Arama


_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
20 Aralık 2016       Mesaj #3
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye

BASIN

Ad:  Basın nedir.jpg
Gösterim: 3321
Boyut:  64.2 KB

Gazete, dergi gibi belirli zamanlarda çıkan basmaların hepsi, matbuat. Elle yazılan gazetelerin uzun bir geçmişi olmakla birlikte, basın kavramı ancak, son birkaç yüzyıl içinde, bugünkü düzeyine ulaştı. Basının toplumda oynadığı etkin rol, uygarlık düzeyiyle orantılı olarak sürekli arttı. Ancak basının, yasama, yürütme ve yargı güçlerinin yanında bir dördüncü güç olarak yer alması, uzun ve yıpratıcı mücadelelerden sonra elde edildi.

Tarihi


Tarihte ilk olarak yazıyla haber verme işine Romalılar zamanında girişildi. Julius Sezar tarafından kurulan "Acta diurna" önemli haberleri halka bildirmek için alanlara asılan bir tür duvar ilânıydı. Bu yöntem daha sonraları "özel mektuplar"a dönüştü. Merkezden taşradaki tanıdıklara yazılan bu özel mektuplarda günün olaylarını vatandaşlara bildirmek amacı güdülürdü. Ticarî ve politik yaşam geliştikten sonra, özel mektuplar büyük bir önem kazandı. Böylece bu mektuplarda yalnız para ya da malla ilgili haberler değil, günün başlıca havadislerine de yer veriliyor ve halk önünde açıktan okunuyordu. 16. yüzyılda çok ünlü olan bu mektuplara türlü adlar verildi. Örneğin Venedik'te, böyle kâğıtları okuma karşılığı olarak en küçük Venedik parası olan bir "gazetta" ödendiği için "gazete" adı buradan kaldı. Matbaanın bulunmasıyla bu mektupların büyük ölçüde çoğaltılması sağlandı.

Bugünkü anlamıyla, ilk gazete, 1609 yılında Strasbourg'da yayımlandı. Haftalık olan bu gazetenin adı "Avisa, Relation oder Zeitung"du. Ondan sonra Avrupa'nın öteki kentlerinde de ilk gazeteler yayımlandı. Bizde ilk Türkçe gazete Sultan Mahmut'un girişimiyle, 11 Kasım 1831'de ve "Takvim-i Vekayi" adıyla yayımlandı. Önceleri hem resmî, hem genel haberleri yayımlayan bu gazete, öteki Türkçe gazeteler çıkmaya başladıktan sonra yalnız resmî haber yayını ile yetindi. İlk özel gazete, "Ceride-i Havadis" adıyla İngiliz William Churchill tarafından 1840'ta çıkarıldı. Bir Türk tarafından yayımlanan ilk özel gazete "Tercüman-ı Ahval"dir. Şinasi'nin yardımıyla, Agâh Efendi tarafından 21.10.1860'ta yayımlanmaya başlandı.

Şinasi, iki yıl sonra kendi gazetesi olan "Tasvir-i Efkâr"ı 27.6.1862'de yayımladı. Bunu 1864'te Alfred Churchill'in "Ruzname-i Ceride-i Havadis"i izledi. Her gün çıkan (cuma dışında) ilk günlük gazetemizdir. 1862'de Münif Paşa tarafından çıkarılan aylık "Mecmua-i Fünun" ve Mustafa Refik Bey'in yayımladığı "Minat" ilk dergilerimizdir. İlk mizah dergisi olan "Diyojen" 1869'da Teodor Kasap Efendi tarafından yayımlandı. Bugün tirajları yüz binleri bulan gazeteleri ve dergileriyle basının elinde toplanan büyük güç, zaman zaman iki türlü tehdidin baskısı altında kalmıştır. Bunlardan birisi, kendi dileklerinin dışında kalan fikirlerin yayılmasını istemeyen yönetimlerin sınırlamalarıdır. Bu sınırlamalar sansür, gazete kapatılması, gazetecilerin baskıya ve hatta suikaste uğratılması gibi şekiller almıştır. İkincisi, basın özgürlüğünün kötü amaçlar için kullanılmasını önlemek isteyen hükümetlerin yasal sınırlamalarıdır. Bu da bazı ülkelerde basın yasalarıyla, bazılarında da ceza kanununa eklenen maddelerle sağlanmaktadır.

