Arama

Mısır ve Mısır Tarihi - Tek Mesaj #5

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
13 Temmuz 2017       Mesaj #5
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Batılılaşmaya karşı olduğu için yeni okulları ve fabrikaları kapatan Abbas Paşa, Fransızlardan uzaklaşırken OsmanlIlara karşı İngiliz desteğine dayanmaya çalıştı. Bu amaçla ticaret üzerindeki devlet tekelini kaldırdı ve İngilizlere İskenderiye ile Kahire arasında bir demiryolu inşa etme izni verdi. Ayrıca askerlik yükümlülüğünü hafifleterek askeri birliklerin sayısını azalttı. Onun ölümünden sonra başa geçen Said Paşa (hd 1854-63) tutuculuğa yönelişi tersine çevirdi. Ama Fransız dostu Ferdinand Lesseps’e Akdeniz’i Süveyş Kıstağı üzerinden Kızıldeniz’e bağlayacak bir kanal açma ayrıcalığı vermesi, OsmanlIlar ve İngilizler ile ilişkilerin bozulmasına yol açtı.

Bu çatışmanın sürdüğü bir ortamda vah olan İsmail Paşa (hd 1863-79) Süveyş Kanalı projesini desteklemekle birlikte kanalı çevreleyecek arazi şeridini ayrıcalık kapsamından çıkardı ve proje için gerekli işgücünü sağlama koşulunu kaldırdı. Ama anlaşmazlığın hakem önüne götürülmesinden sonra yüklü bir tazminat ödemek ve hisse senetlerinin önemli bir bölümünü almak zorunda kaldı. Fransızlar yapımına 1859’da başlanmış olan kanal için OsmanlIlardan gerekli onay fermanını ancak 1866’da alabildi. Böylece projenin önündeki son engel de kalktı. Mısır’ın tarihinde önemli bir dönüm noktası olan Süveyş Kanalı 1869’da hizmete açıldı.

OsmanlIlarla ilişkileri uyumlu bir düzeyde tutarak Kavalalı egemenliğini korumaya ağırlık veren İsmail Paşa, 1865’te Sultan Abdülaziz’den valiliğin babadan oğula geçmesini sağlayan bir ferman, iki yıl sonra da Mısır’ın içişlerinde daha geniş bir serbestliği sağlayan hıdiv unvanını aldı. Bu ödünleri elde edebilmek için Mısır’ın yıllık vergi miktarını artırmanın yanı sıra büyük harcamalar yaptı.

Serbest ticarete geçişten sonra Mısır’ın güneyindeki topraklar canlı ticari ilişkiler içine girmişti. Bölgedeki yayılmayı kolaylaştırmak isteyen Batılı devletler, köle ticaretini önleme gerekçesiyle İsmail Paşa’yı Sudan’ı Mısır’la birleştirme hedefine yönelttiler. Batılı subay ve uzmanların da katıldığı bu seferler sonunda Mısır’ın nüfuz alanını daha güneye genişletme yönünde belirli bir ilerleme sağlandı. Bir dizi çatışmanın ardından Darfur da Mısır’a bağlandı. Aynca eski Osmanlı limanlarının Mısır’a geçmesiyle Somali kıyılan üzerinde denetim kuruldu. Etiyopya’ya yönelik saldınlann (1875-76) sonuçsuz kalmasından sonra Mısır’ın güneye doğru yayılması durdu.
Ad:  9.JPG
Gösterim: 787
Boyut:  57.5 KB

Aynı dönemde çeşitli ayncalıklardan yararlanan Avrupalı tüccarların Mısır’daki etkinlikleri de yoğunlaştı. Bu arada Kavala- lılann tarım ve yönetim alanında gerçekleştirdikleri reformların toplumsal sonuçlan da açık biçimde ortaya çıkmaya başladı. Devlet arazilerinin dışında geniş özel mülkleri de elinde tutan hıdiv ve ailesi Mısır’ın en büyük toprak sahipleri durumuna geldi. Hıdiv ailesinin çevresinde yüksek sivil ve askeri makamları işgal eden türedi bir soylu sınıf ortaya çıktı. Genellikle eski büyük toprak sahipleri olan bu soyluların çoğu Türk ve Çerkeş kökenliydi. Öte yandan zorunlu askerlik hizmeti, bayındırlık işleriyle demiryolu ve kanal yapımında zorunlu çalışma, deneysel ekim çalışmaları gibi uygulamaların kırsal kesimde yarattığı olumsuz koşullara karşın, çiftçilerin toprakları üzerindeki tasarruf hakları gelişti. Bu gelişmeyle birlikte ortaya çıkan ve yeni bir ürün olarak pamuk ekiminden büyük bir servet kazanan zengin köylüler toplumda önemli bir ağırlık kazandı. İsmail Paşa’nm bir danışma organı olarak 1866’da oluşturduğu Temsilciler Meclisi’nin seçimle gelen üyelerinin büyük çoğunluğunun zengin köylülerden oluşması bunun açık bir göstergesiydi. Zengin köylülerin bu ağırlığı nedeniyle meclis seçkin tabakaya karşı muhalefetin yansıdığı bir kürsü olarak öne çıktı.

