Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Aralık 2006       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

7. Yüzyıl: Herakleios Hanedanı ve İslamın Yükselişi


Herakleios ve thema sisteminin kökeni.

Herakleios’a yönelik en büyük tehdit, Avarlar ile Sasanilerden geliyordu. Avarlar, Konstantinopoiis’i koruyan surların dışındaki bir toplantı sırasında, 617’de imparatoru bile bir süre tutsak ettiler. Sasaniler Anadolu’ya girmiş, sonra güneye dönerek Kudüs ve İskenderiye’yi de ele geçirmişlerdi. Ahameniş (Pers) imparatorluğumun görkemli günleri neredeyse geri geliyordu.
Ad:  Bizans_İmparatorluğu5.JPG
Gösterim: 2864
Boyut:  74.8 KB
Herakleios’un bu bozgunu zafere dönüştürmekte dayandığı üç güç kaynağı vardı. Birincisi, Kuzey Afrika ve Ravenna eksarklas’luklarının sunduğu askeri yönetim modeliydi. İmparator, Anadolu’daki Bizans topraklarına da benzer bir model uyguladı. Kendisine bağlı strategos'lan (komutan) thema adı verilen birlikleriyle ele geçirdikleri topraklarda hem sivil, hem askeri yetkilerle donattı.

İkincisi, imparatorluk hâzinesi, Phokas’ın terör döneminde ya da daha sonra idam edilen soyluların malikânelerine el koymuştu. Dolayısıyla Herakleios, hâzinede para olmamasına karşın, at ve silah gereksinimleri nakitle karşılanamayan atlı askerleri toprak bağışlayarak ayakta tutabilirdi. Bu varsayımlar doğruysa, büyük olasılıkla daha 622 öncesinde Anadolu’da Opsikion, Armeniakon ve Anatolikon gibi thema'lar vardı. Bu topraklar thema'lann adlarıyla anılıyordu. Böylece thema terimi, zamanla bir silahlı birliği belirtmekten çıkarak strate- gos’larm yönetimindeki Bizans yerel yönetim birimini tanımlamaya başladı. Herakleios 622’de İranlılara karşı yedi yıl sürecek bir savaşa giriştiğinde, üçüncü güç kaynağı olan dine dayanıyordu. Artık kutsal bir nitelik kazanan savaş, kilisenin devlet emrine verdiği kaynaklarla besleniyordu. Askerler Tanrı’dan destek umuyor, savaş alanında en önde ilerleyen bir İsa tasvirinden güç alıyordu.

Herakleios, Kafkasların kuzeyinden gelen Hazar Türklerinin, Bizans diplomasisi için uzun süre önem taşıyacak desteğinden de yararlanarak Sasani ordusunu 627’de Ninive’de yendi. 628’de Dastagerd’in ele geçirilmesinden sonra Hüsrev tahttan indirilerek öldürüldü. Bu savaşı kazanan, artık ilkçağın Roma’sı değil, ortaçağın Bizans’ıydı. Savaşlara güç katan ilahiler de Yunanca okunuyordu. Çünkü halk kültürü artık Latin değil, Yunan (Rum) ağırlıklıydı. Herakleios, karmaşık Latince imparatorluk unvanlarını kaldırarak halkın benimsediği Yunanca basileus unvanını aldı. Böylece basileus Bizans hükümdarlarının resmî unvanı oldu.

Herakleios'un ardılları.

Ad:  Bizansİmparatorluğu.JPG
Gösterim: 1950
Boyut:  50.5 KB

Herakleios’un Sasanilere savaş açtığı yıl, Hz. Muhammed Mekke’den Medine’ye göç etmişti. Hz. Muhammed’in ölümünden (632) sonra halifelerin sürdürdüğü fetih hareketinin çarpıcı sonuçları oldu. 632’de Bizans ordusu Yermuk Irmağında yenildi, böylece Filistin ve Suriye Arap denetimine açıldı. İskenderiye 642’de teslim olunca, Mısır eyaleti bir daha dönmemek üzere Bizans dünyasından ayrıldı. Bu arada Mezopotamya içlerinde de ilerleyen Araplar Ktesiphon krallık kentini ele geçirdiler, ardından Sasani kralının yönetimindeki bir orduyu bozguna uğrattılar.

Böylece İran’da İslam dönemi başlıyordu. Arapların büyük bir kolaylıkla ilerlemesi, Bizans ve İran’ın o dönemdeki başlıca üç özelliğinden kaynaklanıyordu: Savaşlardan soluğu kesilmiş olan her iki devlet de 632’den önce seferberliğe son vermişti; iki devlet de kendilerine bağımh olan ve Bedevileri durduran sınır devletlerini artık desteklemez olmuştu; özellikle Bizans’ta dinsel uyuşmazlıklar, Suriyelilerin ve Mısırlıların Konstantinopolis’e bağlılığını zayıflatmıştı. Herakleios iki eyaletteki Monofizit dalgayı yatıştırmak amacıyla Monotelit (thelema “istek, irade”) öğretiyi ortaya attı: İsa’nın iki ayn doğası olmakla birlikte, tek bir iradesi vardı. Bu uzlaştırma çabası ne Doğu’da ne de Batı’da başarılı olabildi.

Müslümanlar, örneğin İskenderiye’deki Hıristiyan cemaatine dinsel özgürlük tanıyınca, İskenderiyeliler de sürgündeki Monofizit patriklerini hemen geri çağırdılar. Yaşlanan Herakleios, Arap ilerlemesiyle başa çıkacak güçte değildi. Bu görev, Herakleios Konstantinos, II. Konstans, IV. Konstantinos ve II. İustinianos gibi ardıllarına düşecekti. Gerçekte büyük taht kavgalarıyla geçen bu dönemde, erkek kardeşlerin birlikte hüküm sürmesi durumunda büyük olanın ötekinden üstün olması ilkesi giderek yerleşti. Maviler ile Yeşiller arasındaki çelaşme 7. yüzyıl boyunca imparatorluk düzenini sarsacak boyutlara ulaşmadı ama, II. İustinianos 695’te gene bir ayaklanma sonucunda tahttan indirildi ve burnu kesildi. Bulgarların desteğiyle 705’te tahtı yeniden ele geçiren İustinianos korkunç bir intikam harekâtına girişti, 711’de ikinci kez tahttan indirildi. 711-717 arasında tahta çıkan üç imparatorun döneminde imparatorluk ciddi bir sarsıntı geçirdi. 717’de Anatolikon thema'sının strategos'u III. Leon tahta çıkarak ikinci bir Herakleios olacaktı.