Türkiye'de basına hukukî bir düzen verme girişimi 1864 yılında başladı. Bu amaçla 1864 tarihinde yayımlanan ve 1 Ocak 1865'te yürürlüğe giren "Matbuat Nizamnamesi" ilk basın yasasıdır. Bu tüzüğün en önemli özelliği, hükümete, suç işleyen bir gazete ya da dergiyi geçici ya da sürekli olarak kapatma yetkisi vermesiydi. İkinci Meşrutiyet'in ilk yılında çıkarılan 1909 tarihli Matbuat Kanunu, 1931 tarihli, 1881 sayılı Matbuat Kanunu yürürlüğe girinceye kadar uygulandı. 1909 tarihli Matbuat Kanunu, özgürlük ilkesine uygun olarak bazı yeni hükümler getirdiyse de, Meşrutiyet döneminde de, kısa bir süre dışında, Türk basını özgürlüğüne kavuşamadı. 31 Mart 1909 gericilik olayı üzerine kurulan askerî yönetim, basını sansür altına aldı ve bu, ancak 1912'de Gazi Ahmet Muhtar Paşa hükümeti tarafından kaldırılabildi. Fakat 1913 yılı Ocak ayındaki Babıâli Baskını ile sansür yeniden canlandı ve I. Dünya Savaşı süresince basına askerî sansür rejimi uygulandı.

Millî Mücadele'den sonra kurulan Cumhuriyet döneminde yeni bir basın yasası düzenlenmediği için, eski yasa 1931'e kadar yaşamakta devam etti, bu arada 4 Mart 1925'te çıkarılan "Takrir-i Sükûn Kanunu" ve 3 Mayıs 1925 tarihli kararnameyle, sıkıyönetim bölgesinde yayımlanan bütün gazete ve dergiler, basılmadan önce sansüre tâbi tutuldu. Ülkede durum düzeldikten sonra, yeni bir basın yasası düzenlemek zorunluluğu duyuldu ve 25 Temmuz 1931'de 1881 sayılı "Matbuat Kanunu" yayımlandı. Bu yasanın başlıca özelliği, gazeteciler için öğrenim koşulu koymasıydı. Gazete çıkarmak için hükümetten izin alma koşulu kaldırıldı. Bu yasayla hükümet, gazete ve dergileri, memleketin iç ve dış politikasına aykırı yayınlarından dolayı kapatma yetkisine sahip oluyordu.

1938'de bu yasada önemli değişiklerler yapıldı, gazete ve dergi çıkarmak isteyenlerden teminat alma usulü konularak basın özgürlüğü sınırları daha da daraltıldı. II. Dünya Savaşı'ndan sonra basın kanununda bazı yenilikler yapıldı. Öğrenim koşulu, teminat verme zorunluğu, hükümetin gazete kapatma yetkisi kaldırıldı, gazete ve dergilerin ancak mahkeme kararıyla kapatılabilmesi esası kabul edildi. 1950 seçimlerinden sonra 1931 tarihli yasa kaldırıldı, yerine 24.7.1950 gün ve 5680 sayılı Basın Kanunu kabul edildi. Bu yasada basın özgürlüğünü sınırlamalardan uzak tutma düşüncesi egemen oldu, gazete ve dergi kapatma usulü tümüyle kaldırıldı, basın suçlarının cezalandırılması yargı organlarına bırakıldı. Ancak 1950-1960 yılları arasında basınla ilgili yeni yasa hükümleri, özgürlükleri eskisinden daha fazla sınırlandırdı, sert uygulamalar getirdi.

1961 Anayasası'nda, basın özgürlüğü, eski durumlarla oranlanamayacak ölçüde geniş tutuldu. Ancak, 1971 yılında yapılan değişiklikle basın özgürlüğünün çerçevesi daha belirli duruma getirildi ve eskisine göre daraltıldı. 1982 Anayasası'nın 28. Maddesi: "Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak, izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz. Kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dilde yayın yapılamaz. Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır. Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasa'nın 26 ve 27'nci maddeleri hükümleri uygulanır.

Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana teşvik eden nitelikte olan veya devlete ait gizli bilgilere ilişkin bulunan her türlü haber veya yazıyı yazanlar veya bastıranlar veya aynı amaçla basanlar, başkasına verenler, bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca sorumlu olurlar..." demek suretiyle basın hürriyetinin sınırını çizmiştir. 29. Madde: "Süreli veya süresiz yayın önceden izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz..." 30. Madde, basın araçlarının korunmasını teminat altına almakta, 31. Madde, kamu tüzel kişilerinin elindeki basın dışı kitle haberleşme araçlarından, kişilerin ve siyasî partilerin yararlanma hakkı ve 32. Madde, kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hâllerinde düzeltme ve cevap hakkı hükümlerini getirmiştir.

Ayrıca 6 Mart 1986'da 1117 sayılı yasada bir değişiklik yapılarak, 18 yaşından küçükleri "muzır" (zararlı) yayınlardan korumak amacıyla Başbakanlık'a bağlı bir kurul oluşturuldu. Bu kurulun kararına göre "zararlı" olduğu kabul edilen yayınların üzerinde "küçüklere zararlıdır" ibaresi bulunacak ve bu nitelikteki basılı yayınlar ancak 18 yaşından büyüklere poşet içinde satılabilecek ve açıkta sergilenemeyecektir.

