Arama

James Joyce - Tek Mesaj #4

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
1 Şubat 2017       Mesaj #4
Safi - avatarı
SMD MiSiM
JOYCE James
Ad:  James Joyce5.jpg
Gösterim: 529
Boyut:  42.3 KB

İrlandalI yazar
(Rathgar, Dublin, 1882 - Zürich 1941).

Ayyaş bir babayla, aşırı sofu bir anne arasında, ezik bir çocukluk geçirdi, annesi ölürken yalandan da olsa dine döndüğünü söyleyerek onu rahatlatmayı reddetti. Ailesine benzememek amacıyla, kendini okumaya verdi. Cizvit koleji'nde ve üniversitede, tanrıbilim meraklısı, küstah bir züppe rolü oynadı.Stratejisini "sessizlik, sürgün ve kurnazlık” üzerine kurdu; tek saplantısı "özür dilemek zorunda kalacak şeyler yapmamak”tı; uygulaması, her şeyi not etmek, tek dramı ise gözlerini kaybetmek üzere olmasıydı. Ulusal davayı reddetti: İrlanda, yazarın kahramanı Parnell'a ihanet etmişti.

Ona göre, ülkesi "yavrularını yiyen bir dişi domuz”du. ibsen'in ahlaksal ve sanatsal gücü onu büyülemişti; sanatın reformcu bir değer taşıdığına inanmıyordu; onca, yaşantının sürekliliği sağlanmalıydı; bir yapıtta yer alamayacak hiçbir şey yaşamda da yer almamalıydı. Stepher, Hero’da (daha sonra bu, klasik nitel Me bir anlatı olan Sanatçının bir genç adam olarak portresi'ne [A Portrait of the Artist as a Young Man, 1916] dönüşecektir) amacını saptadı: "Tarihin kâbusundan uyanmak, soyunun yaratılmamış bilincini oluşturmak”. Paris (1902), Dublin (Nora'ya bağlandı, onun yanında mutsuz bir Pygmalion gibi yaşadı, sevgisine karşılık göremediği gibi küçümsendi ve ancak yıllar sonra onunla evlenebildi), Trieste (1905), Zürich (1915, Lenin'in, Jung'un ve dada harekelinin Zürich'i), Paris (1920) ve tekrar Zürich’te (1939) dolandı durdu. Ders vererek geçimini sağlarken, kalemi de elinden düşürmüyor, o arada da fırsat buldukça çekinmeden kardeşi ve hayranlarından para sızdırıyordu. Biraz cılız kalan şiirlerden (Chamber Music, 1907), şefkatle yoğrulmuş gerçekçi öykülere (Dublinliler’ [Dubliners, 1914]) geçti: yavaş yavaş kendini yapıtlarına katmamayı öğreniyordu. Otoportreleriyle, çevresine bir zırh gibi ördüğü tabirinden ve yazarlık taslamalarından kurtuldu.

1914 ile 1922 arasında, müstehcen bulunarak yasaklanacak olan Ulysses"ı yazdı. Alaycı bir açıdan “kendi" kentim, kendi dilini, kendi halkını hep birden yeniden yaratmak, "çoğu kimsenin bir kent yerine koymak istediği bu yarıfelçliyi” ruhuna kavuşturmak istiyordu. İlk yapıtlarında, yazdıklarıyla kendi arasına koyduğu kasıntılı ve korunmalı mesafe, yerini, kendi kendini zaten alaya aldığı için alaya alınmasına gerek kalmayan bir dünyanın en küçük ayrıntılarına sevinçle katılma isteğine bıraktı. Her şey var idi ve var olan her şey de gülünçtü. "Yeni hiç bir şey yok"un bütün tadını çıkaran Joyce artık neşesine kavuşmuş, bütün toplumsal yıldırmalardan (suçluluk, kahramanlık, utanç, iffet) kurtulmuş bir kaderciydi. Ne var ki, "yapıtını uzaktan seyrederek tırnaklarını temizleyen yaratıcının" bu neşesi, dönüşü olmayan evrimlerin karşısında bir balon gibi sönüverdi: birçok ameliyat sonucunda gözlerini yitirmesi ve Jung'un, onun yapıtlarında izlerine rastladığı şizofreniyi yaşayan kızının delirmesi.

1922 ile 1939 arasında Joyce, kendini Finnegans Wake'nın yazımına verdi; yapıt aşırı incelikler yüzünden okunamaz duruma gelirse de dinlenebilir (Joyce, birçok bölümü kendi sesiyle kaydetmişti): gecenin dili dünyanın sayıklamasıyla birleşir; bu dünya, düşman kardeşlerin rekabetiyle dönem dönem sarsılır ve dişi Anna Livia Plurabelle (Liffey ırmağı) ile babası, soğuk ve deli okyanusun karışmasıyla yenilenir. Bu yapıt, hiç durmadan anlamını arayan, ama içinde, her türlü anlamın kaybolduğu evrenin tükenmez söylenmesidir. Joyce’un yapıtı, sayısız algılarımızın tarihin anlamını oluşturmak için bir araya gelmeye çabaladıkları bir dünyanın sonunu belirtir.

Kaynak: Büyük Larousse
SİLENTİUM EST AURUM