614-717 dönemindeki askeri gelişmeleri belirleyen üç etmen şunlardı: Arapların deniz gücünün artması; o dönemin kaynaklarında Bulgarlar olarak anılan Onogur Hunlarının Balkanlarda yeni bir tehlike yaratması; Kartaca ve Ravenna eksarkhoslıklarında Bizans yönetiminin sürekli gerilemesine karşın, imparatorların batıdaki topraklara yönelik ilgisinin sürmesi. Araplar, Konstantinopolis’e ulaşan deniz yolları üzerindeki denetimlerini artırarak Anadolu’yu hedef alan ilk saldırılarını bu dönemde başlattılar, 674-678 arasında Konstantino- polis’i dört yıl kuşatma altında tuttular. Ama sonunda 30 yıllık bir ateşkes antlaşması imzalayarak Bizans’a para, asker ve at türünden haraç ödemeyi kabul ettiler.

II. İustinianos’un ikinci kez tahttan indirilmesi üzerine denizden ve karadan yeniden saldırıya giriştiler, 717’de Konstantinöpolis’i bir kez daha kuşattılar. Bu arada Balkanlar’da Bulgarlar, Avarla- nn 626’dan önceki işlevini üstlenmişti. 7. yüzyılın ikinci yarısında Hazar Türklerince Tuna Deltası boyunca güneye itilen Bulgarlar ile Bizans arasında 681, 705 ve 716’da imzalanan antlaşmalar sonucunda, Trakya ovalarına kadar Tuna’nın güneyi bağımsız Bulgar Krallığı durumuna geldi. Bizans böylece Kuzey ve Orta Balkanlar’m denetiminden yoksun kalıyordu. Buna karşılık 658’de II. Konstans’ın, 688’de de II. Iustinianos’un Makedonya’da giriştiği seferlerden daha kolay sonuç alındı. 687’de Trakya, 695’te Hellas themalan oluşturuldu. Bizans, Yunanistan’ın kıyı şeridi ile Slavların sızdığı bazı bölgelerinde egemen olmaya başlamıştı.

Batı’daki durum o kadar iç açıcı değildi. Monotelit öğretinin, Kuzey Afrika ve İtalya kiliselerinde tepki uyandırması, 646’da Kartaca, 652’de Ravenna eksarkhos’larına ayaklanma cesaretini verdi. Yüzyılın sonunda Afrika’nın çoğunu ele geçirmiş olan Müslümanlar 711’de son Bizans karakolu olan Septem’i de aldılar. Sicilya ve İtalya’ daki birkaç bölge henüz güvenlikteydi. Lombardlara karşı bir sefer düzenleyen Konstans, başkenti Sicilya’ya taşımayı düşünecek kadar Batı’da serüven arayan son imparator oldu.

Askeri durumun kötüleşmesine karşın bu dönemde thema sistemi kökleşmiş, askerlik görevi soydan geçen bir yükümlülük haline gelmişti. Özellikle 7. yüzyılda, boş toprakları işletebilmek ve thema sistemi içinde asker sağlayabilmek amacıyla tehcir politikası uygulandı. Savaş tutsakları ve köleler de azat edilerek aynı koşullarda toprağa yerleştiriliyordu. Sonraki yüzyıllarda da imparatorlar bu uygulamayı sürdürerek Bizans toplumu- nun büyük darboğazlarından biri olan nüfus azalmasının etkilerini gidermeye çalıştılar. Daha 800’lere gelmeden tarımda genişlemenin açık belirtileri vardı; Anadolu’da zaten hiç sönmemiş olan kentsel örgütlenme 800’lerle birlikte canlanmaya, Balkanlar’da da genişlemeye başladı.

7. yüzyıl tarihli Çiftçi Yasası’ndan anlaşıldığına göre, Bizans toplumunun teknolojik temeli çağdaş Batı Avrupa’dan çok daha ileriydi. Demirden aletler kullanılıyor, su değirmenlerinden yararlanılıyor, protein bakımından zengin baklagiller yetiştiriliyordu. Batı Avrupa 10. yüzyıla değin bu aşamaya ulaşamayacaktı. Mısır, Kuzey Afrika ve Sicilya gibi buğday ambarlarının yitirilmesi, tarım üzerinde özendirici bir etkide bile bulunmuştu. İstilalar, ayrıca büyük malikânelerin parçalanmalarına yol açmış, küçük köylü işletmesi bu dönemin “olağan” kırsal örgütlenme biçimi durumuna gelmişti. Ortaklaşa köy örgütlenmesinin, köy topluluğu ve bazı ortaklaşa tarımsal etkinlikler biçiminde sürmesine karşın, vergi sicillerinde kayıtlı olan köylüleri toprağa bağlamak amacıyla devlet çok az çaba harcamıştı. Kölecilik hâlâ sürüyordu ama Geç Roma İmparatorluğu döneminin kolon düzeni tarihe karışmıştı. 7 ve 8. yüzyıllar boyunca tarımdaki ilişkilerin belirleyici özelliği, işgücünün özgürlüğünün ve akışkanlığının artmasıydı.

Toptan ve perakende ticarette de aynı durum geçerliydi. Mısır ve Kuzey Afrika’ nın yitirilmesinden sonra, komutanlık yetkisi soydan geçen kaptanların yönetimindeki tahıl filolarının yerini alan bağımsız tüccarlar gitgide ağırlık kazandı. Bunun üzerine, ticaret etkinliklerini düzenlemek amacıyla Rodos Deniz Yasası hazırlandı. Özetle, sürekli savaşlara karşın Bizans, Batı Roma’nın son dönemlerine göre çok daha sağlıklıydı. Altıncı Genel Konsil’in (680- 681) Monotelitliği mahkûm etmesi, devletin sürekliliğini sağlayan bir başka güvence oldu. Mısır ve Suriye’nin İslam egemenliğine geçmesinden sonra, Doğu’ya özgü Monofizitliğe ödün verme gereği kalmamıştı.

İkonoklast Haraket.


İkonları yüceltme eğilimi Bizans topraklarında özellikle 7. yüzyılda yaygınlaşmıştı. İustinianos’un çağrısı üzerine 692’de toplanan Trullo (Quinisext) Konsili, İsa’nın kuzu simgesiyle değil, insan biçiminde betimlenmesini kararlaştırdı. İustinianos, sikkelerde ilk kez İsa tasviri kullandı, kendisini de “Tanrı’nın kölesi” olarak adlandırdı. İkonları yüceltme öğretisine yönelik ilk tepkiler 8. yüzyıl başlarında kendini gösterdi. Ama ikonoklast (eikonoklastes: “tasvir kinci”) hareket ancak III. Leon’un 730’da çıkardığı kararnamelerle devlet politikası durumuna geldi, Leon’unoğlu V. Konstantinos döneminde daha da şiddetlenerek ikon yanhsı akımın önde gelen savunucuları olan manastır üyelerine yönelik ağır bir baskı uygulaması biçimini aldı. Buna karşılık, 787’deki Nikaia (İznik) Konsili, İmparatoriçe Eirene’nin yönlendirmesiyle, ikonları yüceltme öğretisine yeniden saygınlık kazandırdı. Ama V. Leon, askeri durumun kötüleşmesi üzerine Bizans’ın en başarılı komutanlarından biri olan V. Konstantinos’la özdeşleşmiş ikonoklast hareketi 815’te canlandırmak zorunda kalacaktı. İkonlar, Ortodoks öğretisindeki kalıcı yerini ancak 843’te kazanabilecekti.