Bu arada ordu içinde Mısırlı subayların Türk-Çerkes egemenliğinden duyduğu hoşnutsuzluk artarken, aydın çevrelerde düşüncelerini Batı ya da İslam kaynaklarına dayandıran yeni siyasal eğilimler gelişti. Bu çevrelerin kurdukları örgütler genellikle köksüz ve küçük olmakla birlikte Batı nüfuzuna ve soyluluğun egemenliğine karşı çıkma noktasında etkili bir güce sahipti. İsmail Paşa döneminde artan siyasal çalkantılarda mali durumdaki bozulmanın rolü büyüktü. İsmail Paşa’nın izlediği politikalar aşın harcamaları gerektirdiğinden Mısır ağır bir borç yükü altına girmiş bulunuyordu. 1875’te Süveyş Kanalı hisselerinin İngiltere’ye satılması gibi önlemler kötü gidişi önleyemeyince, 1876’da alacaklı devletlerin baskısıyla Düyun-ı Umumiye İdaresi kuruldu. Aynı yıl Mısır’ın gelir ve giderleri biri İngiliz, biri de Fransız olmak üzere iki denetçinin yönetimine verildi. İsmail Paşa 1878’de Batılı devletlerin isteği doğrultusunda sorumlu hükümet ilkesini kabul etmek zorunda kaldı ve Nubar Paşa’nın yönetiminde bir hükümet oluşturulmasına izin verdi. Ama ertesi yıl hükümet karşıtı gösterilerin yayılmasından yararlanarak Mısır üzerindeki Batı nüfuzunu kırmak üzere Temsilciler Meclisi ile işbirliğine yöneldi. Hemen harekete geçen İngiltere ve Fransa II. Abdülhamid’in İsmail Paşa’yı görevden almasını sağladı.

Tevfik Paşa’nın (hd 1879-92) hıdiv olmasından sonra mali denetim sistemi yeniden getirilerek Mısır’ın yıllık gelirlerinin yarısının borç ödemelerine ayrılması kararlaştırıldı. Temsilciler Meclisi’nin dağıtılmasına karşın, Şerif Paşa’nın önderlik ettiği milliyetçi grubun direnişi sürdü. Ordu içinde de Arabi Paşa gibi Mısırlı subayların öncülük ettiği örgütlenme giderek güçlendi. Bu iki grup 1881’e doğru birleşerek Vatan Partisi’ni oluşturdu.

Arabi Paşa ve bazı subay arkadaşlarının tutuklanmasıyla tırmanan gerginlik çok geçmeden açık ayaklanmaya dönüştü. Güç durumda kalan hıdiv, Şerif Paşa’nın yeni bir hükümet kurmasını kabul ederek Temsilciler Meclisi’ni toplantıya çağırdı. Gelişmelerden tedirgin olan Fransızlar ve İngilizler tehdit dolu bir bildiriyle hıdivin konumunu güçlendirmeye çalıştılar. Ama bu müdahale milliyetçi tepkilerin daha da yükselmesine yol açtı. Bu sırada hareketin sivil ve askeri kanadı arasında baş gösteren ayrılık karşısında Temsilciler Meclisi ağırlığını Arabi Paşa’dan yana koydu. Şerif Paşa’nın istifa etmesi üzerine askerlerin adayı Mahmud Sami el-Barudi başbakan, Arabi Paşa da savunma bakanı oldu. İngiliz ve Fransız gemilerinin İskenderiye açıklarındaki tatbikatına tepki olarak yeni kitle gösterileri başladı. Fransızların müdahaleden kaçınmasına karşın, İngilizler kenti bombaladı. Ardından Ismailiye’de karaya çıkan İngiliz kuvvetleri et-Tellü’l-Kebir’de Arabi Paşa komutasındaki birlikleri yenilgiye uğrattı (13 Eylül 1882) ve ertesi gün Kahire’yi işgal etti.

İNGİLİZ HİMAYE YÖNETİMİ


İngiliz işgali Mısır’ın fiilen OsmanlIlardan kopması ve öteden beri süren İngiliz-Fransız rekabetinin İngilizler lehine noktalanması gibi iki önemli sonuç doğurdu. İngilizler giriştikleri müdahaleye OsmanlIların ve öteki Avrupa devletlerinin gösterdiği tepkiyi göz önüne alarak resmî bir siyasal denetim kurmaktan kaçınmakla birlikte, stratejik çıkarlarını güvence altına almadan Mısır’dan çekilmeye niyetleri olmadıklarını da ortaya koydular. Sonraki gelişmeler bu hedefin Mısır’da bir askeri varlık bulundurmadan gerçekleşemeyeceğini gösterdi.
Ad:  7.jpg
Gösterim: 843
Boyut:  44.8 KB

