Arama

Hukuk Devleti - Tek Mesaj #2

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
19 Mart 2017       Mesaj #2
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Hukuk Devleti


Hukuk, Arapça bir sözcüktür ve haklar anlamına gelmektedir. Türkçe’de hukuk sözcüğü daha ziyade tekil olarak kullanılmaktadır. Toplum halinde yaşayan insanların birbirleriyle ve toplumla ilişkilerini düzenleyen ve kendilerine uyulması devletin zorlayıcı gücü ile güvence altına alınan kurallara hukuk kuralları denir. Bu kuralların oluşturduğu bütüne de hukuk adı verilmektedir. Hukuk kurallarına diğer toplumsal düzen kuralları gibi insanların barış ve güven içinde yaşayabileceği bir toplum düzenini kurmayı ve bu düzeni korumayı amaç edinmektedir. Bu nedenle hukuk kuralları tarih boyunca özellikle, din ve ahlak kuralları ile içice ola gelmiştir.

Aralarındaki tek belirgin fark yaptırım unsurundan doğmaktadır. Din, ahlâk ve görgü kuralları tanrı korkusu, ayıplama vicdan azabı duyma gibi yaptırımlarla desteklendiği halde, hukuk kurallarına uymama halinde devlet, örgütlenmiş ve zorlayıcı bir güç olarak fertlerin karşısında yer almaktadır.
Hukuk kuralları toplumsal ilişkileri gruplar halinde düzenler. Aynı nitelik gösteren toplumsal ilişkileri düzenleyen hukuk kurallarının oluşturduğu gruba hukuksal kurum adı verilir. Örneğin, evlenme ve boşanma birer hukuksal kurumlardır. Hukuksal kurumların oluşturduğu düzene de hukuk düzeni denir.

Hukuk Devletinin Tanımı


Varlığının nedenini insanların huzur ve mutluluğunu sağlamakta bulan, amacı insan hak ve hürriyetlerini güvence altına almak ve bunları geliştirmek olan, yönetilenlerin haklarını aramalarının önündeki tüm kısıtlamaları kaldıran, demokratik, eşit ve adaletli bir düzen içerisinde otoriteyi insanların özgürlüğü lehine sınırlandıran, hukukla ve hukukun genel ilkeleriyle bağlı olan devlettir.

Hukuk Devleti Kavramı


Kavramsal anlamda ilk olarak 18. Yüzyılın sonu ile 19. Yüzyılın başında Almanya’da ortaya atılmış olan “hukuk devleti”nin kurumsal olarak ortaya çıkışı Fransız Devrimi ile gerçekleşmiştir. Kapsayıcı bir tanımla; “varlığının nedenini insanların huzur ve mutluluğunu sağlamakta bulan, amacı insan hak ve hürriyetleri güvence altına almak ve bunları geliştirmek olan, yönetilenlerin haklarını aramalarının önündeki tüm kısıtlamaları kaldıran, demokratik, eşit ve adaletli bir düzen içerisinde otoriteyi insanların özgürlüğü lehine sınırlandıran, hukukla ve hukukun genel ilkeleriyle bağlı olan devlet” olarak tanımlayabileceğimiz hukuk devleti, esas olarak devletin yetkilerini hukuk çerçevesinde kullanmasını sağlamayı ve bunu gerçekleştirirken de her şart ve durumda “insan hakları”na saygılı olmayı gerektirir. Hukuk devleti kişilerin güvenlik gereksinimlerine somut olarak, getirdiği hukuk ilke ve kurumlarıyla karşılık gelir.
Hukuk devleti anlayışı, tarihsel olarak sırasıyla mülk devleti ve polis devleti anlayışlarının ardından ortaya çıkmıştır. Mülk devletinde devlet, o devleti yönetenlerin malıdır. Ortaçağın derebeylik sistemine dayanan mülk devleti anlayışında, iktidar yetkileri hükümdar ve soylu sınıflar arasında paylaşılmıştır. Mülk devletinde hükümdar, kendi yetkilerini kendi sağlar ve hiçbir kuralla bağlı olmaksızın onu kullanırdı, başka bir ifadeyle mülk devletinde tam bir keyfi rejim hakimdi.