III. Leon ve V. Konstantinos.


III. Leon’un tahta çıkmasıyla Bizans’ın kaderi belirgin biçimde değişmişti. Bulgarların yardımıyla 718’de Arap saldırısını püskürten, sonraki 20 yıl boyunca da savaşların kesildiği dönemleri iyi değerlendiren Leon, Anadolu’ daki thema’lan yeniden örgütleyip sağlamlaştırmaya yöneldi. Geleneksel müttefiki Hazar Türklerinin desteğiyle 740’ta Akroinon’da Araplara karşı büyük bir zafer kazandı. Ardılı Konstantinos ise ancak kayınbiraderi Artavasdos’un Opsikion ve Armeniakon thema’lannda başlattığı isyanı bastırarak tahta çıkabildi. Sonraki birkaç yıl boyunca, Abbasiler ile Emeviler arasındaki çatışma Konstantinos’un işine yaradı. Kuzey Suriye’de önemli zaferler kazanan imparator, buradan Trakya’ya taşıdığı tutsaklarla 756-775 arasında Bulgarlara karşı en az dokuz sefer düzenledi. Böylece kuzeydeki düşmanı kalıcı biçimde zayıf düşürdü. Konstantinopolis halkı, sonraki yüzyıllarda Konstantinos’un mezarını kenti düşmana karşı koruyan bir türbe olarak görecekti.

Konstantinos’un ardılları.


Konstantinos’un oğlu IV. Leon’un ölümü üzerine 10 yaşındaki vârisi VI. Konstantinos tahta çıktı. Oğlunun naibeliğini üstlenen İmparatoriçe Eirene, 797’de Konstantinos’u tahttan indirerek gözüne mil çektirdikten sonra tek başına hüküm sürmeye başladı. Eirene’nin ikon yanlısı öğretiyi destekleyen politikası, büyük savaşçı V. Konstantinos’un anısına hâlâ bağlı olan thema askerlerinin çoğunun tepkisini çekiyordu. Eirene, ikon yanlısı manastır keşişleri ile Konstantinopolis halkından destek bulabilmek için bu grupların vergi yükümlülüklerini düşürdü. Ayrıca Konstantinopolis limanı dışında Abydos ve Hieros’ta alınan gümrük vergilerini de azalttı. Hâzinenin bu yüzden uğradığı kayıpların etkisi, 781’de Arapların, 792’de de Bulgarların kazandığı zaferlerden sonra daha da ağırlaştı. Saraydaki yüksek görevlilerin ayaklanması sonucunda Eirene 802’de tahttan indirildi ve Lesbos’a (Midilli) sürüldü. Böylece Isauria hanedanı sona ermiş oldu.

Bulgar tehdidi, sonraki üç imparatordan hiçbirinin hanedan kurmasına olanak vermedi. Eirene’nin yerine geçen usta maliye nazın I. Nikephoros, imparatoriçenin kaldırdığı vergileri yeniden koydu, mali yönetimde bazı reformlar gerçekleştirdi. Ayrıca Trakya thema’sına Anadolu’dan göçmen yerleştirdi. Ama yeni ve güçlü Bulgar hanı Krum’a karşı bizzat komuta ettiği savaş Nikephoros’un ölümüyle ve bozgunla sonuçlandı. Ardılı I. Mikhail, Adrianopolis’ te Krum’la karşılaştığında Bizans ordusu iç çatışmalar yüzünden bölünmüş durumdaydı. Mikhail de uğradığı bozgunun bedelini tahtıyla ödedi. Mikhail’in Bizans imparatorları arasında ilk kez soyadı kullanması, vergi ve asker gereksinmesi nedeniyle devletin giderek bağımlı duruma geldiği toprak sahibi büyük ailelerin yükselişinin bir göstergesiydi.

Daha Mikhail’in ardılı V. Leon tahttan indirilip öldürülmeden önce, Bizans’ın Balkanlardaki durumu düzelmeye başlamıştı. Krum 814’te Konstantinopolis’e saldırmaya hazırlanırken aniden ölmüş, oğlu Omurtag da Bulgar devletinin Batı sınırını Frank baskısına karşı koruyabilmek için Bizahs’la bir barış antlaşması yapmıştı. Halife Harun Reşid’in ölümüyle İslam dünyasında bir iç savaş başlamış, doğu cephesindeki çatışmalar da durmuştu. Leon’un, bu olanaktan yararlanarak Bulgarların yıktığı Trakya kentlerini yeniden inşa etmesi, ayrıca Makedonya, Thessalonike, Dyrrhachium, Dalmaçya ve Strymon thema’larının kurulması Bizans’ın Balkan Yarımadasının kıyı şeridine adım adım yerleştiğini gösteriyordu.

Yeni imparator II. Mikhail, Amorionlular hanedanının kurucusu oldu. Ama Mikhail’ in eski silah arkadaşı Slav asıllı Thomas’ın, ikon yanlısı Kafkas halklarının başına geçerek Omurtag’ın da yardımıyla Konstantinopolis’e saldırması, Bizans toplumundaki rahatsızlıkların, etnik çatışmaların ve ikonoklast hareketin yol açtığı sürekli gerginliğin derinliğini gösteriyordu. Mikhail’in oğlu Theophilos’un 838’de bir Müslüman ordusuna yenik düşüp ardından da Amorion kalesini kaptırması bu zayıflığın sonucuydu. Akdeniz’deki Bizans gücünün zayıflaması, Arapların 826’da Girit’i ele geçirerek saldırılarını Sicilya’ya yöneltmesi gene aynı etmenlere bağlıydı.

İkonoklazm bunalımı.


İkonoklastlar ve ikon yanlıları bir tek noktada anlaşıyordu: Hıristiyan toplumu, kutsal tasvirler konusunda doğru bir tutum benimsemeksizin başarıya ulaşamazdı. İki taraf da kilisenin ilk dönemine ait metinlerde kendi görüşlerini destekleyen kanıtlar bulabiliyordu. İkon yanlısı görüşün en yetenekli savunucusu, 8. yüzyılda yaşamış ilahiyatçı Damas- koslu Aziz İoannes’ti. Yeni Platoncu öğretiye dayanan İoannes’e göre tasvir bir simgeden ibaretti. Tanrı, İsa’nın kişiliğinde insan bedenine büründüğüne göre ikonlara karşı çıkılamazdı.

Bazı tarihçiler, On Emir’den İkincisinin putperestliğe getirdiği kesin yasağa ağırlık yeren ikonoklast imparator III. Leon’un, İslamdan da etkilenmiş olabileceğim öne sürer. Ama gerek bu varsayım, gerek ikonoklast akımın özellikle imparatorluğun doğu thema’lannda yaygın olduğu görüşü tartışmalıdır. Bununla birlikte Monofizitliğin, V. Konstantinos’u ve çatışmanın 8. yüzyılın ikinci yarısı boyunca izlediği doğrultuyu etkilediği kuşkusuzdur. İsa’nın tanrısal doğasının tekliğine inanan Monofizitlere göre ikonları yüceltmek küfürle eşdeğerdir. İkonoklast öğretiyi güçlendiren bir başka etmen, bu öğreti ile imparatorun Tann’nın yeryüzündeki vekili olduğu görüşü arasındaki yakın ilişkidir. £ ve 7. yüzyıllarda hüküm süren ikon yanlısı imparatorlar, Tann’mn birer “kulu” olduklarını vurgularken, örneğin V. Konstantinos ikonların yerine imparator portrelerini ve kendi zaferlerinin tasvirlerini geçirmeye çalışmıştır.

V. Konstantinos döneminde ikonlara karşı mücadele, ikonların başlıca savunucusu olan manastır topluluklarına karşı mücadele biçimini aldı. Ortodoks din adamları üzerindeki baskılar, kilisenin pek çok hizbe bölünmesiyle sonuçlanacaktı. Uzlaşmaz ikon yanlıları, Stoudion Manastın keşişlerini önder sayıyordu. Patrik İgnatios (847-858; 867-877) ikon yanlılarının sözcüsü olurken, ikonoklast kesimde ise Anastasios ve İoannes Grammatikos gibi patrikler yer aldı. Tarasios, Nikephoros, Methodios ve Photios gibi ortayolcu patrikler ise, ikon savunuculanna yakınlık duymalarına karşın imparatorla uzlaşmaya her zanan hazırdılar.

İkonoklast hareket, Bizans ile Katoük Avrupa arasındaki ilişkileri de sürekli etkiledi. Lombardlann ilerlemesi, İtalya’daki Bizans gücünü Ravenna eksarkhosluğu ile sınırlamış, çoğunlukla Rum ya da Suriye kökenli olan papalar da ortak düşmana karşı kendilerini savunabilmek amacıyla bu bölgeye sığınmıştı. Ama 8. yüzyıl boyunca başlıca iki sorun Roma’yı Konstantinopo- lis’ten uzaklaştıracaktı. Bunlardan birincisi ikonoklast hareket, İkincisi ise Illyricum ile İtalya’nın güneyindeki Calabria’da dinsel yetkilerin kime ait olacağıydı.

Papa II. Gregorius, III. Leon’un ikonoklast öğretisini benimsemeye yanaşmamış, ardılı Papa III. Gregorius da bu öğretiyi bir konsilde açıkça mahkûm etmişti. 751’de Ravenna’ nın Lombardlann eline geçmesi ve eksarklosluğun yıkılması üzerine, papalık bir başka koruyucu aramaya başladı. Yeni koruyucu, Frank tahtını Merovenj hanedanının elinden alan III. Pepin’di. Papa Stephanus 754’te Pepin’i Frank kralı olarak kutsadı, kral da Lombardlara karşı papayı savunmak amacıyla İtalya’ya girdi. 787’de Bizans’ta ikonoklast öğretinin reddedilmesi bile, Ortodoks Bizans ile Katolik Avrupa arasındaki farklılıklann giderilmesine yetmedi. Pepin’in oğlu ve ardıh Charlemagne’ın danışmanları, bu kez de ikonlan yücelten öğretiye aynı kararlılıkla karşı çıktılar. Charlemagne 800 yılının Noel günü Papa III. Leo’nun elinden Roma imparatoru olarak taç giydi. Artık bir barbar kralı sayılmayan Charlemagne, dönemin simgeciliği içinde yeni bir Constantinus olarak görülmeye başlamıştı. Bizans yönetimi bunu kabul edemezdi. Çünkü tek bir Tanrı, tek bir iman ve tek bir hakikat varsa, ancak tek bir imparatorluk ve tek bir imparator olabilirdi. Bu tek imparatorun da Konstan tinopolis’te hüküm sürmesi gerekiyordu.

Roma ile Konstantinopolis arasında daha sonra ortaya çıkan tartışmalar genellikle kilise kurallarında odaklaşmış gibi gözükse de temelde çok daha önemli iki sorun vardı. Birincisi, kuramsal açıdan ancak tek bir imparatorluk olabilirdi ama gerçekte iki imparatorluk hüküm sürüyordu. İkincisi, Roma ile Konstantinopolis arasındaki Orta Avrupa ile Balkanlar’da yaşayan Slavlar ve Bulgarlar, hangi tarafın yetki alanı içinde Hıristiyanlaştınlacaktı?
İkonoklast akımın kesin tasfiyesi, III. Mikhail döneminde 843’te gerçekleşti. Naiplik yetkisini 856’da İmparatoriçe Theodora’nın elinden alan, Mikhail’in dayısı Bardas’ın 858’de Konstantinopolis patrikliğine atadığı Photios, 9. yüzyıl ortalarında Slavlar, Bulgarlar ve Ruslara yönelik misyoner etkinliklerinde de büyük rol oynadı. Anadolu sınırlarında kazanılan askeri zaferlerde de bir canlanma görülüyordu.

Sicilya’da ve Akdeniz’in bütününde Bizans orduları daha az başarılıydı. Ama Photios’ un diplomatik becerisi sayesinde, Konstantinopolis patrikliği Roma karşısındaki konumunu korudu. Papa I. Nicolaus’un Photios’ un patrikliğe atanmasını kilise yasalarına aykırı bulması üzerine Photios, Nicolaus’un temsilcilerini İstanbul’da konuyu incelemek üzere bir konsil toplanmasına ikna etti. Nicolaus, adamlarının rüşvet aldığını öne sürerek Photios’u aforoz edince, 867’de Konstantinopolis’te toplanan bir konsil de Nicolaus’u aforoz etti. İki taraf arasındaki çatışmanın temelinde gene Bulgarların hangi kilisenin yetki alanına girdiği sorunu yatıyordu. Akdeniz’in batısında ve doğusunda yüzyıllardır gitgide farklılaşan iki zihniyet ve kurumsal yapı artık iyice belirginleşmişti. Photios bölünmesi (skhisma) sırasında Batı’da aforoz yetkisini papa, yani en yüksek ruhani önder kullanırken, Doğu’ da 867 konsiline III. Mikhail, yani Tanrı’nın yeryüzündeki vekili başkanlık ediyordu.

Makedonya Hanedanı Dönemi: 867- 1025.


Mikhail, bu zaferden kısa süre sonra en yakın adamı Basileios tarafından öldürüldü. Basileios’un kurduğu Makedonya hanedanı döneminde, en azından 1025’te II. Basileios’un ölümüne değin, Bizans İmparatorluğu altın çağını yaşayacaktı. Bu dönemde Bizans orduları doğuda Araplara karşı yeniden üstünlüğü ele geçirdi; BizanslI misyonerler Slavları Hıristiyanlaştırarak Bizans nüfuzunu Balkanlar’a ve Rusya’ya yaydı; imparatorların çoğunun kaba birer asker olmasına karşın Bizans edebiyatında bir diriliş yaşandı; hukuk ile yönetim alanlarında da önemli gelişmeler sağlandı. Ama aynı dönemde bazı gerileme belirtileri de ortaya çıktı: Kaynaklar olağanüstü bir hızla israf edildi; Batı’dan kopuş gitgide daha da belirginleşti; Anadolu’da yaşanan toplumsal bir devrim imparatorluğun ekonomik ve askeri gücünü temelinden sarsmak üzereydi.

