TARİH
Asya’nın ortasında bulunan Afganistan, İskit, hun, türk, moğol halklarıyla Iran, Çin ve Hindistan’daki, çoğunlukla yayılmacı bir siyaset izleyen, büyük yerleşik uygarlıkların karşılaşma yeri oldu. Çok eski dönemlerde kullanılmaya başlanan büyük uluslararası yollar (en önemlisi Eskiçağ' da Çin ile Roma arasında ticareti sağlamış olan 'İpek yolu”dur; ipek yolunun bir başka çeşidi olan başka birçok yol da, yüzyıllar boyunca ordular, misyonerler ve ticaret kervanları tarafından kullanıldı) ülkeyi boydan boya katediyordu. Bu nedenle, Afganistan, her türlü etkiye açık kaldı; ama yalnızca bu etkileri almakla kalmayarak belki de aldığından çoğunu verdi. Sözgelimi, buddhacılığın doğuya, İslam dininin Hindistan’a yayılmasında başlıca rolü oynadı. Temelde büyük ölçüde İran dünyasına bağımlı olduğundan, ancak yakın dönemde bir devlet haline geldi; yüzyıllar boyunca kimileri yalnızca bugünkü Afganistan toprakları üstünde yaşayan halklar tarafından kurulan, kimileriyse geniş alanlara yayılmakla birlikte afgan halklarını da içine alan büyük imparatorluklara bağımlı kaldı. Aşiret yapısının ağır basmasına ve türk, özellikle de moğol fetihleri sonucu halkının büyük ölçüde çeşitlenmesine karşın, Afganistan’da kültür ortaklığını ve eski geleneklere bağlılığı yansıtan bir ulusçuluk gelişti. Halkının hemen hemen bütünü Sünni müslüman olduğundan ülkede dinin önemi çok büyüktür.
Kökenler.
Afganistan’ın tarihöncesi dönemi henüz pek bilinmemektedir. Bununla birlikte, transız arkeologları, Mündigek’te, IV. binyıl ile İ.Û. 500 arasında yedi uygarlık katı ortaya çıkarmışlardır. Henüz belirlenemeyen bir dönemde, batıdan gelen Ariler’in ülkeyi işgal ederek, ülkenin temel ırkını oluşturdukları bilinmektedir. Keyhüsrev’in bütünüyle işgal ettiği sanılan Afganistan, Ahemeniler'in egemenliği döneminde, Dara I tarafından beş satraplığa bölünmüş, iki yüzyıl boyunca pax iranica'nm (İran barışı) etkisinde kalması sayesinde, İran'ın büyük gelişmesine katılmış ve Zerdüşt’ün dinsel reformundan etkilenmiştir. Büyük İskender'in fethi ülkede, Yunan, İran ve Hindistan etkilerinin başka yerlerde olduğundan çok daha fazla kaynaşmasına yol açmıştır.
Bununla birlikte, satraplıklar ortadan kalkmadı ve Büyük İskender’in ölümünden sonra satraplıklar arasında iç savaş başladı. Ülkeye, Selefkiler, hint hanedanı Mauryalar ve Baktria krallığı zaman zaman egemen oldular, i.Ö. II. yy.’ın sonunda,yeni ari istilaları sırasında Kuşana kabilesi büyük önem kazandı. Kuşanalar, i.S. I. yy.'da Kucula(yun. Kadphises) ve İ.S. II. yy.'da Kanişka döneminde en parlak çağlarını yaşadılar. Başka dinsel akımların da bulunmasına (Surh Kotel’de ateş sunağı) karşın ülke, buddhacılığa (Bamıyan’daki büyük tapınak) yöneldi. Sasaniler döneminde (III. yy.) İran’ın kurduğu egemenlik ve Ak Hunlar’ın (türk-moğol) fetihleri ülkedeki büyük gelişmeyi yavaşlattı.
Araplar'dan Safeviler'e.