Mülk devletinin ardından ortaya çıkan “polis devleti anlayışı”nda da hükümdar hiçbir kuralla bağlı değildi. Polis devletinde, hükümdarın hak ve yetkileri mülk devletindeki gibi maliklik statüsünden değil, hükümdarım temsil kudretinden kaynaklanmaktaydı. Polis devletinde hukuk kaideleri hiçbir şekilde yönetimi bağlamasa da tebâ için kayıtsız şartsız uyulması gereken kurallar anlamına geliyordu. Polis devleti anlayışı, Fransız ihtilali ile sarsılmış ve yerini hukuk devleti anlayışına bırakmıştır.

Hukuk devleti ilk olarak Almanya’da ortaya atılmış ancak gelişmesi ve kurumsallaşması Fransa’da gerçekleşmiştir. Bununla birlikte yönetimin hukukla bağlılığı kuralı kapsamlı ve sistemli bir şekilde ancak 19.yy ortaya çıkmıştır. Ancak yönetimi hukukla bağlama yolunda atılan adımların tarihi oldukça eskidir ve bunu Eski Yunan’a kadar götürebiliriz. Buna rağmen 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ilk kez hukuk devleti yolundaki somut kural ve ilkeleri getirmiştir. Bu dönemdeki gelişme sürecinde hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, idarenin yargısal denetimi,yargı bağımsızlığı, idarenin kanuniliği gibi kavramlar altında gündeme gelmiştir. Bununla birlikte bu dönemin hukuk devleti anlayışı, biçimsel hukuk devleti anlayışıdır, başka bir deyişle hukuk devleti gelişme sürecinde kanun devleti olarak anlaşılmıştır.

20. yüzyılla birlikte baskıcı rejimlerin temel hak ve hürriyetleri ihlal eden uygulamalarına karşı, hukuk devleti anlayışı bir başkaldırı şeklinde daha sistemli ve kapsayıcı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Buna göre artık yazalar, hukuka uygun olmak zorundaydı. Hukuka uygun olmayan yazalar, meşru değildi. Bunun içinde yasama organları tarafından yapılan yasalar, denetlenmek zorundaydı. Böylece temel hak ve hürriyetlere idare tarafından gelebilecek haksız müdahaleler etkisiz kılınabilecekti.

II. Dünya Savaşı’nın ardından insan haklarının evrensel bir boyut kazanmasıyla birlikte de hukuk devleti anlayışı tüm dünyada itibar sağlayan bir kavaram olarak gündeme oturmuştur. 20. Yüzyıl boyunca uluslar arası düzenlemelerde, sözleşmelerde hukuk devletinin içeriğiyle ilgili kurumların oluşturulması sağlanmıştır. 1980’li yıllarla birlikte de hukuk devleti anlayışı artık vazgeçilmez bir ilke haline gelmiştir.
Yönetilenlere hukuk güvenliği sağlayan ve yönetilenleri de bağlı sayan hukuk kuralları bütünüdür. Konulan kurallara, kuralları koyanlarında uyması (önemli özellik) Polis devletinden ayıran özellik. Polis devletinde keyfilik var. Yönetilenler uyar yöneticiler isterse uyar. Hukuk devletinde kural önceden konur. Olaya göre kural uygulanır. Polis devletinde olaya göre kural konur. Hukuk devletinde suç önceden belirtilir. Olay suçsa kural uygulanır.
Hukuk devletinde yönetende yönetilende aynı kurala ağlı uymak zorunda.
Hukuk devleti olması için gerekler;

  • Temel hak ve özgürlüğün güvence altına kurala alınması, anayasa ile teminat altına alınması,
  • Yasal İdare, idarenin her türlü işlemlerinde yasaya uyması
  • Mahkemenin bağımsızlığı, yargıçların güvencesi (baskı altında kalmadan karar vermesi)
  • Erkler kudretler ayrımı (birbirinden görevlerin ayrı tutulması)
  • İdarenin yargı denetimine tabi olması
  • İdarenin mali sorumluluğu (İdare maddi veya manevi zararınızı ödemek zorunda)
  • Yasaların anayasaya uygun olması (hiçbir emredici kuralın anayasaya aykırı olmaması)

Hukuk Devleti Anlayışı


Yönetimin Hukuka Bağlılığı


Demokratik düzenin egemen olduğu ülkelerde, yönetimin hukuka bağlılığı ilkesi benimsenmiştir. Günümüzde yönetim, ülkede egemen olan hukuk düzeni içinde, hukuka uygun olarak görevlerini yürütme zorundadır.
Öğretide, yönetimin hukuka bağlılığına, “hukuk devleti” yönetimi hukuka bağlı olmayan devletler için de “polis devleti” deyimi kullanılır. Hukuk devleti, tarihsel süreç içinde polis devleti anlayışından sonra ortaya çıkmıştır. Kara Avrupa’sında, Polis Devleti anlayışından önce, “Mülk devleti” anlayışı eğmen olmuştur.

