Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Aralık 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Bizans İmparatorluğu, DOĞU ROMA ÎMPARATORLUĞU olarak da bilinir.


Ad:  Bizansİmparatorluğu1.JPG
Gösterim: 3323
Boyut:  75.8 KB
Roma İmparatorluğu’nun doğu kesiminde oluşan ortaçağ devleti.

Batı kesiminin çeşitli feodal krallıklar biçiminde parçalanmasından sonra yaklaşık bin yıl boyunca varlığını korumuş, başkenti Konstantinopolis’in (İstanbul) 1453’te OsmanlIların eline geçmesiyle ortadan kalkmıştır. “Bizans” adı, Doğu Roma İmparatorluğu’ nu belirtmek için, bu devletin çağdaşlarınca değil, daha sonra tarihçiler tarafından kullanılarak benimsenmiştir.

Boğaziçi’nin Avrupa yakasında eski bir Yunan yerleşmesi olan Bizans (Byzantion) kenti, imparatorluğun doğu başkenti olarak İS 330’da İmparator Constantinus (hd 324-337) tarafından Konstantinopolis (“Constantinus’un kenti”) ya da Yeni Roma adıyla yeniden kurulmuş ve 1453’e değin Doğu’nun yönetsel, düşünsel ve kültürel yaşamının odağı olmuştur {bak. İstanbul). Bu nedenle, Doğu Roma imparatorluğumun devlet ve toplum yapısının özellikle 7. yüzyıldan sonra geleneksel yapılardan belirgin biçimde farklılaşmasını vurgulamak amacıyla Bizans adı yeğlenir. Oysa Bizanslılar, Roma İmparatorluğu’nun gerçek ve tek mirasçısı oldukları inancıyla kendilerini Romaioi (Romalılar) olarak adlandırmışlardır.

Doğu Roma’nın kendine özgü bir kimlik kazandığı dönemi belirlemek amacıyla değişik tarihler öne sürülür. Bazı tarihçilere göre, İmparator Diocletianus’un (hd 284- 305) İS 301’de Dörtlü Yönetim’i (Tetrarchia) kurarak Doğu Kesimi’ni (Pars Orientalis) ayrı bir yönetsel birim biçiminde düzenlemesi Doğu Roma’nın başlangıcını belirler. Buna karşılık bazı tarihçiler Doğu Roma tarihini Konstantinopolis’in kuruluşuyla başlatırken, başka bir grup da imparator I. Theodosius’un (hd 379-395) ölmeden önce 395’te, imparatorluğu iki oğlu arasında paylaştırmasıyla Doğu ile Batı’nın bir daha bütünleşmemek üzere birbirinden ayrıldığını vurgular.

Theodosius, Hıristiyanlığı Roma İmparatorluğu’nun tek dini konumuna yükseltmiş, böylece Konstantinopolis Doğu’daki Hıristiyan merkezler arasında üstünlük kazanırken, Roma kenti de Batı Hıristiyanlığının merkezi durumuna gelmiştir. Gene bazı tarihçiler, Ostrogotlann 476’da son Batı imparatoru Romulus Augustus’u tahttan indirerek imparatorluk alametlerini Doğu imparatoru Zenon’a (hd 474-491) göndermesiyle Konstantinopolis’in imparatorluğun tek başkenti durumuna gelmesini Bizans Devleti’nin başlangıcı sayar. Ama 6. yüzyılın ikinci yarısına değin Roma İmparatorluğu’na özgü geleneksel düşünce ve davranış biçimlerinin geçerliliğini koruması bakımından, 7. yüzyıl öncesi dönem için Doğu Roma adı daha uygun bir niteleme sayılır.

Öte yandan Charlemagne’ın 800’de Batı imparatoru olarak taç giymesiyle Doğu ile Batı’nm aym yönetim altında birleşmesinin olanaksız duruma gelmesini ya da Papa VII. Gregorius döneminde (1073-85) Doğu (Ortodoks) ve Batı (Katolik) kiliselerinin birbirlerinden kesin olarak kopuşunu Bizans Devleti’nin ayrı bir kimlik kazanmasında dönemeç noktası sayan tarihçiler de vardır.

Doğu Roma’yı Batı’dan ayıran özelliklerin başında, kökleri Büyük İskender’in fetihlerine değin uzanan, Eski Yunan ile Ortadoğu geleneklerinin kaynaşmasıyla doğmuş Helenistik uygarlığın mirasçısı olması gelir. Doğu toplumu, Batı’ya göre daha çok ticarete açılmış, daha hızlı kentleşmiş, daha yüksek bir ekonomik gelişme düzeyine ulaşmıştır. Helenistik gelenek doğrultusunda siyasal ve dinsel işlevleri kendi kişiliklerinde bütünleştiren Doğu imparatorlarının, toplumun bütün sınıfları üzerinde çok daha güçlü bir denetimi olmuştur. Doğu imparatorları, gerek savaş, gerek diplomasi aracılığıyla istilacı akımlara daha büyük bir beceriyle karşı koyabilmişlerdir.

Bizans İmparatorluğu’nun en önemli kültürel özelliği ise, Hıristiyanlığın bu devletin sınırları içinde gelişmiş biçimidir. Doğu Hıristiyanlığı, Batı Hıristiyanlığına göre daha mistik özellikler taşır, ayin düzenine daha büyük ağırlık tanır. Ote yandan bölgedeki köklü etnik uyuşmazlıklar Suriye, Mısır ve öteki eyaletlerdeki Hıristiyan din adamları arasında çeşitli heretik akımların uzun süre varlığını koruması, ibadette yerel dillerin çok erken dönemlerde kullanılmaya başlaması gibi nedenlerle Doğu Hıristiyanlığının birliği Batı’ya göre genellikle daha zayıf olmuştur.

5. Yüzyıl: Doğuda Yunan-Roma Uygarlığının Sürekliliği


Doğu Roma’nın 395’teki koşullan, büyük ölçüde Constantinus’un gerçekleştirdiği reformlann ürünüydü (bak. Roma uygarlığı). Constantinus’un yerleştirdiği hanedan ilkesi öyle kökleşmişti ki, I. Theodosius, henüz küçük ve güçsüz olan oğullarından Arcadius’u Doğu’da, Honorius’u da Batı’da vâris olarak bırakabilmişti.

Konstantihopolis’in nüfusu 200-500 bin arasındaydı ve 5. yüzyıl boyunca imparatorlar, kentin büyümesini özendirmek yerine, artık kısıtlamayı yeğleyeceklerdi. Hıristiyanlık herhangi bir din olmaktan çıkmıştı; 391’de çıkartılan bir imparatorluk kararnamesiyle putperest ibadet biçimlerinin tümü yasaklanmış ve tapmaklar kapatılmıştı. 4. yüzyılda toplanan kilise konsillerin- de imparatorluğun ağırlığı belirgin biçimde duyuluyor, imparator şimdiden heretik akımlan tanımlama ve sindirme işlevini üstleniyordu.

Ekonomik ve toplumsal politikalar.


