Arama

Babil İmparatorluğu - Tek Mesaj #10

Baturalp - avatarı
Baturalp
Ziyaretçi
4 Aralık 2016       Mesaj #10
Baturalp - avatarı
Ziyaretçi

BABİL İMPARATORLUĞU İLK DEVLETLER ve İLK VE SON BABİL DEVLETİ


Eski Orta Doğu Mezopotamya imparatorluğu olup MÖ. 4000 ilâ 500 yıllarına kadar sürmüş olan, merkezi bugün kü Irak’ın Bağdat şehrinin güneyine düşen bir yerde kurulmuş muhteşem ve efsanevî bir Krallığın adıdır. Kurul duğu devirlerde bu krallık iki kısımdan ibaretti: Kuzey memleketlerine AKKAT ve Güney memleketlerine Sümer adı veriliyordu.

Tarih Öncesi Kültürü

Ad:  Babil.İmparatorluğu.JPG
Gösterim: 4204
Boyut:  45.0 KB

Tarih öncesi kültürü itibarıyla ilk kültür ERİDU kültürü olup (MÖ. 4000), sulama ve ziraat ile iştigal eden bu kültür sonraları yerini UBAİD kültürüne (MÖ. 3900-3500) bırakmış olup, Kutsal Kitaplardaki Tufan hadisesi lokal olmakla birlikte bu devire rastlar. UBAİD kültüründen sonra URUK veya ERECH kültürü ortaya çıkmış ve bu devirde mozaik kaplı sütunlu mabetler ve bilhassa ZİGGURAT denilen tipik Sümer mabetleri inşa edilmiştir. Yine bu devirde çivi yazısı icat edilmiştir. (MÖ. 3000-2700)

İlk Sülale Devri(MÖ. 2700-2350)


İlk sülâle devrini üç kısma ayırabiliriz:

İlk Devir (Sümer Devri)


Tarihçi ve yazar H. G. Wells'e göre her Sümer sitesi kendine has tanrısı ve rahipleri ile kardeş sitelerden ayrı bir site/devlet görünümündeydi. Baş tanrı olarak ANU veya sonradan MARDUK, doğuş ve yaradılış tanrısı ARURU, Güneş Tanrısı SHAMASH (Arapların ŞEMS), toprak tanrıçası AN, su tanrıçası ENLİL, yeşillik tanrısı TAMMUZ, İSTHAR, ERİDU vs. vs. Zamanla bir site diğerleri üzerinde bir hegemonya tesis etti. İlk Sümer İmparatorluğu ERECH Site/Devletinin genişlemesiyle ortaya çıktı. Meşhur Sümer efsanesi GILGAMESH ilk devirde yazılmıştır.

İkinci Devir


Bu devrede ENSİ isimli efsanevî bir vali Site/Devlet şekline yeni bir yön verdi. Şehirdeki tüm emlâk ve emtiayı tanrıların mülkü ilân ederek kendisini de bu toplanan Tanrı mallarının nazırı, veziri bekçisi ilân ediyor. Tarihte ilk açıkgöz azınlık sınıfı ortaya çıkıyordu.

Üçüncü ve Son Devir


ENSİ’nin bu hareketini model olarak ele alan diğer site/devletlerdeki açıkgözler bu defa bu rahat ve kolay idare işini sülâle, hanedanlık şekline dönüştürerek kendi nesillerini garanti altına almışlardır. Bu açıkgöz sülâleden en meşhuru LAGASH Sülâlesidir. Bu sülâle yedi idareci / yönetici arka arkaya hükümran etmiştir.Ancak zamanla bu istismarcı zümreye karşı baş kaldırmalar başlamış halkta bilinçlenme meydana gelmiştir. İsyanlar sonucu üstün çıkan idareci kendi hükümranlığını ilân etmiş ve Sümer dilinde Büyük Adam manasına gelen LUGAL yani kral adını almıştır. Meselâ, URUK sülâlesinden üçüncü kral LUGALBANDA hem tanrı vasfını haiz ve hem aynı zamanda çoban, meşhur GILGAMESH'in hamisi olan kraldır. Ayrıca en meşhur olan krallardan ANGAL ZAGES OFUMA (MÖ. 2375-2351) oldukça despot bir kişi olup LAGASH şehir / devletini işgal ederek ilk sülâleyi kuranlar arasındadır.