Mülk Devleti Anlayışı


Mülk devleti anlayışı ortaçağın derebeylik sistemine dayanır. Derebeylik rejimi, esas olarak, belli olarak verilmesinden doğmuştur. Bunun yanında bazı kentler, çeşitli yollarla özerklik elde etmişlerdir. Böylece kamu gücü en büyük derebeyi olan hükümdar, derebeyleri, kilise ve ayrıcalıklı kentler arasında bölünmüştür. Hükümdarın hak ve yetkileri, derebeylerinin, kilise ve ayrıcalıklı kentlerin hak ve yetkileri ile sınırlandırılmıştır.
Kamu hukuk ve özel hukuk ayrımının yer almadığı bu dönemde, parçalanmış bir durumda olan kamu gücü, mülkiyete dayalı haklardan sayılıyordu. Kamu gücünü elinde bulunduranlar, yetkilerini sözleşme ile devredebiliyorlardı. Bunların hak ve yetkileri miras yolu ile başkalarına geçebiliyordu. Bu dönemde kamu gücü alanında görülen parçalanma yargı alanında da görülür. Hükümdarların, derebeylerinin, ayrıcalıklı sınıfların yargı yetkileri ve mahkemeleri vardı. Hükümdarların güçlenmeleri ile derebeylikler ortadan kalkmıştır. Böylece salt hükümdarlık döneminin başlamasıyla, Mülk Devleti anlayışı yerine Polis Devleti anlayışına bırakmıştır.

Polis Devleti Anlayışı


Özellikle XVII. Ve XVIII. Yüzyıllarda Kara Avrupa’sında egemen olan “Polis Devleti” deyimi ilk kez Almanya’da ortaya çıkmıştır. Polis devleti ile yönetimi hukuka bağlı olmayan ve toplum için her türlü önlemi alma yetkisi olan devletler anlatılmak istenir. Polis devleti deyimindeki “polis” sözcüğü “kolluk” anlamında değil, devlet düzeni ve bu düzen içindeki kamu gücü anlamındadır. Polis devletinin özelliği, yönetimin tarımsal ve kendi koyduğu kurallar dışında hiçbir hukuk kuralı ile bağlı olmaması, güç ve yetkilerinin takdire dayanması, yargısal denetimin uygulanmamasıdır.
Böyle olmakla birlikte, polis devleti düzensiz, hiçbir kurala bağlı olmayan devlet anlamına gelmez. Yönetim içinde bir düzen, yöneticilerin uyması gereken kurallar vardır. Bu kurallar yöneticileri, yönetilenlere karşı bağlamaz. Bu darım, sınırsız yetkilerle donatılmış devlet gücünün zamanla “keyfiliğe” kaymasına neden olmuştur.
Polis devleti döneminde, yönetilenlerin, yönetime karşı korunmasının sağlamak için “hazine” kuramına dayanılmıştır. Almanya’da ortaya atılan bu kuramın kökeni Doma Hukukuna dayanır. Roma hukukunda hazineye imparatorun yanında, aynı bir kişilik tanınmıştır. Böylece hiçbir hukuk karalı ile bağlı olmayan kamu gücü ile özel hukuk kuralları uygulanan hazine, birbirinden ayrılmıştır. Yönetimin kamu gücüne dayanarak yaptığı işlemlerden dolayı, yargı yerlerine başvuramayanlar, özel hukuk kurallarına dayanarak hazineye karşı dava açabiliyorlar, hazineden tazminat alabiliyorlardı.

