Tarihimizin İlk Bombalı Saldırısı -Yıldız Suikasti
21 Temmuz 1905 Cuma günü, tarihimizde “bomba hadisesi” diye geçen ve
Türk tarihinin ilk bombalı saldırısı olarak tarihe geçmiş meşhur olay .Ermeni komitacıları tarafından Cuma namazından hemen sonra Yıldız (Hamidiye) Camii önünde patlatılan 100 kiloluk bir bomba ile Sultan İkinci Abdülhamid Hân’a suikast yapılmıştır.
Padişah II. Abdülhamid'e Yıldız camisindeki cuma selâmlığından çıkmış, arabasına doğru ilerliyordu. Her zamanki gibi, caminin merdivenlerinden inecek ve dört yüz metre ileride bekleyen arabasına binecekti. Fakat bu sefer ufak bir gecikme olmuştu. Şeyhülislâm Cemalettin Efendi, Abdülhamid’in yolunu kesmiş, bazı konularda bilgi istemişti.
Padişah II. Abdülhamid'le Şeyhülislâm Cemalettin Efendi arasındaki konuşma oldukça uzamıştı. Tam bu sırada korkunç bir patlama duyulmuş, arkasından araba parçaları ve insan kol ve bacakları dört bir yana savrulmaya başlamıştı. Padişahın yanında bulunanlar korkuyla kaçışıyor, canlarını kurtarmak için sığınacak yer arıyorlardı. O kadar kalabalığın arasında kılını kıpırdatmayan, yüzünde en ufak bir heyecan ve korku izi görülmeyen tek bir kişi vardı: Kuruntu ve kuşkusu herkes tarafından bilinen II. Abdülhamid.
Ortada heykel gibi kıpırdamadan duruyordu. Yaverlerinden Miralay Sadık Bey korku ve telâştan kılıcını yere düşürmüş. Miralay Süleyman Şefik Bey de apoletini kaybetmişti. Çevresindekilerin can kaygısına düşüp çil yavrusu gibi dağılmaları, II. Abdülhamid’i çok kızdırmış ve olaydan sonra yaveri için :
"Kılıcını düşüren yaveri maiyetimde görmek istemem, Trablus'a sürgün gidecek!.." emrini vermişti. Tehlike savuştuktan sonra, sığındıkları yerlerden çıkanlara Padişah şunları söylemişti:
"Arabamı çekiniz, burayı kordon altına alınız, sorumluları tutuklayınız!.." Bu sırada, muhafız kıtalarının tüfeklerine mermi sürdüklerini görünce, töreni yöneten subaya :
"Selâm emrini verdir, ne duruyorsun!." diye bağırmıştı. Muhafız kıtası hazır ol durumuna geçince, cami kapısına getirilen arabaya binen Abdülhamid, âdeti olmadığı halde ayakta durmuş, dizginleri kendi kullanarak Çit köşküne varmıştı.
Doğu Anadolu'da bağımsız bir Ermenistan kurmaya çalışan Ermeni Komitacıları karşılarında en büyük engel olarak gördükleri Padişah II. Sultan Abdülhamid'i öldürmek istemişlerdi. Kendileri bu işte yeteri kadar tecrübeli olmadıklarından, Avrupa ve Rusya'daki uluslararası anarşistlerle ilişki kurmuşlar, onlardan Abdülhamid'in öldürülmesi konusunda yardım ve destek sağlamışlardı.
Bu iş için özel olarak İstanbul’a gelenlerden biri de Belçikalı ünlü anarşist Edvard Jorris'ti. O dönemde anarşizm bütün dünyayı sarmış, suikasta uğramayan hükümdar ya da cumhurbaşkanı hemen hemen kalmamıştı. Şimdi sıra II. Abdülhamid'teydi. Edvard Jorris, göze çarpmamak için Singer şirketine memur olarak girmiş, Padişah'ın cuma selâmlıklarını büyük bir dikkatle izlemeye başlamıştı. Abdülhamid, cuma günleri Yıldız camisinden çıktıktan sonra, 1 dakika 42 saniyede arabasının yanına gidiyordu. Birkaç cuma selâmlığını gözleyen Jorris, bu sürenin hiç değişmediğini. Padişahın bir saat düzeni içinde bu yolu, daima 1 dakika 42 saniyede aldığını görmüştü.
