Arama

Hukuk Nedir? - Tek Mesaj #9

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
19 Mart 2017       Mesaj #9
Safi - avatarı
SMD MiSiM
HUKUK
—ANSİKL. Hukuk kuralları insan topluluklarında bir düzen yaratan kurallardır. Toplumu düzenleyen başka kurallar da vardır Ahlak ve din kuralları, hatta görgü kuralları da toplumsal yaşantıyı düzenli bir biçimde sürdürme işlevi görürler. Ancak hukuk kuralları ilkel insan topluluklarından başlayarak, din ve ahlak kurallarından farklı bir nitelik gösterirler Hukuk kurallarının en belirgin özelliği bu kurallara uymanın devletin zorlayıcı gücüyle sağlanmış olmalarıdır. Din ve ahlak kurallarına uymayı zorunlu hale getirecek maddi bir güç yoktur. Bu kurallara uymak manevi yaşamla ilgili bir konudur. Oysa hukuk kurallarına aykırı davranış her zaman bir yaptırım ile karşılanır.

Hukuk devleti


polis devleti kavramının karşıtı olarak kullanılır. Devletin hukukla bağlı oluşu, yurttaşların da hukuki güvenlik içinde olmalarını sağlar. Bu açıdan hukuk devleti, hak ve özgürlüklerin anayasal güvenceye bağlanmasını ve devlet işlemlerinin bağımsız yargı organları tarafından hukuka uygunluk denetiminden geçirilmesini gerekli kılar, idari eylem ve işlemler sözkonusu olduğunda bu denetim genel mahkemeler (anglosakson ülkeleri) ya da özel idare mahkemeleri (Türkiye, Fransa) tarafından yapılır. Yasama işlemlerinin anayasaya uygunluğunun sağlanması ise genellikle Anayasa mahkemesi adı verilen özel yargı organları eliyle gerçekleştirilir. Hukuk devleti ilkesi, mahkemelerin bağımsızlığını ve yargıç güvencesini olduğu kadar yönetilenlerin de haksız tutuklama ve cezalandırma işlemlerine karşı korunmasını gerektirir. 1961 ve 1982 türk anayasaları, hukuk devleti ilkesini devletin nitelikleri arasında saymışlar, gerek yasama gerekse yürütme organının eylem ve işlemlerinin yargısal denetimini ayrıntılı biçimde düzenlemişlerdir.

Hukukun kaynaklan


Hukukun kaynakları deyimi çeşitli anlamlarda kullanılır. Bir anlama göre, hukukun kaynağı hukuk kurallarının ortaya çıkışı ve oluşma biçimidir. Hukuk kaynağı deyimi kimi zaman parlamento, hükümdar gibi hukuk kurallarını koyan organlar için kullanılır. Ama hukukun uygulanması bakımından hukukun kaynakları yasa, tüzük, yönetmelik gibi hukuk kurallarının büründükleri biçimlerdir. Örf ve âdet hukuku kuralları da bir hukuk kaynağıdır. Mahkeme kararları (içtihatlar), bilimsel görüşler (doktrin) de hukuk kaynağı sayılır. Türk Medeni k.'nun 1. maddesi bu anlamdaki hukukun kaynakları konusuna bir açıklama getirmektedir. Hukuk kurallarını belirli bir anlaşmazlığa uygulamak durumunda olan yargıç anılan yasa maddesine göre şu kaynaklara başvuracaktır: yasa, örf ve âdet, mahkeme kararları, bilimsel görüşler. Buradaki yasa deyiminin dar anlamdaki yasanın (kanun) yanında anayasa, kararname, tüzük ve yönetmelikleri de kapsadığı kabul edilmektedir. Hukukun asıl kaynakları bunlardır. Örf ve âdet kurallarıyla mahkeme içtihatları (kararları) ve bilimsel görüşler (doktrin) hukukun yardımcı kararlarıdır. Ancak türk hukukunda Yargıtay içtihadı birleştirme kararları mahkemeler için bağlayıcı kural getiren kararlar olduğundan bunların da asıl kaynaklar içinde sayılacağı görüşü vardır. Uluslararası hukuk alanında antlaşmalar da bir hukuk kaynağı olarak kabul edilir.

Çeşitli hukuk dalları.


Çağımızda hukukun İlgi alanına giren konular çoğalmış ve çeşitlenmiştir, bunları eskiden beri var olan geleneksel kurallarla düzenleyebilme olanağı artık yoktur Bu yüzden de daha özel konuları düzenleyen "hukuk dalları"nın doğumu kaçınılmaz olmuştur, bunların sayısı da giderek artmaktadır. Hukukun çeşitli dalları iki kümede toplanabilir: kamu hukuku ve özel hukuk.