651 ’de (Heraf ın fethi) Sasaniler'i yenen Araplar, ülkeyi işgal ettilerse de, her türlü araplaştırmayı engelleyen ve İslam dininin yayılmasını çok yavaşlatan bir direnmeyle karşılaştılar. Eskiçağ’daki Kâpisa (Kâbil bölgesi) ancak IX. yy.’ın sonunda İslam dinini benimsedi ve XIII. yy.'a kadar birçok bağırjılı ya da bağımsız küçük krallık varlığını sürdürdü. Kuzeyde Samaniler (Belh yakınındaki Saman kenti kökenli İranlIlar), üstünlüklerini kabul ettirdiler ve onlarla birlikte savaşan türk askerler, ülkede yeni bir çağı başlattılar. 962’de, türk beylerinden Alp Tigin, G'azne bölgesinde bağımsızlığını ilan etti. Alp Tigin’den sonraki hükümdarlar, özellikle de Gazneliler hanedanının kurucusu Gazneli Mahmut (999-1030), egemenliklerini İsfahan'a kadar yaydılar ve Hindistan’a on yedi sefer düzenlediler, Bağdat’ın rakibi Gazne’yi, pek çok sanatçı ve yazarın (özellikle İran’ın ulusal ozanı Firdevsi) toplandığı bir merkez haline getirdiler. Ama Gazneliler, çok geçmeden, İran'daki Büyük Selçukluların üstünlüğünü kabul etmek zorunda kaldılar ve afganlı Guriler’in saldırıları sonucu yok oldular; o tarihten sonra hint- müslüman krallıkların görevlileri ve yöneticileri Afganlar’la afganlaşmış Türkler arasından seçilmeye başladı.
Eski buddhacı Afganistan'ınkine eşit bu büyük uygarlık (XI.-XII. yy.'lar), Cengiz Han’ın akınları (1221-1222) sonucunda çöktü; sonra da ülke 1370'te Belh’te taç giyen Timurlenk’in eline geçti. Bununla birlikte, Herat’ın çevresinde Şahruh’un (1405-1447) başlattığı Timurtular rönesansı gelişti ve Hüseyin Baykara (1469-1506) ile veziri Mir Ali Şir Nevai döneminde doruğuna ulaştı, içine kapanan Doğu Afganistan, türk hakanı Babür Şah'ın Kabil’e yerleşip (1504), Hindistan’ı fethederek orada Hint-Türk imparatorluğu’nu kurmasıyla yeniden gündeme geldiyse de, bu imparatorluğun ancak uzak ve önemsenmeyen bir eyaleti olarak kaldı. Aynı dönemde Batı Afganistan, İran’daki Safeviler'in eline geçti.
Çağdaş Afganistan'ın doğuşu.
XVIII. yy. başında Hint-Türk imparatorluğu'nun gerilemesi ve Safeviler’in zayıflaması, kaynaşan afgan aşiretlerinin yeniden özgürlüklerine kavuşmalarını ve modern Afganistan'ın kurulmasını sağladı. Bunun ilk belirtisi Gılzeyler aşiretinin reisi Mir Veys’in ayaklanarak, bağımsızlığını ilan etmesi (1-707) oldu. Ama Gılzeyler'e karşı ulusal bir hareket başlatan Nadir Şah, 1738’de Kandahar ve Kâbil’i ele geçirdi. Nadir Şah, 1747'de öldürülünce, subaylarından Ahmet Han (Abdaliler aşiretindendi), kendisini Kandahar’da kral ilan etti ve ilk bağımsız afgan hanedanı olan Dürrani hanedanını kurdu. Kendinden önceki hükümdarlar gibi Hindistan'a birçok sefer düzenleyerek, büyük, ama sağlam temellere oturmayan bir imparatorluk oluşturdu. Yerine geçen Timur Şah, başkentini Kâbil’e taşıdı ve barışı korumayı başardı. Timur Şah’ın ölümünden (1793) sonra oğulları ve onlara bağlı aşiret reisleri taht için birbirleriyle çatıştılar. Sonunda, 1818'de etkinlik gösteren Dost Muhammet, Kabil'de emir olarak tanındı (1839) ve Barakzeyler ya da Muhammed- zeyler hanedanını kurdu. Hindistan’daki eyaletlerden vazgeçerek, kendini bütünüyle İngiliz ve rus emperyalizmi arasında bir tampon devlet haline gelen Afganistan’a adadı. İngiliz müdahalesinden kimi zaman yarar kimi zaman zarar gören Dost Muhammet'in yerini, birinci ingiliz-afgan savaşı sırasında (1839-1842) Şücaülmülk aldı (1839); bir ayaklanmadan ve Alexander Burnes komutasındaki İngiliz ordusunun yok edilmesinden (1842) sonra Dost Muhammet yeniden tahta çıkarıldıysa da, bir yarı-himaye rejimini kabul etmek zorunda kaldı.