Akkad Sülalesi Devri (MÖ. 2350-2150)


İlk sülâle devrinin sonlarına doğru SÜMER krallığı içine muhtelif Semitik kavimler sızmış ve kendi kültürlerini yayarak KİSH ve MARİ şehirlerini kurmuşlardır. KİSH şehir / devletinin valisi S ARGON1 tarafından kurulan bu despot sülâle zaferlerin getirdiği sıkıntı ve enflâsyon nedenleriyle ancak iki asır sürebilmiş ve sonunda dağlı kavimlerden Barbar GUTİ'ler tarafından ortadan kaldırılmıştır.

Guti Sülalesi Devri (MÖ. 2150-2100)


Bu devir bilhassa kan dökücülüğü ile tarihe geçmiştir, en meşhur kralı GUDEA'dır. Sümer ve Akkad İmparatorluğu bu devrede en geniş siyasi hudutlarına erişmiştir. Ancak her temelsiz ve adaletsiz müesseseler gibi bu krallık da elli yıl içinde çökmüştür.

Üçüncü Ur Sülalesi Devri(MÖ. 2100-1960)


Erek şehrinden bir kumandan son Guti kralını tahtından indirerek bu sülâleyi kurmuş ise de kendisi de UUR MAMMU adlı bir vali tarafından iş başından uzaklaştırılmış ve 3. ERECH/UR Sülâlesi kurulmuştur. (MÖ. 1060)

Isınlarsa Sülalesi Devri (MÖ. 1960-1830)


Yine karışıklıklar yüzünden bir vali ISINLARSA hükümet darbesi yaparak üçüncü UR sülâlesini ortadan kaldırmıştır.

İlk Babil Sülalesi (MÖ. 1830-1530)


Batılı Samit kavimlerden Amoriler durumlarını kuvvetlendirirler ve MARİ şehrini kurarlar bunu yukarıda görmüştük. Tarih bu MARİ şehir/devletinin büyük bir diplomasi üstadı olduğunu kaydeder.
En meşhur kralı HAMMURABİ (MÖ. 1728-1686) zamanında bu şehrin yıldızı parlamaya başlar. Hammurabi, Babil şehrini inşa eder. Babil şehrinde kültürel, teknik, hukuki sahalarda büyük atılımlar, aşamalar görülür.

Kassit Sülalesi Devri (MÖ. 1530-1150)


HAMMURABİ'nin haleflerinden SAMSUİLUNA (MÖ.1685-1648) döneminde durum karışır. Bazı batılı kavimler bilhassa KASSİTler baş kaldırır ve MÖ. 1531'de Babil'i işgal ve talan ederler ve yerleşip hanedan kurarlar ise de bu arada HİTİT kralı MÜRSİL 'in akınlarına maruz kalırlar, bu sefer Hititler Babil'i işgal edip talan eder ve çekip giderler. Durum son derece vahim bir haldedir.

İkinci Isın Sülalesi Devri (M..Ö. 1150 - 1050)


Son Kassit Kralı TİKULTİ - NİNURA bir suikast neticesinde hayatını kaybeder, ortaya çıkan karışıklık üzerine General NEBUCHADNEZZARI (M.Ö. 1128 - 1050) duruma hakim olur. Kassit sülâlesini ortadan kaldırıp kendi sülâlesini kurar.

Asur Hakimiyeti (M.Ö. 1050 - 626)


Asur Kralı ASHUR NASIRPAL11 (M.Ö. 884 -859) Babil ile çatışmaya başlar. Asur Devleti daha sonraları bir fırsatını bularak Babil Kralı MARDUK'u Asur Kralı SHALMANAZER - 3 (M.Ö. 959 - 824) zamanında Asur boyunduruğu altına sokar ve vassal devlet haline getirir. Asur devleti M.Ö. (782-746) yılları arasında en zayıf devrini yaşamıştır. Bu arada Babil İmparatorluğu (bir vassal krallık şeklindedir) içindeki KALDE ve AREMEAN devletleri bağımsızlıkları için mücadeleye başlarlar. Ancak bu devrede Asur'un ünlü kralı TİGLATH PİLESER-3 (M.Ö. 745 - 727) büyük bir enerji ile Babil İmparatorluğunda sükûneti sağlamış ve bu yere mahalli valilerden NABONASSAR'ı getirmiştir.