Askeri canlanma. III. Mikhail’in komutanlarından Petronas’ın 856’da Araplara karşı kazandığı zaferle, Bizans’ın kara ve deniz gücü Doğu’da yeniden kanıtlanmıştı. Bizans’ın Araplara karşı uzun süre bir var oluş kavgası biçiminde sürdürdüğü mücadele, giderek bir saldırıya dönüşecek ve en parlak dönemine 10. yüzyılda ulaşacaktı.

Bizans ile Abbasi Devleti arasındaki sınırın en zayıf noktası Toroslar’daydı. Kuvvetlerini bu noktaya yönelten I. Basileios Kıbrıs’ı bir süre ele geçirdi, Paulusçulara karşı da bir sefer düzenledi. Ama Bizans ile İslam arasındaki çatışma, Batı’da olduğu kadar Doğu’da, karada olduğu kadar denizde, imparatorluğun bütününü ilgilendiriyordu. 902’de Sicilya’nın fethini tamamlayan Arapları, Güney İtalya eyaletinin uzağında tutabilmek isteyen Basileios Batı imparatoru II. Louis’yle bile işbirliğini denedi. Arap korsanlar 904’te Thessalonike’yi yağmaladılar, çok sayıda ganimet ve tutsakla geri döndüler. Basileios’un ardılı VI. Leon 911’de Girit’e bir donanma gönderdi, ama Bizans donanmasını püskürten Müslüman- lar 912’de Khios’ta (Sakız) Leon’un gemilerini bozguna uğrattılar.

I. Romanos Lekapenos döneminde, Ermeni kökenli komutan İoannes Kurkuas Do- ğu’daki Bizans saldırısını başarıyla sürdürdü. Kurkuas 934’te Melitene’yi (Malatya) 943’te de Edessa’yı alarak Fırat boyunca Abbasi topraklarında ilerledi. Batı orduları komutanı (domestikos) Nikephoros Phokas 961’de Girit’i yeniden ele geçirerek 150 yıldır Ege’yi kasıp kavuran Arap donanmasını yok etti. Böylece Bizans’ın deniz üstünlüğü Doğu Akdeniz’de yeniden kuruluyordu. Nikephoros’un stratejisi 962’de bütün doğu sınırı boyunca umulmadık başarılar sağladı, Halep’in alınmasıyla doruğa ulaştı. Nikephoros Mart 963’te imparator ilan edilince, gene bir Ermeni komutanı olan İoannes Tzimiskes’i Doğu domestikos' u olarak atadı.

Nikephoros ile İoannes Tzimiskes’in haçlı tutkuları, kısa sürede Suriye ile Kutsal Topraklar’ı yeniden fethetmeye yöneldi. 7. yüzyılda Müslümanlara kaptırılan topraklar böylece yeniden elde edildi. Kudüs’e hiçbir zaman ulaşılamadı ama bir patrikhane merkezi olan Antiokheia 969’da geri alındı. Ele geçirilen topraklar, devlete süvari sağlayan askeri işletmeler biçiminde bölüştürüldü. Ama bu zaferler Batı eyaletlerinin zayıflaması pahasına elde ediliyordu. Nitekim Sicilya’yı geri alma girişimi 965’te başarısızlıkla sonuçlandı.

969’da tahtı zorla ele geçiren İoannes Tzimiskes’in seferleri, Suriye üzerinde gözü olan Mısır’daki yeni Fatımi halifesi ile Musul emirine karşı yöneldi. 975’te Suriye ile Filistin’in neredeyse tümü ile Fırat’ın iyice doğusuna kadar Mezopotamya’nın büyük bölümü Bizans denetimine girmişti. Bir yandan Abbasi başkenti Bağdat’ın, öte yandan da Kudüs ve Mısır’ın yolu İoannes’e açılmıştı. Ama İoannes’in 976’da ölmesi üzerine tahta çıkan Makedonya hanedanının meşru vârisi II. Basileios, güçlerini büyük ölçüde Avrupa’da Bulgarlara karşı yöneltti. Basileios, gene de Doğu’da toprak kazanma düşüncesinden vazgeçmedi. Gürcistan (İberia) Krallığı bir antlaşma ile imparatorluğa bağlandı; Doğu Anadolu’ nun bir bölümü ilhak edildi; Suriye’deki Fatımilere karşı iki cezalandırma seferine Basileios bizzat komuta etti.

Slavlar ve Bulgarlarla ilişkiler. Doğu’daki eski imparatorluk topraklarıda doğuda ancak savaşla geri alınabilirdi, ama Balkanlar’da ve Yunanistan’da Hıristiyanlaştırma gibi diplomatik bir araçtan da yararlanılabilirdi. Patrik Photios’un başlattığı Slavları Hıristiyanlaştırma hareketi, Thessalonikeli iki keşiş Kyrillos ve Methodios tarafından sürdürüldü. Slav dilleri için bir alfabe geliştirilmesi, Kitabı Mukaddes’in ve Rum ayinlerinin bu dillere çevrilmesini olanaklı kıldı. Bu arada Sırbistan ve Bulgaristan’da Latin misyonerleri ile Bizanslı keşişler arasındaki çatışmalar, Roma ile Konstantinopolis’in ilişkilerini daha da kötüleştirecekti.

Konstantinopolis ile gelişen ticaret ilişkileri, Slavlar ve Bulgarlar arasında Bizans’ın zenginliklerinden daha büyük pay alma dürtüsünü körüklemişti. 893’te Bulgar tahtına çıkan Simeon, Bizans karşısında Arap- lardan bile daha tehlikeli bir düşman olduğunu kanıtladı. Simeon’un Bizans tahtını ele geçirme çabaları 15 yıl süreyle Bizans tarihine yön verecekti. Simeon 913’te ordusuyla birlikte Konstantinopolis surlarının önüne kadar geldi. Patrik Nikolaos Mysti- kos, Simeon’u bir süre için yatıştırdı; ama Bulgarların gücünü kıran ve Simeon’u caydıran I. Romanos oldu.

