sonra Kandehar'dan Bengal sınırına kadar olan toprakları ele ge­çirdi. Böylece Hindistan'da Moğol egemenliği başlamış oldu. Moğol imparatorlarının en ün­lüsü Ekber'dir. Uyruğundaki halkları Müslü­man, Hindu demeden kaynaştırmaya çalıştı. Müslümanlar'ın geçmişten kalma ayrıcalıkla­rını ve haklarını kaldırdı . Toru­nu Cihan Şah zamanında, Agra'da Tac Mahal ve İncili Cami'den başka Delhi'de de eşsiz gü­zellikte saraylar ve camiler yapıldı. Ne var ki, Moğol imparatorlarının hiçbiri Ekber çapında değildi. Hindular ile Müslümanlar arasındaki karşıtlıklar sürüp gitti ve sonunda imparator­luk parçalandı.

Hindistan'ın Sömürgeleştirilmesi


Tam bu sıralarda, 15. yüzyılın sonlarına doğ­ru, baharatın çekiciliğine kapılan Avrupalı tüccarlar, Afrika'nın güneyinden dolaşarak Hindistan'a vardılar. İlk gelenler Portekizliler ve Hollandalılar'dı. 17. yüzyılın başlarında Hindistan pazarını kapmak için asıl mücadele ise Fransızlar ile İngilizler arasında oldu. Her iki taraf da Hindistan'daki Müslümanlar ile Hindular arasındaki çatışmalardan yararlan­dı. Hindistan siyasetine etkin biçimde katılan İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası sonunda gerek Fransız tüccarlarını, gerek Moğol İmparatorluğu'nu yenilgiye uğratmayı başardı.

Fransızlar 1954'e kadar bazı limanları ellerin­de tuttular. Portekizliler ise işgal ettikleri yer­lerden en son 1961'de çıktılar.
17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar İngiliz Do­ğu Hindistan Kumpanyası Hindistan'da bü­yük güç kazandı. Kumpanya Hindistan'ı İngil­tere'deki fabrikalar için bir hammadde depo­su durumuna getirdi .i Ayrıca Hindistan, İngi­liz mallarının serbestçe satıldığı bir pazara dö­nüştü. Kumpanya bu yoldan büyük paralar kazandı. Ne var ki, Hintli zanaatkarlar için bu bir yıkım oldu. Çiftçi ve köylülerin ürünü ise hiçbir zaman değerini bulamadı.

1857'de Hint askerleri ve mihraceleri (feo­dal prensler) Hindistan'ın büyük bir bölümü­ne egemen olan İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası'nı devirmek için eyleme geçtiler. Hin­distan'da bu başkaldırı Bağımsızlık Savaşı olarak nitelendirilir. Bu başkaldırının Hindis­tan'ın yoğun bir biçimde sömürülmesinin yanı sıra başka nedenleri de vardı: Hindistan'ı yö­netmek üzere İngiltere'den atanan genel vali­ler halkın dinsel inançlarına saygı göstermiyor ve Hindular'ın tapınmalarını engelliyorlardı. İngiliz misyonerlerinin Hıristiyanlık'ı yayma çabaları ise gerek Müslümanlar'ı, gerek Hin-dular'ı tedirgin ediyordu. Ayrıca genel valile­rin halkın geleneklerini değiştirme çabaları da hoşnutsuzluk yaratıyordu.

İlk isyan 1857 Nisan'ında Hindistan'ın ku­zeyinde, Mirut'ta başladı. Delhi, Kanpur ve Luknov'a yayılarak ı Avrupalılar'ın yaşadığı yerlerin ateşe verilmesiyle tırmandı. Karşılıklı kıyım aylarca sürdükten sonra, İngilizler'in Nepal'den getirdikleri Gurkha (bak. gurkha-lar) ordusunun yardımıyla başkaldırı 1858 Mart'ında bastırıldı. Bundan sonra egemenlik İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyasından İn­giliz kralına geçti.
Hindistan İngiltere'nin en önemli ve en çok gelir getiren sömürgesiydi. Hindistan'ı, İngiliz hükümetince beş yıllığına atanan bir genel va­li yönetiyordu. Ülke, valinin yönetimindeki bölgelere ve mihracelerin yönetimindeki eya­letlere ayrılmıştı. Köylüler ağır vergiler altın­da ezilirken, bir taraftan da mihracelerce sömürülüyordu.