Bu dönemde işler biraz yoluna girer gibi olmuşsa da ölümü üzerine işler bir daha karışınca TİGLAT PİLESER-3 tekrar ordunun başına geçerek Babili zaptetmiş ve tahta kendisi geçmiştir. (M.Ö. 729). TİGLAT bundan böyle rahat etmek için Kaide ve Aremean kavimlerini İmparatorluğun muhtelif yerlerine sürmüş adeta kavimler arasında bir amalgam meydana getirerek tarihte ilk defa "parçala ve idare et" sistemini kurmuştur. TİGLAT öldüğünde Asur Kralı SENNACHERİP (M.Ö. 706 - 681), Babil tahtına yine bir mahalli vali getirmiş ise de çıkan karışıklıklar yüzünden tıpkı TİGLAT gibi yeniden Babile girmiş fakat bu defa şehri Asur krallığına katmış ve kendini aynı zamanda Babil kralı olarak ilân etmiştir. (M.Ö. 698)

SENNACHERİB'in ölümü üzerine halefi ESARHADDON, (M.Ö. 680 - 669) sağlığında imparatorluğu iki oğlu arasında pay etmek ister ve oğlu ASHUR BANİPAL'a (kendisine Grekler SARDANAPALUS) derler. (M.Ö. 669 - 626) ASUR Krallığını ve diğer oğlu SHAMASHSHUM-UKİN'e (M.Ö. 668 -648) Babil krallığını verir. Babalarının ölümünden sonra bir müddet iyi geçinen kardeşler nihayet bozuşurlar ve SHAMASSHUM-UKİN ağabeyi ASHURBANİPAL'a baş kaldırır, ordularını harekete geçirir. Üç sene kadar süren iç harp neticesinde ASHURBANIPAL Babili ele geçirir (kuşatma zaten üç yıl sürmüştür.) (M.Ö. 648) SHAMASSHUMUKİN kendisini öldürür.

Yeni Babil İmparatorluğu (M.Ö. 626 - 539)


ASHURBANİPAL'ın ölümü üzerine (M.Ö. 626) merkezi idare bozulmaya yüz tuttu. Kaide valilerinden NAPOPOLAS-SAR İmparatorluğu ele geçirmek için MED ve İSKİTLER ile anlaştı. M.Ö. 612'de Asur Devletine saldırdı ve NİNOVA'yı ele geçirerek Asur Devletini tarihten sildi.

Asur'un yardımına koşan Mısır ordusu M.Ö. 605'te CARCHE-EEMISH (Karkamış) mevkiinde NABOPOLASSARIN oğlu NEBUCHADNEZZAR-2 tarafından imha edildi. Böylece, Suriye ve Filistin Yeni Babil İmparatorluğuna katılmış oldu. Bilâhare Babil İmparatoru olan NABUCHADNEZZAR-2 zaferlerine devam ederek M.Ö. 597 ve 586 tarihlerinde iki kez Kudüs'ü zapt etmiştir. İsrael oğullarını Kudüs'ten alıp, Babil'e esarete götüren bu kişidir.
Yeni Babil İmparatorluğu döneminde Babil en parlak devrini yaşamıştır. Büyük imar hareketlerine başlanmıştır. Uzun süren saltanat, israf, eğlence, zevk ve sefahat ve iğrenç yaşantı sonunda bu son imparatorluk PERS KRALI KURUŞ (CYRUS) tarafından M.Ö. 547 yılında başlayan savaşların neticesinde nihayet düşmüş ve Pers İmparatorluğuna katılmıştır. (M.Ö. 539) Bundan sonra bir Pers Satraplığı şeklinde idare edilen Babil, sonradan sırasıyla Büyük İskender, Selekitler, Partlar, Arablar, Türklerin eline geçti. Son olarak 1918 tarihinden sonra Irak devleti hudutları içinde kaldı.