Suikastı hazırlayan örgüt oldukça genişti. Jorris'ten başka, Rusya'dan gelen Kristofor Mikaelyan ve kızı olarak tanıttığı Robina, Hacı Nişan Minasyan, Mıgırdıç Serkis Garibyan, Karabet Ohanesyan, Vahram Sabun Kendiryan, Silviyoriçi, Sari Torkom, Trase Yuvanoviç bu örgütün belli başlı üyeleriydiler.
Hazırlanan plana göre, Yıldız camisi önünde bomba çatlatılıp II. Abdülhamid öldürüldükten sonra, Galata Köprüsü, Tünel, yabancı banka ve kurumlar havaya uçurulacak, yabancı devletlerin işe karışmaları sağlanacaktı. Filibe şehrinde Ermeni Komitacıları büyük bir toplantı yapmışlar, bu toplantıya Slav ve Siyonist örgütleri de katılmıştı. Pro Armenia gazetesi başyazarı Pirkiyar da bu toplantıda bulunanlar arasındaydı. Yapılan görüşmeler sonunda plan hazırlanmış ve II. Abdülhamid'in Yıldız camisinden çıkarken öldürülmesi kararlaştırılmıştı.
Gerçek adı Kristofor Mikaelyan olan fakat Samuel Fayn takma adiyle dolaşan Rus Ermenisi, Viyana'da Neseldorfer Wagenbefcu Fabriks Geselschaft firmasına bir fayton yaptırmış ve bunu parça parça Türkiye'ye sokmuşlardı. Deniz yoluyla gelen faytonun parçalarını İstanbul’da komitenin adamı Silviyoriçi alıyor, muayenesiz geçmesi için de gümrük memurlarına para yediriyordu.
İçine patlayıcı madde yerleştirilecek biçimde yaptırılan bu araba, bir araya getirildikten sonra, Şişli dışında denenmiş, amaca uygun bulunmuştu. Faytona 80 kilo patlayıcı maddeyle 20 kilo demir parçası konmuş, arabaya koşulacak atlar da, o dönemin ünlü tiyatrocularından "Kel" Hasan Efendi’den satın alınmıştı. "Machine İnfernale-Cehennem Makinesi" adı verilen ve bombayı istenilen zamanda patlatacak olan araç, Fransa'dan getirtilmişti. Bütün bunlar tamamlandıktan sonra, 21 Temmuz 1905 cuma günü fayton, Abdülhamid'in dört at koşulu arabasının yanına bırakılmış, Padişahın camiden dışarıya çıkması beklenmeye başlanmıştı.
Abdülhamid, caminin kapısında görününce Kristofor Mikaelyan ve kızı olarak tanıttığı Robina, Cehennem Makinesini çalıştırarak, bomba 1 dakika 42 saniye sonra patlayacak duruma getirilmişti. Fakat Padişah, kapı önünde Şeyhülislâm Cemalettin Efendi'yle konuşmaya dalınca, süre dolmuş, Abdülhamid ölümden kurtulmuştu. Suikast amacını gerçekleştirememişti ama, tam 26 kişi ölmüş, 58 kişi de yaralanmıştı. Ayrıca, 17 arabayla 20 at da parçalanmıştı. Cehennem Makinesi'ni çalıştırdıktan sonra kaçamayan Kristifor Mikaelyan da ölüler arasındaydı.