Ruslar'ın Orta Asya’ya baskıları sonucunda, 1878’de İngiltere ikinci ingiliz- afgan savaşı’nı başlattı ve afgan kralı Abdurrahman (1880-1901) “Durand hattı"- nın sınırlarını kabul etmek zorunda kaldı (1893). Habibullah (1901-1919) ve Ema- nullah’ın (1919-1929) dışa açılma çabaları ingilizler'in tepkileri sonucuîıda boşa çıktı. Ancak, üçüncü ingiliz-afgan savaşı ("bağımsızlık savaşı” olarak nitelenir) sonucunda, Afganistan tam bağımsızlığını onaylatabildi: Ravalpindi ateşkesi (8 ağustos 1919), Kâbil antlaşması (22 kasım 1921). Emanullah, ülkesini modernleştirmeye girişti: Anayasa (1922); idari yasalar (1923); öğrenimin kadınlara açılması (1924); yeni anayasa (1928). Emanullah, Avrupa’ya bir yolculuk yaptıktan sonra, krallığını ilan etti. Ama, söz konusu devrimlere tutucu tepkiler gecikmedi. Emanullah tahttan uzaklaştırıldı ve Habibullah Han adında bir maceracı altı ay boyunca kanlı zorbalığını sürdürdü, Emanullah'ın akrabalarından Nadir Han, diktatörü devirerek, kendini kral ilan etti (1929). Önceki deneyimden ders alarak, reformları temkinli bir tutumla yeniden başlattıysa da 1933’te o da öldürüldü. Yerine oğlu Zahir Şah geçti. Fransız eğitimiyle yetişen, yeni düşüncelere açık olan Zahir Şah, ülkesinin Milletler cemiyeti’ne girmesini (1934) ve yavaş yavaş dışa açılmasını sağladı. 1937'de Türkiye, Iran ve Irak ile Sadabad antlaşması’nı imzaladı ve ikinci Dünya savaşı'nın dışında kalmayı da başardı.
Yakın dönemdeki sorunlar.
Hindistan’ ın bölünmesi "Durand hattı" sorununu yeniden gündeme getirdi ve Zahir Şah, yeni Pakistan devletindeki AfganlIlar üstünde hak iddia etti (Paştunistan sorunu): bunalım 1963'e kadar sürdü ve o tarihte Pakistan ile bir anlaşma imzalandı; aşağı yukarı aynı günlerde Çin ile de bir anlaşma yapıldı. Bu dış sorunlar çözülünce Zahir Şah, reform yapma isteğinin yeni bir kanıtını ortaya koyarak, 1964'te Kurucu meclis’e yeni bir anayasa hazırlattı ve 1959'da peçesiz dolaşma hakkını elde eden kadınlara eğitim görme hakkını da tanıdı. Federal Almanya, ABD, özellikle de SSCB'nin (1964 antlaşmaları) katıldıkları uluslararası yardım daha da arttı. Ama böylesi bir değişikliğe hazır olmayan ülke, çağdaşlaşmanın getirdiği sarsıntılardan kurtulamadı: 1965’te aydınların Hizb-i demokratik-i'halk-ı Afgani'yi (Afgan halkının demokratik partisi: AHDP) kurmaları ve partinin iki yıl sonra Halk ve Perçem (bayrak) hiziplerine bölünmesi, bu hizipler arasındaki şiddetli çekişmeler; öğrenci hareketleri (1969), parlamentonun güçsüzlüğü. Ayrıca 1970 ve 1971 hasatlarının çok düşük olması yüzünden ülkede kıtlık başgösterdi. Hükümetin değiştirilmesi de durumu düzeltemedi. 16-17 temmuz 1973’te kralın yeğeni ve kayınbiraderi Serdar Muhammet Davut, muhalefetin de desteklediği bir askeri darbeyle, Zahir Şah’ı devirdi. Zahir Şah, Roma’ya sürgüne gitti. Cumhuriyet ilan edildi. Ancak çok az destek gören bir toprak reformu ve cumhurbaşkanının aşırı otoritesi gibi nedenler Serdar Muhammet Davut'un da nisan 1978'de devrilmesine yol açtı.
AHDP'nin Halk kanadının düzenlediği darbeyle AHDP genel sekreteri Nur Muhammet Tereki (Taraki), Devrim konseyi başkanı olarak iktidara geçti. Yeni rejim komünist düşüncelerden esinlenmekle birlikte, marxçılığa şu ya da bu biçimde değinmekten özenle kaçındı. Ancak sovyet baskısı günden güne artıyordu. Aralık 1978'de Kâbil ile Moskova arasında bir dostluk ve işbirliği antlaşmasının imzalanması, SSCB’ye askeri müdahalede bulunma olanağını verdi. Bunun üzerine Afganistan, tam anlamıyla anarşinin kucağına yuvarlandı. Aralarında Pamir’deki kırğız topluluğunun da yer aldığı 200 000 AfganlI Pakistan’a sığındı; on yedi ay içinde 300 000 kişinin öldürüldüğü, 12 000-15 000 kişinin siyasal tutuklu olarak cezaevlerine kapatıldığı, birçok ilin ayaklandığı, büyük bölgelerin merkezi iktidarın denetiminden çıktığı, kanlı çarpışmaların başladığı söylentileri yayıldı.
14 eylül 1979’da Nur Tereki öldürüldü. Yerine geçen Hafızullah Emin hem Kremlin'e bağlılığını bildirdi, hem de islamiyetin desteklenmesi için gerekli bütün önlemlerin alınacağını açıkladı. Ama, aralık 1979'daki sovyet müdahalesi sırasında o da devrildi; yerine AHDP’nin Perçem kanadından Bebrek (ya da Babrak) Karmal getirildi. Sovyet müdahalesi içte ve dışta tepkiyle karşılandı. Mücahitler, hükümete bağlı orduyla onu destekleyen 100 000 kişilik sovyet birliklerine karşı gerilla savaşına giriştiler. Birleşmiş milletler örgütü, İslam konferansı, Avrupa parlamentosu gibi uluslararası örgütler yanında pek çok ülke yabancı güçlerin Afganistan'dan çekilmesi için çağrıda bulundu. Mücahitlere Pakistan sınırı üzerinden silah yardımı da ulaştırıldı. ABD, 1984 yılı içinde resmi kaynaklardan 85 milyon dolar yardımda bulundu. Ayrıca CIA (Amerikan merkezi haberalma örgütü) da mücahitleri desteklemek için bir yılda (1 kasım 1984-30 eylül 1985) 250 milyon dolar harcadı. Bü para ClA’nın gizli operasyonlar için yıllık bütçesinde ayırdığı paranın % 80’ini oluşturuyordu.