İmparatorluk ekonomisi eşitsiz biçimde gelişmişti. Kuzey İtalya gibi kimi bölgeler ile bazı eyaletler, hem tarımsal, hem ticari bakımdan yüksek bir gelişme düzeyindeydi. Özellikle Konstantinopolis’in varlığı, kentsel büyümeyi ve ekili toprak sınırlarının tarıma açılmasını özendirmişti. Başkente ulaşan yollar üzerindeki Balkan kentleri gelişirken ötekiler gerilemiş, hatta ortadan kalkmıştı. Suriye’nin kuzeyindeki işlenmeyen topraklar, Konstantinopolis’te yaşayanlara yiyecek sağlayabilmek için ekime açılmıştı. Constantinus’un altın sikkesi solidus 4. yüzyıl boyunca değerini korumuş, ayrıca her türlü altın miktarı önceki iki yüzyıldaki düzeyini kat kat aşmıştı. 3. yüzyıl sonları ile 4. yüzyıl başlarındaki aşırı toplumsal akışkanlık, 4. yüzyılın ikinci yansında eski hızını yitirmeye başlamıştı.

Daha 5. yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna gelmeden, Batı ve Doğu Roma eyaletleri arasındaki gelişkinlik farkları belirgin biçim kazanmıştı. Yunan-Roma uygarlığının, Batı’da sönerken Doğu’da ayakta kalmasını büyük ölçüde bu farklar açıklıyordu. Doğu eyaletlerinin nüfusu daha yüksek olduğu için, Konstantinopolis imparatorları en azından 6. yüzyıla değin barbarlar arasından asker toplamak zorunda kalmamıştı. Kentsel uygarlığın birkaç yüzyıl geriye uzandığı Doğu topraklarında, kentlerle birlikte tüccar sınıfı ve para ekonomisi de varlığını korumuştu. Doğu ile Batı arasındaki ticareti, kaynakların Suriyeli olarak tanıttığı Doğulu tüccarlar yürütüyordu. Bunlar, Batı’ nın küçülmüş, kuşatma altındaki kentlerinde de koloniler kurmuşlardı.

Daha da önemlisi, Doğu imparatorları işgücü ve para kaynaklarına ulaşma ya da bunlan denetleme gücünü asla yitirmemişti. Batı’da daha eski ve bir olasılıkla daha güçlü olan aristokrasi, latifundium olarak bilinen malikânelerini merkeze karşı güvenceye almış, kırsal kesimdeki çalışan sınıflar üzerinde bir tür koruma (patronicium) yetkisi edinmiş, devletin toprağa bağladığı kolonların {colonus) vergilerine el koyarak, merkezî iktidarı askeri ve mali hizmetlerden yoksun bırakmıştı.

Doğu’da ise aristokrasinin belki de ilk üyeleri, yeni başkente giderken Constantinus’a eşlik etmiş olan gözdeleri ile yeni sivrilmiş zenginlerdi. Bunların biriktirebildiği servet, 5. yüzyıl başlarında Batı’daki benzerlerine göre çok daha düşüktü. Doğulu soyluların malikâneleri dağınık topraklardan oluşuyordu; ayrıca her birine bağımlı kırsal nüfus daha azdı. Bu nedenle imparatorluk iradesine meydan okuyacak güçleri yoktu.

Barbarlarla ilişkiler.


Doğu ile Batı’nın toplumsal yapılan arasındaki farklar ve bazı coğrafi özellikler, 4 ve 5. yüzyıllarda Germen istilacılann Doğu’da ve Batı’da farklı biçimde karşılanmasına yol açtı. İmparatorluğun Tuna ve Ren sınırlarında 2. yüzyıldan sonra kıpırdanmaya başlayan Germenler, imparatorluğun içlerine ancak 4. yüzyılın ikinci yansında sızmaya başladılar. Ostrogotlan ve Vizigotlan önlerine katan Hunlar, bu halklan imparatorluğun Tuna sınırlarının ötesinde bir sığınak aramak zorunda bırakmıştı.

Romalılar ile barbarlar arasındaki ilk ilişkiler pek dostça olmadı. Romalıların davetsiz konuklarını sömürme çabasına tepki gösteren Gotlar, Doğu Roma ordusunu 378’de Hadrianopolis’te (Edirne) bozguna uğrattılar, orduya bizzat komuta eden imparatoru da öldürdüler. Bu savaş, Romahların da yenilebileceğini barbarlara öğretti. Zırhlı Roma piyadesinin barbar süvarisi karşısında etkisiz kalması, Bizans ordusunun daha sonra süvari ağırlığıyla yeniden örgütlenmesine yol açacaktı. Theodosius, önceki imparatorlardan farklı bir politika izleyerek Gotlara toprak verdi ve müttefik (foederati) statüsü tanıdı. Böylece Gotlar, artık Roma ordusu saflarında, kendi şeflerinin yönetiminde özerk birlikler biçiminde çarpışacaktı.

Theodosius’un uyum ve ittifak siyaseti ne Batı’da, ne de Doğu’da tutuldu. Franklar ve Lombardlar dışındaki Germen halklarının çoğu gibi Gotlar da Ariusçuluğu benimsemişti; oysa kilisenin egemen öğretisine bağlı Romalılar bu inanışı tehlikeli bir heretiklik olarak görüyordu. Germenlerin savaşçı gelenekleri de temelde barışçı olan soylularca hoş karşılanmıyordu. Yüksek görevlere gelen Germenlere karşı 5. yüzyıl boyunca imparatorluğun iki kesiminde de sürekli tepki duyuldu. Ayrıca Doğu’daki Germen kökenli yöneticiler, Batı’dakilerin tersine, barbar askerlerden oluşan neredeyse özerk askeri birliklerin desteğinden yoksundu.

Doğu, altın ve yerli işgücü kaynaklarını da iyi kullanıyor, düşmanı düşmana kırdırma politikasını başarıyla uyguluyordu. II. Theodosius döneminde (408-450) Attila önderliğindeki Hunlara altın olarak haraç ödenmesi, hem Hunlan Doğu ile barış yapmak zorunda bıraktı, hem de barbarlarla ticareti yürüten Konstantinopolis tüccarlarına kâr olanağı sağladı.

Markianos (hd 450-457) haraç ödemeyi kestiğinde ise, artık gözünü Batı’ya dikmiş olan Attila buna tepki göstermedi; Doğu’ya meydan okumak üzere bir daha geri dönmedi, 453’te onun ölmesiyle de Hun İmparatorluğu çöktü. Hem Markianos, hem de ardılı I. Leon (hd 457-474), Flavius Ardaburius Aspar’ın vesayeti altında hüküm sürdüler. Ama Leon, Aspar’ın üstünlüğüne ve imparatorluğun tamamına yayılmış Got nüfuzuna karşı savaşçı İsauriahların desteğini kazanmaya kararlıydı. Bu amaçla kızı Prenses Ariadne’yi Isauryahların önderi Tarasikodissa ile evlenirdi.