Batı üniversitelerinde okuyan Hintli genç­ler, sömürü altındaki ülkelerine özgürlük ve demokrasi düşüncelerini getirdiler. Bu aydın­lar 1885'te bağımsızlık hareketini başlattı ve Hindistan Ulusal Kongresi'ni (Kongre Parti­si) kurdular. Bundan sonraki 50 yıl bağımsız­lık mücadelesiyle geçti. 1906'da Hindu ege­menliğinden kaygılanan Müslümanlar, Müs­lüman Birliği'ni oluşturdu. Amaçları Hindu-lar'dan ayrı, bağımsız bir devlet kurmaktı.

I. Dünya Savaşı sırasında Hindistan birlikleri İngiltere'ye bağlı olarak çarpıştı. Bu savaşta Hindistan'ın insan gücü, hammadde ve yiyecek kaynakları İngiliz ordusunun gereksinmelerini karşılamak üzere sonuna kadar kullanıldı. Savaş sonrasında kıtlık ve salgınhastalıklar baş gösterdi.Hindistan geri bıraktırılmış bir tarım ülke­siydi. Sömürgelere özgü çarpık sanayileşme yüzünden ağır sanayi kurulamıyordu. Ülkede yoksulluk ve işsizlik artan bir huzursuzluk ya­ratmaktaydı.
Bu sırada bağımsızlık hareketinin önderi olarak ortaya çıkan Gandhi'nin Mohandas Karamçand) düşünceleri ve yön­temleri Kongre Partisi'nce benimsendi. Gandhi, İngiliz boyunduruğuna karşı pasif di­reniş yöntemiyle ülkenin bağımsızlığını kaza­nabileceğine inanıyordu. Ulusal Kongre'nin tüm Hindistan'da uyguladığı pasif direniş kampanyası devlet dairelerinin, okulların ve mağazaların kapatılmasını öngörüyordu. Kampanya milyonlarca insanı harekete geçir­di. İngilizler ulusal kurtuluş hareketini benze­ri görülmemiş bir acımasızlıkla bastırmaya kalkıştılar ve çok geçmeden direnişin önünü aldılar. Ne var ki, artık Hint halkı bağımsızlığı için savaşmak üzere tümüyle uyanmıştı.
Protestolar ve grevler artan bir hızla yayılı­yordu. 1930'da Lahor'da toplanan Kongre Partisi Cavaharlal Nehru'yu başkanlığa getirdi. Kongre, ama­cının tam bağımsızlık olduğunu ilan etti. Gandhi yönetimindeki pasif direniş eylemleriy­le bağımsızlığa kavuşulacaktı. 26 Ocak 1930 Bağımsızlık Günü ilan edildi.
1935'te İngiltere ekonomi, savunma ve dışişlerini denetiminde tutma koşuluyla bir özerklik önerisi getirdi. Hindistan Ulusal Kongresi bu öneriyi reddetti.

II. Dünya Savaşı başladığında Kongre Partisi'nin, Hindular ve çeşitli dinsel toplulukların temsilcileri de içinde olmak üzere, çok sa­yıda üyesi vardı. Hindistan II. Dünya Sava-şı'na resmen girmemişti. Ne var ki, Müttefik­ler Hindistan'ı üs olarak kullandı. 2 milyon Hintli asker İngilizlerTe birlikte savaştı. İngi­lizler, 1942'de Hindistan'a, savaş bitinceye kadar Hindistan ordusunun denetimini elle­rinde tutmak koşuluyla, dominyon statüsü vermeyi önerdiler. Kongre Partisi bunu da kabul etmedi. Bunun üzerine İngilizler, Kong­re Partisi'ni yasadışı ilan ederek önderlerini tutukladılar.
1945'te savaş sona erince tutuklular özgür­lüklerine kavuştu. Hindu ve Müslüman ön­derler bir anayasa hazırlamak için bir araya geldiler. Bu aşamada Müslümanlar ayrı bir devlet konusunda ısrar ederken, Hindu ön­derler Hindistan'ın parçalanmaması konusun­da ısrarlıydılar. Müslümanlar ile Hindular arasındaki uyuşmazlık bir kıyıma dönüşme eğilimi gösteriyordu.