Sayıları 100 000’e varan mücahitler bu destekle gerilla savaşını ülkenin dört yanına yaydılar. Buna karşı, sovyet desteğiyle çarpışan afgan ordusunun mevcudu iç savaş süresince 30 000’i aşamadı. Askerlik süresinin uzatılması, üniversite öğrencilerinin askerlik tecillerinin kaldırılması gibi önlemlere karşın, askerden kaçanların çokluğu, mevcudun artmasını engelliyordu. Çeşitli yörelerde savaşı sürdüren yedi mücahit grubu 1983 mayısında Afgan mücahitleri İslam birliği'ni kurdular. Pakistan'a sığınan AfganlIlar’ın sayısı üç milyonu geçti (20 kasım 1983). Bu kitle, dünyadaki en büyük göçmen birikimini oluşturuyordu, 1986’da Babrak Karmal Afgan Komünist partisi genel sekreterliğinden ve devlet başkanlığından ayrıldı. Yerine Muham- med Necibullah geçti. İç savaşa son vermek amacıyla 1987’den itibaren Cenevre'de, Pakistan'la Afganistan arasında dolaylı görüşmeler yürütüldü. Nisan 1988’de varılan anlaşma, sovyet askerlerinin 15 şubat 1989'a kadar tamamen çekilmesini öngörüyordu. Bu sırada ülkenin büyük bölümünü ellerinde bulunduran afgan mücahitleri sürgünde bir hükümet kurdular. Mücahitlerle hükümet kuvvetleri arasındaki çarpışmalar giderek kızıştı ve 1990 boyunca da sürdü. Necibullah 1991'de, beş maddeden oluşan bir barış planı önerdi. Bu barış planı mücahitler tarafından reddedildi. BM’nin beş maddelik planı da kabul edilmedi. Hizbi Islami ve lideri Gulbeddin Hikmetyar iktidarın kendilerine devredilmesini istiyordu. 1992’de Necibullah Afganistan'dan ayrıldı. Mücahit gruplarının iki kuvvetli adamı, Hizbi Isiami’nin başkanı G. Hikmetyar ile yeni hükümetin savunma bakanı mücahit Şefi Şah Mesud, bir barış antlaşması imzaladılar (25 mayıs 1992) ve yeni bir hükümet kurdular. Fakat hükümeti yeteri kadar İslamcı bulmayan Hizbi Islami çok geçmeden anlaşmayı bozdu ve Kabil'i terkederek yeniden mücadeleye girişti.
Türkiye ile Afganistan arasında ilişkiler 1 mart 1921 tarihli antlaşmayla başlamıştı, (AFGAN MUAHEDESİ.) Bu antlaşmaya göre Türkiye, öğretim için Afganistan’a öğretmen, hekim ve subay gönderdi, iki ülke arasında dostluk gelişti. Afganistan kralı Emanullah Han, Atatürk’ü ziyaret etti (1928). Afganistan'a sovyet müdahalesini izleyen dönemde Pakistan’a sığınan türk asıllı 4 350 göçmen Türkiye'ye getirilerek yerleştirildi (3-23 ağustos 1982).
EDEBİYAT
Fatih-şair Babür’ün XVI. yy.'da Kâbil bölgesinde sayımını yaptığı on iki kadar dilden özellikle ikisi, farsça ve paşto, edebiyat dili olarak kullanıldı. Afgan farsçası deh dilinde. IX. yy.’dan başlayarak Badgisli Hanzele, sonra da Mahmut Varrak, Belhü Rabia Kozdari, Rudaki ve Dakiki ile zengin bir şiir geleneği kuruldu. XI. yy.’da Ensari ile Senayi, sonraXV. yy.'da Cami, mistik yazılarıyla ün kazandılar. Hint üslubundan etkilenen birçok şair, XVI. ve XVII. yy Tarda deri dilinde yapıtlar verdiler. XIX. ve XX. yy.'ın en tanınmış yazarları arasında şunları saymak gerekir: Afganistan’ın ilk gazetesinin kurucusu ve İslam reformcularından Cemalettin Afgani (1838-1897), şair Tarzi (1868-1935), romancı ve siyaset adamı Nur Muhammet Tereki (4917-1979) ve Süleyman Layık.