Babil Kulesi

Ad:  babil_kulesi.JPG
Gösterim: 3086
Boyut:  48.8 KB

Babil Kulesi adına ilk kez Kutsal Kitaplarda Tevrat'ın tekvin kısmının ll inci bölümünde rastlarız.
"Ve bütün dünyanın dili bir ve sözü birdi. Ve vaki oldu ki, Doğuya göçtükleri zaman Şinar Diyarında (SÜMER) bir ova buldular. Ve birbirlerine dediler: Gelin, kerpic yapalım ve onları iyice pişirelim ve onların taş yerine kerpicleri ve harç yerine ziftleri vardı. Ve dediler: Bütün yeryüzü üzerine dağıtmayalım diye gelin kendimize bir şehir ve başı göklere erişecek bir kule inşa edelim ve kendimize nam yapalım."

Tarihte kaydı geçmemekle birlikte ancak halk efsanelerinde nesilden nesile aktarılana göre Babil Şehri meşhur avcı NİMROT'un "NEMRUT" Krallığını kurmuş olduğu bir yerdir. Müslüman geleneklerine göre Peygamber İbrahim ile uğraşan ve onu ateşe fırlatıp öldürmek isteyen hain ve müstebit kral budur. Kutsal Kitabın 11inci ve sonraki fasıllarında anlatılmış olduğu üzere Babil adı dillerdeki karışıklığın simgesidir.

Kutsal Kitaba göre Kule tuğla ve katran (Bitüm) dan yapıldı. Babil kelimesinin İbrani'ce kökü BALAL olup karışıklık demektir. Eski AKKAT diline göre ise BABEL, BABİLİ, Tanrı Kapısı, Tanrı Şehri demektir. Anlatıldığına göre bu Kule eski Şhinar (Sümer) diyarında kavimlerin bir araya gelerek inşa ettikleri ve insanoğlunun tanrıları bulmak için gök yüzüne çıkmak iddiası içinde bir nevi merdiven, sütun inşası amacını taşır. Kutsal kitaba göre bu küstahlığa kızan Tanrı, birlik halinde olan, tek dili konuşan ve aralarında anlaşan bu meraklı kullarının dil birliğini bozmuş,aralarına nifak ve bölücülüğü sokmuştur.

Kutsal Kitaptaki bu kulenin aslında bir Sümer ZİGGURAT'ı olduğu genel olarak kabul edilmiştir. Arkeolog/ Sümerolog Benjamen de Tudala bu kulenin bugün Irak'ta bulunan BORSİPPA şehri (şimdiki adı HİLLAL) yakınında bulunan BİRS NİMROT harabelerinin kendisi olduğunu söyler. Diğer bir bilgin Niccolo de Conti bu kulenin Bağdat yakınında AQUARQUF denilen bir yerde bulunan dev bir Ziggurat'ın kendisi olduğunu iddia eder. İngilizce'de BABEL ve BABBLE tabirleri phonetic yönden aşağı yukarı aynıdır, hem Babil Şehrini, Babil Kulesini, Yüksek Vina, Ana baba günü mânâsına karışıklık günü, kargaşalık mânâsına gelebileceği gibi ikinci bir mânâ da zevzeklik, boş lâf, gevezelik demektir.

Babil Esareti


Tarih kitaplarında meşhur Babil Esareti denilen olaya gelince. Bu olay genel olarak bilindiği gibi tek bir defaya mahsus bir sürgün olayı gibi gözükür. Aslında İsrail Oğulları bir çok kereler yapmış oldukları savaşların neticesinde yerlerinden yurtlarından olmuşlardır.

Birinci Olay


Kuzey İsrael Devleti Kralı ACHAZ kendi krallığı içinde Semitik kavimler tarafından başlatılan bir isyanı bastırmak için Asur Kralı TİGLAT PİLESER-3 ü yardıma çağırdı. İsyan İsrael kısmındaki Samariye krallığına Suriye kralının bir yakını olan RESON'un getirilmesini bahane eden İsrael ve Aramaen kavimlerinin protestoları üzerine başlamıştı. ACHAZ, TİGLAT PLESER-3 e rüşvet olarak ayrıca sarayında bulunan bir çok tarihi kıymetli eşyayı da hediye etti. TİGLAT'ın kumandanları isyanı bastırdılar, ancak Kuzey İsrael Devleti de ister istemez Asur Kralının himayesini mecburen kabullenmiş oldu. Samariye devletindeki ileri gelen aileler ve sanat ve zanaat erbabı, cengâverler M.Ö. 734'te TİGLAT tarafından bir tedbir olarak Suriye yakınlarında bulunan HAMAT, HERMON ve SIPRAİM diyarına sürgün edildiler. Daha önce de yukarıda bahsetmiş olduğum parçala ve yönet politikası gereğince.