Bağımsızlık Sonrası


15 Ağustos 1947'de iki ayrı devlet ortaya çık­tı. Biri Hindistan adını korurken, öbürüne Pakistan dendi . Sınırlar, nü­fusun dinsel eğilimine göre çizilmişti. Hindis­tan Hindu çoğunluğun, Pakistan ise Müslü­man çoğunluğun yaşadığı yöreleri içine alıyor­du. Pencap'ta sınır Sihler'in yaşama alanını ortadan ikiye bölmüştü . Pakis­tan sınırı içinde kalan Sihler Müslümanlar'la anlaşamıyordu. Çok geçmeden sınırın her iki yakasında bir göçmen trafiği başladı. Sihler ile Hindular, Pakistan'dan Hindistan'a, Hin­distan'daki Müslümanlar da Pakistan'a geç­meye çalışıyorlardı. 7-8 milyon kişiyi kapsa­yan bu göçmen akımı sırasında çıkan çatışma­larda 200 bin kişi yaşamını yitirdi.

Hindistan'ın önünde üstesinden gelinmesi gereken güç işler vardı. Örneğin, ordunun ye­niden kurulması gerekiyordu. Hindular yeni Hint ordusuna katılırken, Müslümanlar da Pakistan ordusunda yerlerini aldılar. Bir baş­ka sorun da Hindistan'daki racahklardı. 15 Ağustos 1947'ye kadar Hindistan, İngiliz İm-paratorluğu'na bağlı İngiliz Hindistan'ı ile racalıklardan oluşmaktaydı. İngiliz Hindistan'ı dört büyük bölgeye ayrılmıştı: Bengal, Bom­bay, Madras ve kuzeybatı bölgesi. Bunlar ye­rel meclisler ve valilerce yönetilmekteydi. Hindistan hiçbir askeri bloka bağlı olmayan "Bağlantısız Ülkeler" arasındadır. Pakistan'la anlaşmazlık, ayrıldıktan sonra da, İndus Irmağı'nın sularından ortaklaşa yararlanma ka­rarına karşın, sona ermedi. 1971'de Hindis­tan, Doğu Pakistan'da baş gösteren ayaklan­mada, hükümet karşıtlarının yanını tuttu. Pa­kistan'da iç savaş Bangladeş'in kurulmasıyla sonuçlandı . Bu yüzden Pa­kistan ile Hindistan arasında savaş çıktı ve Pa­kistan yenildi. Günümüzde iki ülke arasında­ki ilişkiler eskisine göre daha iyi gitmektedir. Hindistan'ın komşusu Çin'le de dağlık kuzey kesiminde sık sık sınır anlaşmazlıkları çık­maktadır. 1980'lerin başında özerklik için mü­cadele eden Sihler'in kutsal tapınağı olan Al­tın Tapınak'a ordu birliklerinin saldırması Sihler'le hükümet arasındaki gerginliğin do­ruğa çıkmasına yol açtı. İndira Gandhi'nin iki Sih muhafızı tarafından öldürülmesi Sihler'e yönelik saldırıların bütün ülkeye yayılmasına neden oldu. Sihler'le olan anlaşmazlık hâlâ sürüyor. 1987'de Hindistan'da yüzyılın en bü­yük kuraklığı yaşandı. 1988'de musonların ge­tirdiği yağmurlarla kıtlık konusundaki kaygı­lar azaldı.

MsxLabs & TemelBritannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM