Keynesçi devrim
J. M. Keynes, paranın iktisadi yaşamda aktif bir öğe olduğunu ve klasiklerin düşündükleri gibi yalnızca aracı rolü oynayan bir mal niteliği taşımadığını ileri sürdü. Servetlerin dağılımını incelemek için marjinalistlerin ele aldığı işletme çerçevesini aştı ve daha önce fizyokratlar tarafından kullanılmış olan çerçeveyi, yani tüm koplumun oluşturduğu global çerçeveyi inceleme konusu yaptı. İktisadi dengeyi (ama herhangi bir dengeyi değil, yalnızca tam istihdamı içeren dengeyi) kurarak sürekli, yani bunalımsız bir iktisadi genişleme sağlamak için devlet güçlerinin müdahalesini öneren Keynes'in birçok ülkenin iktisadi siyaseti üzerinde çok büyük etkisi oldu.
Keynesçi okulun uzantıları arasında özellikle İsveç okulu'nu ya da Stockholm okulu'nu (özellikle, Wicksell’in öğrencisi olan ve XIX. yy.'ın sonundan beri iktisadi çözümlemeye para ve zaman öğelerini yeniden sokmaya çalışan, ancak bunda başarılı olamayan Myrdal tarafından temsil edilir) ve gözlem yöntemi yandaşlarını, bunlar arasında da, araştırmaları sonucunda, bilimsel ve teknik gelişmenin “ikinci kesim" denilen sanayi üretimi kesiminde çok güçlü, "ilk kesim" denilen tarım üretimi kesiminde güçsüz, bütün öteki iktisadi etkinlik biçimlerini (ticaret, yönetim, öğretim, serbest meslekler vb.) kapsayan "üçüncü kesim”de ise çok güçsüz olduğu kanısına varan Colin Clark'ı saymak gerekir.
Çağdaş düşünce akımları
ikinci Dünya savaşı'ndan sonra, belli başlı iki kaygı ağır basar: tam istihdam, bunun ardı sıra da üretimin büyümesi ve adil bir biçimde dağılımı. Büyümenin kuramsal yorumu iki kaynaktan esinlenir:
1. Yenikeynesçi okul, özellikle tam istihdama ve büyüme dengesine ulaşmanın güçlüğünü vurgular, ekonomik sistemin kendi kendini düzenleme gücüne kuşkuyla bakar, bunun için de bir iktisat siyasetini zorunlu bulur. Uzun vadeli ilk keynesçi model, R. Harrod tarafından öne sürülmüştür Harrod, dengeli büyümenin soyut koşullarını biçimselleştirdi ("doğal büyüme oram"), böylece, gerçekleştirilen ilerlemeyi belirten şemanın karşılaştırılacağı bir referans oran elde etti. Daha birçok iktisatçı R. Harrod'unkine yakın bir çizgi izledi. Bunların başlıcaları, E. Domar, A. H. Hansen, R A Samuelson, L. Klein ve J. Tobin'dir. Hepsi de yatınm çarpanı, hızlandıran ve sermaye katsayısı (yani sermayenin gelire oranı) temeline dayanan akım ilişkilerini kullanırlar. Bu son öğe, yani sermaye katsayısı, bu iktisatçılarca egzojen (dışsal) sayılır (keynesçiler, sabit katsayılı bir üretim fonksiyonu kurarlar).
Dengesizliklerin, keynessonrası iktisatçılar tarafından iktisat kuramının zaman ve para yoluyla zenginleştirilmesinin bir sonucu olarak ele alınması, yatırımların hacmine bağlı iş çevrimleri kavramını, aynı zamanda da konjonktür kuramını ve bunalım kuramını da geliştirmek olanağını verecekti. Başka yazarlar, büyüme faktörleri üzerine ampirik ve istatistik incelemeler yaptılar (S. Kuznets) ve gelir dağılımı'nın, özellikle de kârların evriminin büyüme üzerindeki etkisini gösterdiler (M. Kalecki, N. Kaldor ve J. Robinson).
