Arama

Hukuk Devleti - Tek Mesaj #5

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
19 Mart 2017       Mesaj #5
Safi - avatarı
SMD MiSiM

1961 ve 1982 Anayasalarının Yapımı Süreçlerinin Karşılaştırılması


1982 Anayasasının hazırlanması süreci 1961 Anayasasınınki ile karşılaştırıldığında, aralarında başlıca şu benzerlik ve farklar göze çarpmaktadır.

Benzerlikler:


  • Her iki Anayasa, askeri müdahaleler sonucu oluşmuştur.
  • Her iki anayasa, bir kanadı askeri harekâtın liderliğini yapan kuruldan (Milli Birlik Komitesi ve Milli Güvenlik Konseyi) diğer kanadı ise sivillerden (Temsilciler Meclisi ve Danışma Meclisi) oluşan Kurucu Meclisler tarafından hazırlanmıştır.
  • Her iki durumda da Kurucu Meclis, daha doğrusu bu Meclisin sivil kanadı seçimle oluşmamıştır.
  • Her iki durumda da Kurucu Meclisçe hazırlanan Anayasa, halk oyuna sunulmak suretiyle kesinleşmiştir.
  • Her iki durumda da sivil kanadın, Bakanlar Kurulunun kurulması ve düşürülmesine ilişkin yetkileri yoktur.

Farklar:


  • Gerek Temsilciler Meclisi gerek Danışma Meclisi genel seçim sonucunda oluşmamakla beraber, 1961 Temsilciler Meclisinin daha temsili nitelik taşıdığı görülmektedir. Bu Meclisin üyelerinin aşağı yukarı üçte biri dolaylı denilebilecek bir seçimle üyelik sıfatını kazanmış, önemli bir bölümü de kooptasyon, yani çeşitli meslek kuruluşlarının kendi temsilcilerini belirlemesi yoluyla oluşmuştur. Buna karşılık Danışma Meclisi üyelerinin tümü Milli Güvenlik Konseyi tarafından atanmıştır.
  • Temsilciler Meclisinde, kapatılan D.P. dışında, günün diğer iki partisi olan C.H.P ve C.K.M.P. gerek doğrudan doğruya kendilerine ayrılan kontenjanlar, gerek iller ve meslek kuruluşları temsilcileri arasındaki parti üyeleri kanalıyla, Anayasanın hazırlanmasında büyük ölçüde etkili oldukları halde, Danışma Meclisi tümüyle partisiz bir meclistir. Daha önce belirtildiği gibi, Danışma Meclisi üyesi olabilmenin şartları arasında, “11 Eylül 1980 tarihinde herhangi bir siyasi partinin üyesi olmamak” şartı sayılmıştır.
  • Bu iki fark, Danışma Meclisinin Temsilciler Meclisine oranla, sosyal kompozisyon bakımından çok daha fazla bürokrasi ağırlıklı bir kuruluş olması sonucu doğurmuştur.
  • Temsilciler Meclisi Milli Birlik Komitesi karşısındaki durumuna oranla daha geniş yetkili bir kuruluştur. 1961 sisteminde Temsilciler Meclisi de Milli Birlik Komitesi tarafından aynen kabul edilmediği, Temsilciler Meclisi de Milli Birlik Komitesince yapılan değişiklikleri benimsemediği takdirde, iki meclisin üyelerinden oluşan bir Karama Komisyon metninin Kurucu Meclis birleşik toplantısında oylanması öngörülmüştü. Bu durum, sayıca daha kalabalık olan Temsilciler Meclisine bir üstünlük sağlıyordu. 1981-83 sisteminde ise Milli Güvenlik Konseyi, Danışma Meclisince kabul edilen metinde dilediği değişikliği yapma veya bunu tümüyle reddetme yetisini kendisinde saklı tutmuştur. Milli Güvenlik konseyince değiştirilerek kabul edilen metinin tekrar Danışma Meclisine gönderilmesi gibi bir yöntem öngörülmemiştir. Bu anlamda Anayasanın yapımında nihai söz, Milli Güvenlik Konseyindedir. Danışma Meclisi, adının da doğru olarak ifade ettiği gibi, nihayet bir danışma veya “ön çalışma” organıdır.
  • 1961 sisteminde, halkoyuna sunulan Anayasa tasarısının kabul edilmemesi halinde ne yapılacağı açıkça belirtilmiştir. Bu durumda, yeni seçim kanununa göre yapılacak genel seçimle yeni bir Temsilciler Meclisi kurulacak ve bu Meclis, Anayasa çalışmalarına yeniden başlayacaktır. 1981-83 sisteminde ise, Anayasa tasarısının halk oylamasıyla reddi durumunda ne yapılacağı konusunda bir açıklık yoktur. Bu durum, tasarı reddedildiği takdirde askeri idarenin belirsiz bir süre daha devam edebileceği düşüncesini akla getirebilecek niteliktedir.
  • 1961 halkoylamasında siyasal partiler kamu oyu oluşturmakta aktif bir rol oynadıkları, hatta Anayasanın kabulüne karşı olan görüşler nisbi bir rahatlık içinde ifade edilebildiği halde, 1982 halkoylamasına ilişkin 70 sayıla Milli Güvenlik Konseyi kararında, Anayasa üzerindeki görüş ve önerilerin açıklanmasında “münhasıran Anayasa taslağının geliştirilmesi maksadı içinde” kalınacağı, “Anayasanın halkoylamasında, halkın vereceği reyin nasıl olması gerekeceği hususunda etki yapacak herhangi bir telkinde” bulunulamayacağı belirtilmiştir. Benzer şekilde, 71 sayılı Milli Güvenlik Konseyi kararında da “Anayasanın geçici maddeleri ile Devlet Başkanının radyo-televizyon9da ve yurt gezilerinde yapacakları Anayasayı tanıtma konuşmaları hiçbir suretle eleştirilemez ve bunlara karşı yazılı veya sözlü herhangi bir beyanda bulunulamaz” Denilmek suretiyle, halkoylaması öncesinde Anayasa üzerindeki tartışmalar sınırlandırılmıştır. Zaten 12 Eylül 1980 tarihine kadar kurulmuş olan bütün siyasal partiler, Milli Güvenlik Konseyinin 16 Ekim 1981 tarihli kanunuyla feshedilmiş olduğundan, 1982 Anayasa Halkoylamasında siyasal partilerin kamu oyu oluşturulmasına bir katkıları da söz konusu olmamıştır.
  • 1961 halkoylamasının aksine, 1982 halkoylamasında Anayasanın kabulü, Cumhurbaşkanının seçimiyle birleştirilmiştir. Anayasanın geçici birinci maddesine göre, “Anayasanın, halkoylaması sonucu, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olarak kabul edildiğinin usulünce ilanı ile birlikte halkoylaması tarihindeki Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanı, Cumhurbaşkanı sıfatını kazanarak, yedi yıllık bir dönem için, Anayasa ile Cumhurbaşkanına tanınan görevleri yerine getiriri ve yetkileri kullanır. 18 Eylül 1980 tarihinde Devlet Başkanı olarak içtiği and yürürlükte kalır. Yedi yıllık sürecin sonunda Cumhurbaşkanlığı seçimi Anayasada öngörülen hükümlere göre yapılır. Cumhurbaşkanı, ilk genel seçimler sonucu Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanıp, Başkanlık Divan oluşuncaya kadar, 12 Aralık 1980 gün ve 2356 sayılı Kanunla teşekkül etmiş olan Milli Güvenlik Konseyinin Başkanlığını da yürütür.” Böylece, Kurucu Meclis hakkında kanun uyarınca ilkin Danışma Meclisi sonra da Milli Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilen Anayasa Tasarısı, 7 Kasım 1982 günü halkoyuna sunulmuş ve %8.63 oranında “hayır” oyuna karşılık, %91.37 oranında “evet” oyuyla kabul edilmiştir. Anayasanın yürürlüğe girmesine ilişkin 177’nci madde gereğince, 6 Kasım 1983 tarihinde milletvekili genel seçimlerinin yapılmasını takiben Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 6 Aralık 1983’te oluşması, yani yeni seçilen Meclisin göreve başlamasıyla, Milli Güvenlik Konseyinin ve Danışma Meclisinin hukuki varlıkları sona ermiş ve Türk siyasal hayatında yeni bir demokratik dönem başlamıştır.