Hukuk Devleti Kavramı


Kara Avrupa’sında, Fransız Devriminden bu yana “polis devleti” anlayışı yerini “hukuk devleti” anlayışına bırakmıştır. Kamu yönetiminin hukuka bağlılığına, Kara Avrupası ülkelerinde “hukuk devleti” Ango-Amerikan ülkelerinde “hukukun egemenliği” yahut “hukukun üstünlüğü” denilir. Hukuk devleti deyimi, yönetilenlere hukuk güvenliği sağlayan devlet düzenini anlatır. Hukuk devletini, polis devletinden ayıran başlıca özellik, devlet görevlerinin belli hukuk kuralları içinde yürütülmesidir. Hukuk devletinde, devlet yalnız hukuku koyan bir varlık değil, koyduğu hukukla da bağlı olan bir varlıktır.
Hukuk devleti anlayışı, bir ülkede yerleşmiş hukuk düzenine, yalnız bireylerin değil yönetimin de uymasını gerektiren bir ilkedir. Hukuk devleti ilkesinin bir anlam kazanabilmesi için, ülkede egemen olan hukukun, devlete karşı da yönetilenlere hukuk güvenliği sağlaması gerekir. Bunun için de yasama ve yürütme güçlerine bazı sınırlamalar getirilmesi, hukukun herhangi bir sınıf egemenliğinin aracı olmaması, demokratik toplumun gereklerine cevap vermesi gerekir. Bunda da en büyük sorumluluk, hukukun ne olduğunu söyleme yetkisine sahip olan yargıçlara düşer.
Anayasa Mahkemesinin bir kararında da belirttiği gibi, hukuk “devleti, insan haklarına saygı gösteren ve bu hakları koruyucu, adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeğe kendini zorunlu sayan ve bütün faaliyetlerinde hukuka ve Anayasaya uyan bir devlet olmak gerekir.”
Hukuk devleti kavramı, ülkemizde önce öğretide, sonra yargı kararlarında ve 1961 ve 1982 Anayasalarında yer almıştır. Her iki Anayasa da, Türkiye Cumhuriyetinin “sosyo bir hukuk devleti” olduğunu açıkça belirtmiştir.

Hukuk Devleti İlkesinin Gerekleri


Hukuk devleti ilkesinin gerekleri konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bunda da devleti ilkesinden söz edilirken genellikle yönetimin yasallığı, yönetimin yargısal denetimi, yargıçların bağımsızlığı yasaların Anayasaya uygunluğunun yargı yoluyla denetimi gibi konular üzerinde durulmuştur. Kara Avrupası ülkelerinde, hukuk devletinin gerekleri arasında temel haklar güvenliğine, erklerin ayrılması ilkesine de yer verilmektedir. Hukuk devleti ilkesinin içeriğini belirtme yönünden, hukuk devleti ilkesinin gereklerine ülkemiz açısından kısaca değinmekte yarar vardır.

Hukuk Devletinin Gerekleri


Hukuk devletinin birinci koşulu temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasıdır. Zira hukuk devleti anlayışı ile insan haklarının gelişimi aynı paralelde gerçekleşmiştir. Temel hak ve hürriyetlerin güvence altına alınması hukuk devletinin ilk koşuludur. Hukuk devletinin diğer gerekleri de hep bu güvencesi sağlama yolundaki kural ve ilkeleri içerir. Temel hak ve hürriyetleri güvence altına almanın yolu ise onları katı bir Anayasada saymak ve kısıtlamalarını da genel ve evrensel kurallara dayandırmaktır.

Temel hak ve özgürlüklere yönetim tarafından gelebilecek herhangi bir olumsuz müdahalenin önlenmesi için ikinci koşul yönetimin yasallığıdır. Yönetimi uygulamaları öncelikle hukuka, anayasaya ve hukukun evrensel ilkelerine uygun olmalıdır. Bununla birlikte yönetimin bu kuraldan sapması durumunda yargısal denetiminin de yapılması gerekir. Başka bir deyişle yönetimin hukuka aykırı davranışlarına karşı kişilerin yargı denetimi ile korunması gerekir.
Hiç kuşkusuz yaza devleti anlamına gelmeyen hukuk devletinde yapılan yasal düzenlemelerin ondan üstün olan Anayasaya uygunluğu şarttır. Çünkü temel hak ve hürriyetler Anayasa ile güvence altına alınmıştır ve onlar hakkındaki tasarrufların kuralları da Anayasada kayıt altına alınmıştır. Bununla birlikte temel hak ve hürriyetleri Anayasa güvencesi altına almanın ve ancak Anayasanın öngördüğü ilkeler ve zorunluluklar nedeniyle çıkarılan kanunlarla korumanın yanında, diğer önemli bir koruma yolu da, devlet yapısının ve bu yapının çalışma mekanizmasını belli kurallara bağlamak, devlet içindeki güçlerin bir elde toplanmasını önlemektir. Bunun yolu da kuvvetler ayrılığının sağlanmasından geçmektedir.
Hukuk devletinde etkili bir koruma yolunun sağlanabilmesi için yargı bağımsızlığının ve yargıçlık güvencesi kurumlarının tam olarak yerleşmesi gerekmektedir. Zira yasama ve yürütmeyi hukuka, hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti ilkelerine bağlayan yargıdır.
Hukuk devleti için gerekli olan diğer iki koşul ise tam olarak siyasal katılımcı bir demokrasinin sağlanmış olması ve hukukun evrensel ilkelerine saygı gösterilmesidir.