Kiev’den yola çıkarak Dinyeper üzerinden Karadeniz’e ulaşan savaş gemileri Konstan- tinopolis’e ilk kez 860’ta saldırdı. Saldırının püskürtülmesinden hemen sonra Rusya’ya Bizans misyonerleri gönderildi; 911’de Ruslara Konstantinopolis’te ticaret ayrıcalıkları tanındı; 941 ve 944’te Prens Igor’un önderliğinde düzenlenen iki Rus saldırısı da püskürtüldü. Ama I. Romanos, Rusya’nın düşmanlığına son vermek amacıyla diplomatik ve ticari yolları değerlendirdi. İgor’un dul eşi Olga 957’de vaftiz edildi, VII. Konstantinos döneminde de Konstanti- nopolis’i resmen ziyaret etti. Bizans misyonerleri, Olga’nın desteğiyle daha büyük bir güvenlik içinde çalışarak Rusya’da Hıristiyanlığı ve Bizans kültürünü yaydılar. Rusya üzerindeki Bizans etkisi, II. Basileios’un Bizans tahtını ele geçirmesine yardımcı olan Kiev prensi Vladimir’in, bu yardımı karşılığında Basileios’un kız kardeşiyle evlenerek 989’da Hıristiyan olmasıyla doruğa ulaştı. Ardından Rus halkı kitle halinde Hıristiyanlığı kabul etti ve Konstantinopolis patriğine bağlı resmî bir Rus Kilisesi kuruldu.

Bulgar ayaklanması.


871’de Bizans’ın vasallığım kabul eden Bulgarlar bu konumlarından hoşnut değillerdi. Sonunda, Makedonya’daki bir eyalet valisinin dört oğlundan en küçüğü olan Samuel’in önderliğinde ayaklandılar. Başkentini Ohrida’da (Ohri) kuran Samuel, Adriyatik’ten Karadeniz’e, hatta bir süre için Yunanistan’a kadar uzanan bir devlet kurdu. Bulgar sorununun kesin çözümünü, 1018’e değin 20 yıl süreyle acımasız ve sistemli bir askeri harekât yürüten II. Basileioş sağladı. Samuel’e bağlı topraklar Bizans İmparatorluğu’nun parçası oldu ve üç thema’ya bölündü. Bu arada Sırbistan ve Hırvatistan prenslikleri de Bizans’a bağlandı, Adriyatik’teki Dyrrhachium limanı Bizans denetimine girdi. İustinianos döneminden bu yana imparatorluk Avrupa’da ilk kez bu kadar genişliyordu. Ama Bulgaristan’ın ilhakı, Peçenekler, Kumanlar, Ma- carlar gibi daha kuzeydeki kabileler karşısında artık Tuna’nın tek savunma hattı olduğu anlamına geliyordu.

Batı’dan uzaklaşma.


Bizans nüfuzunun Adriyatik’e kadar genişlemesi, Bizans’ın Güney İtalya, hatta eski Batı Roma İmparatorluğu’nun tümü üzerindeki taleplerini yeniden gündeme getirmişti. Gerçi Balkan Yarımadası ile Yunanistan’a Slavların yerleşmesi, Doğu ile Batı arasındaki fiziksel bölünmeyi pekiştirmiş, 7. yüzyıldan sonra bu iki dünya apayrı yollarda ilerlemişti. Ama Bizans egemenliğinin Yunanistan ve Doğu Avrupa’da yeniden kurulması, ayrıca Asya’da Müslümanlara karşı elde edilen kazanımlar, BizanslIların imparatorluğun evrenselliğine olan inancını da güçlendirmişti.

Evlilik yoluyla kurulacak ittifakların, imparatorluğun Doğu ve Batı kesimlerini birleştirerek Sicilya’daki ortak düşman Arap- lara karşı birleşik bir savunma olanağı sağlayabileceği düşünülüyordu. VII. Konstantinos’un oğlu II. Romanos 944’te İtalya tahtı üzerinde hak iddia eden Karolenjlerden Provence dükü Hugues’ün kızlarından biriyle evlendi. VII. Konstantinos, Almanya’daki Sakson kralı I. Otto ile de diplomatik ilişki kurmuştu. Ama Otto 962’de Kutsal Roma Germen imparatoru olarak taç giyince durum bütünüyle değişti. Çünkü bu, Bizans imparatorunun Takipsizliğini hedef alan doğrudan bir meydan okumaydı.

I. İoannes’in 972’de akrabalarından birinin II. Otto’yla evlenmesine razı olmasıyla ilişkiler bir ölçüde yumuşadı. Ama bu evlilik de Batı’nın imparatorluk savının kabulü anlamına gelmiyordu. II. Basileios, III. Otto’nun Bizanslı bir prensesle evlenmesini kabul ettiyse de bu birleşme hiçbir zaman gerçekleşmedi. Ardından Basileios, İtalya’nın Bizans’a bağlı kesiminin yönetimini yeniden düzenledi; 1025’te ölmeden önce de Sicilya’dan Araplara karşı yeni bir seferin hazırlıklarına başlamıştı. Evrensel Roma İmparatorluğu mitosu artık sona ermişti.

Kültür ve yönetim.


İkonlar konusundaki çatışma, Bizans’ın gerek kilise, gerek imparatorluk olarak Batı’dan uzaklaşmasına yol açmakla birlikte, Ortodoks inancının tanımlanmasına yardımcı olmuş, Bizans toplumunun gelecekteki niteliğini önemli ölçüde belirlemişti. Bir yandan kilise yeni bir birlik ve canlılık kazanıyor, Ortodoks inancı dünyanın yeni köşelerine yayılıyor, manastırlar hızla çoğalıyor, 9. yüzyılda Patrik Photios’ un, 10. yüzyılda da Simeon’un vaaz ve yazıları ruhani geleneği çok uzaklara taşıyordu. Bir yandan da devlet, Yunan-Roma mirasının bilincine gitgide daha çok varıyordu.

III. Mikhail döneminde Konstantinopolis Üniversitesi’nin yeniden örgütlenmesiyle Klasik Yunan araştırmalarına yönelik ilgi canlandı. VII. Konstantinos yönetim, saray törenleri ve imparatorluğun eyaletleriyle ilgili üç büyük yapıtın derlenmesini sağladı, dönemin bir tarihini yazdırdı; ayrıca büyükbabası I. Basileios’un yaşam öyküsünü kaleme alarak bu çalışmaya katkıda bulundu. Bu dönemde pek az özgün araştırma üretildiyse de çok sayıda leksikon (örn. 10. yüzyıl ürünü Suda), antoloji ve ansiklopedi (örn. Photios’un Leksikon ve Bibliotheke’si) hazırlandı. 10. yüzyılın asker imparatorları entelektüel konularla daha az ilgilendiler. Ama 11. yüzyılda Mikhail Psellos ile birlikte araştırmacılıkta yeni bir atılım görüldü.