İngiliz işgal kuvvetleri iyice zayıflamış olan hıdiv yönetimini güçlendirmek yerine hıdivi istekleri doğrultusunda hareket edecek sembolik bir güç olarak ayakta tutma yolunu seçtiler. Bu tutumun ilk belirtisi Arabi Paşa ve yandaşlarının İngiliz baskısıyla halka açık bir biçimde yargılanması ve haklarında verilen ölüm cezalarının sürgüne çevrilmesiydi. Aynı dönemde İstanbul’daki İngiliz büyükelçisinin Mısır’la ilgili olarak hazırladığı raporda da yönetimde köklü değişikliklerin gereğine işaret edilerek bunun ancak askeri işgal altında yürütülebileceği görüşüne yer veriliyordu. 1883’te tam yetkili temsilci ve başkonsolos olarak Mısır’a gönderilen Sir Evelyn Baring (sonradan Lord Cromer) benzer görüşleri savunarak İngiliz hükümetini “Örtülü Protektora” politikasını benimsemeye ikna etti.

İngilizlerin başlangıçta karşılaştığı temel sorunlar müdahaleye uluslararası bir meşruluk kazandırmak ve resmî yönetimle ilişkileri düzenlemekti. Birinci sorun açısından en önemli engeli, özellikle Mısır’ın borçlarının ödenmesi konusunda duyarlı davranan Fransa oluşturuyordu. Mısır’ın mali durumunu düzelterek bütçe fazlasıyla borçlarını düzenli ödemeye başladığı 1889’dan sonra İngilizler daha geniş bir hareket serbestliği kazandı. Aynı sıralarda İngiltere’nin Süveyş Kanalını hem barış, hem de savaş döneminde açık tutmayı kabul etmesiyle uluslararasılandaki muhalefet önemini yitirmeye aşladı.

Bu arada Baring, danışman sıfatını taşıyan İngiliz yöneticilerini kilit noktalara yerleştirerek Mısır hükümeti üzerinde dolaylı ama son derece etkili bir denetim sistemi kurdu. Bu sistem aracılığıyla konumunu sürekli güçlendirerek yönetimi fiilen eline aldı. Hıdiv Tevfik Paşa’nın bu uygulamaya boyun eğmesine karşın, işgal sonrasındaki ilk başbakanlar İngilizlerle sık sık çatışmaya girdiler. Ama Baring’in bir kuklası olarak hareket eden Mustafa Fehmi Paşa’nın 1891’de başbakan olmasından sonra bu direniş kırıldı.

Babasının ölümü üzerine genç yaşta hıdiv olan Abbas Hilmi Paşa (hd 1892-1914) “Örtülü Protektora” yönetimine tepki göstererek 1893’te Mustafa Fehmi’yi başbakanlıktan uzaklaştırdı. Ama Lord Cromer çeşitli önlemlere başvurarak yetkilerini uygulama olanağını kısıtladı. Böylece Mustafa Fehmi 1895’te yeniden başbakanlığa döndü. Genç bir kuşağın yetişmesiyle milliyetçi hareketin yeni bir evreye girdiği bu dönemde, Batı düşüncesine yakın siyasal çevrelerin temsilcisi olarak ortaya çıkan Mustafa Kâmil bütün milliyetçileri hıdivin kişiliği etrafında birleştirme çizgisine yöneldi. Özellikle yayın ve propaganda çalışmaları temelinde örgütlenmeye çalışan bu hareket, Sudan’ın yeniden Mısır’a bağlanması için yürütülen kampanyalar (1896-98) sırasında geniş bir kitle desteği buldu. Daha sonra kâğıt üzerindeki İngiliz-Mısır ortak yönetimine karşın Sudan’ın bir İngiliz sömürgesine dönüştürülmesi, milliyetçi tepkilerin derinleşmesinde önemli rol oynadı.

Bu sırada İngilizler ile Fransızlar arasındaki çatışmanın yerini bir yakınlaşmaya bırakmasıyla imzalanan Entente Cordiale (1904) Mısır’ın, İngiliz işgaline son vermek için Fransa’nın desteğine dayanma umudunu yıktı. Aynı dönemde Abbas Hilmi Paşa’nın Ingiliz işgal yönetimiyle uzlaşmaya varması, milliyetçi hareketi önemli bir destekten yoksun bıraktı. Mustafa Kâmil bu gelişmeler üzerine Osmanlı padişahı II. Abdülhamid’in İngilizlere baskı yapmasını sağlama ve İslamcı harekete yakınlaşma politikasına yöneldi.
Ad:  12.jpg
Gösterim: 775
Boyut:  31.9 KB

Cromer’in kurduğu “Örtülü Protektora”nın görünüşteki güçlülüğüne karşın, zamanla kalıcı bir nitelik kazanan İngiliz işgaline karşı duyulan tepki son derece yoğundu. Haziran 1906’da bir İngiliz subayını öldüren Denşavay köylülerinin acımasızca cezalandırılmasıyla patlak veren karışıklıklar, büyük bir boyut kazanarak Cromer’in görevinden ayrılmasına yol açtı.

