Arama

12 Eylül 1980 Darbesi - Tek Mesaj #6

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
8 Eylül 2016       Mesaj #6
Safi - avatarı
SMD MiSiM

HUKUK DEVLETİ ve 12 EYLÜL HUKUKU ÜZERİNE

Ad:  darbe3.jpg
Gösterim: 1828
Boyut:  42.5 KB

Av. Mutluay ÇELİK

Hukuk, Hukuk Devleti, Hukukun üstünlüğü kavramları bugünkü modern egemen burjuva devletinin dilinden düşmeyen bir söylem olarak toplumsal yaşamımızda etkinliğini ve varlığını sürdürmektedir. Özellikle SSCB başta olmak üzere bir çok ülkede uygulanan sosyalist ideolojinin yaşadığı reel başarısızlık karşısında bu kavramlar bugün sosyalist devlete alternatif olarak gösterilen kapitalist burjuva egemen devletin vazgeçilmez birer ideolojik enstrümanı olarak her yerde sınıf mücadelesine karşı etkin bir silah olarak gösterilen kapitalist-burjuva egemen devlet demokrat devlet olarak tanımlanmaktadır. Kapitalizmin demokrasi anlayışı burjuva egemenlerin iktidarı ele geçirdiği günden bugüne tüm dünyada uyguladıkları zengin pratik ve deneyimleri ile emekçi yığınların belleğinde kazılıdır. Paylaşım savaşları (Irak, Afganistan, Filistin, Latin Amerika vd.) yoksulluk, açlık, çevrenin tahribi ve her geçen gün dünyanın yaşanılır bir yer olmaktan çıkmasına yol açan yaşadığımız gerçekliğin bu demokrasi anlayışı ile yakın ilgisi hepimizin malumudur. Bütün bu olumsuzluklara rağmen kapitalizmin kendini alternatif ve demokrat olarak sunması kaygı verici olmaktan öte umursamaz-aymaz egemenlerin tarih çizgisine düştükleri utanç verici kara bir leke olarak sonraki kuşaklar tarafından anılacaktır. Kapitalist burjuva devlet gerçekten demokratmıdır, gerçekten hukuka saygılı mıdır, gerçekten hukukun üstünlüğü'ne inanır mı? Aslında bu kavramlar hiç de sanıldığının aksine ideolojiler üstü, devletler üstü evrensel kavramlar değildir. Bizatihi bu kavramlar kapitalist burjuva egemenliğinin en etkili ve güçlü ideolojik söylemleri olarak dünyaya hediye ettiği kavramlardır. Eşitsiz üretim ve paylaşım ilişkilerinin olmadığı bir dünyada hukuka gerek var mıdır-yok mudur tartışması başka bir yazının konusu olmakla; biz bu yazıda hukukun ne olup-ne olmadığını ve 12 Eylülün hukuk anlayışını tartışacağız.