I. Basileios ile oğlu VI. Leon, imparatorluk hukukunu yeniden düzenleyerek yeni bir dönem başlatmayı amaçlıyorlardı. Ama Basileios döneminde yalnızca bir el kitabı (Prokheiron) ile büyük bir yasa derlemesinin giriş bölümü (Epanagoge) yayımlanabildi. VI. Leon ise Basilika’nın 60 kitabını yayımlayarak bu girişimi sonuçlandırdı. Basilika, Iustinianos’un yasalarını Helenleştiri- yor ve hukukçuların daha kolay uygulayabileceği duruma getiriyordu. VI. Leon döneminde hazırlanan 113 novella ise ek ve düzeltmeleri içeriyor, Bizans medeni hukukundaki son köklü reform hareketini sergiliyordu. Roma’nm cumhuriyet kurumlarmın son kalıntısı olan Şenato artık kaldırılmıştı. İmparator, yalnızca uyruklarının ruhani esenliği konusunda iktidarına sınır tanıyordu. İmparatorluğun bedeni olan imparator ile ruhu olan patrik arasındaki ikili yönetimin ilişkisi, I. Basileios’un Epanagoge’sinde büyük olasılıkla Photios’un kaleme aldığı bir bölümde tanımlanıyordu.

Bu dönemde yönetim daha da yoğun biçimde Konstantinopolis’te toplanmıştı. İmparatorca atanan ve ücretlerini ondan alan memurların oluşturduğu bürokrasi gitgide kalabalıklaşıp karmaşıklaşıyordu. Dışişleri ve diplomasi aygıtı da imparatorun denetimindeydi. Ama bazı sivil memurlar da kimin tahta çıkacağını belirleyecek kadar güç kazanabiliyordu. Başkentteki ticaret, alışveriş ve sanayi etkinliğinin düzenlenmesi ile asayişin sağlanması kent eparkhos’u- nunMsn Star yetki alanı içindeydi. 9. yüzyılda kaleme alınmış Eparkhoslar Kitabı’na göre, zanaatçı ve perakendeci loncalarını örgütlemek ve denetlemek de eparkhos’un göreviydi. Bu loncaların yasal haklan ve devlete karşı ödevleri sıkı kurallara bağlanmıştı. Avrupa ve Asya eyaletleri, 10. yüzyılda sayıları 30’a ulaşmış bulunan thema bölünü- müne göre yönetiliyordu. Thema’lar alt bölümlere aynlıp küçülmüş olmakla birlikte askeri niteliğini korumaktaydı. 77 li yıllarda askeri ve sivil yetkileri birleştiren strategos’ lar kendilerini atayan imparatora karşı doğrudan sorumluydu. Ordu ve donanma, her thema içinde soydan geçen toprak temliklerine sahip asker-çiftçilerden oluşuyordu. Sınır bölgeleri, kendi subaylannın ya da uç beylerinin komutası altındaki sınır birliklerince korunuyordu. Bu arada savaş bir bilim konusu olarak ele alınmaya başlamıştı. VI. Leon’un, İmparator Mavrikios’un Strtegikon’undan esinlenerek kaleme aldığı Taktika bu incelemelerin bir örneğiydi.

Toplumsal ve ekonomik değişme.


Doğuda girişilen fetih savaşları ve imparatorluk politikasının genel olarak askeri bir yönelim kazanması, yeni bir soylu sınıfını öne çıkarmıştı. En yüksek askeri konumları elinde tutan bu sınıfın ekonomik ve siyasal gücü, toprak mülkiyetine dayanıyordu. Kentlerdeki ticaret ve sanayinin devletçe çok sıkı denetlenmesi sonucunda özel girişim için kâr getiren tek yatırım alanı toprak mülkiyeti olmuştu. Asker kökenli soylular, özgür köylü ve savaşçıların çiftliklerini satın alarak onları çeşitli ilişki biçimleriyle kendilerine bağımlı kılmayı başardılar. Her ürün azalması, her kıtlık, her kuraklık ya da her veba salgını, zengin bir toprak sahibinin koruması altına girmek isteyen bir köylü asker yığının doğmasına yol açıyordu. Bu tehlikeli gidişi ilk kez sezen I. Romanos 922 ve 934’te küçük toprak sahiplerini büyüklere karşı korumayı amaçlayan yasalar çıkarmak zorunda kalacaktı. Çünkü imparatorluğun gerek askeri, gerek ekonomik gücü, thema sistemi içinde, vergi ödeyen köylüler ile köylü-askerlerin özgür kalmasına bağlıydı.

I. Romanos’u izleyen imparatorlar, tarımsal yasaların alanını genişlettiler. Ama Araplara karşı girişilen seferlerin giderlerini karşılamak için vergileri artırma yoluna gidilince birçok yoksul köylü toprağını satmak, başkalarının toprağına kiracı olarak sığınmak zorunda kaldı. Anadolu’nun toprak sahibi soylu ailelerinden birinden gelen II. Nikephoros Phokas’m toprak tasarrufu konusunda çıkardığı yasalar ise, savaş gereci sağlayabilecek durumda olan köylüler arasından, daha hareketli bir zırhlı süvari gücü oluşturulmasına yönelikti. Bu politika, köylü milislerin toplumsal bileşiminde kaçınılmaz değişikliklere yol açtı. II. Nikephoros, ayrıca kilisenin daha çok toprak varlığı edinmesini önlemek üzere kesin bir tutum aldı, geniş mülkleri ekonomi için zaten bir yük olan manastırların sayısının artırılmasını yasakladı.

Toprak mülkiyeti sorunuyla ciddi biçimde ilgilenen son imparator II. Basileios’tu. Basileios 966’da toprak sahibi aileleri cezalandıran bir yasa çıkardı; 922’den bu yana köylülerden alınmış toprakların sahiplerine geri verilmesini buyurdu; öteki topraklar için de bazen bin yıl kadar geriye giden mülkiyet kanıtlan sunulmasını istedi. Aile- lengyon olarak bilinen toplu vergi yükümlülüğü artık köy topluluğunun tümünü değil, köye en yakın büyük toprak sahibini ilgilendiriyordu. II. Basileios’un Bulgaristan’ı fethetmesi de imparatorluğun ekonomik ve toplumsal yapısını bir ölçüde değiştirdi. Çünkü burada kurulan yeni thema’lar- da, Anadolu’daki gibi köklü bir toprak soyluluğu geleneği yoktu. Ama 1025’te II. Basileios’un ölmesinden sonra güçlü toprak sahipleri yeniden üstünlüğü elde etti. Kons- tantinopolis, küçük toprak sahiplerinin büyükler tarafından yutulmasını ve sonuç olarak imparatorluğun feodalleşmesini artık önleyemez oldu.

Bu süreç, özellikle askeri örgütlenme için yıkımla sonuçlandı. Bizans İmparatorluğu’ nun Makedonya hanedanı dönemindeki üstünlüğü, büyük ölçüde, ordusunun Anadolu’daki Takipsizliğine dayanıyordu. Hem bölgenin yerlisi olduğu için topraklann savunulmasıyla doğrudan ilgilenen, hem de profesyonel bir ordu olan bu gücün, o dönemde ne Batı’da ne de Arap dünyasında bir benzeri vardı. Gene de gerileme ve çözülme tohumlan bu kurumun içinde kök salmıştı. Çünkü ordu komutanlarının çoğu Anadolu’nun büyük toprak sahipleri arasından çıkıyordu. Oysa bunlar, servetlerini ve nüfuzlarını ordunun varlığını olanaklı kılan toplumsal ve ekonomik yapının zayıflamasına borçluydu.