Kamu hukuku ve özel hukuk. Kişiler arasındaki uyuşmazlıkları çözmekle görevli bir yargı sisteminin yanında, kamuyla ilgili uyuşmazlıklara bakan bir yargı sisteminin de var olması, kamu hukuku-özel hukuk ayrımını önemli kılan bir noktadır. Şu var ki bu ayrım giderek silikleşmeye de başlamıştır. Şöyle ki, XX. yy. boyunca kamu hukuku ile özel hukuk arasında yer alan bir ara hukuk ortaya çıkmıştır. Bu, iş ilişkilerini düzenleyen ve bireyleri çeşitli ekonomik ve mesleki tehlikelere karşı koruyan Sosyal hukuk'tur. Bu anlamıyla sosyal hukuk iş hukuku ile birlikte bütün sosyal mevzuatı (yasaları) içerir (özellikle sosyal güvenlik yasaları).

Aynı şekilde ceza hukuku, ceza usul hukuku, özel ilişkilerle (medeni, ticari) ilgili usul hukukları da, amaçları bakımından kamusal, korudukları çıkarlar bakımından özel hukuk karakterini birlikte taşırlar, bu nedenle de kamu hukuku ile özel hukuk arasındaki sınır bölgesinde yer alırlar.
Nihayet, hukuki konu ve alanların karşılıklı olarak iç içe geçmeye başlamaları nedeniyle, kamu hukuku-özel hukuk ayrımı silikleşmeye yüz tutmuştur. Bir yandan devlet özel hukuk ilişkilerine karışmakta, öte yandan da kamu iktidarları kendi örgütlenmelerinde özel hukuk usul ve tekniklerini benimsemektedir Bu gelişmeler klasik ayrımın eski netliğini yitirmesine yol açmıştır. Bununla birlikte pozitif hukuk bugün hâlâ bu temel ayrım üzerine kuruludur.

iç hukuk ve uluslararası hukuk. Her siyasal toplumda, pozitif hukukun kural ve kurumlan, içinde bulundukları toplumun özelliklerine göre bir gelişme gösterirler. Ülkelerin her birinin bir iç hukuku vardır. Ama birtakım iç hukuk sistemleri arasında önemli benzerliklere rastlanır (örneğin, belçika ve transız hukukları arasında). Daha geniş bir ölçekte, büyük hukuk sistemlerinin varlığı göze çarpar: açıkça roma hukukunun etkisini taşıyan ve değişik ölçülerde Belçika, ispanya, Fransa, İtalya, Portekiz'in ve çeşitli Güney Amerika devletlerinin bağlı bulundukları latin ülkeleri sistemi; Britanya, ABD ve İngiliz milletler topluluğu’nun çeşitli ülkelerinin hukukunu içeren anglosakson sistemi; belli ölçüde yine roma hukukunun damgasını taşıyan ve Almanya, Avusturya, Hollanda, İsviçre gibi ülkeleri kucaklayan germanik sistem; İslam hukuku sistemi, vb. SSCB ile halk demokrasilerinde de marksizm- leninizmden esinlenen yeni bir hukuk sistemi oluşmuştur.
Bireyler yalnız kendi ülkelerinde yaşamazlar Değişik ülkelerin yurttaşları arasında da kişisel ilişkiler kurulur Ulusal yasaların farklılığından doğan uyuşmazlıkları çözme gereksinmesi, devletleri, yeni hukuk kuralları koymaya zorladı. Böylece her ülkede, iç hukukun özel bir dalı durumunda bir uluslararası özel hukuk doğdu.

Devletlerin de kendi aralarında kurdukları ilişkiler vardır; bunlar kendilerine özgü hukuk kurallarının konması gereğini doğurur. Bu kuralların kaynağı , bir yanda iki ya da çok taraflı antlaşmalar, öbür yanda da uluslararası sözleşmelerdir. Böylece bir de uluslararası kamu hukuku (devletler umumi hukuku) oluştu. Antlaşma ve sözleşmeler, tıpkı uluslararası kamu hukuku için olduğu gibi, giderek, uluslararası özel hukukun da kaynaklarını oluşturma yolundadırlar. Bugüne kadar uluslararası kamu hukuku (devletler hukuku), belli bir ölçüde, çeşitli devletlerin ortaklaşa olarak benimsedikleri bir iç hukuk özelliği taşıdı.

Uluslararası örgütlerin ve yeni tip konfederasyonların (Avrupa toplulukları) çoğalması, bunlara üye devletlerin her defasında ayrı ayrı onayını gerektirmeden bu ülke toprakları üzerinde uygulanabilecek yeni uluslararası hukuk kurallarının doğumuna da yol açtı. Örneğin, üye devletlerin uluslararası topluluğun organlarına tanıdıkları yetkilerin kullanılmasıyla birlikte, ulus üstü hukuk sistemlerinin oluşumuna (Avrupa hukuku gibi) tanık olundu. Gittikçe artan sayıda devletin çeşitli uluslararası örgütlere katılmaları, beraberinde, uluslararası hukuklar arasında birleşme eğilimini gündeme getirdi.