Yeni yüksek temsilci Şir Eldon Gorst, hıdivle işbirliği yaparak İngiliz denetimini gevşetmeye ve Mısır kurulularının daha etkili bir konum kazanmasını sağlamaya çalıştı. Görevden alman Mustafa Fehmi’nin yerine başbakanlığı Butros Gali Paşa üstlendi. Gorst’un izlediği politikalar İngiliz görevlilerin tepkisini çekerken, milliyetçi hareketi yatıştırmada da yetersiz kaldı. 1883’te yarı parlamenter bir organ olarak kurulmuş olan Genel Meclis’in Süveyş Kanalı Kumpanyası’na ait ayrıcalıkları uzatma tasarısını reddetmesinden birkaç gün sonra, tasarıyı savunan Butros Gali bir İslamcı militan tarafından öldürüldü. Gorst’un yerine atanan Lord Kitchener, yeniden baskıcı politikalara dönerek muhalefeti sindirmeye çalıştı. Ama hıdivin gücünü ve yetkilerini kısıtlama çabaları, dolaylı olarak milliyetçi hareketin gelişmesine hizmet etti. Temsili sistemin genişletilmesi siyasal deneyimli milliyetçi önderlerin yetişmesine zemin hazırladı. Kitchener pamuk üretiminin yaygınlaşmasında da önemli rol oynadı.

I. Dünya Savaşı’nda Osmanlılara savaş açtıktan hemen sonra resmen protektora yönetimi ilan eden İngilizler Abbas Hilmi Paşa’yı hıdivlikten uzaklaştırarak amcası Hüseyin Kâmili sultan unvanıyla başa geçirdiler. Savaş için Mısır’dan asker toplanmamasına karşın, savaşın yıkıcı etkisi başta köylüler olmak üzere bütün topluma yansıdı. Sıkıyönetim ilan edilmesi ve temsili sistemin askıya alınması, orta sınıf milliyetçilerinin etkinliklerini büyük ölçüde durdurdu. Hüseyin Kâmil’in ölümünden sonra yerini kardeşi Ahmed Fuad aldı.

Ateşkesin hemen ardından Saad Zaglul Paşa başkanlığındaki üç Mısırlı siyaset adamı, İngiliz yüksek temsilcisine başvurarak bir Mısır kurulunun (Arapça vafd) İngiliz hükümetiyle bağımsızlık konusunu görüşmesi önerisini iletti. İngiliz hükümetinin öneriyi reddetmesi ve Saad Zaglul’un tutuklanması ülke çapında kitle gösterilerine yol açtı. Mısır’a olağanüstü yetkili yüksek temsilci olarak gönderilen Lord Allenby, milliyetçilere ödün vererek bir uzlaşma sağlama politikası izledi. Saad Zaglul serbest bırakıldı ve ülke düzeyinde bir örgüte dönüşmüş olan Vafd, Mısır’ın en etkili siyasal partisi durumuna geldi. Protektora yönetimi altında yeni bir anayasal çerçeve çizmek üzere görevlendirilen Milner Komisyonu (1919-20) Vafd tarafından boykot edildi. Saad Zaglul’u saf dışı ederek Vafd içinde İngiliz yanlısı siyasal bir güç odağı oluşturmayı tasarlayan Allenby, İngiliz çıkarlarını koruyacak bir antlaşmayı sonraya bırakarak tek yanlı bağımsızlık ilan edilmesini (28 Şubat 1922) sağladı. Böylece Mısır sorunlarla dolu olarak bağımsızlığını kazanırken, Ahmed Fuad da I. Fuad adıyla kral unvanını aldı.

KRALLIK DÖNEMİ


Kralın yürütme yetkilerini belirleyerek iki meclisli bir yasama organı oluşturan ve Mısır’ı meşruti bir monarşi durumuna getiren yeni anayasa Nisan 1923’te yürürlüğe girdi. Ardından hazırlanan seçim yasasıyla erkeklerle sınırlı olmak üzere genel oy hakkı tanındı. Yasaya göre Temsilciler Meclisi’nin bütün üyeleri, Senato üyelerinin de yarısı doğrudan seçimle belirlenecekti. Aslında Mısır’da ne bağımsızlık, ne de anayasal yönetim süreci tam anlamıyla oturmuş sayılabilirdi. Çünkü kutuplarını kral, Vafd ve Ingiltere’nin oluşturduğu karmaşık siyasal mücadele bütün belirsizliğiyle sürüyordu.