Güney Anadolu kökenli dağlı bir halk olan İsauriahlar, büyük bir olasılıkla kültürel açıdan Gotlardan ya da öteki Germenlerden daha vahşi bir topluluktu. Ama Doğu Roma’nın uyruğu oldukları için kuşkusuz Romalıydılar ve Konstantinopolis’teki Got nüfuzunu dengelemekte etkin bir araç oldular. İmparator Zenon, merkezi Thessalonike’de (Selanik) bulunan Illyricum (bugünkü Arnavutluk) praefecturasında başkaldıran Amalerli Ostrogot reisi Theoderich’i, Ostrogotların başına geçerek İtalya üzerine yürümeye ikna ederek etkisizleştirdi (488). Zenon, Theoderich’in İtalya’da bir Ostrogot krallığı kurmasının önünü açarken, Batı üzerindeki itibari otoritesini sürdürmüş oluyordu.

Zenon’un ölümü üzerine Romalı bir yüksek görevli olan I. Anastasios’un tahta çıkmasıyla, İsauriahlann taht üzerindeki nüfuzu sona erdi. Bu arada, 476’dan sonra Batı İmparatorluğu art arda bir dizi barbar devleti biçiminde parçalanırken, Doğu’da imparatorluk otoritesi bütünlüğünü korumuştu. Angıllar ve Saksonlar 410’dan beri Britanya’yı ellerinde tutuyordu. Vizigotlar 417’den sonra İspanya’nm bazı kesimlerim ele geçirmişler, Vandallar 429’da Afrika’ya girmişler, Clovis’in yönetimindeki Franklar 481’de Galya’nın orta ve güney kesimlerini istilaya girişmişlerdi. Theoderich’in İtalya’ daki egemenliği 526’ya değin sürecekti.

Dinsel uyuşmazlıklar.


İmparatorluk içindeki etnik gerginlikler İS 500 dolaylarında artık eskisi kadar sarsıcı olmaktan çıkmıştı. Ama dinsel uyuşmazlıklardan kaynaklanan çatışmalar, Doğu Roma’nın birliğini ciddi biçimde tehdit ediyordu. Yalnızca Baba Tanrı’nın ezelden beri var olduğunu, oysa Oğul-Tanrı Isa’nın zaman içinde yaratıldığını öne süren Ariusçuluk 381’de Konstantinopolis’te toplanan ekümenik konsilde kesin olarak mahkûm edilmişti. Ama 5. yüzyılda kilise, Oğul Tanrı’nın iki (beşeri ve tanrısal) doğası arasındaki ilişkiyi tanımlama sorunuyla karşılaştı.

İskenderiyeli ilahiyatçılar İsa’nın beşeri ve tanrısal iki doğasının ayırt edilemez biçimde bütünleştiğini savunurken, Antiokheialı (Antakya) din bilginleri ise iki doğanın İsa’da ayrı ayrı var olduğu görüşündeydi. Onlara göre İsa, “Tann’nın doldurması için seçilmiş bir kap, Meryem’den doğma bir insan”dı. 428’de Konstantinopolis patriği olan Nestorios, Antiokheia görüşünü benimsiyor, ama İsa’ nın tanrısal doğasını yok savacak ölçüde beşeri doğasını vurguluyordu (bak. Nasturilik).

Nestorios’a karşı çıkanlar, önce İskenderiye patriği Kyrillos, sonra da Kyrillos’un ardılları Dioskoros ye Eutykhes ise Nestorios’a tepki olarak İsa’nın yalnızca tanrısal doğası olduğunu savundular. Monofizitlik, (Yunanca mono “tek”, physis “doğa”) yani İsa’nın Oğul Tanrı olarak bir tek doğası olduğu inancı, Mısır ve Suriye eyaletlerinde hızla yaygınlaştı. Papa I. Leo ise İsa’nın tek kişiliğinde birbirinden bütünüyle ayrı iki doğanın eksiksiz biçimde bir arada bulunduğu görüşünü ortaya attı. 451’de toplanan Khalkedon (Kadıköy) Konsili’nde, bu arada tutum değiştirerek hem Nasturiliği hem de Monofizitliği mahkûm eden Konstantinopolis’in desteğiyle papalığın görüşü üstün geldi.

Monofizitliğin, Akdeniz’in çeşitli bölgelerinde askeri ve siyasal tarih açısından daha önemli etkileri oldu. Konstantinopolis’in imparatorluk yönetimindeki egemenliğini hedef alan direnişe bir anlatım biçimi sağlayan Monofizitlik, Mısır ve Suriye’de kalıcı biçimde varlığını sürdürdü. İki eyalet 7. yüzyılda Müslümanların eline geçinceye değin her Doğu imparatoru Monofizit eğilimle baş etmenin yollarını aradı. Ya Monofizitlik silah zoruyla yok edilecek, ya bu inanışı kilisenin resmî görüşüyle harmanlayan yeni bir formül geliştirilecek ya da açıkça Monofizit öğreti benimsenecekti. Üç seçenekten hiçbiri başarılı olamayınca, dinsel uyuşmazlıklar Mısır ve Suriye’nin Arap fatihlere kolayca teslim olmasını sağladı.

5. yüzyılın sonunda Doğu Roma.


I. Anastasios döneminde belli başlı üç eğilim bir odak noktasında buluştu. İsauryah ya da Germen değil Romalı bir imparator isteyen Romanitas (Romalılık) duygusu, Ortodoks çizgi ile Monofizitlik arasındaki çatışma ve kesintisiz ekonomik gelişme. Hem İsauryalılann egemenliğine, hem de Monofizitlerin etkinliğine son vermek üzere imparator seçilen Anastasios, İsauryalılan gerçekten bozguna uğrattı, çoğunu Anadolu’daki anayurtlarından Trakya’ya sürdü. Ama beklenenin tersine, Monofizitleri desteklemeye başladı. Bu politika Mısır ve Suriye’de yandaş bulurken Ortodoks uyruklarının küsmesine yol açacak, sürekli huzursuzluklara, iç savaşlara neden olacaktı.

Anastasios’un ekonomik politikaları ise başarılı oldu. Constantinus döneminden beri süren bakır sikke enflasyonu sona erdi, işlemlerini bu maden üzerinden yürüten aşağı sınıflar böylece rahat bir soluk aldı. Kent hizmeti vergilerini toplama sorumluluğu yerel senato üyelerinden alınarak praefectura praetorio'ların emrindeki memurlara verildi. Kentsel sınıflarca altın olarak ödenen khrysargyron vergisinin kaldırılması ticaret ve sanayiyi özendirdi. Devletin bu uygulamadan doğan kaybını karşılamak üzere, kırsal sınıflara toprak vergilerini ayni değil nakdi ödeme zorunluğu getirildi. Bu hüküm, kırsal kesimin altınla ödeme yapabilecek ölçüde zenginleştiğini gösteriyordu.

Anastasios döneminde Doğu Roma hâzinesine 320 bin altın lira eklenmişti. Anastasios’u izleyen imparatorlar, bu kaynaklara dayanarak Batı’daki Germen devletleri üzerinde yeniden Roma egemenliğini kurmayı haklı olarak umabilirlerdi. Ama önce iki hedefi gerçekleştirmeleri gerekliydi: Uyrukları arasındaki dinsel çatışmaları gidermek ve doğu sınırını Sasani tehdidinden korumak.