2. Yeniklasik okul, tersine, düzenli biçimde erişilen bir tam istihdam dengesinin olanaklı olduğunu göstermek ister Bu durumda, doğal büyüme oranı kendiliğinden gerçekleşir. Bu konuda temel araştırmalar, R. Harrod’un modeline karşı bir model ortaya koyan R. Solow tarafından (ama J. von Neumann, J. R. Hicks ve J. E. Meade'ı da anmak gerekir) yapılmıştır. Bu kuramda, üretim sisteminin işleyişi, ikame edilebilir emek ve sermaye faktörlü Cobb-Douglas tipi bir üretim fonksiyonu ile düzenlenir. Bağlantılar fiyatlarla (ücret, faiz) kurulur, bu da aynı zamanda, gelirlerin dağılımını bir yana bırakmayı olanaklı kılar. R. Solow'un tezi, İngiltere'de Cambridge okulu'nun yeniricardocu hareketi (J. Robinson, R Sraffa) tarafından şiddetle eleştirilecektir. Okulun temel ilgi merkezi mikro iktisattır (başlıca temsilcileri L. von Mises ve F. von Hayek olan yenimarjinalistlerin iktisadi hesabı). Ancak, işletmelerin ya da bir ulusun seçimlerine dayanarak bir piyasa ekonomisinde dengeyi ve optimumu gerçekleştirmeyi amaçlayan modeller kurulmasına da ilgilenir.
Çağdaş iktisat biliminin egemen niteliklerinden biri de matematik biçimleştirmelere gittikçe artan bir eğilim gösterilmesidir. (M. Allais, C. Debreu, K Arrow, R A. Samuelson). Bu dönemde Keynes'ten esinlenen araştırmalardan, bilişim ve istatistiğin gelişmesinden, tutarlı bir ulusal muhasebe sistemi kurulmasından (R. Stone) ve verilerin bilişimsel olarak işlenişinden güç alan ekonometri (R. Frisch, J. Tinbergen, T. Koopmans, E. Malinvaud) iktisadi kavram ve yöntemlerin yenilenmesine olanak sağladı, matris cebiri ve sanayilerarası değişim tabloları (ya da W. Leontief'in girdi-çıktı sistemi), kısıt altında bir hedefin maksimuma ulaştırılması demek olan (örneğin hem ödeme bilançosu dengesinin, hem de genel fiyat düzeyi istikrarının ikili sınırlaması altında, GSMH büyüme oranını en yüksek düzeye çıkarmak gibi) doğrusal programlama, oyun kuramı (J. von Neumann ve O. Morgenstern) ve afetler kuramı (R. Thom) hızla gelişti. Bütün bu araçlar, geleceğe ilişkin bilimsel öngörü ve araştırmaların yaygınlaşmasını kolaylaştırdı.
iktisadi etkinliği kısa vadede para emisyonunun yönettiğini söyleyen eski kantitatif para kuramını yeniden ele alan Don Patinkin, A. C. Pigou ve özellikle M. Friedman gibi bazı iktisatçıların para sorunlarına yeniden önem kazandırmaları, yeniklasik okulun belli başlı özelliklerinden birini oluşturmaktadır Enflasyonun gelişmesiyle, bu sorunlar gittikçe artan bir önem kazanmıştır.
İktisat bilimi, bu yeni araçlara dayanmaktadır, bu arada bazı iktisatçılar (R. Clower, A. Leijonhufvud, R A. Samuelson) özellikle dengesizlik kavramını işe sokarak yeniklasik liberal kuram ile yenikeynesçi kuramı birleştirmeye yönelmektedirler.
iktisadi düşüncenin yenilenmesi 60'lı yıllardan bu yana çeşitli yönlerde sürmektedir. iktisat siyaseti ve planlama araçlarının gelişmesi, doğrusal programlama'nın temellerinin bulunmasıyla (L. V. Kantoroviç) giderek belirginleşecektir. Ama bazı sosyalist ekonomilerin aşırı merkezciliğinin zararlı sonuçları, birtakım iktisatçıları yeniklasik genel denge kuramı karşısında marxçı çözümlemenin durumunu saptamaya yöneltmiştir (O. Lange, L. Johansen, M. Morişima). Birtakım iktisatçılar da (L.V. Kantoroviç, V. V. Novojilov, E. Barone, F. M. Taylor, E. Liberman) sosyalist ekonomide piyasanın rolünü gösterirler.
J. A. Schumpeter, sonra J. K. Galbraith gibi bazı yazarlar, özellikle de fransız iktisatçı F. Perroux, psikolojik ve toplumbilimsel bir yaklaşımla, çağdaş kapitalizmin biçimlerini ve geleceğini incelemeye çalışırken, bir yandan da kapitalist sistemin marxçılıktan esinlenen bir eleştirel çözümlemesi gelişmektedir. Bu eleştirel çözümleme, ABD'de P. A. Baran ve R M. Sweezy, Büyük Britanya'da M. H. Dobb, Fransa'da C. O. Bettelheim tarafından yapılmaktadır. Hatta, bu eleştirilerden bazıları daha çok politiktir. Örneğin, Fransa1 da, Fransız komünist partisi iktisat bölümünce hazırlanan “tekelci devlet kapitalizmi" tezi için böyle söylenebilir.
