Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Aralık 2006       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

I. Aleksios ve I. Haçlı Seferi.

Ad:  Bizansİmparatorluğu2.JPG
Gösterim: 1772
Boyut:  33.3 KB

1071 yenilgisi bile Bizans için geri dönülmez bir çöküşün başlangıcı sayılamazdı. Ama imparatorluğun ayakta kalması Batı’daki yeni siyasal, ticari ve dinsel güçlere bağlıydı. Çünkü artık Anadolu’daki ekonomik ve askeri kaynaklanna güvenemezdi. Konstantinopolis’in sivil aristokrasisi sonunda kaderine boyun eğdi. Dört yıl süren bir iç savaş sonunda askeri aristokrasi 1081’de Aleksios’u tahta çıkararak beklediği zaferi elde etti. Aleksios, II. Basileios’tan sonra Bizans tahtına çıkan en başarılı asker ve devlet adamıydı.

Normanlar 1081’de Dyrrhachium’u ele geçirmişler, Thessalonike’ye doğru karadan ilerlemeyi planlıyorlardı. Ama 1085’te Robert Guiscard’m ölmesi, Norman sorununa geçici bir çözüm getirdi. Ertesi yıl da Selçuklu sultanı ölmüş, Selçuklu Devleti iç çatışmalara sürüklenmişti, iki büyük düşmanının ortadan kalkmasını talihe borçlu olan Aleksios 1091’de de kendi gücüyle Peçenekleri bozuna uğrattı.

Aleksios Anadolu’yu Selçuklulardan geri almayı tasarlarken, 1096’da Avrupa’nın batısından ilk Haçlılar geldi. İmparator, Batı’ dan gelen paralı askerlerin desteğinden kuşkusuz hoşnuttu. Ama bu desteğe, Kutsal Topraklan Müslümanlardan kurtarmak için değil, Konstantinopolis’i savunmak ve Anadolu’yu geri almak için gereksinimi vardı. Üstelik I. Haçlı Seferi’nin sekiz önderinden dördünün Norman olduğunu, Robert Guiscard’ın oğlu Bohemond’un bunlar arasında bulunduğunu öğrenmek Aleksios’un hiç hoşuna gitmemişti. Aleksios, Haçlı önderlerinden, Kutsal Topraklara giderken Selçuklulardan alacakları her toprak parçasını ya da kenti Bizans’a geri vermelerini istedi. Ama Haçlılara yol boyunca sağlanan gıda ikmalinin maliyeti de az olmadı.

Nikaia 1097’de Haçlıların eline geçti, anlaşma koşullarına uygun olarak imparatora teslim edildi. Haçlılar 1098’de Antiokheia' ya ulaşarak burayı aldılar. Bohemond’un kenti imparatora vermeyi reddederek Antakya Prensliği’ni kurmasının ardından 1099’da Kudüs Latin Krallığı ile Edessa ve Tripolis (Trablusşam) prenslikleri oluşturuldu. Haçlılar Filistin ve Suriye kıyı şeridine yerleşmeye başladılar. Bu arada Aleksios, Orta Anadolu boyunca Bizans ile Müs- lümanlar arasında daha güvenli bir sınır oluşturmaya çalışıyordu. Bohemond 1107’ de Batı’ya döndü, İtalya’dan başlayarak imparatorluğu istila etmek amacıyla yeni bir harekâta girişti. Buna hazırlıklı olan Aleksios, Bohemond’u 1108’de Dyrrhachium’da bozguna uğrattı.

İmparator kara ordusunu yeniden kurmuş, donanmayı yeniden düzenlemişti. Ama bunun için altın sikkenin değerini üçte iki oranında düşürmüş, bir dizi yeni vergi salmıştı. Vergilerin iltizam yoluyla toplanması artık olağanlaşmıştı, dolayısıyla vergi toplayıcıları artık kendi kurallarına göre çalışıyordu. Eyaletlerde yaşayan halka savunma, ulaşım ve ordu iaşesi için malzeme ve işgücü sağlama gibi ek yükler getirilmişti. Orduda da yabancı asker sayısı iyice çoğalmıştı. Ama Aleksios yerli asker sağlamanın yeni bir yöntemini geliştirdi, pronoia biçiminde toprak bağışlama ve bu bağışı askeri yükümlülüklere bağlama sistemini yaygınlaştırdı. Pronoia alan kişi, tasarrufundaki mülkün bütün gelirlerini ve kiracılarının (paroikoi) yükümlü olduğu bütün vergileri toplama hakkına sahipti. Bunun karşılığında belirli sayıda asker ve savaş gereciyle birlikte kendisi de süvari olarak orduya katılmak zorundaydı. Pronoia sahibinin, ölünceye değin malikânesi üzerinde mutlak tasarruf yetkisi vardı; öldükten sonra ise toprak devlete dönüyordu. Aleksios, ayrıca kilise mülklerinin daha kârlı kullanılmasını özendirmek amacıyla bu mülkleri kharistikia (hayır) olarak kilise dışı uyrukların işletmesine devretti. Pronoia sistemi, hem devlet, hem askeri aristokrasi için yararlıydı. Ama uzun dönemde, imparatorluğun toprak sahibi aileler arasında parçalanmasına ve merkezî hükümetin zayıflamasına yol açacaktı.

Sonraki Komnenoslar.


I. Aleksios’un oğlu II. İoannes ve torunu I. Manuel Komnenos, Aleksios’un iç ve dış politikasını sürdürdüler. 12. yüzyılda Batılı devletler Doğu’ya artık daha çok ilgi gösteriyor, Avrupa’da da siyasal durum giderek karmaşıklaşıyordu. Asya’da ise Selçuklular ile Danişmendliler arasındaki sürekli çekişme, Kilikya’daki Ermeni varlığı ve Haçh devletlerinin etkinlikleri karmaşık bir ortam yaratmıştı. Dış ilişkiler ve becerikli bir diplomasi BizanslIlar için büyük önem kazanıyordu. 1130’da Sicilya’da II. Roger’nin yönetiminde Norman Krallığı’nm kurulması Bizans için daha da büyük bir tehlikeydi.