Hukuk sanıldığının aksine soyut kavramlar ve kurallar bütünü değildir. Sınıf mücadelesini inkar eden egemen burjuva sınıf ideolojisinde hukuk bireyle ile toplum ilişkilerin düzenleyen kurallar bütünü olarak tanımlansa da; hukukun sınıf mücadelesi paralelinde ideolojik ve politik bir anlamı vardır. Egemen burjuva sınıf ideolojisi emek eksenli bütün kavramların içini boşalttığı gibi hukukun anlamını da çarpıtmakta ve ona kendi sınıf anlayışına uygun bir tanım getirmektedir. Hukuk sınıflar üstü ve sınıf mücadelesi dışında bir yere ve anlama sahip değildir. Aksine hukuk sınıfsaldır ve sınıf mücadelesinde daima ideolojik bir anlama sahip olagelmiştir. Hukuk sınıflar üstü tanımlayan anlayış gerçekte ortaya koyduğu pratiği ile bu savını da çürütmüştür zaten. Zira yaşanan deneyimler göstermiştir ki hukuk egemen olan sınıfın elinde diğer sınıf ve ara sınıflar üzerinde kullanıla geldiği en etkili ve baskın zor araçlarından birisidir. Ve nitekim egemen burjuva sınıf, bugün bunu farklı söylem ve görüntüler ile emekçi yığınlar üzerinde kullanmaktadır. Hukuk aile, din vd. Gibi bir üst yapı kurumudur. Dolayısıyla hukuku da üretim araçlarının kullanılma biçimi belirlemektedir. Hukuk ile mülkiyet birbirinin yaratıcısıdır. Hukukun asıl işlevi eşitsiz üretim-paylaşım ilişkilerini meşrulaştırmak ve üretim araçlarını elinde bulunduran burjuvaziye hizmet etmektir. Ve ne yazık ki burjuvazi etkili ikna-inandırma araçları ile bu gerçeği gizlemiş ve ezilen yığınlara hukukun kendilerini koruyan kollayan ve adaleti sağlayan bir kurallar bütünü olduğuna inandırmıştır. Görece yasalar karşısında herkes eşit kabul edilmiş olsa bile gerçekte bunun söylemde kaldığı ve temel eşitsizliğin ortadan kaldırılmadığı ortadadır. Yasalarda yer alan çalışma özgürlüğü, eğitim hakkı, düşünce özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, vd. Temel hak ve hürriyetlere dair düzenlemeler bir düzenleme olmaktan ileri gitmemektedir. Bu kavramların içi burjuva hukukunda boşaltılmış, görünürde her yurttaşın özgürce kullanabileceği düşünülen-sanılan bu özgürlükler fiilen ortadan kaldırılmıştır. Bu özgürlüklerin var olan sistemde kullanılması mümkün değildir. Zira bu özgürlükleri kabul etmek yetmez. Bu özgürlüklerin sağlanması ve önündeki engellerin kaldırılması gerekir. Eşitsiz üretim ve paylaşım ilişkilerinde de bunun fiilen sağlanması mümkün değildir. Basit bir örnekle bunu açıklarsak; bir yanda patronların daha da zenginleşmesinin önündeki tüm yasal ve fiili engeller kaldırılarak diğer yandan tüm insanlar iş olanağı sağlayamazsınız. Daha çok kar daha çok işsiz anlamına gelir. Emek üzerinden sağlanan artı değerle zenginleşen patronun daha çok işsize ve ucuz emeğe gereksinimi vardır. Dolayısıyla çalışma hürriyetinin tanınması yetmez. Çalışma özgürlüğünü sınırlandıran eşitsiz-fiili üretim ilişkilerinin değiştirilmesi gerekir.

Ülkemizde durum nedir?