İkinci Olay


TİGLAT PİLESER-3 M.Ö. 727'de öldü. Kuzey İsrael Krallığının başında bulunan OSEE, ASUR Devletinin bu iç karışıklığından istifade etmek istedi. Mısır Firavunu SABE ile gizlice anlaştı ve elinden çıkmış olan yerleri geri almak için harekete geçti. Ancak uzun süren savaşlar sonunda TÎGLAT'ın oğlu SARGON-2'ye yenildi (M.Ö. 722) kadın, çocuklar dahil olmak üzere 20,000 kadar Samariyeli İsraelli Asurun genel politikasına göre HARRAN, HABDUR ve GAZZE diyarlarına sürüldüler. Arkeolog SİNAİSCHİFFER'e göre bu yerlerde yapılan kazılarda günlük ticari yaşantıya ait kil tabletler bulunmuştur. M.Ö. 692 ile 612 yıllarına ait olan bu tabletlerde NEDABYAHU, EÜYAHOU, NERİYAHOU gibi Yahvist menşeli isimler yanında SAUL, HANINA, ABİDANHU, AHİRAM, NABOT, PEKAH, USİ, OSEE, MENAHEM, AMRAM, AHİRAM, ABİRAM gibi İbrani köklü isimlere rastlanmıştır. Bu kişiler o devirlerde kâtip, tacir, vekili harç, kuyumcu, sarraf vs. gibi gözde mesleklerin başındaymışlar.

Üçüncü Olay


Güney İsrael Devleti veya JUDA KRALLIĞI Kralı ACHAZ M.Ö.720 de öldü. Yerine oğlu EZECHİAS geçti ve babasının izlediği uzlaştırıcı ve sulhçu politikanın aksine hareketle ASUR boyunduruğundan kurtulmak istedi. (Hatırlanacağı üzere JUDA Krallığı M.Ö. 734 ilâ 609'a kadar süren bir yasal devlet halinde idi.) Asur Kralı SARGON-2'nin o tarihlerde en çekindiği rakibi Kaide Prensi MERODAK BALADAN idi. Bu prens ASUR devletine karşı bir isyan tertipledi, buna Elam Kralı HAMAD ve Firavun SEBE de gönülden katıldılar. JUDA Kralı EZECHİAS da verilmiş olan sadakat yeminini bozarak bu koalisyona katıldı. SARGON teker teker isyanı bastırırken öldü yerine SENNACHERİB geçti ve isyanı bastırarak Kudüs önlerine geldi ve şehri kuşattı. Ancak ya veba hastalığı veya tarihçi Herodot'un dediğine bakılırsa fare sürülerinin Asur ordusunun ok yaylarının kirişlerini kemirmeleri üzerine ve bu arada yeni bir Mısır ordusunun güneyden kuşatma hareketinin başlaması haberinin gelmesiyle kuşatma kaldırıldı.

JUDA Kralı EZECHİAS'ın bunu Yahvenin bir yardımı olduğu düşüncesi, inancı ve sevinci çok sürmedi, SENNACHERİBİN oğlu NABUCHADNEZZAR-2 güneyden gelen Mısır ordusunu Karkamış (Kadeş)'te imha etti ve yeniden Kudüs önlerine geldiğinde JUDA Krallığı tahtında üç aylık Kral YEHOYAKİN'i buldu. Kendisi dahil, anası, karıları, çoluk çocuğu, ileri gelen asker ve mülkî erkânı, ustalar, silâhçılar ile seçkin sınıf ile birlikte Babil'e götürüldü. Bu tedbirin şimdilik yeterli olduğuna kanaat getiren NEBUKO, JUDA Krallığının başına YEHO-YAKİN'in ihtiyar amcası ZEDEKİAS'ı getirdi.

İradesi zayıf bir kişi olan bu kişi önceleri NABUKOYA sadakat vaat etmekle birlikte, Elam Krallığının yeniden Babil'e karşı ayaklanması üzerine ve başta rahiplerin teşviki ile EDOM, MOAB, AMMON, TİR ve SİDON Kralları ile birlikte yeni bir iç savaşa katıldı.