Halk desteği zayıf olan Kral Fuad, Vafd ve İngiltere arasındaki çekişmeden yararlanarak konumunu sağlamlaştırmak istiyordu. Halkın gerçek temsilcisi durumunda olan Vafd bir yandan İngiliz egemenliğine son verecek bir bağımsızlığı, bir yandan da kralın yetkilerini kısıtlayacak bir anayasal yönetimi savunuyordu. Ama önderleri arasında İngilizlerle ya da kralla uzlaşarak iktidarı ele geçirme eğilimi güçlüydü. Çeşitli bölünmelere yol açan bu yapı, Vafd içinde sürekli kopmalara elverişli bir ortam hazırlıyordu. Bunun ilk örneği de daha 1922’de kurulan Liberal Anayasacı Parti’ydi. Ekonomik çıkarlarının yam sıra Süveyş Kanalı’nın denetimini güvence altına almak isteyen İngiltere ise böyle bir antlaşmayı imzalayacak güçlü ve istikrarlı bir yönetimin oluşmasından yanaydı. Ama büyük ödünler koparmak için tarafları birbirine karşı kullanmaktan da kaçınmıyordu.

Ocak 1924’teki ilk genel seçimi Vafd’ın kazanması üzerine Zaglul’un kurduğu hükümet, İngilizlerle yapılan görüşmelerin sonuçsuz kalması ve kralla ortaya çıkan gerginlikler yüzünden ancak birkaç ay başta kalabildi. Vafd Mart 1925’teki seçimden de en güçlü parti olarak çıktı; ama parlamento toplandıktan hemen sonra dağıtıldı. Ülke bir yılı aşkın bir süre kararnamelerle yönetildi. Mayıs 1926’daki üçüncü seçimi gene Vafd’ın kazanmasına karşın, İngilizlerin baskısıyla hükümeti Liberal Anayasacı Adli Yeken kurdu. Kral ve parlamento arasındaki çekişmeler karşısında istifa eden Adli Yekenin yerine gene aynı partiden Abdülhalik Servet başbakan oldu.

İngilizlerle antlaşma taslağını meclisten geçiremeyen yeni hükümet çekilmek zorunda kaldı (Mart 1928). Vafd’ın yeni önderi Mustafa Nahhas’ın başbakan olması üzerine, kral parlamentoyu dağıttı. Aralık 1929’daki dördüncü seçimin ardından yeniden bu görevi üstlenen Nahhas’ın başlattığı antlaşma görüşmeleri Sudan sorunu nedeniyle kesintiye uğradı. Kralla da çatışmaya giren hükümet Haziran 1930’da istifa etti. İsmail Sıdki’yi başbakanlığa atayan kral anayasayı yürürlükten kaldırarak kendi başına yeni bir anayasa ve seçim yasası çıkardı. Vafd’ın boykot ettiği Haziran 1931’deki seçimden güçlü bir çoğunlukla çıkan İsmail Sıdki’nin kurduğu hükümet Eylül 1933’e değin görevde kaldı.

Saraya bağlı hükümetler aracılığıyla yönetimini sürdüren Kral Fuad, iç ve dış baskılar karşısında Nisan 1935’te eski anayasayı yeniden yürürlüğe koydu. Ama bir yıl sonra geride genç oğlu Faruk’u bırakarak öldü. Mayıs 1936’daki seçimler sonunda üçüncü kez başbakan olan Nahhas, Ağustos 1936’da İngilizlerle bir karşılıklı savunma ve ittifak antlaşması imzaladı. Temmuz 1937’de fiilen krallık görevini üstlenen Faruk, Vafd’dan çıkarılan Mahmud Fehmi Nukraşi ile Ahmed Mahirin Saadçı Grup’u oluşturmasından da yararlanarak Nahhas’ı başbakanlıktan uzaklaştırdı. Nisan 1938’deki seçimlerde Vafd yalnızca 12 sandalye kazanabildi.
Ad:  22.jpg
Gösterim: 842
Boyut:  43.2 KB

Kral Faruk II. Dünya Savaşı’nın başlarında İngilizlerin Mısır’daki üsleri kullanmasına ses çıkarmamakla birlikte tarafsız kalmaya çalıştı. İngiliz karşıtı eğilimlerin giderek güçlenmesinden kaygılanan İngilizler, Almanya’nın Mısır’a saldırmaya hazırlandığı 1942 başlarında krala baskı yaparak İngilizlerle işbirliğinden yana olan Nahhas’ı başbakanlığa getirmesini sağladılar. Vafd izleyen genel seçimlerde büyük bir başarı elde ettiyse de milliyetçi çizgisinin bulanması ve iç çekişmeler nedeniyle büyük yara aldı. Ekim 1944’te görevden alınan Nahhas’ın yerine Ahmed Mahir, ardından Mahmud Fehmi Nukraşi geçti. Bu arada Mısır Şubat 1945’te Almanya ve Japonya’ya resmen savaş açtı.