Eski Pers İmparatorluğu İS 224’te Sasaniler adlı yeni bir hanedanın eline geçmişti. Sasaniler, kendilerine bağlı geniş topraklar üzerinde sıkı bir denetim kurduktan sonra, Romahlara karşı Mezopotamya’nın kuzeyi ile buranın kale kentleri olan Edessa (Urfa) ve Nisibis’e (Nusaybin) yönelik eski mücadeleyi yeniden başlattılar.

4. yüzyılda Doğu Roma’nın Hıristiyan bir devlet durumuna gelmesiyle yeni düşmanlık tohumları da ortaya çıktı. Sasaniler Zerdüşt dininin ruhani örgütlenmesini güçlendirdiler; iki imparatorluk arasındaki mücadele bir tür dinsel savaş niteliğine büründü. Doğu Anadolu Hıristiyanlığı benimseyip İran’ın dinsel bütünlüğünü tehdit eder duruma gelince düşmanlık daha da kızıştı. 518’de Sasaniler’in Theodosiopolis (Erzurum), Amida (Diyarbakır) ve Nisibis’i ele geçirmesiyle denge bozuldu.

6. Yüzyıl: Doğu Romadan Bizans' a


Anastasios’un ölümü üzerine, Balkan kökenli bir asker olan I. İustinos (hd 518-527) tahta çıktı. Ama daha bu dönemden başlayarak gerçek iktidar, İustinos’un yeğeni ve vârisi I. Iustinianos’un elindeydi.

540 öncesi fetih ve yükseliş dönemi.


İustinianos, Konstantinopolis’in, surları içinde serüven aramaya gelenlerin mirasçıları üzerinde sık sık görülen uygarlaştırıcı büyüsünün bir ürünüydü. Amcası İustinos okuma yazması olmayan kaba bir asker, oysa İustinianos eğitimli, ilahiyata tutkun, ince bir devlet adamıydı. Hükümdarlık dönemi dışarıda savaş, içeride ayaklanma ile başladı. Lazika’dan Arabistan Çölüne kadar bütün İran sınırı boyunca bir dizi sefer düzenlendi, daha sonra Batı’da ün kazanacak birçok komutanın yeteneği buralarda kanıtlandı.

İustinianos’un, bir yandan İranlıları durdururken, öbür yandan da Kırım’da Hunlara saldırmak, Tuna sınırını da düşmanlara karşı korumak üzere askeri birlikler gönderebilmiş olması Doğu Roma ordularının gücünü kanıtlıyordu. İmparator 532’de askeri harekâta son vererek diplomasiye yöneldi. Büyük bir haraç karşılığında Sasani hükümdarı Hüsrev ile “Sonsuz Barış” anlaşmasını gerçekleştirdi, böylece Batı’nın yeniden fethi için gerekli koşullardan ilkini sağlamış oldu.

İkinci koşul Doğu ile Batı arasındaki dinsel uyuşmazlıkları gidermekti. İustinos, imparator ilan edilmesinden kısa süre sonra, İustinianos’un yönlendirmesiyle Kons- tantinopolis’te bir piskoposlar meclisi toplamıştı. Meclis, Anastasios’un Monofizit tutumunu reddetmiş, Khalkedon Konsili’nin formülünü benimsemiş, papa ile görüşme talebinde bulunmuştu, iustinianos da bunun ardından Mısır dışında tüm Doğu kiliseleri ile Roma arasındaki birliği yeniden kuran tartışmalara bizzat katılmıştı.

İustinianos 532’de hem yaşamını hem de tahtını tehlikeye sokan Nika Ayaklanması’ m usta komutanı Belisarios’un desteğiyle bastırarak konumunu daha da güçlendirdi. Doğu Roma’nın öteki büyük kentleri gibi Konstantinopolis de surlarını savunmak için çoğu zaman kent milislerine (demos) başvurmak zorundaydı. Demoslar, arabalı at yarışlarında çekişen iki grup sürücüyü, Yeşiller ile Maviler’i destekleyen partilere bölünmüştü. Önceleri Yeşiller ile Maviler’ in farklı dinsel ve siyasal görüşleri temsil ettiği, bu görüşlerin imparatora yarışlar sırasında aktarıldığı düşünülürken, son zamanlardaki araştırmalar iki grubun genellikle fanatik bir yandaşlığın ötesinde herhangi bir dürtüyle davranmadığını göstermektedir.

Yarışlardaki “Nika!” (“Yen!” ya da “Kazan!”) sloganıyla anılan 532 Ayaklanması, iki partinin imparatorluğa karşı siyasal muhalefeti dile getirdiği ender örneklerden biriydi. Ayaklanma, Konstantinopolis prae- fectusurbi'sinin (kent yöneticisi) bir halk direnişini sert önlemlerle bastırmasına öfkelenen Maviler ve Yeşiller’in önce önderlerini hapisten kurtarmasıyla başladı. Ayaklanmacılar daha sonra Iustinianos’un, halkın hiç sevmediği iki memurunu, Kapadokyalı İoannes ile Tribonianes’i görevden almasını istediler. Ama imparatorun bu istekleri kabul etmesine karşın yatışmadılar ve Anastasios’un bir yeğenini imparator ilan ettiler.

İustinianos, ancak imparatoriçe Theodora’nın teslim olmaya yanaşmaması sayesinde kurtulabildi. İmparatorun usta komutanı Belisarios, ayaklanmacıları Hip- podromion’da (At Meydanı) kıstırdı ve 30 bin kişiyi öldürttü. Ayaklanmanın önderleri idam edildi, malikânelerine en azından geçici olarak el konuldu. İustinianos, bundan sonra eskisinden çok daha güçlü biçimde hüküm sürmeye başladı. Artık Khalkedon formülünün savunucusu olarak kazandığı ünden yararlanabilir, Ariusçu bir Germen kralcık yerine Romalı Katolik bir imparatorun hüküm sürmesini yeğleyecek Batı Romalıların desteğini umabilirdi. 530’lann bu ilk yıllarında İustinianos gerçekten de Romalı Hıristiyan bir imparator gibi davranabilirdi. Latince konuşmaya başlamış, Roma tarihi konusunda derin bilgi kazanmıştı.

İustinianos’un memurları, Hadrianus’tan bu yana Roma imparatorlarının çıkardığı yasa ve kararnamelerin büyük bir derlemesini (Codex Constitutionum) 529’da tamamlamışlardı. Bu derleme, İustinianos Yasa Derlemesi olarak bilinen Corpus Juris Civilis'in (Medeni Hukuk Bütünü) 565’e değin yayımlanacak dört kitabının birinci- siydi. Tribonianes’in yönetiminde 533’te tamamlanan ikinci kitap Digesta, Romalı büyük hukukçuların çelişkili kararlarına düzen ve sistem getiriyordu. Üçüncü kitap, hukuk okullarındaki eğitimi kolaylaştırmak amacıyla Digesta'nm yanı sıra Institutiones adıyla hazırlanan bir ders kitabıydı. Dördüncü kitap Novellae Constitutiones Post Codicem, Iustinianos’un 534-565 arasında çıkarılmış fermanlarını içeriyordu.