I. Manuel, Bizans’ın Batı’daki yeni devletleri ne görmezlikten gelebileceğini ne de saldırıyla sindirebileceğini açıkça kavramıştı. Ayrıca Batı yaşam tarzının bazı yönleri Manuel’e çekici geliyordu. İlk iki karısı da Batılıydı; Latinlere sarayda kabul gösteriyor, hatta malikâne bile dağıtıyordu. Ama bu politika, Manuel’in uyruklarının çoğunun tepkisini çekti. IL Haçh Seferi’nin (1147) Manuel’in dönemine rastlaması Rumlar ve Latinler arasındaki gerginliği daha da derinleştirdi. Bu ortamda Fransa kralı VII. Louis, Konstantinopolis’e saldırmak amacıyla Sicilya’daki Norman kralı Roger ile pazarlığa oturdu ve Roger 1147’de Yunanistan’ı istila etti. Manuel, Normanlara karşı Batı imparatoru III. Konrad’la kurduğu ittifakı korumaya çalışıyordu. Ama 1152’den sonra Konrad’ın ardılı I. Friedrich (Barbarossa) ile bu ittifakı sürdüremedi. Friedrich’e göre, Kutsal Roma Germen
İmparatorluğu ile “Rum Krallığı” adını verdiği devlet arasında ittifak olamazdı. Manuel, Norman Krallığı’m kendi gücüyle devirmek için 1154’te boşuna bir girişimde bulundu. Bizans emperyalizmini Batı’da canlandırmak için artık çok geçti.

Balkanlar’da ve Latinlerin elindeki Doğu topraklarında Manuel daha başarılı oldu. Balkanlar’m kuzeydoğu kesiminin çoğunu geri aldı, Macaristan’ı neredeyse bütünüyle Bizans’a bağımlı bir devlet durumuna getirdi. Stefan Nemanja’nm önderliğindeki Sırplar da denetim altına alındı. Manuel’in 1159’da Antiokheia’yı geri alması, Haçlıların imparatora yeni bir bakışla yaklaşmasına yol açtı. Manuel, Selçukluların tek devlet altında birleşmesini engellemek amacıyla, 1176’da Anadolu Selçukluları elindeki Sivas-Amasya bölgesine saldırdı. Ama Myriokephalon’da kuşatılan ordusu imha edildi.

Bu sonuç, Manuel’e karşı Selçukluları destekleyen I. Friedrich’i özellikle sevindirdi. Manuel’in Haçlılarla dostluk politikası, Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’- nun, papalığın, Normanlann ve onlardan geri kalmayan Venediklilerin ortak tepkisini çekiyordu. Manuel’in İtalya ve Balkanlar’da Bizans nüfuzunu canlandırmaya çalışması, bu amaçla 1169’da Cenova, 1170’te de Piza ile anlaşması Venedik’in işine gelmemişti. 1171’de Konstantinopolis’te düzenlenen Latin aleyhtarı bir gösteriden sonra, imparatorluktaki tüm Venedikliler tutuklanmış, mülklerine el konulmuştu. Onlar da Konstantinopolis’in Batı denetimine girmesinin, Bizans ticaretindeki çıkarlarını korumanın tek yolu olduğunu düşünmeye başlamışlardı.

I. Manuel’in politikasını Bizanslıların da çoğu onaylamıyordu. Gene Konstantinopolis’te düzenlenen Latin aleyhtarı bir ayaklanmanın ertesinde tahta çıkan Manuel’in yeğeni I. Andronikos’un önderliğinde hemen bir tepki dönemi başladı. Andronikos, kendisini Bizans yurtseverliğinin ve ezilen köylülüğün savunucusu olarak gösteriyordu. Ama reformlarını zorla kabul ettirmeye kalkışınca da bir tiran durumuna geldi. Aristokrasinin gücünü sarsarak imparatorluğun savunmasını zayıflattı. Bu sırada Macaristan kralı Bizans ile anlaşmasını bozdu. Sırbistan kralı Stefan Nemanja bağımsızlığını ilan ederek yeni bir Sırbistan krallığı kurdu. İmparatorluğun içinde de çözülme süreci ilerliyordu. 1185’te Kıbrıs valisi İsaakios Komnenos kendini adanın bağımsız hükümdarı ilan etti. Aynı yıl Normanlar Yunanistan’ı yeniden istila ederek Thessalonike’yi ele geçirdiler. Bu gelişmeler Konstantinopolis’te bir darbeyle sonuçlandı ve Andronikos öldürüldü.

Andronikos, Bizans tahtına çıkan son Komnenos’tu. Onun yerini alan II. İsaakios’u iktidara aristokrasi getirmişti. İsaakios’un kardeşi III. Aleksios’un hükümdarlığı, merkezileşmiş Bizans yönetim ve savunma aygıtının son kalıntılarının da çöküşüne tanık olacaktı. En azından dış düşmanlarını durdurmaya çalışan II. İsaakios 1185’te Normanları Yunanistan’dan uzaklaştırdı. Ama 1186’da Bulgarlar, İkinci Bulgar İmparatorluğu’nun kurulmasıyla sonuçlanacak bir isyan başlattılar. 1187’de Salaheddin Eyyubi’nin Kudüs’ü geri alması üzerine başlayan III. Haçh Seferi’nin Bizans’a ulaşması durumu daha da güçleştirdi. Bu seferin önderlerinden biri, Konstantinopolis’i fethetme niyetini açıkça ilan etmiş olan I. Friedrich idi. Friedrich Suriye yolunda öldü, ama İngiltere kralı I. Richard (Aslan Yürekli) Kıbrıs’ı İsaakios Komnenos’tan aldı ve ada bir daha Bizans egemenliğine dönmedi.

IV. Haçlı Seferi ve Latin İmparatorluğu' nun kurulması.


II. İsaakios’u 1195’te kardeşi III. Aleksios tahttan indirdi. Batılılar, Haçlı seferlerinin başarısızlıkla suçlanmasından Bizanslıları sorumlu tutuyordu. İmparator VI. Heinrich, Sicilya Norman Krallığı’nı Kutsal Roma Germen İmparatorluğu ile birleştirmişti. Heinrich’in 1197’de ölmesinden sonra Batı’da, Konstantinopolis’in fethinin birçok sorunu çözeceği düşüncesi yerleşmeye başladı. Macaristan, Sırbistan ve Bulgaristan’ın yeni hükümdarları, Bizans’tan koparamadıkları egemenlik hakkını alabilmek amacıyla bu kez 1198’de papa seçilen III. Innocentius’a yönelmişlerdi.