NABUKO idaresindeki ordu bu defa kararlı olarak Ocak 587'de Kudüs'ü kuşattı ve M.Ö. Temmuz 586 'da Kudüs'e girdi. Başta din adamları olmak üzere 80 kişi kadar idam edildi. ZEDEKİAS kör edilmeden önce bütün oğulları gözlerinin önünde boğazlandı, kendisi de zincire vurularak Babil'e götürüldü. Juda Krallığı işgal edildi, surları, Süleyman Mabedi, kaleleri yakılıp yıkıldı ve bir siyasî cemaat olarak tarihten silindi. Bundan böyle gerek Kuzey ve gerek Güney İsrael devletleri tarihe karışmış oldu, sadece bir cemaat, Sinagog / Klise şeklinde kaldılar.

Babil Esareti ve Önemli Sonucu


Aslında uzun ve ayrı bir çalışmaya konu teşkil edebilecek olan bu bölümü kısaca özetlemek gerekirse şunlar söylenebilir: Babil esareti ile onu takip eden olaylar insanlık tarihinde büyük fikri aşamalara sebebiyet vermiştir. Tarihçi Wells biraz aşırıya kaçarak "Babil esaretinden evvel Yahudiler pek o kadar kültürlü ve bir kavim olarak hukuki bir beraberlik içinde değildi, pek azı okur yazardı, ilk tarihleri hakkında dokümanter kaynakları yoktu, ilk kutsal kitaptan bahis Kıral Josias'tan başlar. Babil esareti onları hem eğitti ve hem birleştirdi" der. İddia biraz katı olmakla birlikte hakikat payı da vardır, gerçekten Babil esaretinden önce Tevrat sadece Musa'nın Beş Kitabından ibaret idi (PENTATEUCH) (TEKVİN/GENESİS), ÇIKIŞ/EXODUS), LEVİLİLER/LEVİTİCUS), SAYILAR/NOMBRES), (TESNİYE/DEUTEURENOME). Tarihler (Chronicles), Mezmurlar (Psalms), Süleyman'ın Meselleri (Proverbes) ve diğer yazılar Babil esaretinden sonra kaleme alınmıştır. İŞAYA, YERAMİAH, HEZAKİEM, DANİEL, HOŞEA, YOEL, AMOS, OBEDYA, MİKA, NAHUM, HABAKKUK, HAGGAİ, ZEKARYA, EYÜB, ESTHER EZRA vs. gibi.

Saymış olduğumuz bu kişilerin bazısı meselâ JEREMİAH, İŞAYA, HAGGAİ, DANİEL, EZRA ve MİKAH gibilerine Büyük Peygamberler / Nebiler, MALAKİ, AMOS, HOŞEA, NAHUM gibilerine Küçük Nebiler denmiştir. Daha doğrusu Eski Ahit kitabında 12 Büyük Peygamberler arasına giren ve girmeyen meselesi vardır. Bu büyük filozoflar her zaman Tanrının birer direkt habercisi olduklarını iddia ederler, kitleler karşısında söze başlarken alışılagelmişin dışında hiçbir takdime ve merasime yer vermeden "Şimdi bana Rabbin sözü vaki oldu" diye başlarlardı. Yani Tanrı ile doğrudan doğruya temas halinde olduklarını ima ederken dış kült ve ritüellerin lüzumsuzluğuna işaret ederlerdi. Bu kişiler siyasi ve sosyal reform taraftarı idiler bu sebeple bir çoğu ya idam edilmiş ya da sürgünlerde sefalet içinde ölmüştür. Müşterek konuları tek bir tanrı emri altında bütün insanlığın bir araya gelmesi" hümanizma ideali" dir. Bu büyük filozoflar insanın öncelikle insan olmak sebebiyle bir moral değer ve haysiyeti olduğunu savunmuşlardır, feyişler, batıni ve karanlık fikirlerden arınmak bu büyük adamların başlıca hedeflerindendir. Meselâ Zekeriya Peygamber İnsanoğlunu kurtaracak bir Savioo / Sauveur / Soter / Kurtarıcı fikrini ortaya atmıştır. Bu fikir önceleri Kuruş, sonra Zerubabbel, sonra Simon Bar Kobba, ve Hz. İsaya kadar gelir ve sonsuza doğru gider. Peygamber EZEKİEL insanın adil olduğu nispette ikinci bir ruhsal hayata hak kazanacağına işaret eder.