Hıristiyan Roma egemenliğini Batı’da yeniden kurmaya girişmek için en uygun alan, Vandalların elindeki Kuzey Afrika’ydı. I. Leon döneminde bu eyaleti geri almak üzere girişilen büyük bir seferin başarısızlıkla sonuçlanmasına karşın, Vandal Krallığındaki siyasal koşullar Iustinianos’un lehine gelişmişti. Kuzey Afrikalı Katolikler üzerindeki baskılara son veren Vandal kralı Hilderich’in tahttan indirilmesi Iustinianos’un beklediği fırsatı yarattı. Doğulu tüccarlar da Batı’da askeri harekâta girişilmesinden yanaydı. Ama Iustinianos’un komutanları istekli değildi; büyük olasılıkla bu nedenle bölgeye Belisarios’un yönetiminde yalnızca küçük bir kuvvet gönderildi. İki çarpışmadan sonra kolayca sonuç alındı, 534’te Roma İmparatorluğu’nun bu yeni eyaletinin örgütlenmesine girişildi.

Bu yıllarda eyaletlerin yeniden düzenlenmesi yalnızca Kuzey Afrika’yla sınırlı kalmadı. Büyük bir planın parçalan olan 535 ve 536 tarihli bir dizi kararname ile Trakya ve Anadolu’nun yönetsel, hukuki ve askeri yapılanması değiştirildi. Yetki örtüşmelerinin önlendiği yalın ve tasarruf sağlayıcı bir yönetsel yapı kurulmaya çalışıldı; Constantinus yasalanmn tersine sivil ve askeri işlevler yer yer birleştirildi; daha nitelikli personelle çalışmak ve rüşvetin yol açtığı yozlaşmadan kurtulabilmek amacıyla daha yüksek ücretlerle az sayıda yönetici atandı. Daha sonra (bir olasılıkla 539’da) reformlar Mısır’a da yaygınlaştırıldı, çünkü sefere çıkacak kuvvetler ile Konstantinopolis için Mısır buğdayı gerekliydi.

Ostrogot egemenliğindeki İtalya’da Kral Theoderich 526’da öldükten sonra önce naibe, sonra da kraliçe olarak hüküm süren kızı Amalasuntha da İustinianos ile dostluk kurmuştu. Amalasuntha’nm 535’te öldürülmesi, iustinianos için bir müdahale fırsatı daha yarattı. Gene küçük bir deneme seferi için Sicilya’ya gönderilen kuvvetler önce kolayca başarı kazandı. Ama Gotlann, Theodahad’m yerine Witigis’i krallığa getirerek direnişi yoğunlaştırması yüzünden, Belisarios’un kuzeydeki son güçlü kale olan Ravenna’yı ve Kral Witigis ile krallık hâzinesini ele geçirmesi 540’a değin uzadı.

539’da bir Got elçilik kurulunun İran’a ulaştırdığı bilgiler, Hüsrev’in “Sonsuz Banş”ın kısıtlamalarından huzursuz olmasına yol açmıştı. Ertesi yıl bir Bulgar birliği Makedonya’yı yağmalayıp Konstantinopolis surlarına yaklaşırken, Hüsrev’in talan peşindeki orduları da Antiokheia’ya kadar ilerlediler. Sasaniler 541’de de Lazika’da bir Bizans kalesini ele geçirdi. Bu arada İtalya’ da Gotlar Totila’yı kral seçmişler, yeni kralın becerikli yönetimi altında buradaki askeri durum da kısa sürede değişmişti.

540'lardaki bunalım.


İustinianos iki cephede birden savaş tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Bu tehlikeyi göğüslemeye hazırdı, ama 541-543 veba salgını Doğu Roma’yı ortaçağın Bizans İmparatorluğu’na dönüştürecek ilk büyük darbe oldu. Salgın önce Mısır’da ortaya çıktı; buradan Suriye’ye, Anadolu üzerinden de Konstantinopolis’e ulaştı; 543’te İtalya ve Afrika’ya yayılmış, o sırada seferde olan Sasani ordusunu da kırmıştı. Karşılaştırmalı tarihsel istatistik yöntemleriyle elde edilen sonuçlara göre, Konstantinopolis halkının yüzde 30-50’si hastalıktan öldü, imparatorluğun daha küçük kentleri ile kırsal kesim de vebanın yıkımından kuşkusuz etkilendi.

Vebanın kısa dönemli etkileri birçok alanda görülüyordu. İustinianos’un bu yıllarda çıkardığı yasalar, çok doğal olarak, vasiyetnameler ye vasiyetsiz ölüm gibi konularla ilgiliydi. İşgücü kıtlaşmıştı, işçiler çok yüksek ücretler talep ediyordu. Tıpkı 14. yüzyıldaki veba salgını süresince Fransa ve Ingiltere krallarının yaptığı gibi İustinianos da ücretleri kararnamelerle denetim altına almaya çalıştı. Askeri alanda bozgunlar, duraklamalar, kaçırılan fırsatlar birbirini izledi. Hüsrey, 545’te bir barış antlaşması imzalayarak İustinianos’tan haraç almayı kabul etti ve Lazika’da aldıklarıyla yetindi. Ama bunun nedeni, etkili bir Roma direnmesinden çok, Hüsrev’in yorulması ve savaşın kazançsız duruma gelmesiydi.

Hunlar, Sklavenler (Sclaveni), Antalar ve Bulgarlar, Trakya ve Illyricum’u talan ederken Roma orduları ancak zayıf bir direniş gösterebildi. Afrika’da, asker sayısı veba yüzünden iyice azalmış olan bir garnizon barbar saldırısına güçlükle direndi. Totila, İtalya’nın güneyi ile Neapolis’i (Napoli) ele geçirdi, Belisari- os’un kuşatmayı kırma çabalanna karşın, Roma yolunu zorladı (546).

İustinianos’un son yılları.


Yaklaşık 548’den sonra, Balkanlar dışında Doğu Roma’nın talihi yeniden döndü. Önce doğuda sımr harekâtları başladı. 551’de Petra Kalesi Sasanilerden geri alındı; ama Lazika’daki çarpışmalar 561’de 50 yıllık bir barış antlaşmasının imzalanmasına değin sürdü. Bu antlaşma ile İustiniancs yılda 30 bin solidus tutarında haraç ödemeyi sürdürecek, ama Hüsrev de Lazika üzerindeki taleplerinden vazgeçecek ve Hıristiyan uyruklarına yönelik baskıyı durduracaktı.

Antlaşma, Roma ile İran arasındaki ticareti de düzenliyordu. İki büyük devletin ekonomik alandaki rekabeti, ipek ticaretinde yoğunlaşmıştı. Çin’den yola çıkan ham ipek, İran’dan geçen bir karayolu üzerinden ya da Hint Okyanusundaki Iranlı tüccarlar aracılığıyla Konstantinopolis’e ulaşıyordu. İran’ın bu tekelini kırma çabası, Iustinianos’u hem yeni yollar hem de güneyde aracılık görevini üstlenecek yeni topluluklar bulmaya yöneltmişti. Bunlardan biri Aksum Krallığı’nın Etiyopyah tüccarlarıydı. Kırım dolaylarında ve Lazika’daki Kafkas Krallığında yaşayan halklar ile Karadeniz’in ötesindeki bozkır Türkleri de bu işlevi paylaşmıştı.