Temel Haklar Güvenliği


Hukuk devletinin önemli gereklerinden biri, temel hakların güvenlik altına alınmasındır. Temel haklara, insan hakları da denilir. Anayasamız her iki kavramı da kullanır.
a) Koruyucu haklar:
Kişileri topluma ve Devlete karşı koruyan hak ve özgürlüklere “koruyucu haklar” denir. Bunlar, Anayasada “kişinin hakları ödevleri” başlığı altında toplanmıştır. Bu bölümde, kişi dokunulmazlığı; özel hayatın korunması, konut dokunulmazlığı, yerleşme ve seyahat, düşünce ve inanç, bilim ve sanat, basın, toplantı hak ve özgürlükleri gibi, koruyucu haklar yer almıştır. Bu bölümde hakların korunması ile ilgili kurallara da yer verilmiştir: hak arama özgürlüğü, doğal yargıç önüne çıkmak hakkı gibi.

b) İsteme hakları:
Kişilerin topumdan ve devletten isteyebilecekleri haklara “isteme hakları” denir. Bu tür haklar Anayasanın “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler” başlığı altında yer almıştır: Bunlar, ailenin korunması, eğitim ve öğretim hakkı, çalışma hakkı, sağlık hakkı, konut hakkı gibi, haklarıdır.

c) Katılma hakları:
Kişinin siyasal gücün kullanılmasına katılmasını sağlayan haklara “katılma hakları” denir. Bu haklara Anayasada “siyasal haklar ve ödevler” başlığı altında düzenlenmiştir. Burada, vatandaşlık, seçme ve seçilme hakkı gibi haklar yer almıştır.

Temel hakların güvence altına alınması, bir yandan temel haklar alanındaki sınırlama ve düzenlemelerin ancak “yasa” ile yapılmasını, diğer yandan da, yasa koyucunun temel hakların “özüne” dokunmamasını sağlamakla olabilir. Bunun gerçekleştirilmesinde, “sert” bir anayasa ve yasaların anayasaya uygunluğunun “yargı yolu” ile denetimi yararlı olur. 1961 Anayasası, hem sert bir anayasadır, hem de yasaların Anayasaya uygunluğunun denetimini getiren ilk Anayasadır. 1982 Anayasası da bu iki esası korumuştur.

Temel hak ve özgürlükler, ancak Anayasada açıklık olan durumlarda ve Anayasanın öngördüğü ölçüde sınırlanabilir. Anayasa 113. Maddesi ile genel bir sınırlamaya gitmiştir. Buna göre, “Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli egemenliğin, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile sınırlanabilir.” Anayasa ayrıca, temel hak ve özgürlükleri düzenleyen maddelerinde de, düzenlediği hak ve özgürlüklere iliştin “özel kısıtlamalar”da getirmiştir. Anayasa genel kısıtlamaların tüm hak ve özgürlük için geçerli olduğunu belirtmiştir.

Anayasada böyle bir kuralın yer almasına karşın, genel sınırlama nedenlerinin tümünü, tüm hak ve özgürlüklere uygulama olanağı yoktur. Yine Anayasa, her türlü sınırlamanın “Anayasanın sözüne ve ruhuna” ve “demokratik toplum düzeninin gereklerine” uygun olarak yasa ile yapılabileceğini öngörmektedir. 1961 Anayasasında yer almamıştır. Bunun yerine 1982 Anayasasında, “Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılamaz,” kuralı yer almıştır. Benzer bir kural, Türkiye’nin taraf olduğu ve iç hukukumuzun bir parçası olan, Avrupa insan Hakları Sözleşmesinde de yer almıştır.
SİLENTİUM EST AURUM