MALAKİ, Tanrı ağzından şu ahlâk kaidelerini hatırlatır:
“Çalınmış olanı, topalı ve hasta olanı takdime için getiriyorsunuz ve sürüde erkek hayvanı varken adak adayıp Rabbe kusurlu olanı kurban edene lanet olsun...diyor ve sizleri düşman kılıcına vereceğim..” gibi.

Bu peygamberler tanrının birer habercisi olduklarını söylerlerken milli Tanrı fikrinden uzaklaşmışlardır. Çünkü işgal edilip Süleyman Mabedi arkada bırakılıp Babil’de esaret hayatına başlanınca halk periyodik mabet ziyaretlerini yapamaz oldu, daha doğrusu Süleyman Mabedinde ibadet etmek imkânsız hale gelince bu duruma bir çare bulmak gerekti. Peygamberler ve bilhassa NEMENİAH Babil’lilere yazdığı mektuplarla Tanrının ritüel ve mabet ayinleriyle ilgisinin şart olmadığını bunun insanın kendi içinde teşekkül edebileceğine dair sayısız telkinlerde bulundular. Mabetlerinden ayrı düşmüş olan İsrail çocuklarının Mâbed’de kurban ve takdime vermeden de Tanrının lütfuna mazhar olabilecekleri ve gelecekte Tanrı Jahvenin İsrail Kavmi ile yeni bir ahite girişeceği ve bu günlerin çok yakın olduğu fikrini git gide yaydılar. Yukarıda söylediğim Kurtarıcı / Soter / Mesih fikrinin doğması bu devirlerde yavaş yavaş şekillenmeye başlar. Böylece bu büyük nebilerin tesiriyle insanlık tarihinde çok ilginç bir yer tutan PROFETİZM (PEYGAMBERLİK) müessesesi çok köklü bir değişikliğe uğramaktadır. Bundan böyle Nebilik Hz. DANİEL örneği bir falcılık, rüya tabirciliği, remilcilik, ekmek parası kazandıran bir uğraş olmaktan çıkıp, yalın bir felsefî ekol şekline dönüşmektedir. Bir gün AMOS'a bir fal bakmasını söylediklerinde verdiği cevap şu olur "Ben ne peygamber ne de peygamber oğluyum". Bu cevabıyla günlük yaşam derdinden uzak olarak sadece tanrısal düşüncelerle ilgili bir kişi olduğunu ima etmektedir.

Bu yeni Nebi sınıfı, düşünce ve fikirlerini semboller, alegoriler, paraboller ile izah etmişlerdir. RENAN dahil bir çok yazarlarca bir extaz, psikopatolojik bir hal olarak izah edilmek istenen bu garipsi haller, aslında bu kişilerin cahil kitlelere, sansür ve terör rejimleri zamanında en etkin şekilde hitap edebilme imkânlarını gösterir. Meselâ Nebi NEHEMİAH bir gün halk içinde dolaşırken Babil için bir beddua yazıp Fırat nehrine atar. Bunun sembolik mânâsı Babil’in yakında batacağına işarettir. İŞAYA Peygamber, sokaklarda tamamen çıplak dolaşır. Bunun mânâsı İsrael devleti eğer Mısır ve Amori Devletleri ile ASUR Devletine karşı geldiği takdirde kendisine benzeyeceğini imadır. Unutmadan ilâve edelim bütün nebilerin benzer vasıfları sulh taraftarı olmalarıdır. Bu yüzden vatan hainliği ile suçlanmışlardır.

Bu peygamberler, yaşadıkları dönemde BABİL Devletinin veya yerine göre ASUR Devletinin kendi küçük Krallıklarını eninde sonunda yok edeceklerini çok iyi biliyorlar ve bunun İsrael Tanrısı YAHVE'nin arzusu ile olacağını bildiriyorlardı. Zamanına göre bir vatan hainliği sayılabilecek bu denli pervasızca fikir yürütme aynı zamanda Milli Din inanışlarına da ters düşmekteydi. JAHVE gibi İsrael oğullarının milli tanrısı onu yücelteceği yerde düşmanları ile bir olup onu yok etmek istesin, bu o zamanlar için akıl almaz bir durumdu.