Belirtmek gerekir ise ülkemizde uygulanan ve kabul edilen hukuk anlayışı eleştirilen tüm bu olguların daha da gerisinde ve uzağındadır. Özellikle 12 Eylül 1980 yılında yapılan askeri darbe ile emekçi sınıfların mücadelesi ile kazanılan tüm yasal haklar bir bir elinden alınmıştır, Kapitalizmin hukuk anlayışının göreceliliği ve iki yüzlülüğü bir yana ülkemizde yaşanan tam bir felakettir. 1982 yılında kabul edilen-ettirilen 1982 Anayasası tüm dünyadaki örnekleri ile kıyaslanmayacak biçimde gerici ve antidemokratiktir. Aslında bu durum şaşırtıcı da değildir. Zira 1982 Anayasası söylendiğinin aksine sermayenin daha azgın ve acımasız biçimde örgütlenerek, önündeki tüm engellerin kaldırılması ihtiyacından doğmuştur. Anayasalar özünde bireyin devlete karşı korunmasını sağlama düşüncesi ile tüm dünyada oluşturulmuş ve kabul edilmiştir. Oysa 82 Anayasası devleti kutsallaştırmakta ve koruma çemberi altına almaktadır. Bir çok temel hak ve özgürlüğün ilgili yasada düzenlenmesi gerekir iken Anayasada en ince ayrıntısına kadar (kazuistik yöntem) ve sınırlandırılarak düzenlendiğini görmekteyiz. 1982 Anayasası tüm burjuva-kapitalist devlet anayasalarında kabul edilen bir çok hak ve özgürlüğü inanılmaz biçimde sınırlandırmış ve ortadan kaldırmıştır. Çalışma yaşamı, örgütlenme özgürlüğü, eğitim hakkı, düşünce özgürlüğüne ilişkin bütün kazanılmış haklar 82 Anayasası ile ortadan kaldırılmıştır. 80 darbesinin sosyal yaşamda açtığı derin yara ve izler hukuk anlayışı ile bugün de devam ettirilmektedir. Ülkemizde emekçi yığınların uzun mücadeleleri sonucu kazanılan bir çok temel hak ve özgürlük bugünkü uygulamalar ile ve kabul edilen yasalar ile bir bir ortadan kaldırılmıştır. Toplumda sınırlı ve güçsüz bir biçimde ortaya konulan muhalefet ve mücadelede bu olumsuzluğun önünü almamaktadır. Ülkemizde son 50 yıllık siyasal yaşamına egemen olan gerici-faşist sağ siyasal partiler ile bu olgu toplum katmanlarına daha da kolay kabul ettirilmiştir. 12 Eylül askeri darbesini gerçekleştiren generaller 1982 Anayasasının geçici 15. maddesinde yer alan düzenleme nedeni ile yargılanamamaktadır. Türk Ceza Yasası, İş Yasası, Terörle Mücadele Yasası, Ceza İnfaz Yasası gibi antidemokratik bir çok hükümle dolu yasaların ivedi olarak değiştirilmesi ve yeni yasaların yapılması zorunluluğu vardır. Ama daha da önemlisi emekçi kitlelerin yaşamına bir kabus giren ve etkisini hala sürdüren 82 Anayasasının tümden değiştirilerek yeni bir demokratik (görece) Anayasa oluşturulması gerekmektedir.

12 EYLÜL KARANLIĞI


Adnan CAYMAZ

12 Eylül 1980 tarihinde Konsey Başkanı Ahmet Kenan Evren, radyo ve televizyonda yaptığı konuşmasıyla, Milli Güvenlik Konseyi'nin 1 numaralı bildirisini kamuoyuna açıklamıştı. "Türkiye Cumhuriyetinin varlığına, bağımsızlığına ve rejimine yönelik fikri ve fiziki hain saldırıların olanca genişliği ve şiddetiyle süre geldiği bir ortamda milletimiz için başkaca bir çıkış yolu kalmadığı" gerekçesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koymuştu.

Aynı gün, CIA'nın Türkiye temsilcisi Richard Perle ABD'ye telefonla bilgi veriyor; our boys did it yani bizim çocuklar başardı diyor.

Artık yeni bir döneme giriliyordu ve bu dönem faşizmin yarattığı zeminde korkunun ve dehşetin, kan ve göz yaşının, umutsuzluğun ve yılgınlığın hüküm sürdüğü, insanların zorbalığa perde aralarından seyirci kaldığı aynı zamanda umudun ve faşizme karşı direnişin de bir arada yaşanıldığı kara gün olarak tarih sayfalarındaki yerini aldı.

TBMM kapatıldı, anayasa yürürlükten kaldırıldı. Daha sonra yürürlüğe konan 27 Ekim 1980 ve 2324 sayılı "Anayasa Düzeni Hakkında Kanun", "Geçici Anayasa" niteliği taşıyordu. Yasa, 1961 Anayasası'nın bir çok maddesini değiştiriyor ve TBMM'nin yetkilerini Milli Güvenlik Konseyi'nin, Cumhurbaşkanı'nın yetkilerini Konsey Başkanı'nın kullanacağını, MGK'nın karar, bildiri ve yasalarının anayasaya aykırılığının öne sürülemeyeceğini hükme bağlıyordu. Böylelikle de 12 Mart ve 27 Mayıs'a karşın 12 Eylül faşist yönetimi, anayasal güvence altına alınarak kalıcılaştırılıyordu.

