Arama

Ekonomi (İktisat) Nedir? - Tek Mesaj #5

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
13 Ağustos 2017       Mesaj #5
Safi - avatarı
SMD MiSiM

iktisat


EKONOMİ olarak da bilinir,
servetin üretimini, bölüşümünü ve tüketimini konu alan toplumsal bilim.

İktisat bazı ana bölümlere ayrılabilir. Mikro iktisat tüketiciler, şirketler, tüccarlar ve çiftçiler gibi ekonomik birimlerin tekil davranışlarını ele alır. Makro iktisat ise bir ekonomideki gelir düzeyi, toplam çalışan sayısı ve toplam yatırım miktarı gibi büyüklükler üzerinde durur. İktisadın bir başka dalı olan kalkınma iktisadında, iktisadi etkinliğin zaman içindeki değişimi ve belli bir dönemdeki örgütlenmesi ele alınır, iktisadi gelişmeyi sürekli kılacak kurumlar incelenir. Bu bölümlerin içinde kamu mâliyesi, para ve bankacılık, uluslararası ticaret, emek, sanayi örgütlenmesi, tarımsal iktisat gibi iktisadın özel ilgi alanları yer alır, iktisadın araştırma alanları öbür toplumsal bilimlerin, özellikle de siyaset biliminin ilgi alanıyla kesişir, ama iktisat temelde malların üretimi, değişimi ve tüketimiyle ilgili sorunlar üzerinde yoğunlaşır.

Genellikle iktisadın, İskoçyalı düşünür Adam Smith’in An Inquiry into the Na- ture and Causes of the Wealth of Nations (1776; Ulusların Zenginliği, 1985) adlı yapıtını yayımlamasından sonra ayrı bilim haline geldiği kabul edilir. Bununla birlikte iktisadi olgular Smith’den önce de tartışma konusu olmuş, Eski Yunanlılar ve ortaçağ skolastik düşünürleri bu konuda önemli katkılarda bulunmuşlardır. 15. ve 18. yüzyıllar arasında, bugün merkantilizm olarak bilinen ve ekonomik milliyetçiliği temel alan öğreti yaygınlık kazandı. 18. yüzyılda Fransız fizyokratları oldukça ileri düzeyde bir iktisadi model geliştirdiler. Ama iktisat üzerine ilk kapsamlı incelemeyi kaleme alan ve sonraki kuşakların klasik iktisat okulu olarak adlandıracakları öğretiyi geliştiren A. Smith oldu. Smith, Ulusların Zenginliği adlı yapıtında, iktisadi gelişmeyi hızlandıran ya da engelleyen etkenleri ele alarak merkantilistlerin görüşlerine karşı serbest ticareti savunmuş, özgür girişim sisteminin işleyişini incelemiştir. Ona göre rekabetçi bir piyasada bireylerin fiyatlar üzerinde son derece küçük bir etkisi vardır; fiyatları veri olarak almak zorunda olduğundan yalnızca bu fiyatlarla alacağı ya da satacağı malların miktarlarını değiştirebilir.

Ama tek tek bireylerin eylemlerinin toplamı fiyatı belirler. A. Smith’in sıkça kullandığı deyimle piyasanın “görünmez eli”, bireylerin amaçlarından bağımsız bir toplumsal sonuca yol açarak piyasada dengeyi sağlar. A. Smith’in yapıtında basit düzeyde ele alınan değer (ya da fiyat), bölüşüm, uluslararası ticaret ve para kuramları, bütün eksikliklerine karşın, klasik ve modern iktisadın temel taşlarını oluşturur. David Ricardo’nun Principles of Politiçal Economy and Taxation (1817; Siyasal İktisadın ve Vergilendirmenin İlkeleri) adlı yapıtı, bir yönüyle Ulusların Zenginliği üzerine basit bir eleştirel yorum olmakla birlikte, başka bir açıdan, gelişmekte olan siyasal iktisat bilimine önemli katkılarda bulundu. Ricardo’nun geliştirdiği sistemin temelinde, sınırlı topraklar üzerinde yetiştirilen tarımsal ürünlerin maliyetlerinin sürekli artmasından dolayı iktisadi büyümenin er geç duracağı düşüncesi yatar. Bu düşüncenin önemli bir öğesini, Thomas Robert Malthus’un Essay on Population (1798; Nüfus Üzerine Deneme) adlı yapıtında açıkladığı nüfus kuramı oluşturur. Ricardo’ya göre, işgücü arttıkça, büyüyen nüfusu beslemek için gerekli tarımsal ürünler, ancak daha verimsiz topraklar işlenerek ya da ekilmekte olan topraklarda daha fazla sermaye ve emek kullanılarak elde edilebilir. Ücretlerin düşük tutulmasına karşın, rantların sürekli olarak yükselmesinden dolayı, kârlar aynı oranda artmaz.