Hukuk felsefesi.


Grotius gibi, doğal hukuk okuluna bağlı siyaset felsefesi düşünürleri (ya da “doğal hukukçular”), doğal hukuk ilkelerinin ancak doğal aklın ışığında kavranabileceği™ kabul ederler: "Doğal hukuk, sağlam aklın belirli ilkelerine dayanır; bu ilkeler bize, bir eylemin, ussal ve toplumsal bir doğaya uyarlığı ya da uyarsızlığı açısından, ahlaken dürüst olup olmadığını tanıma olanağı verir" (De jure belli ac pacis, 1,1,10). Bu düşünürlere göre doğal hukuk sivil toplumda, bu topluma özgü hukukla birlikte yan yana yaşar. Bunun anlamı, bu hukukun doğal hukuka ters düşecek kurallar koymaması gereğidir. Sivil toplumlarda doğal hukukun bu biçimdeki sürekli varlığı, direnme haklar’nın en son dayanağını oluşturur. Doğal hukuk kuramcılarına göre, doğal hukuk ilkelerini çiğneyen baskıcı bir iktidara karşı ayaklanmak meşrudur. Çünkü bu hukuk, tanımı gereği, sonsuza dek uzanır ve değişmez niteliktedir: "Gerçek yasa diye bir şey vardır; bu, bütün insanlarda var olan, her zaman kendi kendisiyle tutarlı kalan, sonsuzluğa dek uzanan, doğaya uygun sağlam akıldır. Buyruklarıyla bize görevimizi yaptırtan, yasaklarıyla da bizi kötülük yapmaktan alıkoyan bu yasadır (...). Onda değişiklik yapılması, ona istisnalar getirilmesi hiçbir şekilde kabul edilemez; onun kaldırılmasına ise hiç mi hiç izin verilemez. Ne Senato ne de halk bizi ona uymaktan alıkoyamaz" (Cicero, De Republica, 3, 22).
Gens hukuku (bazen doğal hukukla eşanlamlı olarak görülmekle birlikte), gerçekte, uluslar arasındaki ilişkilere uygulanan hukuk kurallarının tümünü kapsar (günümüzde buna daha çok “uluslararası hukuk" denmektedir).

Nihayet, siyasal hukuk “yönetenlerin yönetilenler”le olan ilişkilerini düzenler (Montesquieu, Kanunların ruhu üzerine [De l'esprit des lois, 3, 1]). Leibniz'e göre,
'' Kimseye zarar verme' ’ ilkesine dayanan gerçek anlamdaki hukuk’u, herkese hakkı olanı vermek anlamına gelen hakkaniyet' ten, ve özellikle Leibniz’in saygı (bazen de dürüstlük) diye adlandırdığı ve her türlü durumda Tanrı'nın kurduğu düzenden doğan buyruklara uyma ilkesinden ayırmak gerekir.

Hegel için hukuk (Recht) alanı, insana öbür insanlarla birlikte yaşamını geliştirme olanağı veren belirlemeler bütününden oluşur. Bu durumda sözkonusu terim yalnız yasaları ve teamülleri içermez, daha geniş bir kapsamı kucaklar: "Hukukun alanı genel olarak tinsel alandır; hukukun ayırtedici yanı ve kalkış noktası, özgür olan iradedir; öyle ki, özgürlük hukukun özünü ve belirlenimini oluşturur; hukuk sistemi gerçekleşmiş özgürlük ülkesi demektir" (Grundlinien der Philosophie des Rechts, 4 [Hukuk felsefesi]). Bu yüzden de bir "hukuk felsefesi" pozitif ve tarihsel hukuk sistemlerininkinden daha geniş bir alana yayılır, ahlakı ve etik hayatı da (aile, ekonomi, siyaset) içine alır. Marxistlere göre ise hukuk, egemen sınıfın, yasalarla tanınan ve devlet gücüyle uygulanan, iradesini ifade eder. Üstyapının önemli bir bölümü olan hukuk bir yandan toplumun ekonomik temeli tarafından belirlenirken, öbür yandan da ekonomik temeli güvene bağlar, yasallaştırır ve koruma altına alır. Marx şöyle yazar: "Din aile, devlet, hukuk, ahlak, bilim, sanat, vb. bütün bunlar üretimin özel biçimlerinden başka bir şey değillerdir ve onun genel yasalarına tabidirler" (1844 Elyazmaları). Engels de şunu ekler: "Bugüne kadarki bütün geçmişimiz sınıf mücadeleleri tarihidir. Birbirleriyle savaşan bu sınıflar, her zaman, üretim ve değişim ilişkilerinin bir ürünü, kısacası kendi dönemlerinin ekonomik ilişkilerinin sonucuydular. Dolayısıyla, toplumun ekonomik yapısı, son tahlilde her zaman, bütün bir hukuksal ve siyasal kurumlar üstyapısını, içinde bulunulan tarihsel dönemin dinsel, felsefi ve başka türden düşüncelerini açıklamaya yarayan gerçek temeldir" (Anti-Dûhring, 1,1).