Sosyal Hukuk Devleti


1961 Anayasası gibi 1982 Anayasası da, ikinci maddesinde Cumhuriyetimizi yalnız bir hukuk devleti olarak nitelendirilmiştir. Bir çok tartışmalara yol açan. “Sosyal bir hukuk devleti” olarak nitelendirilmiştir. Bir çok tartışmalara yol açan, “sosyal devlet” yahut “sosyal hukuk devleti” kavramı çok yönlü siyasal bir kavramdır. Bu kavramdan genel olarak kişilerin sosyal durumlarını iyileştirmeyi, onlara insanca bir yaşayış düzeyi sağlamayı, onları sosyal güvenliğe kavuşturmayı kendisi için ödev bilen devlet anlaşılır.
Anayasa Mahkemesinin bir kararında belirtildiğine göre, “Sosyal hukuk devleti insan hak ve hürriyetlerine saygı gösteren, ferdin huzur ve refahını gerçekleştiren ve teminat altına alan, kişi ile toplum arasında denge kuran, emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak düzenleyen, özel teşebbüsün güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayan çalışanların insanca yaşamasını ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, iktisadi ve mali tedbirler olarak, çalışanları koruyan, işsizliği önleyici ve milli gelirin adalete uygun biçimde dağılmasını sağlayıcı tedbirleri alan adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu, devam ettirmeye kendini yükümlü sayan, hukuka bağlı, kararlılık içinde ve gerçekçi bir özgürlük rejimini uygulayan devlettir.

Sonuç


Hukuk devletinin gerçekleşmesi için gerekli olan hukukun genel ve evrensel ilkelere saygı konusunda ise Türk Anayasa Mahkemesi geniş ve çağdaş bir bakış açısına sahiptir. Tüm dünyada kabul görün hukuk ilkelerini ölçü norm olarak uygulayan Anayasa Mahkemesi, bunları Anayasa statüsünde ve hatta Anayasanın üstün saymakta ve uluslar arası standartlara uygun bir bakış açısını sergilemektedir.
Tüm bu açıklamalar çerçevesinde Türkiye’de hukuk devleti anlayışının tam olarak yerleşmemiş olduğu söylenebilir. Sivil ve liberal bir toplum öngörüsünden oldukça uzak olan Anayasa, bütün düzenlemelerinde Devleti koruma güdüsüyle hareket etmiş, temel hak ve özgürlüklerin tanınması ve kullanılması konusunda hep kuşkucu davranmıştır. Anayasa, hukuk devleti anlayışı doğrultusunda getirdiği düzenlemelere koşut olarak bizzat kendi içinde bu anlayışa aykırı düzenlemelere yer vermiştir. 1995 ve 2001 yılında yapılan değişikliklerle demokratik bir bakış açısı sağlansa bile bu yeterli olmamakta, Anayasa, uluslar arası standartlara uygun bir özgürlükler rejimi ve tam olarak bir hukuk güvenliği sağlayamamaktadır.
Bütün bu açıklamalar çerçevesinde Türkiye’de hukuk devletini tam ve etkin olarak gerçekleştirebilmek için;
Herşeyden önce Anayasadaki özgürlükler rejimi ve bunların güvence mekanizmaları genişletilmelidir.
Anayasanın denetim dışı bıraktığı idari işlemlere karşı yargı yolu açılmalı, ilgili maddeler bu yönde değiştirilmelidir: Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemler (m. 105/2, 125/2), Yüksek Askeri Şura (m. 125/2), Hakimler ve Savcılar Kurulu (m. 159/4), Sayıştay kararları (m. 160/1) ile, uyarma ve konama cezaları (m.129/3).

Olağanüstü yönetim usulleri altında idari yargı yetkisini sınırlayan Anayasanın 125. Maddesinin 6. Hükmü kaldırılmalıdır. Aynı şekilde olağanüstü dönemlerde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelere karşı yargı yolu açılmalıdır.
Yargı bağımsızlığı ve yargıçlık güvencesi açısından Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun üyelerinin seçimi, yargı organlarına bırakılmalı, Kurul kendi başkanını kendi seçmeli, Bakanlık Müsteşarının doğal üyeliğine son verilmeli ve Kurulun kararları yargı denetimine açılmalıdır. Adalet Bakanının yargıç ve savcıları geçici görevle görevlendirmesine imkan veren Anayasanın ilgili hükmü (m. 159/7) yürürlükten kaldırılmalıdır. Yine askeri yargıda sivillerin yargılanmasına son verilmelidir. Bununla birlikte yargının hızlı işleyişine yönelik tedbirler alınmalıdır.
Anayasanın öngördüğü demokratik rejim içerik olarak geliştirilmeli, siyasal katılımcı demokratik rejimi geçerli ve işler hale getirmeyi engelleyen düzenlemeler kaldırılmalıdır.