Innocentius’un başlattığı IV. Haçlı Seferi, kısa sürede kâğıt üzerindeki amacından saparak Bizans’ın işgaliyle sonuçlandı. Haçlılara gemi sağlayan Venedik’in politikası bu gelişmede başlıca etmen oldu. 1203’te Haçlılar III. Aleksios’u Konstantinopolis’ ten sürünce başkent halkı ayaklanarak Latin aleyhtarı V. Aleksios’u tahta çıkardı. Venedikliler ile Haçlıların, Konstantinopolis’i ve Bizans’ı işgal ederek paylaşma konusunda artık hiç kuşkuları kalmamıştı. Başkent 13 Nisan 1204’te düştü. Konstantinopolis’in ele geçirilmesinden sonra Latinler üç gün süreyle görülmemiş bir acımasızlık ve şiddetle kenti talan ettiler. Sanat ürünlerinin çoğu yok edildi, kütüphaneler yıkıldı, bir daha bulunması olanaksız ilkçağ yazmalarının çoğu yırtılarak sokaklara atıldı. Üç günlük başıbozuk talandan sonra sistematik talan başladı, kentin bütün hâzinelerine el konuldu. Yalnızca Fransızlara düşen sekizde üçlük payın değeri 20 milyon altın franktı. Konstantinopolis’i daha iyi tanıyan Venedikliler, en iyi parçaları seçip kentlerine taşıdılar. Ortaçağın en büyük kenti böylece neredeyse tarihe gömülme noktasına geldi, en çok 40-50 bin nüfuslu yoksul bir kente dönüştü.

İmparatorluk topraklarının paylaşılmasında da kârlı çıkan Venedikliler, kendi ticaret yollan üzerindeki başlıca liman ve adalan ele geçirdiler. Haçlılar ise Avrupa ve Asya eyaletlerini fethetmeye koyuldular. Bizans’ın ilk Latin imparatoru Flandre kontu I. Baudouin, Trakya, Thessalonike, Atina ve Peloponnesos’ta (Mora) kurulan feodal prensliklerin süzereni oldu, kısa süre sonra da Bulgaristan kralıyla çatışmaya girdi.

Buna karşılık Trebizond’da (Trabzon) Komnenos ailesinden iki kardeş imparatorluk unvanı üzerinde hak iddia ediyordu. Kuzeybatı Yunanistan’daki Epeiros’ta (Epir) ise III. Aleksios’un akrabalarından Mikhail Angelos Dukas, Arta’da bir başkent kurdu, Tesalya’daki Haçlı devletlerinin üzerine yürüdü. Üçüncü direniş merkezi Nikaia’ydı. Gene III. Aleksios’un akrabası olan I. Theodoros 1208’de burada kendi atadığı bir patriğin elinden taç giyerek imparator ilan edildi. Theodoros ile damadı III. İoannes, Nikaia’da Bizans İmparatorluğu’nun küçük bir modelini oluşturdular, sürgünde bir kilise kurdular. Anadolu’da sürekli bir egemenlik kuramayan Latinlerin Avrupa’daki kazanımları da Yunanistan’ın kuzeyindeki Bizanslı hükümdarların tehdidi altındaydı. Ama Yunanistan’ın orta ve güney kesimlerinde Latin egemenliği daha sürekli oldu.

Latin imparatorlarının en başarılısı Baudouin’in kardeşi Flandre kontu Henri’ydi. Henri’nin ölümünden sonra Latin İmparatorluğu girişim gücünü yitirmiş, Konstantinopolis’in geri alınması sürgündeki Bizanslılar için belirgin bir hedef durumuna gelmişti. Latin egemenliğini sürdüren, kendi gücünden çok, Epeiros ve Nikaia’daki Bizans devletçiklerinin işbirliğinin sağlanamamasıydı. Epeiros’ta hüküm süren Theodoros Dukas, topraklarını Kuzey Yunanistan ve Bulgaristan’a kadar genişlettikten sonra 1224’te Thesşalonike’yi Latinlerden geri aldı, Nikaia İmparatorluğu’nun tepkisine karşın imparator olarak taç giydi. Ama Theodoros 1230’da Bulgarlara karşı giriştiği savaşta bozguna uğrayınca, III. Ioannes Nikaia’daki egemenliğini Avrupa’ya kadar genişletip Bulgarlarla ittifak kurarak Konstantinopolis’i çembere alma olanağını elde etti. Thessalonike 1246’da Nikaia İmpara torluğu’na teslim oldu. Bu arada Anadolu’ yu büyük bir karışıklığa sürükleyen Moğol istilası Selçukluları zayıflatıyor, rakip Trabzon İmparatorluğu’nu da etkisizleştiriyordu..

III. İoannes’in 1254’te ölmesi üzerine tahta çıkan oğlu II. Theodoros’un ardından, küçük yaştaki yeni imparator IV. Ioannes’ in naipliğini üstlenen VIII. Mikhail Nikaia’ da taç giydi. Bu arada II. Mikhail’in (Dukas) yönetiminde Epeiros’taki Bizans Devleti canlanmış, II. Mikhail gözlerini Thessalonike’ye çevirmişti. İki rakip arasındaki uyuşmazlık, ancak 1259’da Makedonya’daki Pelagonia Savaşı’yla çözülebildi. II. Mikhail, Peloponnesos’un Fransız hükümdarı Guillaume de Villehardouin ile Sicilya kralı Manfred von Hohenstaufen’in desteğini almıştı. İki yıl sonra bu ordunun komutanlarından biri Konstantinopolis’e girdi. Son Latin imparatoru II. Baudouin İtalya’ya kaçtı, Venedikliler kârlı ticari merkezlerini yitirdiler. Ağustos 126 T de VI II. Mikhail Konstantinopolis’te imparator olarak taç giydi; Nikaia tahtının çocuk vârisi IV. İoannes Laskaris’in gözlerine mil çekildi. Böylece Konstantinopolis’te hüküm sürecek son hanedan olan Palaiologoslar dönemi başladı.