Savaş sonrasında İngiliz birliklerinin çekilmesini ve Sudan’daki İngiliz denetiminin sona ermesini sağlamaya yönelik milliyetçi talepler, 1936 tarihli antlaşmanın gözden geçirilmesini gündeme getirdi. Konumu sarsılan Vafd’ın gerilemesiyle siyasal sahnede radikal güçler öne çıktı. 1928’de kurulan Müslüman Kardeşler örgütü reformcu bir İslam hareketi olmaktan çıkarak militan bir kitle örgütüne dönüştü. Kahire’de kitle gösterileri ve şiddet eylemleri giderek sıklaştı. Mısır hükümetlerinin, büyük bir tepki odağı durumuna gelen antlaşmayı değiştirmek için İngilizlerle yürüttüğü görüşmeler, Sudan sorunu nedeniyle çıkmaza girdi. Mısır’ın Temmuz 1947’de konuyu Birleşmiş Milletler’e götürmesi de kilitlenmeyi çözemedi.

Milliyetçi dalgayı etkileyen önemli bir öğe de Arap dünyasındaki genel sorunlara karşı artan ilgiydi. Geçmişte Mısır milliyetçiliği kendi yerel koşulları içinde ortaya çıkmıştı. 1936’dan sonra Filistin sorunuyla ilgilenmeye başlayan Mısır, Arap Birliği’nin (1943- 44) oluşmasında öncü bir rol oynadı. I. Arap-İsrail Savaşı’nda (1948-49) alınan ağır yenilgi Arap davasına bağlılığı güçlendirirken, siyasal istikrarsızlığı da derinleştirdi. Müslüman Kardeşlerin şiddet eylemleri yoğunlaştı. Örgütü sindirmeye çalışan Nukraşi bir suikast sonucunda öldü.

Vafd’ın Ocak 1950 seçimlerini kazanmasından sonra başbakan olan Nahhas, İngilizlerle bir uzlaşmaya varamayınca Ekim 1951’de tek yanlı olarak savunma antlaşmasını ve Sudan'la ilgili anlaşmayı bozdu. İngiliz karşıtı gösterileri kanal bölgesindeki birliklere yönelik gerilla saldırıları izledi. İngilizlerin Ocak 1952’de İsmailiye’de giriştiği askeri harekât Kahire’deki gösterileri daha da tırmandırdı. Art arda gelen hükümet değişiklikleriyle ülke tam bir siyasal bunalım içine girdi.

CUMHURİYET DÖNEMİ


Nâsır rejimi


Mısır’da giderek belirginleşen iktidar boşluğunu, Temmuz 1952’de bir darbeyle krallığı devirerek yönetime el koyan Hür Subaylar adlı hareket doldurdu. Başlangıçta ideolojik bütünlükten yoksun bulanık bir milliyetçilik anlayışı ve reformcu bir karakteri olan bu hareket, kendi içindeki iktidar mücadelesi ve İngiltere’yle başlayan çatışma sonunda açık bir radikal kimliğe büründü. Hareketin gerçek önderi olmakla birlikte perde arkasında duran Albay Cemal Nâsır’ın öne çıkarak ülke yönetimine damgasını vurması da bu süreçle birlikte gelişti.

Ocak 1953’te bütün siyasal partilerin kapatılmasından sonra ordu içindeki gücünü Ulusal Birlik adlı geniş bir kitle örgütüyle pekiştiren Nâsır, çok geçmeden darbenin görünüşteki önderi General Muhammed Necib’le çatışmaya girdi. Eski siyasal partiler, Müslüman Kardeşler ve orta sınıf Necibin etrafında birleşti. Ama 1954’ün ilk aylarında baş gösteren iktidar mücadelesinden Nâsır daha da güçlenmiş olarak çıktı. Ekim 1954’te Nâsır’a karşı girişilen suikast girişiminin ardından Müslüman Kardeşler örgütü büyük ölçüde sindirildi.

Nâsır, başbakanlık yaptığı 1954-56 arasında, Mısır’ın karşı karşıya olduğu dış politika sorunları konusunda önceleri temkinli ve ılımlı bir çizgi izledi. Bu nedenle 1954’te Sudan’ın bir geçiş döneminin ardından bağımsızlığa kavuşmasını öngören anlaşmayı onayladı. Aynı yıl İngiltere ile kanal bölgesindeki birliklerin kademeli olarak boşaltılması konusunda anlaşmaya vardı. Mısır’ın ekonomik ve askeri bakımdan güçlenmesine ağırlık verdiğinden, İsrail’e karşı mücadelede de atılgan bir tutum içine girmedi. Ama İsrail’in küçük Filistin gruplarının komşu ülkelerden sızarak giriştikleri baskınlara karşı başvurduğu misillemeler, Mısır’ı zamanla doğrudan bir çatışmanın içine çekti.