Bütün bunların yanı sıra son olarak: Türkiye’nin imzalamış olduğu uluslar arası sözleşmelerde geçen temel hak ve özgürlükler tanınmalı, evrensel düzeydeki hukukun standartlarına yönelik olarak, uyum yasaları çıkartılmalıdır.
Hukuk, toplumda düzeni sağlamak, kargaşayı önlemek için konulan kurallar topluluğudur. Genel olarak yaptığım araştırmada Hukuk Devleti, devlet ile birey arasındaki dengeyi sağlar. Yani idareye karşı vatandaşı korumakla görevlidir.

Hukuk devletini polis devletinden ayırıcı kuralı koyanların da bu kurallara bağlı olmalarıdır. Keyfi idare ve keyfi yönetim yoktur. Yönetenler eylemlerini, hukuka aykırı davranıp davranmadığını, idarenin her türlü işlemi, eylemi hukuka uygunluğu denetlenir. Denetlemeyi bağımsız mahkemeler yapar. Hukuk devletinde, devlet yalnız kural koyan varlık değil, aynı zamanda bu kurallara uyan varlıktır. Hukuk devleti kavramı, ülkemizde önce öğretide, sonra da yargı kararlarında, 1961 ve 1982 Anayasalarında da yer almıştır. Her iki Anayasada da Türkiye Cumhuriyetinin “sosyal bir hukuk devleti” olduğu açıkça belirtilmiştir.
Hukuk devleti, tarihsel süreç içinde polis devleti anlayışından sonra çıkmıştır. Avrupa da polis devleti anlayışından önce “mülk devleti” anlayışı hakimdi. Mülk devleti anlayışı, Ortaçağın derebeylik sistemine dayanır. Hükümdarların güçlenmeleriyle derebeylikler ortadan kalkmıştır. Böylece salt hükümdarlık döneminin başlamasıyla, Mülk Devleti anlayışı, yerini Polis Devleti anlayışına bırakmıştır. Polis Devletinin özelliği, yönetimin hukuk kurallarına bağlı olmaması, güç ve yetkilerinin taktire dayanması, yargısal denetimin uygulanmamasıdır. Yönetim içinde bir düzen, yöneticilerin uyması gereken kurallar vardır. Bu kurallar yöneticileri, yönetilenlere karşı bağlamaz. Bu durum sınırsız güçlerle donatılmış devlet gücünün “keyfiliğe” kaymasına neden olmuştur.
Hukuk devletinin gerekleri olmak zorundadır. Bunlar, temel hak ve özgürlüklerin anayasa ile güvence altına alınması, yasal idare, mahkemenin bağımsızlığı, yargıçların güvencesi, erklerin ayrımı, idarenin yargı denetimine tabi olması, idarenin mali sorumluluğu, yasaların anayasaya uygun olması.
Ülkemizde hukuk devletinin gelişimi Tanzimat’tan önceki dönem, Tanzimat dönemi, Meşrutiyet dönemi ve Cumhuriyet dönemi olarak bir süreklilik arz etmiştir. Tanzimat dönemini başlatan “Gülhane Hattı Hümayunu”, “Islahat Fermanı” ve “Fermanı Adalet” hukuk devleti açısından önemli belgelerdir. Tanzimat döneminde bazı temel hakların güvenlik altına alınması, mahkemelerin bağımsızlığı ve yönetimin yargı yoluyla denetimi konusunda ilk adımlar atılmıştır. Hukuk devleti açısından önemli gelişmeler Cumhuriyet döneminde olmuştur.

Cumhuriyet dönemi kendi içinde yazarlarımızca üçe ayrılmıştır. 1924 Anayasası dönemi, 1961 anayasası dönemi ve 1982 anayasası dönemidir. Bu çalışmamda 1961 Anayasasında bulunup ta 1982 anayasasında hukuk devleti ile ilgili hükümlere değindim. Örnek olarak yasama yorumu kaldırılmıştır. 1961 Anayasasına göre 1982 Anayasasında temel hak ve özgürlüklerin genel, durum ve şartlarının sınırlandırılmasının alanları biraz daha daraltılmıştır.
Hukuk Devleti
SİLENTİUM EST AURUM