Palaiologoslar Dönemi: 1261-1453.


Sürgündeki Nikaia İmparatorluğu, tarıma ve Selçuklularla kurulmuş ticaret ilişkisine dayalı canlı bir ekonomisi olan kendine yeterli bir birimdi. Bu devletin donanması yoktu, ama Anadolu’daki sınırları, iyi ücret alan birliklerce korunduğu için 12. yüzyılda olduğundan daha sağlamdı. Nikaia İmparatorluğu, sınırlarını Avrupa’ya kadar genişletmekle gücünü dağıtmamıştı. Yönetim merkezi Nikaia’dan Konstantinopolis’e taşınınca bu denge bozuldu, ekonomi yeni bir yön kazandı, Anadolu’daki savunma sistemi çatladı. Konstantinopolis Bizanslılar için hâlâ Yeni Kudüs’tü, burayı yabancıların eline bırakmak düşünülemezdi. Ama IV. Haçlı Seferi’nden sonra imparatorluğun parçalanması kenti bütünsel bir yapının odağı olmaktan çıkarmıştı. Yunanistan’ın büyük bölümü ile adaların çoğu Fransızlar ile İtalyanların eline geçmişti. Trabzon imparatorlan gibi Epeiros ve Te salya’daki Bizanslı hükümdarlar da VIII. Mikhail’i imparator olarak tanımaya yanaşmıyordu. VIII. Mikhail’in, Laskaris soyundan gelen Nikaia veliahtını saf dışı etmesi, uyruklarının çoğunun tepkisine yol açmış, Bizans kilisesinde Arseniosçu Bölünme (skhisma) olarak bilinen parçalanmaya neden olmuştu.

VIII. Mikhail.


Yeni hanedan böylece bir çatışma ortamı içinde doğdu. Ama yeni imparator, Konstantinopolis’in toparlanması, eski nüfuzunu kazanması ve savunmasının güçlendirilmesi için önlemler aldı. Ticaretin canlanmasını özendirmek amacıyla İtalyan tüccarlara ayrıcalıklar tanındı. Başkentin Venediklilerden kurtarılması için Mikhail’e gemi vermeyi kabul eden Cenevizler özellikle desteklendi. Kısa bir süre sonra Galata’da kendi ticari kolonilerini kuran Cenevizler, uzun süredir Venedik tekelinde olan işlerin çoğunu ele geçirdiler. Bu durum, Cenova ile Venedik arasında kaçınılmaz bir çatışmaya yol açtı. Bazı topraklar, özellikle Peloponnesos’un bir bölümü ile kimi adalar Latinlerden geri alındı. Ama imparatorluk gelirlerindeki artış çok küçük olmuş, VIII. Mikhail’in bu topraklar ile Epeiros ve Tesalya’ya karşı giriştiği seferler Nikaia imparatorlarının biriktirdiği kaynaklan tüketmişti.

VIII. Mikhail döneminin büyük bölümünde Bizans politikasındaki en önemli etmen, Batılı devletlerden kaynaklanan yeni bir işgal tehdidiydi. Fransız kralı IX. Louis’nin kardeşi Anjou dükü Charles, 1266’da Sicilya kralı Manfred’in yerine geçti. Ardından da Latin İmparatorluğu’nun yeniden kurulmasına ilgi duyan tüm taraflar arasında bir koalisyon kurarak, Rumlara karşı yeni Haçlı Seferi düzenlenmesini papa adına savunmaya başladı. Mikhail, Konstantinopolis kilisesinin Roma’ya bağlanmasını önererek bu tehlikeyi önlemeye çalıştı. Kiliselerin birleştirilmesi önerisi, birçok imparator tarafından, çok sayıda papaya karşı diplomatik bir koz olarak kullanılmıştı. Papa X. Gregorius bu öneriyi olumlu karşıladı; 1274 tarihli II. Lyon Konsili’nde bir Bizans heyeti imparator adına papalığa bağlılığını bildirdi. Ama Mikhail’in bu politikası Bizans halkının çoğunluğunun şiddetli tepkisine yol açtı. Mikhail’in papalığa güven verebilmek için halkın tepkilerini zorla bastırmasına karşın Gregorius’u izleyen papalar Mikhail’in birleşme niyetine inanmayacaktı. Charles’ın istila ordusu 1281’de Arnavutluk’ta Bizans kuvvetlerine yenildi. Bunun üzerine Charles, Venedik, Sırbistan ve Bulgaristan ile Yunanistan’ın kuzeyindeki ayrılıkçı devletlerin desteğiyle denizden yeni bir istila hareketine girişti. Ama bu girişim, 1282’de “Sicilya Vesperum Ayaklanması” olarak bilinen ayaklanma ile Bizans’ın yönlendirmesi sonucunda Aragon kralı III. Pedro’nun giriştiği müdahale yüzünden başarısız kaldı.

VIII. Mikhail, Batı’daki tehlikeyi önlerken iktidarının kaynağı olan Doğu eyaletlerini ihmal etmişti. Anadolu’daki sınır savunma birlikleri Batı’ya aktarılmış, Moğol istilasının çalkantılarıyla batıya itilen Türkmen akıncıları Bizans topraklarına girmeye başlamıştı. 11. yüzyıldaki Selçuklular gibi yeni gelen Türkmenler de pek az örgütlü direnmeyle karşılaştı. Hatta Bizanslı bazı yerel unsurlar, Konstantinopolis imparatoruna duydukları tepki yüzünden Türkmenlerle işbirliği yaptı. Yaklaşık 1280’lerde Türkmenler verimli Batı Anadolu vadilerini yağmalayarak Rum kentleri arasındaki bağlantıları keştiler, küçük beylikler kurmaya başladılar. İran’daki Moğollar ile Rusya’daki Altın Orda gibi,Mısır’daki Memlûkleri de etkisi altına alan VIII. Mikhail’in diplomasi ağı, Türkmen gazilerine karşı etkisiz kaldı. 1282’de İtalya’daki tehdit yok edildiğinde, Bizans’ın Anadolu topraklarını askeri önlemlerle kurtarmak için artık çok geçti. Aynı anda hem Avrupa’da, hem Asya’da savaşabilecek ordular kurmak da olanaksızdı. Komnenos hanedanının başlattığı yerel halktan asker toplama yöntemi 1261’den sonra işlemez olmuştu. Pronoia olarak bağışlanan topraklar artık toprak sahiplerinin soydan geçen mülkleri haline gelmişti.