Öteki değerli malların alışverişi Karadeniz bölgesinde yapılıyordu. Doğu Roma’nın dokumaları, mücevherleri ve şarabı karşılığında barbarlardan kürk, deri ve köle almıyordu. Gene de ipek birinci sıradaydı. Doğu Roma açısından bu nedenle büyük önem taşıyan ipeğin ülkede elde edilebilmesi için başvurulan girişimler sonuç vermiş, Doğu Romalı ajanlar Çin’den Konstantinopolis’e gizlice ipek böceği kozası kaçırmışlardı. Böylece kurulan ipek sanayisi, Doğu Roma’yı İran’a bağımlılıktan kurtaracak, ortaçağ Bizans’ının en önemli ekonomik etkinliklerinden biri olacaktı.

İustinianos’un Batı’daki kazanımları çok daha çarpıcıydı. 550’lerde Kuzey Afrika’daki Magrip tehdidi sona ermiş, 552’de İustinianos’un orduları İber Yarımadasının güneydoğusundaki bazı kentleri kalıcı biçimde ele geçirmişti. Hepsinden önemlisi, İtalya’ nın geri alınmasıydı. 550’lerin başında İustinianos, Romalıların yanı sıra Lombardlar, Heruller ve Gepidler gibi barbar halklar, ayrıca İranın asker kaçaklan arasından büyük bir ordu topladı. Bu ordu Busta Gallarum ve Mons Lactarius çarpışmalarında önce Totila’yı, sonra da ardılı Teias’ı bozguna uğrattı; Gotlar İtalya’yı terk etmek zorunda kaldı. Bazı Got garnizonlanın, Frankların ve Alamanlann da yardımıyla direnişi sürdürmesine karşın 554’ten sonra İtalya bir Doğu Roma eyaleti durumuna geldi.

Balkanlarda ise Doğu Romalılar, barbarları durdurabilmek için çok değişik taktikler uyguladılar. İustinianos 540’ta Kuturgur Bulgarlannın giriştiği saldından sonra Thermopylai Geçidine kadar uzanan bir tahkimat sistemi kurdu. Gene de Slavlar 545’te Trakya’yı yağmaladılar, 548’de Dyrrhachi- um’u (Dıraç) zorlamak üzere geri döndüler. Slav ailesine mensup Sklavenler 550’de Konstantinopolis’e 65 km kadar yaklaştı. Ama büyük istila, Kuturgur Bulgarlarının 559’da Sklavenler ile birikte Turfa’yı aşarak üç kol halinde ilerlemesiyle geldi. Bu kollardan biri Thermopylai’ye ulaştı, İkincisi Konstantinopolis yakınındaki Gelibolu Yarımadasında üslendi, üçüncüsü de gene Konstantinopolis yakınındaki yerleşmelere kadar sokuldu.

Yaşh Belisarios, başkenti siviller, demoslar ve bir avuç emeldi askerle savunmak zorunda kaldı. Ama Doğu Roma donanmasının Tuna’daki harekâtının ülkelerine dönüş yolunu kapayacağından korkan Kuturgurlar saldırıya son vererek kuzeye döndüler ve İustinianos’un adamlarının türlü çıkarlar dağıtarak kazandığı Uturgurların saldırısına uğradılar.

İustinianos’un görevlileri, Balkanlar’da ve Rusya’nın güneyinde yaşayan halklarla ilişkilerinde de diplomasi sanatını incelttiler. Sürekli bir tehdit kaynağı olan Orta Asya topraklarındaki olası düşman sayısının artması, Doğu Roma diplomasisi için, bunlardan birini bir başkasına kırdırma olanağı anlamına geliyordu. Doğu Romalıların, 6. yüzyılda Türklerden kaçarak sığınacak yer arayan Moğol halkı Avarlarla ilişkileri, bu “savunma emperyalizminin kusursuz bir örneğiydi.

557’de Konstantinopolis’e ulaşan Avar elçileri istedikleri toprakları alamadılar ama değerli armağanlara boğuldular ve imparatorluğun müttefiki haline geldiler. Ardından Rusya’nın güneyinden batıya doğru harekete geçtiler, Uturgurlar ve Kuturgurlar ile Slav halklarını Doğu Roma yararına boyunduruk altına aldılar; İustinianos döneminin sonunda da Tuna bölgesine yerleştiler.

Roma toplumu, savaşlar ve veba yüzünden 540’larda uğradığı nüfus kaybını ancak hayatta kalanların daha erken evlenmesi ve birkaç kuşak boyunca daha çok çocuk yapması yoluyla karşılayabilirdi. Ama bekârlık kuralını öngören manastır hareketi 6. yüzyılda hızlı adımlarla ilerliyordu. Ayrıca veba salgını zaman zaman geri dönüyordu. Sonuçta ortaya çıkan insan gücü kıtlığı, devletin ve toplumun birçok bakımdan Roma kimliğini yitirererek Bizans kimliğini kazanmasıyla sonuçlandı.

Geçmişin çok önemli bir özelliği olan yeni kilise yapımı sona erdi, var olan yapılan onarmakla ya da onlara ek yapmakla yetinilir oldu. Bir yandan vergi ödeyen insan sayısı azalırken öbür yandan vergi gereksiniminin artması, köy halkının tümünü, boş ya da verimsiz tarlaların vergilerinden ortaklaşa sorumlu tutan katı yasaların çıkarılmasıma yol açtı. Devlet, tanma daha yoğun müdahale etmeye başladı.

Devletin köy topluluklannı (koinotes) zincirleme vergi yükümlüsü saymaya başlaması sonucunda, Doğu’da zaten çok yaygın olmayan colonus'luk iyice geriledi, küçük mülkiyet topraktaki egemen tasarruf biçimi oldu. Böylece köy topluluğu tarımın temelini oluşturmaya başladı. Köy topluluğunun temel özelliği, vergi yükümlülüğü karşısındaki zorunlu dayanışmaydı.

Bağımlı köylülüğün arttığı bir dönemde, zincirleme vergi yükümlülüğü (epibole), hem bağımsız köylüleri yerel güçlüklere karşı koruyor, hem de devletin vergi gelirleri açısından güvence getiriyordu. Zincirleme yükümlülüğün uzantısı olarak, köy topluluğu köyde bulunmayan ama köy halkından sayılanların da vergilerini ödemek zorundaydı. Buna karşılık köy topluluğunun, bu kimselerin tarlalarını işleyip ürünlerine topluluk adına sahip çıkma hakkı da vardı.

Zincirleme yükümlülük kurumu, gerçekte Roma öncesi Helenistik dönemin homokensorı khoriorı (ayni vergiye tabi köy) uygulamasının kalıntısıydı. Bizans döneminde bu uygulama, vergi alanı dışına da yaygınlaştırılarak devletin yüklediği tüm görevlerin köy topluluğunca ortaklaşa yerine getirilmesinin zorunlu kılınması sonucunu doğurdu.