Son olarak,somut durumlarla ilgili marxçı çözümleme, özellikle emperyalizm ve Üçüncü dünya ülkelerinin zengin ülkeler tarafından sömürülmesi üzerinde durmakta ve az gelişmişliğin sorumluluğunu bu zengin ülkelere yüklemektedir. Bu tez, W.W. Rostow, C. G. Clark ve W. A. Lewis tarafından savunulan ve düalist denen teze karşı ileri sürülmektedir. Bu incelemeler özellikle latin amerikalı marxçılar (C. Furtado), afrikalı marxçılar (S. Amin, H. Riad) ya da üçüncü dünyacı diye adlandırılabilecek olan Arghiri Emmanuel gibi yazarlarca sürdürülmekteydi.
Bunalım karşısında iktisadi düşünce
70'li yılların başında, büyümenin yeniden tehlikeye girmesi, stagflasyon gibi bazı iktisadi sorunlar karşısındaki güçsüzlük, uluslararası ekonominin düzeninin bozulması, son olarak da 1974 bunalımı, ekonominin artık denetimden çıktığı izlenimini uyandırdı ve egemen iktisadi düşünce şeması tartışma konusu oldu. Bu durum iki ayrı akımın ortaya çıkmasına yol açtı:
1. Union for Radical Political Economics ya da URPE (Radikal politik iktisat birliği).
Yeni amerikan solundan çıkan ve 1968'de Vietnam savaşı'nın siyasi sarsıntıları sırasında yaratılan bu marxçı yönelişti hareket, R A. Baran, P M. Sweezy, J.K. Galbraith ve H. Marcuse'ün çalışmalarına esin kaynağı oldu. Radikal ekonomi, kendisini her şeyden önce bir "antiekonomi" olarak sunuyor ve sözkonusu yazarlar, "geleneksel", "burjuva" ya da "yeniklasik" iktisadın sözde bilimsel niteliği, aşırı matematik biçimselleştirme düşkünlüğü, yalnız uzmanlarınca bilinip anlaşılır olması, ardında bir ideoloji gizlenmesi nedeniyle açıkça yeriyor, onunla bağlarını kesip atıyorlardı. URPE, iktisat biliminin yeniden politik iktisat olması yani üretim ilişkilerinin incelenmesine dayanan eylemci bir sosyal bilim durumuna gelmesi gerektiğini düşünüyordu. Dallar arası araştırmadan yana ve kuram ile uygulamanın ayrılmasına karşıydı. Toplumsal olguların çözümlemesinde olguları hiçbir zaman kendi tarihlerinden ayırmayan, uyumlardan çok gerginlikler üzerinde duran ve sınıf çelişkilerini açıkça ortaya koyan bir yöntem izlediği ölçüde açıkça marxçı bir görüntüdeydi.
Radikal iktisatçılar, kapitalizmi, en başta amerikan kapitalizmini en genel yanlarından (sosyal maliyetler, iktisadi büyüme-
ye eşlik eden savurganlık ve çevre kirlenmesi, ırkçı, cinsiyetçi, ulusçu tutumlar, yabancılaşma, sömürü, emperyalizm) ele alarak acımasızca eleştirdiler, özellikle de iktisadi gelişmeyi aksatan siyasi engeller, toplumda iktidarın yapısı ve servetlerin ülkeler ve uluslar arasında dağılımında gittikçe artan eşitsizlikler üzerinde ısrarla durdular. URPE, ahlaki dürtülerin maddi dürtülerden, kolektif tüketimin bireysel tüketimden önde geldiği niteliksel bir ekonomiden (refah arayışı) yana çıkıyor, bu amaçla demokratik bir sosyalizme ve merkeziyetçi olmayan bir planlamaya başvurulmasını öneriyordu.
URPE'nin belli başlı önderleri S. Bowles, S. Marglin, D. Gordon gibi üniversite öğretim üyeleri ile H. Sherman, H. Gentis, D. Foley gibi yeni kuşak iktisatçılardı. Radikal iktisatçılar hareketi Avrupa'ya, özellikle Fransa'ya (J. Attali, M. Guillaume ve J.P Dupuy) da yayıldı, ancak toplumsal ve politik mücadelelerin çok daha derin izlerini taşıyan bir tarih ve kültür karşısında ve aynı zamanda daha gelişkin bir marxçı akımın varlığı yüzünden burada uzun süre tutunamadı.