Suikastçılardan birçoğu yabancı pasaport taşıdıklarından yurt dışına kaçmışlardı. Fakat Edvard Jorris yakalanmıştı. Arabanın parçaları arasında bulunan Neseldorfer kelimesiyle 11123 rakamı, olayın aydınlanmasını sağlamış, konuşmamakta direnen Edvard Jorris de her şeyin ortaya çıktığını görünce, bütün bildiklerini anlatmıştı. Suikastçılardan Hacı Nişan Minasyan, sorgusu sırasında gittiği yüznumarada, teneke ibrikle bilek damarlarını ve karnını yırtarak intihar etmiş, geri kalanlar idam cezasına çarptırılmışlardı.
Abdülhamid, Edvard Jorris'i bağışlamış, ayrıca kendisine 500 altın vermişti. Jorris, daha sonraları Avrupa'da Abdülhamid'in bir ajanı olarak çatışmış, saraya önemli raporlar göndermiştir.
Abdülhamid'in Ermeni Komitacıları tarafından öldürülememesi, nedense Tevfik Fikret'i pek üzmüş ve bu üzüntüsünü "Bir Lâhza-i Ta'ahhur - Bir anlık duraklama" adlı şiirinde şu mısralarla belirtmişti :
"Ey şanlı avcı, damını bihûde kurmadın.
Attın fakat yazık ki, yazıklar ki, vurmadın"
Abdülhamid Hân devrinin önemli olaylarından olan bu bomba hadisesini bütün sebep ve sonuçlarıyla ortaya koyabilmek için Ermeni isyanlarına kısaca göz atalım:
Akdeniz’e inebilmek gayesiyle memleketimizdeki Ortodoksların himayesini üzerine alan ve Ermenilerle Balkanlar’daki gayritürk unsurları devamlı tahrik eden ezelî ve ebedî düşmanımız Moskof, kendi idaresi altındaki Ermenilerin istiklâllerini hatır ve hayâle getirmemiş iken, Türkiye’deki Ermenileri Doğu’da kuracakları özerk bir Ermeni devleti vaadiyle, gerçekteyse kendi menfaatleri uğruna himâye ve tahrik etmiştir. Bir taraftan Hınçak teşkilatının tehdit ve tahrikleri, diğer taraftan özerk Ermenistan hülyâsıyla ayaklanıp büyük devletler tarafından korunan Ermeniler, İstanbul’da, Adana’da ve Doğu’da büyük tedhiş / terör hareketlerine girişmişlerdir.
Meşhûr 93 Harbi sonunda Balkanlar’dan ümidini kesen Moskof, İskenderun ya da Basra Körfezi’ne inebilmek için bütün çalışmalarını Ermenilerin üzerinde yoğunlaştırmış ve sözde Ermenileri himaye / koruma maksadıyla Berlin Muâdehesi’nin ünlü 61. maddesinin tatbîki için Bâbıâlî’yi sürekli kışkırtmıştır. Doğu’da Ermeniler lehine bazı reformlara mecbûr edildiğimiz bu meşhur 61. maddenin tatbîki konusunda bütün bu kışkırtmalara Sultan II. Abdülhamid Hân, metanetle göğüs germiş, hatta Alman Büyükelçisine; “Bu maddeyi yürürlüğe koymaktansa ölümü tercih ederim!” diyerek direnmiş ve şahsî gayretiyle Doğu Anadolu’yu Ermenilerin elinden kurtarmıştır.
1894’te Muş’la Siirt arasındaki Sason kazâsında patlak veren Ermeni isyanı sonucunda Ermeniler tarafından yüzlerce Müslüman öldürülmüş, büyük devletlerin müdahalesini temin için Türk köylüsü kıyafetine giren Ermeniler, kendi ırktaşlarını bile öldürmekten çekinmemişlerdir. Çabuk bastırılan bu isyanın sonucunda, isyanın elebaşısı Hamparsum Boyacıyan kaçmış; fakat ne hazindir ki bu adam, Sason İsyanı’ndan 13 yıl sonra, İttihatçi gâfiller tarafından Harput Milletvekili yapılarak Türk Meclîs-i Meb’ûsânı’nda boy göstermiştir!..