Bizans'ın Gerilemesi ve Batı Etkisine Girmesi: 1025-1260.


II. Basileios’un ardılları daha çok koşullann biçimlendirdiği kişilerdi. 1(05-81 arasındaki 56 yıl boyunca 13 imparator tahta çıktı. X. Konstantinos’un yeni bir hanedan kurma girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. 1081’de tahta çıkan I. Aleksios’a değin hanedan sistemi işlemedi.

XI. yüzyıl. Bizans’ın 11. yüzyıldaki durumu, Roma İmparatorluğu’nun 3. yüzyıldaki durumuna benziyordu. Uzun bir güven ve gönenç döneminden sonra sınırların ötesinden gelen yeni baskılar, toplum içindeki gizli gerilimleri derinleştirmişti. II. Basileios’un ardıllarının kısa süren iktidarları, Bizans egemen sınıfı içindeki bölünmeleri, eyaletlerin askeri aristokrasisi ile Konstanti- nopolis’in sivil aristokrasisi arasındaki çatışmayı yansıtıyordu.
İncelmiş kent aristokrasisi, imparatorluğun militarist yönelimini tersine çevirecek, sivil devlet organlarını genişleterek kentli soyluları ve ailelerini bol gelirli görevlerle ve süslü unvanlarla donatacak hükümdarları yeğliyordu. Mal varlıkları başkentte değil eyaletlerde bulunan, II. Basileios’un cezalandırdığı askeri soylu aileleri ise asker kökenli imparatorları destekliyordu. 10. yüzyılın ikinci yarısında, imparatorluğun askeri gücünün düşmanları durdurmaya artık yetmediği açıkça ortaya çıkmıştı. Eyaletlerdeki toprak sahipleri, imparatorluğun önündeki tehlikeleri, 10. yüzyılda çıkarılmış tüm yasalara meydan okuyarak topraklarını genişletmenin bahanesi olarak kullanıyorlardı. İmparatorluğun savunma ve saldırı sisteminin temelini oluşturan Anadolu’daki thema sistemi, Bizans’ ın düşmanlarının güç topladığı bir dönemde hızla çökmek üzereydi.

Öte yandan, savaşların yabanıllaştırıcı etkisine tepki duyan Konstantinopolis aristokrasisi de kenti bir kültür ve incelik merkezi durumuna getirme çabasındaydı. IX. Konstantinos, eğitim görmüş kamu görevlisi yetiştirmek amacıyla Konstantinopolis Üni- versitesi’ne 1045’te yeni bir berat verdi. İoannes Ksiphilinos’un yönetiminde hukuk okulu yeniden düzenlendi; felsefe okulunun başına Mikhail Psellos getirildi.

Bizans'ın yeni düşmanları.


Bizans’ın 11. yüzyıldaki yeni düşmanlan, kuzey, doğu ve batı sınırında neredeyse aynı anda belirmişti. Birkaç cephede birden savaşabilmek için tahtta bir askerin bulunması gerekiyordu. VII. Konstantinos, Peçeneklerin Bulgarlar, Macarlar ve Ruslar karşısında yararlı bir müttefik olacağını düşünmüştü. Ama Bulgaristan’ın alınmasından sonra Peçenekler, artık Bizans toprağı olan bu bölgeye Tuna boyunca akınlar düzenlemeye başladılar. 11. yüzyıl ortasında Trakya ve Makedonya’da banşı sürekli tehdit eden bu halk, Bogomilci heretiklerin isyan duygularını da körükledi.

Doğu sınırındaki yeni tehlike Selçuklulardı.


1055’te İran’ı ele geçiren Selçuklular, çok geçmeden, Fatımilerin elindeki Mısır’a ve Bizans’ın Anadolu’daki sınırlarına kadar uzanan bir alanda egemenlik kurdular. 1064’te Bizans sınırını aşarak Ani’yi ele geçirdiler, 1067’de Kaisareia’yı (Kayseri) aldılar. Bizans imparatorlarının doğu sınırını uzun zamandır ihmal etmiş olması yüzünden, köyleri yağmalayarak kentleri yalıtmak kolaylaşmıştı.

Durumun giderek kötüleşmesi, Anadolu’daki askeri aristokrasinin 1068’de kendi içinden birini, IV. Romanos Diogenes’i imparator seçtirmesine olanak sağladı. Romanos’un Selçuklulara karşı topladığı ordunun çoğunlukla yabancı paralı askerlerden oluşması, Bizans’ın o dönemdeki durumunun bir göstergesiydi. Ağustos 1071’de Malazgirt Ovasında Selçuklu sultanı Alp Arslan’a yenilen Romanos tutsak düştü. Romanos, fidye ve haraç karşılığında özgürlüğünü elde etmek üzere Selçuldularla bir antlaşma imzalamışken, Konstantinopolis’teki muhalefet onun imparator olarak başkente dönmesine karşı çıkarak VII. Mikhail’i tahta oturttu. Bunun üzerine de Selçuklular akmlarım sürdürdüler. VII. Mikhail, biri 1077’de Hadrianopolis’te, öbürü de 1078’de Nikaia’da kendilerini imparator ilan etmiş olan Nikephoros Bryennios ile Nikephoros Botaneiates’e karşı Alp Arslan’dan yardım istedi. Ama bunu izleyen dört yıllık iç savaş süresince doğu sınırını koruyacak birlik kalmadı. 1081’de Selçuklular Iznik’e ulaştı. Bizans’ın askeri ve ekonomik gücünün merkezi olan bölge artık Selçuklu egemenliği altındaydı.

Batı’daki yeni tehlike ise 11. yüzyıl başlarında Güney İtalya’yı istila etmeye başlamış olan Normanlardı. Robert Guiscard’ın önderliğinde ilerleyen Normanlar, Bizans’ın ileri karakolu Bari’yi üç yıllık bir kuşatmadan sonra Nisan 1071’de ele geçirdiler. İtalya’daki Bizans yönetimi ve Konstantino
polis’in Sicilya’yı yeniden alma umutları böylece sona eriyordu. Bu durum, ayrıca Doğu ile Batı arasındaki kalıcı kopuşu da vurguluyordu. Roma ve Konstantinopolis kiliseleri arasındaki bölünme (skhisma) 1054’te resmen ilan edilmişti. Bölünmenin siyasal çerçevesini, o dönemde Bizans kadar papalığı da ilgilendiren İtalya’daki Norman istilası oluşturuyordu. Ama Patrik Mikhail Kerularios’un Konstantinopolis’teki Kardinal Humbert tarafından aforoz edilmesi, uzlaşmaz bir ideolojik farklılığı da simgeliyordu. Katolik kilisesindeki reform hareketinin, papalığın evrensel konumunu vurgulaması, Bizans geleneğiyle bağdaşamazdı.
Son düzenleyen Baturalp; 29 Aralık 2016 23:11