Tüm il, ilçe belediye başkanları görevden alınmış ve yerlerine Sıkıyönetim komutanlıklarınca atama yapılmış, birçok belediye başkanı gözaltına alınmıştır. Çıkarılan yasa ve yayınlanan bildirilerle, hukuksuz gözaltı ve tutuklamalarla, ülkede polis devleti uygulaması yerleştirilmiştir. 12.8.1981 tarihli "Takip edilecek şahıslar hakkındaki emir" ile insanların mezheplerine kadar fişlenmesi ve ülkede fişlenmeyen insanın kalmaması sağlanmıştır.

Tüm grev ve lokavtlar kaldırılmış, DİSK, MİSK ve HAK-İŞ 'in hesaplarına ve bütün belgelerine Sıkıyönetim tarafından el konulmuştur. TÜRK-İŞ'e bağlı Yol-İş ve Petrol-İş'in birçok şubesi kapatılmıştır. DİSK, MİSK ve HAK-İŞ gibi sendikaların yöneticileri, işyeri temsilcileri, üyeleri gizli örgüt üyesi olmak suçlamasıyla sorgulanmış, tutuklanmış ve yargılanmıştır.

19.9.1980'de 1402 sayılı yasa ile yapılan değişiklikle tüm kamu personeli gibi Üniversite elemanlarının gerekçesiz olarak görevlerine son verme yetkisi Sıkıyönetim komutanlıklarına bırakılmıştır. 6.11.1981'de çıkarılan Yüksek Öğretim Yasası ile üniversitelerde bilimsel özerkliği yok eden yasal düzenleme yapılmıştır. Sıkıyönetim komutanları "Güvenlik soruşturması" adı altında üniversitelerdeki nitelikli öğretim kadrosunu tasfiye etmiştir.

Öğretmenlerin büyük çoğunluğunun üyesi bulunduğu TÖB-DER'in merkezi ve 670 şubesi kapatılmış, merkez ve şube yöneticileri, üyeleri gizli örgüt üyesi olmak suçlamasıyla sorgulanmış, tutuklanmış ve yargılanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkelerinden olan laiklik ilkesi rafa kaldırılmış; okullarda zorunlu din dersi uygulaması getirilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığınca, yurtdışına çok sayıda din adamı gönderilmiş ve bunlardan 260 görevlinin maaşının, Kenan Evren'in onayıyla, Suudi Arabistan merkezli, Rabıta-ül İslam örgütünce ödenmesi sağlanmıştır.

Atatürk Yüksek Kurulu, 20 Haziran 1986 günü Cumhurbaşkanı Kenan Evren başkanlığında toplanarak, Türk İslam Sentezi'ni temel alan bir kültürün bütün halka kabul ettirilmesine yönelik bir raporu benimsemiştir.

Barış Derneğinin merkez ve şubeleri kapatılmış, yöneticileri üyeleri gözaltına alınmış, tutuklanmış ve gizli örgüt üyesi olmak suçlamasıyla yargılanmıştır.

Ülkede örgütlü her türlü yapıyı yok etmek amacıyla bir kıyım başlatılmıştır. Meslek örgütlerinin bağımsızlıkları yok edilmiş, Türkiye Barolar Birliği Adalet Bakanlığı'na, Türk Tabipler Birliği Sağlık Bakanlığı'na, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Bayındırlık Bakanlığı'na bağlanmıştır.

Üstelik Atatürkçülük'ü ağzından düşürmeyenler tarafından, Atatürk'ün mirasları kabul edilen Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu da kapatılmıştır.