Ekonomik gelişmeden yarar sağlayanlar toprak sahipleridir. Ricardo bu soruna çözüm olarak İngiltere’nin başka ülkelerden ucuz buğday ithal etmesini önermiş, belirli bir sanayi dalında uzmanlaşıp ihracata yönelmesinin İngiltere’ye yarar sağlayacağını kanıtlamak amacıyla “karşılaştırmalı maliyetler yasası”nı geliştirmiştir. Ona göre, ticaretten sağlanan yararı ülkeler arasındaki maliyet farkları değil, her ülkenin ekonomisinin farklı dalları arasındaki maliyet farkları belirler. Göreli olarak daha ucuz üretebildiği malların üretiminde uzmanlaşan ve öbür malları ithal eden bir ülke bundan yarar sağlar. Böylece, örneğin, Hindistan oldukça ucuz bir biçimde üretebildiği dokumacılıkta uzmanlaşmalı ve İngiltere’ den sermaye malları ithal etmelidir. Ricardo’nun bu yasası 19. yüzyılın serbest ticaret öğretisinin temelini oluşturmuştur.

19. yüzyılın ortalarında Kari Marx kapitalist sistemin çelişkileri üzerinde durarak rekabetçi piyasa kuramlarına köklü eleştiriler yöneltti. Oluşturduğu bilimsel sosyalizm öğretisinin bir parçası olarak Marksist iktisat kuramını geliştirdi. Ona göre, siyasal iktisadın temel konusunu, üretim sırasında insanlar arasında kurulan ve üretim ilişkileri denen toplumsal ilişkiler oluşturur. Değer ise, mallar arasındaki niceliksel bir ilişki değil, tarihsel koşulların, biçimlendirdiği toplumsal bir kategoridir. İktisadi anlamda değerin tek yaratıcısı insan emeğidir, dolayısıyla kapitalist düzende kârın kaynağını, işçilerin yarattıkları değerle kendilerine ödenen ücret arasındaki fark olan artı değer oluşturur. Marx, kapitalizmin temel yasası olarak adlandırdığı bu kurama dayanarak işçilerin kapitalistlerce sömürüldüğünü savunmuştur. Marx’a göre bu yasa aynı zamanda sermaye birikimi ve üretimin genişlemesinin kaynağıdır. Bu yasanın işlemesiyle üretici güçler gelişecek ve kapitalizmin çelişkileri büyüyecektir. Ayrıca D as Kapital (Kapital, 1936, 1. cilt 3. bas. 1986, 3. cilt 2. bas. 1990) adlı yapıtında belirttiği gibi kapitalist düzenin iç dinamikleri sonucu işçi sınıfı giderek yoksullaşacak, kâr oranı düşecek ve iktisadi dalgalanmalar sıklaşacaktır. Ona göre, bu dinamikler nedeniyle kapitalizmin yıkılması ve yerine sosyalist bir toplumun kurulması kaçınılmazdır.

1870’lerden sonra birçok iktisatçı tam rekabet koşullarında kaynak dağılımı sorununu incelemeye başladı. Aralarında İngiliz iktisatçı Stanley Jevons, AvusturyalI iktisatçı Kari Menger ve Fransız iktisatçı Leon Walras’ın bulunduğu ve marjinalistler olarak adlandırılan bu iktisatçılar emek değer kuramının yerine marjinal fayda kuramını geliştirdiler. Bir malın değerini sağladığı faydaya dayandırarak, fiyatların oluşumunu, mal ve hizmetlerin artan büyüklükleri arasında seçim yapan tüketici davranışına indirgediler. Bu yaklaşım, klasik kuramla modern iktisat arasındaki ayrımı oluşturdu. Klasik iktisatçılar, araştırmalarını emek ve sermaye miktarındaki değişmenin ülke ekonomisi üzerindeki etkisi konusunda yoğunlaştınrlarken, marjinal fayda yaklaşımını benimsemiş olanlar üretim faktörlerinin, tüketicilerin tatminini en yüksek düzeye çıkaracak biçimde dağılımı konusuyla ilgilendiler.

Avusturya iktisat okulu değerin belirlenmesinde son tüketici açısından sağlanan faydanın önemini vurgulayarak klasik iktisadın tümüyle geçersiz olduğunu öne sürdü. Alfred Marshall’ın önderliğindeki İngiliz iktisat okuluysa klasik iktisatçıların öğretileriyle bir uzlaşma arayışına girdi. Marshall’a göre klasik iktisatçılar çabalarını arz üzerinde yoğunlaştırırlarken, marjinal fayda kuramı talep üzerinde durmuştu; ama fiyatlar hem talep, hem de arz tarafından belirlendiğinden her iki kuram da yetersiz kalıyordu. Marshall, geliştirdiği “kısmi denge analizini” belirli piyasalara ve sanayilere uygulamaya çalıştı. Fransız iktisat okulunun önde gelen ismi Leon Walras ise iktisadi sistemi genel matematiksel formüllerle açıklayarak marjinal yaklaşımı en uç noktasına götürdü. Walras’a göre her malın, kendi fiyatına, başka malların fiyatlarına, tüketicilerin gelirine ve zevklerine bağlı olarak değişen bir “talep fonksiyonu” ile üretim maliyetlerine, üretici hizmetlerin fiyatlarına ve teknik bilgi düzeyine bağlı olarak değişen bir “arz fonksiyonu” vardır. Piyasada her mal için hem tüketicileri, hem de üreticileri tatmin edecek bir “denge” fiyatı oluşur. Modern bir ekonomide milyonlarca piyasa olduğundan “genel denge” her piyasadaki kısmi dengenin eşanlı belirlenmesini içerecektir.