Paşto dilindeki edebiyat, ancak XVII. yy.'da, VIII. yy. şiirlerini içeren ve örnek alınan bir antoloji niteliğindeki Pota Ha- zane'rim doğruluğundan kuşkuya düşülünce bir gelişme gösterdi. İlk ulusal yazar, savaşçı-şair Huşal Han Hatek’tir (1613-1689). Mirza Ensari ile Abdurrahman ise tasavvuftan esinlendiler. Halk şarkılarında, özellikle de ilk dizesi 9, İkincisi 13 heceli lirik bir beyit olan Lendey' lerde, paşto şiirine özgü bir üslup gelişti. XX. yy.'da, Bineva, Şpun, Gani Han ve Bitap ile şiir temaları toplumsal ve siyasal nitelik kazandı.
ARKEOLOJİ VE SANAT
Tarihöncesi dönem, Dere-i kür (orta yontmataş), Ak Kupruk (üst yontmataş) ve Gar-i Mar'da (burada daha VII. binyılda tarımla uğraşılıyordu) yapılan kazılarla belgelenmiştir. Eski İran kültürleri etkilerinin Kandahar ovası üzerinden Güney Belucistan’a ulaştığı sanılmaktadır. Mündigek kazılarından anlaşıldığına göre ilk sürekli yerleşimler IV. binyılın sonlarına doğru başlamış, konutlar ve ardından şehircilik III. binyıl boyunca gelişmiş ve bu dönemin sonunda, yeni bir kültür (Şortugay) yerleşmiştir, i.O. VIII. yy.'dan başlayarak (Mündigek, Nad-i Ali), Kafkas bölgeleriyle bir araç-gereç benzerliği gözlemlenebilmektedir. Önceleri yunan baktria krallarının varlığıyla (İ.Ö. 250- 130’a doğr.), Ay-Hanum örneğinde de görülebileceği gibi, yunan uygarlığının izlerini taşıyan sanat, ardından Part imparatorluğu geleneklerinin etkisi altında kalır: kuşani kralları, yerel sanatçılara hiç kuşkusuz kendi görünümlerini yansıtan büyük heykeller ısmarlamışlardı. Daha önceleri Begram'da da gözlenen baktria sonrası ve kuşan dönemleri sanatının bu resmi görünümü, kuşan heykelciliği örneklerinin bulunduğu Surh Kotel ve Şutorek'te daha da belirgindir.

III. yy.'da Sasani ve belki de IV. yy.’dan başlayarak Hindistan'daki Gupta dönemi etkileri, I. yy.’ın sonunda oluştuğu sanılan buddhacı dinsel sanatın gelişimi üzerinde rol oynar. Tacirlerle birlikte, “ipek yolu”nu izleyen batı ve hint modellerinden etkilenen birçok zengin kişiden sipariş alan sanatçılar, tapınak ve manastırları (Hadda, Bâmiyan) heykel ve resimlerle donatırlar. Yöresel olmakla birlikte gerçekçi bir dehaya, canlı hayal gücüne ve süsleme sanatı ustalığına sahip oldukları yadsınamaz. Öte yandan da oluşturdukları süsleme biçimleriyle Sovyet Türkistanı’nda.ÇinTürkistanı'nda (Tarim) Çin ve hatta Japonya'da ipek yolu sanatçılarını büyük ölçüde etkilediler. Ne Eftalit Hunları’nın (V. yy.'ın ilk yarısı), ne Türkler'in (V. ve VI. yy. sonu), ne de Araplar’ın akınları (VIII. yy.'ın başı), Fundukistan’ da olduğu gibi Gazne ve Kunduz' da da buddhacı topluluklarının oluşmasını, bir süre için dağılsalar da yeniden canlanmalarını kesintiye uğratamamıştır. Bunun gibi (VII. ve X. yy.'lar arasında Kabil’deki Turki-şahiler'in koruduğu) Hindistan dinlerinin yarattığı tasvirlere Hayır Hane’de, Şiga-Saray ve Tepeyi - İskender’ de rastlanmıştır.