12 Eylül'le başlayan süreçte; son derece sistemli ve baskıcı bir sansür politikası uygulanmıştır. Yazıları nedeniyle birçok gazeteci tutuklanmış, yargılanmış ve mahkum olmuştur. Tüm basın organları en az bir kez kapatılma cezası almıştır. TRT'nin yayın politikası tümüyle Milli Güvenlik Konseyi tarafından belirlenmiş, 14.9.1980 tarihinde TRT Genel Müdürlüğü'ne "Haberlerde uyulması gerekli Kurallar" adıyla ağır bir sansür metni tebliğ edilmiştir. Sanat eseri olan filmler, dizi filmler dahi sakıncalı bulunarak yayından kaldırılmış, dahası yakılarak yok edilmiştir.

Bir çok yayınevine ait kitap, dergi vb. bir yargı kararı olmadan sadece Sıkıyönetim Komutanının emri ile el konulmuş ve yüzbinlerce adet kitap imha edilmiştir.

12 Eylül dönemi temel hak ve özgürlüklerin, tüm siyasal ve ekonomik özgürlüklerin ortadan kaldırıldığı, sıkıyönetim komutanlıklarınca kurulan mahkemelerde adil yargılanma hakkının ihlal edildiği, işkence ve gözaltında kayıpların günlük olağan işlere dönüştürüldüğü, ülke insanlarına; yasal partilerin, sendikaların, derneklerin ve hatta kooperatiflerin "gizli örgüt" sayıldığı akıl almaz bir süreç yaşatılmıştır.

Tüm karşı örgütlere, özel olarak sola saldıran cuntanın, demokratik güçler ve sosyalistlerin ezilmesi için ülkede başlattığı insan avı toplumda teslimiyet ve çaresizlik duygusu yaratmış, halkın politikaya ve sosyalist düşünceye karşı tutum içine girmelerine neden olan koşulları içselleştirmiştir. Binlerce aydının, ilerici ve demokrat unsurların bedensel ve ruhsal olarak çökmesine; o güne dek önem taşıyan bütün değerlerin öneminin yitirilmesine neden olmuştur.

Sola karşı İslam felsefesini topluma dikte eden 12 Eylül cuntası, bugünün imam hatipleştirilmiş eğitim sistemini, her türlü haksızlığa ve oldu bittiye karşı yurttaş tepkisini veremeyen bir insan tipini, tümüyle ''dışa bağımlı'' ve ''köleleştirilmiş'' bir ülkeyi öngörüyordu.

O günlerde yaşananlar bu günün gençleri için anı bile değil. Ancak o günlerde bin bir türlü acı ve yaşam pahasına ödenen bedeli bu günün gençleri başka türlü ödemek zorundalar. Onlar postmodern adı verilen düşsel bir dünyada kendilerine ve tarihlerine yabancı olarak yaşamaya mahkum edildiler. Yaşamı ve dünyayı kanın ve insan onurunun, iş takibinin ve kadın ticaretinin aynı sayfalarda yer aldığı gazetelerden öğreniyorlar. Akıldışı, bilimdışı hurafelerden medet umuyorlar. Nihilizmin batağında çırpındıkça battıklarının ayırdında değiller ve bir çoğunu bu hain gidişat tedirgin etmiyor bile. Bu yüzden de kayıtsızlar her şeye,

12 Eylül darbesi bir oldu bitti değildir. Yaratılmak istenen insan tipinin tohumlarının kanla, akıl almaz hukuk dışı yöntemlerle toplumun bağrına atıldığı gündür. 1970'lerden sonra başlayan, 24 ocak kararları ve nihayetinde o kara günde en üst düzeyde gerçekleşen emperyalist saldırı sürecinin anlatımıdır. Ve bu süreç devam etmektedir. Bugünü anlamak 12 eylülle başlayan sürecin anlaşılmasıyla mümkün olabileceği gibi, 12 Eylül faşizmiyle hesaplaşmadan, , geleceğe yönelik somut adımların atılabilmesi ve sosyalizm yönünde irade geliştirmek de çok zor olacaktır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 9 Eylül 2016 00:35
SİLENTİUM EST AURUM