İbrahim ve Musa Peygamberler zamanından kalma bir ahit ile var olan statükoya ters düşen bu duruma yeni Peygamber nesli şöyle bir izah tarzı bulmuşlardır : Tanrı Yahve sadece İsraelin Tanrısı değil, evrenlerin ve bütün insanlığın tek Tanrısıdır, bütün kavimlerin hükümdarı, hakimi ve mutlak yargılayıcısıdır. NEHEMİAH şöyle der (13/23):
"Ve eğer yüreğinde niçin bunlar başıma geldi dersen fesadının çokluğundan, eteklerinin açılmasındandır."
İŞAYA (45/22) Evrensel bir Tanrı için şöyle der:
"Ey dünya kavimleri, hepiniz bana yönelin de kurtulun. Çünkü Rab benim ve benden başkası yoktur."
AMOS (9/7):
"İsraeli Mısır diyarından, kurtardığım gibi Filistinlileri Keftordan, Suriyelileri Kırdan ben çıkarmadım mı?"
Babil Kulesinin mimarı ve akıbeti konumuz dışıdır. (Mimar Peleğ olup Nuh Peygamberin Shem kolundan gelen 5inci oğludur). İbrahim Peygamberin de atasıdır.

Kutsal Kitaptaki söz konusu Babil Kulesi olayını salt bir efsane saymak safdillik olur. Bizlere bir işaret verilmiş bir şeyler ima edilmiştir. GİLGAMESH efsanesinde lokal dahi olsa bir Tufan hadisesinin mevcudiyetini biliyoruz. Ayrıca Tekvin X 1.1.deki "Ve bütün dünyanın dili ve sözü birdi" cümlesi biraz şairane gibi görünür. Zira o tarihlerde Sümer, Kaide, Elam, Akkat, Mısır Kavimlerinin kendilerine has yazı ve dilleri zaten mevcut idi. Babil Kulesine dair olay URARTU, HİTİT VE NİNOVA Tabletlerinde yoktur. Olay tamamıyla İbranî kaynaklıdır. Bitüm yani katran ile harç kullanılarak tuğla ile yapılan inşaat tarzı oldukça yeni devirlere rastlar. John T. LAWRENCE, ahlâki bir hikâyeyi yansıtan bu İbranî menşeli olay ile eski Yunan / Minos Medeniyeti Mitolojideki Devlerle Olimpus Tanrılarının mücadelesi efsanesi ile bir paralellik görür. Mitolojideki Devlerin, Olimpus Dağındaki Tanrılarla boy ölçüşmeye kalkmaları gibi, Tevrattaki, insanoğlunun kibir ve küstahlığı neticesinde perişanlığa uğramış ve yıkılmıştır.

SEMBOLİK İZAH


İddialı insanoğlu, toprağa bağlı olduğu oranda faniliği hiçbir zaman yenemeyecek, ölümsüzlüğe kavuşamayacaktır (GİLGAMESCH). Aksi takdirde ilâhi adalet bozulacak ve karışıklıklar doğacaktır. Kutsal Kitabedeki olay tarihi ve sosyolojik gelişmenin, büyük imparatorlukların, büyük beldelerin, büyük dinlerin tedrici genişlemelerini anlatır.

Babil Kulesi efsanesinde, rasist ve şoven iddia ve cereyanların toplumu ne denli dağıttığını ve tahrip ettiğini ima eder. Bir sınıf veya zümrenin dayandığı kolektif, oligarşik baskı ve zulüm, sonunda kitleler arasında dağılmalara, bölünmelere yol açar.

Kutsal Kitaplardaki Tanrının (Yahve) yer yüzüne inip duruma göz atması ve sonra insanların dilini karıştırıp onları kargaşalığa sürüklemesi, sembolik olarak insan oğlunun, totaliter baskıya karşı uyanan adalet ve karşı koyma hissinin doğmasından, hür fikir ve düşüncelerin filizlenmesinden başka bir şey değildir.

Hazırlayan Bülent ISKIR 28.12.2001
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 4 Aralık 2016 20:58