İslam mimarisi her yerde olduğundan daha fazla, XIII. yy. moğol istilalarından etkilenmiş ve eski anıtlar yıkılmıştır (Şerir - i Gulgule). Ancak bir tanesi, bir bölümü bugün de ayakta kalmış olan, Belh'teki küçük Hacı Piyad camisi, islamın ilk dönemlerinin etkinliğine tanıklık eder ve baktria sanatının samarra sanatından belki de daha eski olup olmadığı sorununu ortaya koyar. Gazneliler döneminde durum daha açıktır. Yıkılmış Gazne’de günümüze XII. yy.'dan iki tuğla minare ve Mahmut'un harap olmuş mezarı kalmıştır. Ama, büyük önem taşıyan Leşker-i Bazar sit alanında Fransızlar'ın elde ettiği buluntular, İtalyan kazılarıyla daha da zenginleşmiştir. Bunlar en azından üç olgunun saptanmasını sağladı: saraylarda, daha önce yalnızca medreselerde kullanıldığı sanılan, dört eyvanlı haç biçimindeki plan uygulanması; IX. yy.'dan sonra unutulduğu sanılan büyük bir duvar resmi geleneğinin varlığı; Anadolu'da ya da Dağıstan'dakini andıran mermer levhalar üzerine yapılan bir heykelciliğin varlığı.
Buna karşılık Guriler döneminden bir tek ama çok önemli bir yapı kalmıştır. Bu, 1957'de bulunan 60 m yüksekliğindeki Câm minaresidir. XV. yy.'da Herat, Behzat Usta ile en büyük minyatür merkezi oldu ve burada "Timur dönemi rönesansı" gelişti (musalla, el-Ansari’nin mezarı [1425]; 1200’de yapılan,ancak çok değişikliğe uğrayan Büyük cami). Bu rönesans Mezar-ı Şerif te de etkisini gösterdi ve burada, Hz. Ali’ ye ait olduğu varsayılan mezarın üzerinde kurulmuş olan külliye Herat'ın Büyük cami’siyle karşılaştırılabilecek bir güzelliğe ulaştı. Her iki yapıtta da çok kubbelilik görülür; kobalt ve firuze renklerinin egemen olduğu sırlı çini süslemeler göz alır. XVI. yy.’dan başlayarak doğu bölgeleri hint-moğol sanatının etkisinde kaldı (Kâbil'de Babür'ün mezarı, cami ve bahçesi). Ama yine Kâbil'deki Timur Şah anıt kabrinin de kanıtladığı gibi, ülke genelde,yani İslam etkisi altındaki durumda olduğu gibi, İran sanatının bir taşra ili durumunda kalmıştır.
MÜZİK
Afganistan, üç büyük müzik geleneğini yaşatan Hindistan, İran ve Orta Asya’ nın arasında kalır. Kullanılan çalgılarda ve makamlarda, bu üç geleneğin izleri görülür. Afganistan'a özgü başlıca çalgılar Orta Asya lavtası dûtâr, eski İran’ın ve arap ülkelerinin lavtası tanbur, Hintliler’ in surüd'una benzeyen rubâb,Türkiye'de olduğu gibi davul'un eşlik ettiği zurna ve Hindistan’da olduğu gibi fab/a'nın eşlik ettiği, yinö bir tür lavta olan sitâr-i dûtâr’dır.
Kaynak: Büyük Larousse