IV. Haçlı Seferi’ne katılan şövalyeler, Bizans eyaletlerinin toplumsal yapısında feodalitenin alışılmış öğelerinden çoğunu hazır bulmuşlardı. 13. yüzyıl sonralarında bu gelişme daha da yol aldı. Bizans ordusunun subayları hâlâ çoğunlukla yerel aristokrasiden toplanırken, askerler ücret karşılığında savaşıyordu. Avrupa’da büyük bir ordu bulundurmanın maliyetine, VIII. Mikhail’in dost ve müttefiklerine dağıttığı servet de eklenince ekonomi iyice sarsılmıştı.

II. Andronikos.


Mikhail’in oğlu Andronikos, kara ordusunu küçültüp donanmayı da terhis ederek bu kez yanlış bir tasarruf politikası uyguladı. İşsiz kalan Bizanslı denizciler, Ege Adalarına saldıran Türkmen beyleri adına savaşmaya başladılar. Deniz yolundan Konstantinopolis’e ikmal sağlayan Cenevizler, kentin savunucuları durumuna geldiler. Bu durum Venediklilerin tepkisini çekince, Konstantinopolis önlerinde ilk deniz savaşı 1296’da patlak verdi. Bu arada II. Lyon Konsili’ndeki birleşme önerisi resmen geri alınmış, Ortodoks inanç ilkeleri eski konumuna kavuşturulmuştu. Ama toplumda gene de bölücü çatışmalar yaşanıyordu. Kilise içindeki Arseniosçu Bölünme 1310’a değin çözülemedi. Epeiros ve Tesalya hükümdarları Konstantinopolis’e meydan okumayı sürdürdüler. Anadolu halkı hoşnutsuzluğunu ayaklanmalarla dile getiriyordu. Türkmenler Anadolu’da ilerledikçe kıyı bölgelerine ya da Konstantinopolis’e kaçan halk, yönetime yeni sorunlar çıkarıyordu. 1302’de bir Türkmen birliği Bizans ordusunu Nikomedeia (İzmit) yakınlarında bozguna uğrattı. Bu birliğin komutanı, yakında Bizans İmparatorluğu’nu Avrupa’dan silecek olan Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’di.

Andronikos 1303’te Sicilya’da çarpışmış bir profesyonel orduyu, Katalanlar Birliği’ ni kiraladı. Birlik, Anadolu’da Türkmenlere karşı başarılı bir saldırıya girişti. Ama komutanları halk tarafından öldürülünce paralı askerler Andronikos’a başkaldırdı. Trakya’ya saldırmak üzere Gelibolu Yarımadasını bir süre üs olarak kullandılar ve binlerce Türkmeni yardıma çağırdılar. Daha sonra batıya yönelerek 1311’de Atina’yı Fransızlardan aldılar, Atina ve Thebai Katalan Düklüğü’nü kurdular. Türkmenler ancak 1312’de Gallipolis’ten (Gelibolu) sökülebildi. Ayrıca Katalanlann yol açtığı kayıpları giderebilmek için bazı umutsuz önlemler alındı. Bizans altın sikkesi hyperpyron’un altın içeriği yüzde 50 oranında düşürüldü, halk daha da ağır bir vergi yükü altında kaldı. Enflasyon Konstantinopolis’i kıtlığın eşiğine getirirken, göçmenler de kent nüfusunu durmadan artırıyordu.

Kültürel canlanma.


14. yüzyıl başlarında imparatorluk maddi olarak toparlanma umudunu neredeyse yitirmişken, kültürel bakımdan dikkat çekici bir canlılık gösteriyor, Roma ile birleşme sorunuyla artık uğraşmayan kilisenin saygınlığı ve gücü artıyordu. Konstantinopolis patrikleri, imparatorluk dışındakiler ile birlikte tüm Ortodoks kiliselerinin saygısını kazanmıştı. II. Andronikos, Aynaroz (Athos) Dağındaki manastırlar üzerinde imparatorluğa ait olan yönetim yetkisini Konstantinopolis patriğine devretti. Bizans mistik geleneği, hesykhia (tanrısal dinginlik) olarak bilinen bir akım biçiminde burada yeniden filizlendi. Ama hesykhia akımı bazı ilahiyatçılarca Ortodoks öğretiden bir sapma olarak görülecek, bu nedenle 14. yüzyılın ikinci çeyreğinde ortaya çıkan bir uyuşmazlık gitgide siyasal bir nitelik kazanarak kilise ve devlet üzerinde yıkıcı etkilerde bulunacaktı.

Mistik düşünce ile manastır yaşamının canlanması, bir ölçüde din dışı edebiyat ve öğrenimin de gene o çağda görülen canlanmasına bir tepkiydi. II. Andronikos, her türlü araştırma etkinliğini destekliyordu. 11. yüzyılda da olduğu gibi dikkatler ağırlıklı olarak Eski Yunan yapıtlarının yeniden keşfedilmesine yönelmişti. Latince bilenler artık azalmış, Bizans bilginlerinin çoğu kendi Helen miraslarına yönelerek Latin kültürünü bir yana bırakmıştı. Gene de Maksimos Planudes ünlü bir antoloji derleyerek birçok Latince yapıtı Yunancaya çevirmişti. Çeşitli imparatorlar döneminde devlete hizmet etmiş olan Demetrios Kydones de Latin kültürüne sırt çevirmemiş ender kişilerden biriydi. Kydones, Aquinolu Aziz Tommaso’nun yapıtlarını Yunancaya çevirdi.