Sason İsyanı’ndan 1 ay sonra, Diyarbakır’da, 1 yıl sonra da İstanbul’da tekrar ayaklanan Ermeniler, 1896’da Patrik İzmirliyan idaresinde İstanbul’da büyük bir harekâta girişerek Osmanlı Bankası’nı basmışlarsa da muvaffak olamamışlardır.
Sultan Abdülhamid Hân, Osmanlı Baskını olayından sonra aldığı sert tedbirlerle Ermenileri sindirmesini bilmiş ve Türk topraklarının selâmeti uğruna alınan bu sert tedbirler neticesidir ki, Sultan İkinci Abdülhamid Hân’a Fransız tarihçisi Albert Vandal tarafından “Le Sultan Rouge” (Kızıl Sultan) adı verilmiştir. Bu vesileyle hemen kaydedelim ki Türk topraklarını Ermenilere vermediği, büyük devletlerin müdahalesini temin etmek gayesiyle ikide bir ayaklanan Ermenileri aldığı sert tedbirlerle sindirip perişan ettiği, dolayısıyla Türk düşmanlarının iştihâlarını kursaklarında bıraktığı için bir yabancı tarafından uydurulan bu “Le Sultan Rogue” adını, bizim millî şuur yoksunu kimi aydın(!)larımız, “Kızıl Sultan”a çevirerek Türk’ün şerefli bir evlâdını lekelemekten utanmamışlardır.
Abdülhamid Han’ın Ermeniler’e karşı takındığı bu tavrı inceleyen Mâbeyn Başkâtibi Tahsin Paşa, alınan tedbirlerden bahisle Hâtıratında diyor ki;
“Ermeniler, gerek ticaret aleminde ve gerek hükümette müteahhitlik işlerinde çok esaslı ve kuvvetli mevkileri işgâl ediyorlardı. Sultan Hamid, Ermeni ihtilâlinin bu kaynaklardan kuvvet ve para aldığına kâni ve hakikat de bu merkez de olduğundan, ilk tedbir olarak Ermenilerin badema hiçbir münakaşa ve muameleye kabul edilmemelerini ve kendileriyle kat’ı hesap olunmasını suret-i katiyyede emretti. Hünkârın bu iradesi, lâyık-ı vech ile tatbik edilip edilmediği, sık sık kontrol olunmakta idi. O vakit, sarayın Kuyumcubaşılığı, Ermenilerde idi ve bu yüzden külliyetli istifade ederlerdi. Sultan Hamdi bunları da Saray’dan çıkardı. Bu memnuiyet, İstanbul’dan vilayetlere de temsile dilerek bilimum vali ve mutasarrıflıklara tebligat-i kat’iye ifâ olundu. Bu tedbir, Ermenileri fevkâlade sarsmıştı. Ermeni milleti, yıllarca çalışıp kazandığı ticaretten, piyasadan ve hükümet kapısından mahrum oluyordu. Ermeniler, bu memnuiyeti kaldırtmak ve eski mevkilerini tekrar ele geçirebilmek için çok çalıştılar. Birçok istirhamlarla Hünkâr’ın merhametine müracaat ettiler. Fakat Hünkâr, Ermeni ihtilâlcilerine ve bu ihtilâlcilere yardım eden diğer Ermenilere o kadar gayz ve gazap taşıyordu ki, o istirham ve niyazlar, netice vermek şöyle dursun, bazen buna kalkışanlar bile fena muamele görüyordu.”
Sultan II. Abdülhamid Hân, aldığı bu ve benzeri tedbirlerle Ermeni melanetine mâni olup Türk’ün hukûkunu midafaa ve muhafaza etmiş ve bu hassasiyeti dolayısıyla o, bütün Ermeniler’in düşmanlığını kazanmıştır. Esasen o devirde yalnız Ermeniler değil; gayrütürk ve gayrimüslim unsurların cümlesiyle onlara uyan kendi içimizdeki gafilleri maşa olarak kullanan büyük devletler, Abdülhamid Hân’a düşmandırlar.
Derlemedir