Marshall’ın Principles of Economics (1890; İktisadın İlkeleri) adlı yapıtının yayımlanmasından 1929’daki Büyük Bunalım’a kadar geçen dönemde, marjinal fayda kuramını savunan değişik okulların kaynaşmasıyla neo-klasik iktisat okulu oluştu. Fayda kuramı, tüketici davranışını gelir ya da fiyat gibi değişkenlere bağlı olarak ele alan aksiyomatik bir sisteme indirgendi. Marjinal kavramının üretime de uygulanması “marjinal verimlilik” düşüncesini doğurdu. Böylece ücretlerin, kârların, faizin ve rantların düzeyini, üretim faktörlerinin marjinal verimliliğine dayandıran yeni bir bölüşüm kuramı geliştirildi. Marshall’ın “dışsal ekonomiler” kavramını geliştiren öğrencisi Arthur Pigou kişisel maliyetlerle toplumsal maliyetler arasında ayrım yaparak iktisadın ayrı bir dalı plan refah kuramının temelini attı. Özellikle İsveçli iktisatçı Knut Wicksell’in katkılarıyla da tek tek malların fiyatlarının belirlenmesinden ayrı olarak genel fiyat düzeyinin belirlenmesi sürecini açıklayan para kuramı geliştirildi.

1930’ların iki yeniliğini ise tekelci (ya da eksik) rekabet kuramıyla Keynesçi iktisat oluşturdu. Tekelci rekabet kuramı, bir malın tüm piyasasını tek bir satıcının denetlediği “saf tekel” ile tek bir standart mal ve çok sayıda satıcıyla nitelenen “saf rekabet” arasında kalan bir dizi farklı piyasa yapısını ele alır. Gelişmiş ülkelerin çoğunda az sayıda büyük şirket piyasaya egemen durumdadır. Bu şirketler tam rekabet koşullarında uygulamak zorunda kalacakları fiyattan daha yüksek bir fiyatı dayatma gücüne sahiptir. Eksik rekabet kuramı, fiyat kuramı üzerinde, tartışması günümüze değin uzanan etkiler yaratmıştır. İngiliz iktisatçı John May- nard Keynes ise firma dengesi ya da kaynakların dağılımı yerine ulusal gelir ve istihdam düzeyini ele aldı. Sorun gene bir arz ve talep sorunu olmakla birlikte, Keynes talebi ekonomideki toplam efektif talep düzeyi, arzı da ülkenin üretim kapasitesi olarak tanımlıyordu. Efektif talep üretim kapasitesinin altında kalırsa işsizlik ve durgunluk, üzerine çıkarsa enflasyon doğuyordu. Keynesçi iktisadın temel ilgi alanı efektif talebin öğeleri olan tüketim, yatırım ve kamu harcamalarıyla ilgili çözümlemelerdir. Çalışmalarını toplam tüketim ve toplam yatırım harcamaları gibi makro ekonomik büyüklükler üzerinde yoğunlaştıran Keynes, bu iktisadi değişkenler arasındaki ilişkileri bilinçli olarak basitleştirerek bir dizi pratik soruna uygulanabilecek etkili bir model geliştirmiştir.

II. Dünya Savaşı sonrasında iktisatta önemli bazı değişiklikler ortaya çıktı. Önceleri diferansiyel ve integral hesabı dışında matematikten hemen hiç yararlanılmazken, savaştan sonra matematik iktisadi araştırmaların temelini oluşturmaya başladı. Girdi-çıktı analizinin gelişmesiyle birlikte matris cebiri önem kazandı. İktisatçıları ilk kez kesin denklemler yerine eşitsizlikler matematiğiyle yüz yüze bırakan ve birçok işletme sorununa sayısal çözümler getiren doğrusal programlama gibi teknikler geliştirildi. Matematiksel iktisadın pratik sorunlara uygulanmasıyla birlikte matematiksel modeller ve ekonometri gelişti. Savaş sonrası yıllarda azgelişmiş ülkelere olan ilginin artması sonucunda kalkınma iktisadı iktisat kuramının önemli bir bölümünü oluşturdu. Ayrıca bölgesel iktisat, kentsel iktisat, sağlık iktisadı, eğitim iktisadı gibi yeni dallar ortaya çıktı. 1960’ların sonlan Batı’da iktisadın niteliğiyle ilgili eleştirilerin yoğunlaştığı yıllar oldu. Bu eleştirileri yöneltenler, iktisadın insan hakları, açlık, emperyalizm ve nükleer savaş gibi günün büyük sorunlarını da ele alması gerektiğini öne sürdüler.

kaynak: Ana Britannica
SİLENTİUM EST AURUM