Kydones gibi Roma kilisesine bağlanarak Bizans’ı yıkımdan kurtaracağına inanan aydınların bir başka örneği, II. Andronikos’un en yetkili logothetes’ı (mabeyinci) Theodoros Metokhites’ti. Theodoros’un öğrencisi Nikephoros Gregoras felsefe, dinbilim, matematik ve astronomi alanlarındaki araştırmalarına ek olarak döneminin bir tarihini de yazdı. Nikaia İmparatorluğu tarihçisi Georgios Akropolites tarafından korunan Bizans tarih yazıcılığı geleneği, 14. yüzyılda Georgios Pakhymeres, Gregoras ve 1354’te tahttan çekildikten sonra anılarını yazan İmparator VI. İoannes Kantakuzenos tarafından sürdürüldü.

III. Andronikos ve İoannes Kantakuzenos.


II. Andronikos 1320’de bütünüyle aile içi nedenlerle torunu III. Andronikos’u mirastan yoksun bırakınca karışıklıklar başladı. 1321-28 arasındaki iç çatışmalar, bir bakıma aristokrasinin genç kuşağının zaferiyle sonuçlandı. Bu kesimin önderi de İoannes Kantakuzenos’tu; tahta çıkan III. Andronikos döneminde imparatorluk siyasetini o belirleyecekti. Ama genç kuşağın irade ve kararlılığına karşın savaş yılları toparlanmayı daha da güçleştirmiş, düşmanlara yeni fırsatlar sağlamıştı. Bizans kuvvetleri 1329’da Konstantinopolis yakınlarındaki Pelekanon’da (Maltepe) Orhan Bey’e yenik düştü. 1331’de İznik, 1337’de de İzmit OsmanlIların eline geçti. Bir zamanlar imparatorluğun kalbi olan Kuzeybatı Anadolu böylece yitirilmişti. Durumu kabul etmekten, OsmanlIlar ve öteki Türk beylikleriyle anlaşmaktan başka seçenek kalmamıştı.

III. Andronikos ve Kantakuzenos, bu yolu izleyerek çok sayıda Türkmen savaşçısını Bizans’ın öteki düşmanlarına, Ege Adalarındaki İtalyanlar ile Makedonya ve Trakya’daki Sırp ve Bulgarlara karşı sürmeyi başardılar. Andronikos’un diplomatik yollarla denetim altında tutmayı başardığı Sırbistan da Stefan Dusan’m 1331’de Sırp tahtına çıkmasından sonra gitgide büyüyen bir tehlike durumuna gelmişti. Dusan, Bizans’ın içinde bulunduğu güçlüklerden yararlanarak 1346’da Sırp ve Yunan imparatoru olarak taç giydi. III. Andronikos’un en büyük başarısı, uzun zamandır imparatorluktan ayrı olan Epeiros ile Tesalya’yı Bizans egemenliğine bağlamasıydı; oysa yalnızca birkaç yıl sonra 1348’de Kuzey Yunanistan’ın tümü Stefan Dusan’ın Sırp İmparatorluğuma bağlanmıştı.

III. Andronikos 1341’de ölünce, ikinci kez iç savaş patlak verdi. Bir yanda çocuk yaştaki V. İoannes’in naipliğini elde etmeyi uman İoannes Kantakuzenos, onun karşısında ise eski yandaşı Aleksios Apokaukos ve Patrik İoannes Kalekas ile Konstantino- polis’te iktidarı elinde tutan ana imparatori- çe Anne de Savoie yer alıyordu. Kantakuzenos 1346’da VI. İoannes adıyla Adrianopo- lis’te taç giydi, Osmanlı kuvvetlerinin yardımıyla da ertesi yıl Konstantinopolis’te iktidarı ele geçirdi. Kantakuzenos’un 1347-54 arasındaki kısa hükümdarlık dönemi belki Bizans’ın kötüleşen talihini tersine çevirebilirdi, ama iç savaşın görülmemiş boyutlarda toplumsal ve siyasal sonuçlar doğurması bunu engelledi. Trakya ve Makedonya kentlerinde halkın hoşnutsuzluğu aristokrasiye karşı patlak veren ayaklanmalarda kendini gösteriyordu. Ağırlıklı olarak Kantakuzenos’u ve temsil ettiği sınıfı hedef alan ayaklanmalar, özellikle Thessalonike’de Zelotların bir darbeyle iktidarı ele geçirerek 1350’ye değin kenti neredeyse özerk biçimde yönetmesiyle sonuçlandı. İkinci iç savaşın ekonomide yol açtığı yıkım da birincisinden büyük oldu.

1347’deki veba salgını, Konstantinopolis’te ve imparatorluğun öteki yörelerinde zaten büyük nüfus kaybına yol açmıştı. VI. İoannes, imparatorluğun ekonomisini onarmak ve istikrarı sağlamak için gene de elinden geleni yaptı. Oğlu Manuel 1349’da Mora eyaletini despotes (despot) unvanıyla devraldı, 1380’de ölene değin eyaleti başarıyla yönetti. Manuel’in en büyük oğlu Matheos’a Trakya’da bir prenslik verildi. VI. İoannes’in kızlarından biriyle evlendirilen genç imparator V. İoannes ise 1351’den sonra Thessalonike’de hüküm sürdü.

VI. İoannes Bizans donanmasını ve ticaret filosunu yeniden kurarak Cenevizlerin ekonomik baskısından kurtulmayı denediyse de başarılı olamadı. Galata’daki Ceneviz kolonisinin gümrük vergisi gelirleri, Konstanti- nopolis’in gelirlerini kat kat aşıyordu. İmparatorluk mücevherleri iç savaş sırasında Venedik’e rehin olarak verilmiş, çaresizlikten değeri düşürülen Bizans altın sikkesinin uluslararası ticaretteki yerini Venedik Dükası almıştı. Bizans yabancıların insafına gitgide daha çok bağımlı duruma geliyor, onlar da egemen sınıf içindeki siyasal ve aileler arası çekişmeleri körükleyip sömürüyorlardı. VI. İoannes’in kiraladığı Osmanlı askerleri Mart 1354’te bir depremden yararlanarak Gelibolu’yu işgal edince halkın saraya yönelik tepkisi doruğa çıktı. Böylece Osmanlılar Avrupa’daki ilk sürekli yerleşmelerini kurmuş oluyorlardı. Aynı yılın kasımında VI. toannes’in karşıtlarının desteklediği V. toannes Konstantinopolis’i zorlamaya başladı. Aralıkta VI. Ioannes tahttan çekildi, oğlu Matheos da birkaç yıl direnmekle birlikte hanedanı sürdüremedi.