ABD’ye yakın Ortadoğu ülkelerinin Sovyet etkisine karşı oluşturduğu Bağdat Paktı’na katılmayarak Batı’dan uzaklaşmanın ilk işaretini veren Nâsır, aynı dönemde SSCB ile ilişkilerini geliştirerek bu ülkeden silah almaya başladı. Ayrıca bağlantısızlık hareketi içinde etkin bir rol üstlendi. ABD ve İngiltere’nin daha önce Assuan’da bir baraj kurulması için söz verdikleri kredileri vermeyi reddetmeleri, Mısır’ın yeni yönelimini daha da hızlandırdı. Bu baskıcı politikaya sert tepki gösteren Nâsır, 1956’da gerekli finansmanı sağlamak için Süveyş Kanalı’nın millileştirildiğini açıkladı. Bunun üzerine İsrail, Ingiltere ve Fransa Mısır’a karşı ortak bir harekât başlattı. Ama ABD ve SSCB’nin saldırgan güçlere birlikte baskı yapması sonucunda Süveyş Savaşı sona erdi. Bazı askeri kayıplara karşın Süveyş Kanalı’nm Mısır’ın elinde kalması, Nâsır’ın Arap dünyasındaki saygınlığını daha da artırdı.

Haziran 1956’da cumhurbaşkanı seçilen Nâsır, savaş sonrasında daha radikal bir çizgiye yönelerek içeride köklü dönüşümlere girişti. Bu sürece Mısır’ın Arap dünyasında öncü bir rol üstlenmesi eşlik etti. 1958 başlarında Mısır ve Suriye Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni (BAC) oluşturdu. Sağlam temellere dayanmayan bu birlik Eylül 1961’de bozuldu. (Mısır BAC adını 1971’e değin korudu.) Suriye’nin kopuşunu gerici güçlere bağlayan Nâsır, daha da sola kayarak 1962 ilkbaharında “bilimsel sosyalist” bir programı benimseyen Arap Sosyalist Birliği’ni kurdu.

Mısır yeni programla birlikte başlayan kalkınma hamlesinde SSCB’nin teknik ve mali yardımıyla çarpıcı başarılar elde etti. Örneğin 1950’de yüzde 10 düzeyinde olan sanayi sektörünün toplam üretim içindeki payı, 1970’te yüzde 21’e ulaştı. Tarımda sağlanan gelişme de önemli olmakla birlikte hızlı nüfus artışı nedeniyle aynı başarıya ulaşamadı.
Ad:  21.jpg
Gösterim: 816
Boyut:  53.3 KB

İsrail’e karşı mücadele için militanca çağrılar yapmakla birlikte İsrail’in potansiyel askeri tehdidi karşısında somut bir girişimden kaçman Nâsır, bu konuyu daha çok Arap devletleri arasında işbirliğini sağlayacak bir etken olarak kullanıyordu. Ama cumhuriyetçileri desteklemek için Yemen’deki iç savaşa (1962-67) müdahale etmesine Suudi Arabistan ve ABD’nin gösterdiği tepki ve içeride artan sorunlar, Nâsır’ı gerçek bir savaş politikası izlemeye yöneltti. Filistinli gerillalara karşı İsrail misillemelerinin sertleşmesi üzerine harekete geçen Nâsır, Süveyş bunalımından beri Sina sınırında bulunan Birleşmiş Milletler Acil Kuv- veti’nin çekilmesini istedi. Mısır birliklerinin bu bölgeye yerleşmesi İsrail’in Akabe Körfezindeki ulaşımının kesilmesi anlamına geliyordu. Bu girişimi savaş nedeni sayan İsrail, Haziran 1967’de daha önce davranarak saldırıya geçti. Sürpriz İsrail hava baskını sonunda uçaklarının çoğunu daha havalanamadan yitiren Mısır, Sina’da da bozguna uğrayarak çekilmek zorunda kaldı. İsrail birlikleri altı gün içinde Süveyş Kanal’na ulaştı.

Ağır yenilgi üzerine istifa eden Nâsır, kısmen hükümetin de yönlendirdiği kitle gösterileri karşısında bu kararını geri aldı. Ama radikal dönemin kapandığını görerek iç ve dış politikada sağa kaymaya başladı. Bu değişim ölümünden (Eylül 1970) sonra Enver Sedat’ın başa geçmesiyle iyice belirginleşti.

Sedat rejimi


Mayıs 1971’de parti içindeki rakiplerini saf dışı ederek konumunu sağlamlaştıran Sedat, Mısır’ın sorunlarının düğümlendiği Ortadoğu çıkmazını çözmeye yöneldi. Bölgede yeni bir çatışma istemeyen SSCB ile ilişkilerin bozulması üzerine Temmuz 1972’de Mısır’daki bütün Sovyet askeri danışmanların çekilmesini istedi. Ardından Suriye ile yakınlaşma içine girerek Ekim 1973’te sürpriz bir ortak saldırıyla İsrail’e savaş açtı. Daha çok İsrail’i Araplar lehine bir barışa zorlama amacını taşıyan bu savaşta Mısır kuvvetleri başlangıçta önemli bir ilerleme gösterdi. ABD’den geniş yardım görerek toparlanan İsrail kuvvetlerinin askeri üstünlüğü ele geçirmesine karşın, gene ABD’nin girişimiyle ateşkes sağlandı.