Doğu’da ve Batı’da savaşan Doğu Roma ordularının kazandığı zaferler, gerçekte İustinianos’un o güne değin görülmemiş sayıda barbarı orduya almasının sonucuydu. Gotlar, Ermeniler, Heruller, Gepidler, Kuzey Afrikalılar ve Iranlılar bunların en önemlileriydi. Ama bu orduda disiplini sağlamak hiç de kolay değildi. Üstelik barbarlar, bir kez düzenli ordunun görece durağan yaşamını benimseyince savaşçı yeteneklerini yitiriyorlardı. Ordu ancak savaş anında derleniyor ve askerlik niteliklerini koruyabiliyordu. Süreğen bir insan ve para kıtlığı çeken Bizans toplumu, pahalı savaş girişimlerini ancak büyük güçlükler pahasına sürdürebilirdi.

Kısacası, 6. yüzyıl sonunun Doğu Roma (ya da artık Bizans) Devleti, 5. yüzyılda Batı Roma’yı yıkmış olan tehlikelerin çoğuna aynen göğüs germek durmundaydı. Bizans’ı Balkan sınırlarında barbarlar sıkıştırıyor, ama devleti savunmak için barbar kökenli askerler savaşıyordu. 5. yüzyıl boyunca biriktirilen servet tüketilmiş, devlet ile toplumun temel ekonomik ve askeri gereksinimlerini karşılayacak çok az gerçek Romalı kalmıştı.

Bizans İmparatorluğu, Batı Roma’nın kaderinden, ancak Batı’nın yararlanamadığı bazı kurumsal, duygusal ve davranışsal üstünlükleri cesaret ve talihle birleştirerek kurtulabildi. Diplomatik beceri üstünlüğü, kurumsal ve davranışsal değişmeleri harmanlamıştı. Eğer Bizanslı devlet adamları barbar halkların alışkanlıkları, görenekleri ve hareketleri konusunda İustinianos’un 5. yüzyıldaki öncellerinden daha çok ilgili ve bilgili olmasaydı, diplomasi asla başarılı olamazdı.

Bizanslı insanın davranış örüntüsü bir başka alanda daha değişmişti: Ortodoks Hıristiyanlığı ve imparatorun üstünlüğünü benimsemesi durumunda, barbar insanı topluma kabul etmeye hazırdı. Kuşkusuz çoğu zaman Hıristiyanlık, bunalım dönemlerinde çok köklü bir putperestliğin yüzeye çıkarak çatlattığı bir cila olmaktan öteye geçemiyordu; imparatora sadakat da inkâr edilebilirdi ve sık sık da inkâr edilecekti. Ama bütün bunlara karşın, 6. yüzyılda tanımlanmış biçimiyle Hıristiyan inancı ile kilise kurumlarınm, insanları birleştirme ve ruhsal güçlerini yükseltmede Yunan-Roma dünyasının kitabi kültüründen çok daha etkili birer araç oldukları kanıtlanmıştı.

Hıristiyan kültürü ve Bizans İmparatorluğu.


İustinianos’un kurduğu hukuk düzeni, Hıristiyan yaşamının bütün yönlerini içine alıyordu. Din değiştirme ve vaftiz, Hıristiyan bireyin yaşamının birçok aşamasını belirleyen ayinlerin yönetimi, toplumu Tanrı’nın gazabından sakınmak için kilise dışındaki Hıristiyanların uyması gereken davranış kuralları, devlet kademelerinde ya da manastırlarda özellikle kutlu bir yaşam süren din görevlilerinin izleyeceği kurallar bunlar arasındaydı.

Putperestlerin kiliseye girmeleri ve vaftiz olmaları zorunlu kılındı; Konstantinopolis’te girişilen bir temizlikle bu kentteki putperestlerin sayısı azaltıldı; misyonerler Anadolu’daki putperest halkı kitleler halinde Hıristiyanlaştırdı. Yalnızca resmî öğretiye bağlı Hıristiyan kadınlar, nikâh sırasında erkek tarafının mal biçiminde yaptığı ödemeden yararlanabiliyordu. Pek çok yurttaşlık hakkından yararlanamayan Yahudiler, Hıristiyanlığı kabul etmedikleri sürece vasiyetnameyle miras bırakma hakkından da yoksundu. Depremlerin, kıtlığın ve salgın hastalıkların Hıristiyan toplumunu cezalandıracağı korkusuyla, her türlü küfür ve inkâr yasaklanmıştı.

Iustinianos, kiliselerin ve manastırların büyüklüğünü belirli kurallara bağlamış, dinsel kurumların mülk satışından kâr sağlamasını yasaklamıştı. Devlet görevlerinde bulunan din adamlarının ya da kilisenin dünyevi işlerini yürütenlerin düzeyini yükseltme çabaları özellikle yararlı oldu. Çünkü 6. yüzyılda Doğu Roma kentlerinin çoğunda, imparatorluk görevlilerinin çoğu yavaş yavaş yerlerini piskoposlara bırakıyordu.

Piskoposlar vergi topluyor, adalet dağıtıyor, hayır işleri yapıyor, ticareti düzenliyor, barbarlarla görüşmelerde bulunuyor, hatta asker topluyordu. 7. yüzyıl başlarından sonra tipik bir Bizans kenti dışardan bir kaleye benzerdi; içerden bakıldığında ise kilisenin önderliğinde birleşmiş, ağırlıklı olarak dinsel bir topluluktu.

Iustinianos. manastırlarda yaşayan ya da dünyadan el etek çekmiş din adamlarını da ihmal etmedi. 4. yüzyıl Kilise Babaları’ndan Aziz Büyük Basileios’un yazılan ile 4 ve 5. yüzyıl kilise konsillerinin kararlarındaki düzenlemelerden yararlanarak, manastırlardaki ortak yaşam biçimini en ince ayrıntısına kadar düzenledi. Stoudion Manastırı başkeşişi Aziz Theodoros’un 9. yüzyılcla hazırladığı manastır kuralları bile Iustinianos’un kurduğu düzeni yalnızca geliştirecekti.

İustinianos’un kiliseye yönelik politikasında en az başanlı olduğu alan, Monofizitler ile Khalkedon inancını benimseyenleri uzlaştırma çabasıydı. I. İustinos döneminde Batı ve Doğu kiliselerini barıştırmaya yönelik görüşmeler başarıya ulaşmıştı; İustinianos da ılımlı Monofizitleri kazanmak amacıyla onları aşırı unsurlardan ayırmayı denedi. Ama ılımlı Monofizitlerce kabul edilebilecek bir iman formülü geliştirmeye çalışırken, Khalkedon öğretisi yandaşlannı küstürdü. Aşın Monofizitler görüşlerinde direttiler, İustinianos’un baskı önlemlerine karşı kendi kilise örgütlerini güçlendirdiler. Bunun sonucunda özellikle Mısır ve Suriye’deki kale kentlerin çoğu Monofizit kiliseye bağlandı.

İustinianos’un Hıristiyan yaşam biçimini düzenleme girişimlerinin başarısı, uyrukla- nnın bu düzenlemeyi kabul etmeye zaten hazır olmasının sonucuydu. Gerçi geleneksel Yunan-Roma kültürü direngenliğini ve üretkenliğini korumuş, entelektüel bir elitin kalıcı mirası olmuştu; ama aynı yüzyılda Hıristiyan kültürü de gelişerek gitgide ona rakip duruma geldi. Putperest kültürün kitabiliğine ve varlıklı sınıfların dışına yıkamamasına karşılık, Hıristiyan ayinleri ve müziği herkese ulaşabiliyordu. Biyografi yazını da giderek Hıristiyanlaşacaktı.