Basının Sorumlulukları


Basının okura ve kendine karşı sorumlulukları vardır. Çağdaş ve demokratik toplumlarda yasama, yürütme ve yargı güçleri ile toplumun sac ayaklarından bir diğeri olarak basın gösterilir. Bu nedenle basının sorumluluklarının en önemlisi, toplumsal dengelerde dördüncü güç olmasıdır.

Ayrıca basının sorumluluğu toplumun resmi organları tarafından belirlenmiş ve kanunlarla çizilmiş sorumluluklarına dayanır. Devlete karşı bu sorumluluğunun yanında basın işletmelerini diğer işletmelerden farklı kılan toplumsal ve kamusal sorumlulukları ikinci plandadır. Üçüncü sorumluluğu ise kendi kendine kabullendirilmiş sorumluluk, özdenetim ve bireysel sorumluluklardan bahsedilebilir. Ama en önemlisi, gazeteci, asıl sorumluluğunu okuyucuya karşı hisseder.

Türk Basını


Osmanlı Imparatorluğu’ndaki azınlıklar, kendi dillerinde gazete ve dergi yayınlamaya daha XVII. yüzyılda başlamışlardı.

Memleketimizdeki Yahudiler (1493), Ermeniler (1567) ve Rumlar (1627) kendi dillerinde baskı yapan matbaaları çok erken kurmuşlar ve bu üstünlükten faydalanarak, XVIII. yüzyıl ortalarından itibaren, kültür ve mizah basınına sahip olmuşlardır.

Türk Basınına kavuşmak için 1831 yılını beklemek gerekmiştir. Bu gecikmeyi iki sebebe bağlamak mümkündür: a) İmparatorlukta siyasî iktidar şahsî saltanata dayanmaktaydı. Halbuki basın, hürriyet ve hukuk havası içinde doğup gelişebilir, b) Basını mümkün kılan matbaadır. Türkçe baskı yapan matbaa ise, ancak 1727’de devlet eliyle kurulabilmiştir.

Basınımızın geçirdiği merhaleleri şöyle özetleyebiliriz:
Padişahlarda ve devlet başındaki sorumlu kişilerde, İmparatorluğu yıkılıştan kurtarmak için topluca Batı’ya yönelmek, Batı’ya mahsus idare, siyaset ve hukuk müesseselerini benimsemek zarureti duyulduktan sonra, ilk gazetemiz olan «Takvim-i Vekayi» gene devlet eliyle yayınlanabilmiştir (1831). Bunu, «Ceride-i Havadis» (1840), «Tercü-man-ı Ahval» (1860), «Tasvir-i Efkâr» ( 1862) takip etmiştir. «Mecmua-i Fünun» (1862) ilk dergimizdir. Birinci Meşrutiyet’e kadar, oldukça iptidaî, fakat siyasî mücadeleyi cesaretle başaran ve çoğu İstanbul’da toplanan bir basına sahip olduk. Bu devrede, hükümet «Tercüman-ı Ahval» gazetesini 15 gün müddetle kapatmıştır. Bu, basın tarihimizde ilk kapatma muamelesidir. Halbuki, hükümet, kapatma yetkisini, resmen 1867 yılında Kararname-i Ali ile almıştır.

1876 Anayasasında Türk Basınına «kanun dairesinde» serbestlik tanınmıştı. Fakat 8-10 aylık Meşrutiyet’ten sonra başlıyan 33 yıllık İstibdat devrinde, ağır baskı ve şiddetli sansür altında siyasî gazetecilik hemen hiç gelişmemiş, ancak sanat dergileri ufak ilerlemeler kaydetmişlerdi. Buna karşılık, yurt dışında İstibdadı yıkmaya uğraşan vatanseverlere ait mücadele basınına, basit bir teknik, fakat kanları tutuşturan canlılık hâkim olmuştur. İlk resmî sansür, bu devrede, 1876’da bir tamimle konulmuştur.

İkinci Meşrutiyet ile Cumhuriyet arasında basınımız, sansürden ve baskıdan hemen hiç kurtulmamış, çok kısa süren hürriyet fasılalarında canlı ve mücadeleci bir basın faaliyeti görülmüştür.

Yeni harflerin kabulüne kadar teknik bakımdan büyük gelişme ; göstermemiş olan basınımız, Harf Devrimi sayesinde, Batılı bir çehre kazanmış, bu arada nüfusun ve okur-yazarların artışı dolayısı ile, gazete ve dergi sayıları ile baskı miktarları devamlı surette yükselmiştir.

MsXLabs.org
-derlemedir.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.