Yom Kippur (Ekim) Savaşı’nı bir zafer olarak ilan eden Enver Sedat, elverişli ortamdan yararlanarak barış için diplomatik ataklara girişti. İsrail’in katılığından ve Arap dünyasındaki tepkilerden kaynaklanan güçlüklere karşın, ABD’nin arabuluculuğuyla görüşmeleri Camp David Antlaşmasıyla (Eylül 1978) sonuçlandırdı. Bunu izleyen barış antlaşması çerçevesinde Mısır ile İsrail arasındaki ilişkiler normalleşirken, Sina’daki İsrail kuvvetlerinin üç yıl içinde çekilmesi ve bir tampon bölge oluşturulması kararlaştırıldı. İsrail işgali altındaki Batı Şeria ve Gazze’nin statüsü ve Filistin sorunu ile ilgili anlaşmazlıklar ise yeni görüşmelere bırakıldı.
Sedat’ın barış girişiminin önemli bir boyutu da ekonominin yeniden inşası için elverişli koşullar yaratmaktı.

Aynı dönemde başlayan liberalleşme ve yabancı sermayeye açılma politikası özellikle ABD yardım programının etkisiyle belirli bir canlılık getirdi. Ama bir süre sonra hızlı enflasyon ve işsizlik gibi önemli ekonomik güçlükler ortaya çıktı. Öte yandan İsrail ile barış bazı kaçınılmaz bedeller getirdi. Sedat, Filistin halkının meşru haklarına sırt çevirdiği gerekçesiyle Arap dünyasında yoğun saldırılara hedef oldu. Mısır zengin Arap devletlerinin mali desteğini yitirdi ve barış antlaşmasının hemen ardından Arap Birliği’nden çıkarıldı. İçeride baskıcı önlemlerin yumuşatılması ve çok partili sisteme geçiş uzun yıllardır sinmiş olan muhalefeti harekete geçirdi. Filistin sorununda ilerleme sağlanamamasından ve geniş bir kesimin refah düzeyinin düşmesinden duyulan hoşnutsuzluklar kitle gösterilerine dönüştü. Eylül 1981’de siyasal muhaliflere karşı başvurduğu geniş çaplı tutuklamalarla konumunun sarsıldığı açıkça ortaya çıkan Sedat, bir ay kadar sonra radikal dinci bir grubun giriştiği suikast sonucunda öldürüldü.

Sedat sonrası


Sedat’ın ölümünden sonra cumhurbaşkanlığını üstlenen, Yom Kippur Savaşı kahramanı ve Sedat’ın yakın yardımcısı Hüsnü Mübarek, dış politikadaki temel çizgiden ayrılmayarak Sina’nın öngörülen süre içinde yeniden Mısır egemenliğine girmesini sağladı. Buna karşılık Sedat döneminde özel sektör üzerinde tekel kurmuş olan azınlığın ayrıcalıklı konumuna son verme ve siyasal baskıları yumuşatma gibi değişime dönük önemli adımlar attı. Bozulmuş olan ekonomiyi düzeltme konusunda ise ancak uzun vadeli çözümlere dayanan bir program ortaya koydu.

Mübarek’in bir başka başarısı da İsrail’in 1982’de Lübnan’ı işgal etmesiyle başlayan gerginlik ortamında ılımlı Arap devletleriyle ilişkileri adım adım onarması oldu. Ama ülke içinde özellikle işçilerin ve dinci grupların muhalefeti yönetime ciddi güçlükler çıkarmaya başladı. Mübarek İslamcı akımın güçlenmesi karşısında bazı sert önlemler almaya yöneldi. Bu arada 1986’da petrol fiyatlarındaki düşüşle birlikte artan ekonomik sorunlar muhalefetin güçlenmesine yol açtı. 5 Ekim 1987’de yapılan referandumda oyların yüzde 97’sini alan Hüsnü Mübarek, cumhurbaşkanlığı görevini altı yıl süreyle ikinci kez üstlendi. Ağırlaşan borç yüküne karşın, ekonomiyi dış yardımlarla ayakta tutma politikası bu yeni dönemde de sürdürüldü.

Mısır 1989’da yeniden Arap Birliği’ne katıldı ve Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek Arap Birliği Örgütü’nün (OAU) dönem başkanlığına seçildi. Mısır Körfez Bunalımı sırasında izlediği politikalarla Batılı ülkelerin desteğini kazanarak bölgedeki konumunu yeniden güçlendirdi. 1990’da, 1952’deki darbeden sonraki beşinci genel seçimler yapıldı. Muhalefet partilerinin boykot ettiği bu seçimleri iktidardaki Ulusal Demokrat Parti kazandı. Mübarek yönetiminin izlediği sindirme politikasına karşın radikal İslamcı örgütler şiddet eylemlerini 1990’ların başlarında da sürdürdüler. Ekim 1992’de Kahire’de 552 kişinin ölümüne ve binlerce kişinin yaralanmasına yol açan bir deprem oldu.

kaynak: Ana Britannica
Son düzenleyen Safi; 1 Ağustos 2017 14:12
SİLENTİUM EST AURUM