Hukuk fakültesi, lisans düzeyinde hukuk öğrenimi sağlayan yükseköğrenim kurumu. Türkiye’deki başlıca hukuk fakülteleri şunlardır:
İstanbul Üniversitesi hukuk fakültesi, başlangıcı, 1874'te Mektebi âliyei sultaniye'de (Galatasaray lisesi) açılan Hukuk mektebi'ne kadar uzanır. Bu okulda dersler türkçe ve fransızca olarak verildi. Başlıca dersler medeni usul hukuku, roma hukuku, hukuk başlangıcı, ticaret hukuku, ceza usul hukuku, mecelle-i ahkâm-ı adliye, arazi kanunnamesi ve ceza hukuku idi. Okul, Darülfünun'un üçüncü kez kuruluşu sırasında fakülte niteliğini kazandı (1909). 11 ekim 1919 tarihli nizamname ile Darülfünun'a bilimsel özerklik tanındıktan sonra, 1924'te öteki bölümler gibi Hukuk fakültesi de, tüzelkişilik kazandi. 31 temmuz 1933'te çıkarılan yasa ile Darülfünun kapatılarak İstanbul Üniversitesi kurulunca, Hukuk fakültesi İstanbul Üniver- sitesi'nin bünyesinde yer aldı.

Ankara Üniversitesi hukuk fakültesi,
Ankara Adliye hukuk mektebi adıyla kuruldu (5 kasım 1925). Ankara'da bir hukuk mektebi kurulması için ilk girişim, 1921'de Kastamonu milletvekili Abdülkadir Kema- li’nin (Öğütçü), TBMM'ye bir yasa önerisi vermesiyle oldu. Ancak, parasal olanaksızlık nedeniyle bu öneri gerçekleşemedi. 1922’de, Gazi Mustafa Kemal Paşa Ankara'da bir hukuk mektebinin kurulması gerektiğini bildirerek bu konuda gerekli hazırlıklara başlanmasını emretti. 1925'te Ankara Hukuk mektebi açıldı. Uygun bir bina bulunamadığından, açılış TBMM (günümüzde müze) binasının büyük toplantı salonunda yapıldı. Açılışı, Gazi Mustafa Kemal’in konuşmasından sonra Ağaoğlu Ahmet Bey'in verdiği ilk ders izledi. Öğretim üyelerine "müderris" yerine "profesör" denilmesi, ilk kez bu sırada uygulandı. Ankara Hukuk mektebi, 1927'de Bakanlar kurulu kararı ile Ankara Hukuk fakültesi adını aldı. Adalet bakanlığı’na bağlı olan fakülte, 1940’ta bir yasa ile Milli eğitim bakanlığı'na devredildi. Kuruluşunda üç yıl olan öğrenim süresi 1941'de dört yıla çıkarıldı; 6 haziran 1948 tarih ve 5239 sayılı yasa ile Ankara Üniversitesinin bir fakültesi durumuna getirildi.

Günümüzde (1993) Türkiye'de hukuk öğrenimi yapılan öteki fakülteler, Selçuk (Konya), Dokuz eylül (İzmir), Marmara (İstanbul), Dicle (Diyarbakır) ve Atatürk (Erzincan) üniversiteleri hukuk fakülteleridir. Ayrıca İstanbul, Ankara ve İzmir Dokuz eylül fakültelerine bağlı birer Adalet” yüksekokulu vardır.
Hukuk-ı beşer, gazeteci Haşan Tahsin tarafından İzmir'de çıkarılan (1918) günlük siyasi gazete. Sosyalist görüşleri yayan gazetesinde Haşan Tahsin, eski hükümeti tutanları ve ittihat ve Terakki fırkası’nın izinden gidenleri şiddetle kınıyor, halkı işgal ordularına karşı direnmeye çağırıyor, ezilen sınıfların haklarını savunuyordu. Gazete, Haşan Tahsin'in ölümünden (15 mayıs 1919) sonra kapandı.

Hukuk kurumu (Türk), türk hukukunun gelişmesine hizmet etmek amacıyla 9 mart 1934'te kurulan kamuya yararlı kurum. Amacı doğrultusunda yapıtlar, dergiler yayımlar, konferanslar, bilimsel toplantılar düzenler, uluslararasında turk hukukunu tanıtacak çalışmalar yapar. Merkezi Ankaradadır.

Kaynak: Büyük Larousse
SİLENTİUM EST AURUM