Hıristiyan halk kültürünün canlılığı ve yayılma gücü, İsa ve Meryem Ana ile azizlerin soyut ve yalın birer tasviri olan ikonların yüceltilmesinde en belirgin biçimde kendini gösterdi. İkonları yüceltme, bir bakıma, On Emir’den İkincisinin dinsel tasvirlere tapınılmasma getirdiği açık yasağın ihlaliydi.

Tasvir düşmanlığı, neredeyse Yahudilik kadar Hıristiyanlığın da ödün vermediği ilkelerden biriydi. Tasvirleri Hıristiyan ibadetinin doğal öğelerinden biri sayma eğiliminin gitgide güçlenmesi, tanrıların betimlenmesine çok eskiden beri alışmış putperestler ile On Emir’den çoktan kopmuş bulunan Helenleşmiş Yahudiler arasında Hıristiyanlığın yayılmasının doğurduğu güçlü gereksinmelerin ürünüydü.

Isa’ nın öğretisini Yeni Platoncu bir mirasla bütünleştiren yeni Hıristiyanların tasvirleri benimsemesi daha da kolaydı. Yeni Platonculuğa göre, görülebilir olan (İsa’nın tasviri) aracılığıyla görülemez olanın (İsa’nın özünün) bilgisine ulaşılabilirdi. Romalılar gene çok eskiden beri imparator tasvirlerini yüceltmeye alışmıştı. İmparator, Tann’nın yeryüzündeki vekili olduğuna, imparatorluk da tanrısal iktidarı temsil ettiğine göre, Hıristiyanlar da İsa’nın ve azizlerinin tasvirlerini aynı ölçüde, hatta daha çok yüceltebilirlerdi.

6. yüzyılın ikinci yarısında hem kişilerin hem de halkın kullanımı için ikonlar ortaya çıktı. îustinianos döneminin sona ermesini izleyen karanlık yıllar boyunca Bizans İmparatorluğumu ayakta tutan yüksek moralin en önemli kaynağı bu ikonlar oldu.

İustinianos’un ardılları: 565-610. 610’da Herakleios’un tahta çıkarak imparatorluğu çöküşten kurtarmasına değin, Bizans imparatorlarının politikasııiı belirleyen temel unsur tutarsızlık ye çelişkiydi. II. İustinos Avarlara ya da İranhlara haraç ödemeyi reddedip daha sonra da yeni vergiler koyarak hâzineyi büyütürken, uzlaşmaz tutumuyla gerçekte imparatorluğu zorlayan tehlikeleri daha da artırıyordu.

Ardıh Tiberius ise vergileri kaldıracak, bir yandan Avarlara istediklerini verirken, öbür yandan Sasanilere karşı askeri harekâta girişecekti. Tiberius’un komutanlarından Mavrikios doğu sınırında başarılı bir savaş yürüttüyse de, verilen ödünler Avarlan durdurmaya yetmedi. Avarlar, 582’de Balkanlar’ daki Sirmium Kalesi’ni ele geçirdiler. Slav- lar da Tuna’nm ötesinde akınlara başladılar ve 50 yıl içinde Makedonya, Trakya ve Yunanistan’a ulaştılar.

582’de tahta çıkan Mavrikios, 20 yıllık hükümdarlığı süresince İran’a karşı askeri başarılarını sürdürdü, Batı’da Bizans yönetimini yeniden düzenledi, Balkan seferleri sırasında tasarruf önlemleri uyguladı. Sasani tahtının meşru vârisi II. Hüsrev, tahta çıkmasını engellemeye çalışan asilere karşı 591’de Mavrikios’tan yardım istedi. Bu desteğe karşılık olarak da sınır kentlerini Bizans’a terk etti, Doğu Anadolu üzerindeki toprak taleplerinden vazgeçti. Bu arada İspanya’da Vizigotlar ayaklanmış, Lombardlar da 568’de İtalya’yı işgal ederek Bizans gücünü Ravenna ve Venedik ile güneyde Calabria ve Sicilya’ya sıkıştırmıştı.

Mavrikios, görece güvenlikte bulunan Kuzey Afrika eyaleti ile İtalya’nın elde kalan bölgelerinde bir tür askeri yönetim biçimi geliştirdi. Askeri ve sivil yetkilerin ayrılığını öngören eski ilkeyi terk ederek, iki tür yetkiyi de sırasıyla biri Kartaca’da, öbürü Ravenna’da bulunan iki eksarkhos'ta (askeri genel vali) topladı. Eksarkhos'ların alt birimi olan dullukları oluşturan karakollar, profesyonel askerlerden değil silahlandırılmış yerel toprak sahiplerinden meydana geliyordu. Bu sistem genellikle iyi işledi; Magriplilerden gelen tehdite karşın Kuzey Afrika da genellikle sakindi. Ama Mavrikios’un Balkanlar’daki hataları kendisinin ve hanedanının sonunu hazırladı.

Mavrikios, 7. ve 8. yüzyıllardaki ardıllarının tersine, ordularının başında bulunmak yerine zamanının çoğunu Konstantinopolis’te geçirdi. 588’de asker ücretlerini düşürdü. 602’de kışlaların Tuna’nm ötesinde, düşman topraklarında kurulmasını emretmesi, ırmağın güneyindeki eyaletlerin tarımsal ve mali bakımdan hiç de iyi durumda olmadığını gösteriyordu. Bu buyruk bardağı taşıran son damla oldu. Ayaklanan askerler, Phokas adlı genç bir subayın önderliğinde Konstantinopolis’e yürüdüler. Mavrikios’a karşı birleşen Maviler ve Yeşiller öteki isyancılarla birükte önce imparatorun beş oğlunu, sonra da kendisini öldürdüler.

Phokas dönemi ise tam bir yıkım getirdi. İntikam seferine girişen Sasani ordusu Anadolu’nun ortalarına kadar ilerledi. Barbarlara ödenen haraçlar, onları Tuna’nm kuzeyinde tutmaya gene yetmedi. 602’de çöken Tuna sının ancak yüzyıllarca süren savaşlardan sonra eski durumuna getirilebilecekti. İktidan zora dayanan Phokas, sürekli isyan ve ayaklanmalarla boğuşmak zorunda kaldı.

Sonunda Afrika eksarkhos'unun oğlu Herakleios, “bakireleri baştan çıkartıcı” olarak nitelenen Phokas’a karşı bir Meryem Ana ikonunun koruyuculuğu altında, imparatorluğun batı ucundan Konstantinopolis’e doğru yelken açtı. 610’da başkente vardığında bir kurtarıcı olarak karşılandı. Yeşiller’in gönüllü desteğiyle Phokas’ı kolaylıkla yendi, hem Phokas’ın hem de onun yüksek sivil ve askeri kademelere yerleştirdiği görevlilerin başını vurdurdu.

Kaynak: Ana Britannica
Son düzenleyen Baturalp; 29 Aralık 2016 22:25