Osmanlı yayılması.


VI. İoannes OsmanlIlarla ilişkisi, Osmanlı önderleriyle kişisel dostluğa dayanıyordu. Kızını Orhan Bey’le evlendirmişti. Ama Osmanhlar Avrupa’da bir üs elde ederek yeni fetih olanaklarını gördükten sonra bu tür ilişkiler geçerliliğini yitirmişti. Yeni bir Sırp-Bizans imparatorluğu kurma amacına çok yaklaşmış olan Stefan Dusan, Osmanlıların Balkanlar’da hızla yayılmasını önleyebilecek tek kişiydi. Ama 1355’te o ölünce imparatorluğu da bölündü.

Batı’nın Osmanlı tehlikesini kavrayacağını uman yeni imparator V. İoannes 1355’te papadan yardım isteğinde bulundu. Papalar, Hıristiyan Doğu’nun kaderinden kaygı duymakla birlikte, Bizans Kilisesi uzun süredir Roma’dan kopmuş olduğu için Konstantinopolis’e yönelik önerilerinde hep temkinli davranıyorlardı. V. İoannes 1366’da yardım istemek için Macaristan’a gittiyse de sonuç alamadı. Savoie kontu olan yeğeni Amedeo aynı yıl Konstantinopolis’e küçük bir birlik gönderdi, Trakya içlerine kadar ilerlemiş olan Osmanlılardan Gelibolu geri alındı. Amedeo, Roma’ya giderek papaya bizzat biat etmesi konusunda 1369’da imparatoru ikna etti. Ama V. İoannes Roma’dan dönerken, borçlarını ödemediği için Venedik’te alıkondu. Onun yokluğunda Osmanhlar, Stefan Dusan’m ardıllarına karşı ilk zaferlerini 1371’de Meriç yakınlarındaki Çirmen’de kazandılar. Artık Makedonya’nın bütünü OsmanlIlara açılmıştı. Sırp prensleri ve Bulgar hükümdarı Osmanlılann vasallığını kabullenmişti.

1373’te de Bizans imparatoru aynı yolu izlemek zorunda kaldı: Bizans artık Osmanlı sultanına haraç ödemek, askeri yardım sağlamak zorundaydı. Konstantinopolis’te iktidan elde edebilmek amacıyla imparatorun oğulları ve torunları arasında süregelen çekişme, Osmanlıların, Cenevizlerin ve Venediklilerin körüklediği bir dizi darbeyle sonuçlandı.

V. İoannes’in oğlu IV. Andronikos, Cenevizlerin ve Sultan I. Murad’ın (Hüdavendigâr) yardımıyla 1376-79 arasında kente egemen oldu, Gelibolu’yu geri vererek Osmanlıları ödüllendirdi. Ama V. İoannes, 1379’da Venediklilerin yardımıyla tacını geri aldı ve bir kez daha imparatorluğu oğulları arasında bölüştürdü, ikinci oğlu Manuel, 1382-87 arasında Thessalonike’de imparator olarak hüküm sürdü ve burayı, Osmanlılara karşı direnişin odağı durumuna getirmeye çalıştı. Ama I. Murad Nisan 1387’de kenti ele geçirdi. Osmanlılann Makedonya içlerine girmesi karşısında Sırpların başlattığı saldırı da 1389’da Kosova’da ezildi.

II. Manuel.


Thessalonike’nin yitirilmesinden ve Kosova Savaşı’ndan sonra Konstan- tinopolis artık karadan kuşatılmıştı. Konstantinopolis’i başkent yapmak isteyen Sultan I. Bayezid (Yıldırım) (hd 1389-1402), 1391’de tahta çıkan II. Manuel’i, yalnızca kentin surları içinde imparator olduğu biçiminde uyardı. Osmanlılar Bizans Avrupası’nın Yunanistan’ın güneyi dışında artık bütünüyle denetim altına almışlardı. Bayezid 1393’te Bulgaristan’ın fethini tamamladı, kısa süre sonra da Konstantinopolis’i kuşattı.

II. Manuel de babası gibi Batı’dan yardım geleceğini umuyordu. Macaristan kralı OsmanlIlara karşı büyük bir Haçlı Seferi düzenlediyse de Haçlı ordusu 1396’da Tuna yakınlarındaki Niğbolu’da (Nikopolis) bozguna uğradı. Niğbolu Savaşı’na katıldıktan sonra küçük bir orduyla Konstantinopolis’in yardımına gelmiş olan Fransız mareşali Boucicaut, Manuel’i Batı Avrupa’ya giderek Bizans davasını bizzat anlatmaya ikna etti. İmparator, 1399’un sonundan Haziran 1403’e değin İtalya, Fransa ve İngiltere’ye konuk oldu, yerine de yeğeni VII. İoannes’i bıraktı. Manuel’in gezisi Batılıların Yunan mirasına yönelik ilgisini uyandırmakta bir ölçüde etkili olmuştu. İmparatorun Batı’daki elçisi ve yakın arkadaşı, Demetrios Kydones’in öğrencilerinden Manuel Khrysolaros, Floransa’da Yunanca öğretmenliğine atandı. Papa, Konstantinopolis’in savunması için bir fon bile kurdu. Ama somut yardım konusunda önemli bir ilerleme sağlanamadı.

Bu arada Osmanhlar, Manuel’in yokluğu sırasında Haziran 1402’de Ankara yakınlarında Timur karşısında bozguna uğramışlardı. Bayezid’in dört oğlu, Avrupa’daki Osmanlı topraklarına sahip çıkma ve ülkenin birüğini yeniden sağlama konusunda birikirleriyle mücadeleye tutuşmuştu. Bu beklenmedik koşullan değerlendiren BizanslIlar şehzadelerden kâh birini, kâh öbürünü desteklediler; Konstantinopolis çevresindeki kuşatma kaldınldı. Thessalonike yeniden Bizans egemenliğine geçti, OsmanlIlara haraç ödemesi durduruldu. Manuel’in desteklediği I. Mehmed (Çelebi) 1413’te rakiplerini yendi ve yeniden birleşen Osmanlı Devleti’nin başına geçti.