2. "Yeniiktisatçılar"
60’lı yıllarda ortaya çıkan, yeniklasik esinli bu hareket iktisadi durumun çağımızdaki bozukluğundan sorumlu tutulan Ortodoks keynesçiliğe karşı bir tepki olarak gelişti. ABD'de doğan bu hareket 1974 bunalımında genişleyerek hızla başka ülkelere de yayıldı.
"Yeniiktisatçılar" üç akıma bağlanıyordu: bunların başlıcası muhafazakâr akımdı ve özellikle Chicago okulunu (Monetarist adı verilen ve Milton Friedman'dan esinlenen okul), Virginia okulu’nu (James Buchanan, Gordon Tullock), fransız yeni iktisatçılarım (Henri Lepage, Pascal Şalin, Andre Fourçans, Florin Aftalion, Jacques Rosa) ve Los Angeles okulu'nu (Arthur Laffer) içeriyordu; İkincisi, reformist olduğunu söyleyen Martin Feldstein'in önderliğindeki pragmatik akım, sonuncusu ise, devrimci olduklarını ileri süren ve Ludwig von Mises ve Friedrich von Hayek'ten esinlenen libertaryenler'di (Murray Rothbard, David Friedman) partileri 1971'de kurulmuştur.
Bu üç akım, iktisadı, insan etkinliğinin en çeşitli alanlarına (örneğin suçluluk, evlenme, vb.) uygulanması olanaklı gerçek bir bilim sayıyorlardı; iktisat bilimini, ender kaynakların tahsisinde bireylerin akılcı seçimlerinin incelenmesini (bireysel seçimlerin çözümlemesi, kısıt altında en yüksek düzeye çıkarma yöntemine göre yapılır) konu alan mikro iktisatla özdeşleştiriyor, piyasa mekanizmasının, kaynaklarının tahsisinde israfı önleyen, dolayısıyla optimal etkinliği sağlayan biricik sistem olduğunu ileri sürüyorlardı (bu durumda, devlet ekonominin sorumluluğundan sıyrılarak rekabetin serbestçe sürmesine olanak vermelidir: yasal düzenlemeler durdurulur, gerek vergiler, gerekse kamu harcamaları indirilir, para hacmi daha yavaş artırılır), talepten çok arza önem verilerek (yüksek kâr, yüksek üretkenlik) işletmelerin rolünün yeniden canlandırılması gereğini ileri sürüyorlardı. “Yeniiktisatçılar"ın programı, özellikle, Büyük Britanya'da Margaret Thatcher hükümetinin, ABD'de de başkan Reagan'ın siyasetlerine esin kaynağı oldu.
Sistemik yaklaşım
yukarıda sözü edilen akımların analitik yaklaşımını aşmaya çalışır. iktisat, fizik bilimlerden uzaklaşmalıdır. Bunun için de, hem liberal, hem de marxçı söylemi aşıp sibernetikten ve biyolojiden gelen sistemler kuramı'nda geliştirilen yeni kavramsal araçları kullanması gerekir. Burada, bazı iktisatçıların termodinamiğin kavram ve araçları kullandıklarını (Georgescu-Roegen) ve çalışmalarında entropi olgularından yararlandıklarını da belirtmek yerinde olur.
Bir "sistem" aralarında madde, enerji ve enformasyon değişimine olanak veren bir iletişim ağı bulunan çeşitli öğelerle tanımlanır. Bu durumda, değişim akımlarının miktar ve zaman bakımından önemini. çeşitli akımları alan karar merkezlerinin tepkisini, feed-back etkilerini ve akım hareketlerini güçlendiren ya da zayıflatan ve sistemin tutumunu değiştiren sürelerin ortaya koyduğu sorunları incelemek söz konusudur Yapılaşmış büyük gruplar arasındaki bağıntıların (mezoekonomi) ön plana çıkarılması, örgütlenme ve güç düzeylerinin (K. Boulding, H. Simon) ve genel bütüne ilişkin fonksiyonların hesaba katılması, L. von Bertalanffy’nin ileri sürdüğü sistemik düşünce biçiminin temel özellikleridir. Bu düşünce biçimi ister istemez dallar arası bir nitelik taşır ve düzenleme biçimleri türetmeye yarar, çünkü sistemik yaklaşımın amacı operasyonel olmaktır.
Kaynak: Büyük Larousse