I. Mehmed’in 1421’e değin süren hükümdarlığı sırasında II. Manuel, imparatorluğun elde kalan son parçalarının savunmasını ve yönetimini güçlendirdi. Son yıllarında Bizans’ın en gelişmiş eyaleti Mora Despotluğu’ydu. Despotluğun başkenti Mistra, BizanslI bilginler ve sanatçılar için bir sığmak olmuş, kiliseleri, manastırları ve saraylarıyla Bizans kültürünün son canlanmasının merkezi durumuna gelmişti. Kentin ünlü bilginleri arasında Helenizmin Helen topraklarında yeniden doğacağını uman Platoncu düşünür Georgios Gemistos Plethon da vardı.

Son Osmanlı saldırısı.


1421’de Osmanlı tahtına çıkan II. Murad, babasının Bizanslılara verdiği bütün ayrıcalıkları İ422’de kaldırdı, Konstantinopolis kuşatmasını yeniden başlattı. Orduları Yunanistan’ı işgal etti, Thessalonike’yi kuşattı. 1423’e değin II. Manuel’in oğlu Andronikos’un elinde kaldıktan sonra bir Venedik kolonisi olan Thessalonike, Mart 1430’da yeniden OsmanlIların eline geçti. Manuel 1425’te ölmüş, yerine oğlu VIII. toannes geçmişti. Yardım aramak için daha önce Venedik ve Macaristan’a gitmiş olan İoannes, Batılı Hıristiyanlan etkilemek amacıyla kiliselerin birleştirilmesine yönelik görüşmeleri yeniden başlatmaya hazırlanıyordu. 1439’da Ioannes ile birlikte Konstantinopolis patriğinin ve birçok Ortodoks piskoposun katıldığı Floransa Konsili’ne birleşme önerisi götürüldü. Uzun ve çetin tartışmalardan sonra Bizans temsilcileri Roma’nın üstünlüğüne boyun eğmeye razı oldular. Ama Floransa birleşmesi Konstantinopolis halkı ve Ortodoks dünyasının çoğunluğu tarafından iyi karşılanmadı. Oysa birleşmenin bazı yandaşları da vardı. İznik piskoposu Bessarion ile Kiev piskoposu Isidoros İtalya’ya giderek Roma’ya bağlı birer kardinal oldular. Bessarion’un derin bilgisi ve zengin kitaplığı, Batı’da Yunan mirasına yönelik ilginin canlanmasına katkıda bulundu. Floransa birleşmesi Osmanlılara karşı bir Haçlı Seferi’nin düzenlenmesine de kaynaklık etti. Gene Macaristan ve Polonya kralı III. Wladyslaw’ın komuta ettiği Haçlı ordusu 1444’te Varna’da yok edildi.

Son Bizans imparatoru XI. Konstantinos, kardeşi VIII. İoannes’in vâris bırakmadan ölmesi üzerine 1448’de Mistra’dan ayrılarak Konstantinopolis’e geldi. Öteki iki kardeşi Thomas ile Demetrios, son Bizans eyaleti olan Mora’yı yönetmeyi sürdürdüler. Yeni Osmanh sultanı II. Mehmed (Fatih) Konstantinopolis’e yönelik son saldırının hazırlıklarına 1449’da başlamıştı. Bizans’a Batı’ dan artık önemli bir yardım gelmiyordu. Kiliseler arasındaki birleşmenin 1452’de Ayasofya’da resmen kutlanması da büyük bir protesto fırtınasıyla karşılaştı. En güç koşullarda bile BizanslIlar, özgürlüklerini korumak için Ortodoks inançlarından vazgeçmeye yanaşmıyorlar, Latinlere borçlu kalmaktansa Osmanlılarca yönetilmeyi daha az küçültücü sayıyorlardı. Bununla birlikte, Konstantinopolis’teki Venedikliler ile Giovanni Guistiniani komutasındaki bir Ceneviz birliği, kentin savunmasına bütün gücüyle katıldı.

II. Mehmed, Konstantinopolis’in surlarını Nisan 1453’te kuşattı. Ama BizanslIların Haliç’in ağzına gerdiği zincir II. Mehmed’in gemilerini engelliyordu. Bunun üzerine OsmanlI gemileri Kasımpaşa sırtlarında karadan taşınarak Haliç’e indirildi. Padişahın ağır toplarının surlan aralıksız dövmesinin ardından 29 Mayıs’ta Osmanh askerleri surlardan içeri girdi. Guistiniani ölümcül bir yara almış, İmparator Konstantinos son kez kent kapılarından birinde ayakta çarpışırken görülmüştü.

Artık Bizans İmparatorluğumun yerini Osmanh Devleti almıştı. İmrozlu tarihçi Kritobulos ve bazı Rumlar, Osmanh sultanına imparatorun tüm sıfatlarını sunarak bu değişikliğin temel mantığını kavradıklarını gösterdiler. Uzun bir süre boyunca parçalanarak dağılan eski imparatorluğun maddi yapısı artık sultan basileus’un yönetimi altındaydı. Ama Ortodoks inancı o ölçüde değişmeye yatkın değildi. Kilisenin Bizans dünyasının en kalıcı öğesi olduğunu çok iyi bilen II. Mehmed, İstanbul patriğini Osmanh yönetimindeki tüm Hıristiyanlardan sorumlu kılarak ona geçmişte benzeri görülmemiş bir dünyevi iktidar aracı kazandıracaktı.

Bizans direnişinin son dağınık odaklan 1453’ü izleyen 10 yıl içinde yok edildi. Atina 1456’da Osmanlılara geçti, Mora’daki iki despotluk 1460’ta teslim oldu. Thomas İtalya’ya kaçtı, imparatorun kardeşi Demetrios padişahın sarayına geldi. Son Rum İmparatorluğumun başkenti Trabzon, hem Osmanlılara, hem Moğollara haraç ödeyerek bir süre bağımsızlığını koruduktan sonra 1461’de Osmanlıların eline geçti. Bizans dünyasının Osmanlı dünyasına dönüşmesi böylece tamamlandı.

Kaynak: Ana Britannica
Son düzenleyen Baturalp; 29 Aralık 2016 23:45