Arama

Ekonomi (İktisat) Nedir? - Tek Mesaj #7

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
13 Ağustos 2017       Mesaj #7
Safi - avatarı
SMD MiSiM

iktisadi büyüme


bir ülkenin zenginliğinin zaman içinde artmasını sağlayan süreç.

Çoğu kez kısa dönemli iktisadi gelişmelerle ilgili tartışmalarda kullanılan bir kavram olmakla birlikte iktisat kuramında genel olarak uzun dönemdeki servet artışını anlatır. Azgelişmiş ülkelerdeki gelişme süreciyse iktisadi kalkınma kapsamında incelenir.

İktisadi büyümenin incelenmesinde iki ana güçlük vardır. Birincisi, büyümenin temel öğe ve koşulları üzerinde oldukça geniş bir görüş birliği olmakla birlikte bunların karşılıklı etkileri konusunda iktisatçılar arasında önemli görüş ayrılıklarının bulunmasıdır. İkinci sorunsa, tam olarak neyin iktisadi büyüme sayılabileceği konusunda uzlaşmaya varılamayışıdır. En yaygın kullanılan ölçüt, enflasyona göre düzeltilmiş gayri safi milli hasılayla (GSMH) ölçülen toplam mal ve hizmet üretimindeki gerçek büyümedir. Ama kişi başına milli gelirin, kişi başına tüketimin ya da başka bir ölçünün daha uygun olduğunu öne sürenler de vardır.

iktisatçılar ve iktisat tarihçileri öteden beri büyüme sürecini ve değişik ülkelerin büyüme oranlarındaki belirgin farklılıkların nedenlerini anlamaya çalışmışlardır. Amaç, iktisadi büyümeyi en yüksek düzeye çıkarmanın en uygun yollarını gösterecek iktisadi modelleri geliştirmekti. 18. yüzyılda Adam Smith ekonominin nasıl ve neden işlediğini tanımlamaya çalışarak emeğin rolüne ve piyasa güçlerinin serbestçe işleyişine büyük önem verdi. Yakın zamanlardaysa iktisatçılar değişik kuramlar geliştirdiler. W.W. Rostow büyüme sürecinin aşamalara bölünebileceğini belirterek, bu aşamaların geleneksel (büyük ölçüde tarımsal) aşama, hızlı ilerleme için insana ve teknolojiye ilişkin koşulların sağlandığı bir geçiş aşaması, hızlı büyümenin gerçekleştiği kalkış aşaması ve geniş ölçekli üretimle kitlesel tüketimin gerçekleştiği olgunluk aşamasından oluştuğunu öne sürdü. Bazı iktisatçılar büyümeyi bir ülkenin birincil (tarımsal) üretimden ikincil (imalat), sonra da üçüncül (hizmet) üretime doğru gelişmesi biçiminde açıklamaya çalıştılar. Bazılarıysa, iktisadi üretkenliğin başlıca öğeleri olan emek, sermaye, teknolojik değişim ya da girişimcilik etkenlerinden birindeki ya da öbüründeki değişikliklerin yarattığı etkenler üzerinde durdu.

Gene de iktisadi büyümenin temel koşulları üzerinde geniş bir görüş birliği vardır. Bunlar iç ve dış koşullar olmak üzere ikiye ayrılabilir. Temel iç koşul doğal kaynakların niteliği ve genişliğidir; bunlar maden kaynaklarını, enerji kaynaklarını, toprağın verimliliğini, suyollarım ve benzeri zenginlikleri kapsar. Özellikle gelişmenin ilk aşamalarında, doğal kaynakların iktisadi büyüme oranı üzerinde önemli etkide bulunduğu kabul edilir. Daha da önemlisi insan kaynaklarıdır. Bunlar toplam nüfusa göre işgücünün büyüklüğünü; eğitim düzeyinin yanı sıra sağlık, girişkenlik, yaratıcılık vb gibi özelliklere bağlı olarak işgücünün niteliğini; çalışma süresi, işin örgütlenme biçimi ve uygulanan siyasal ve ekonomik sistemin yarattığı baskı ve sağladığı özendiricilerle belirlenen emek yoğunluğunu kapsar.

Doğal kaynakların ve insan kaynaklarının büyüklüğü ile yakından bağlantılı bir başka etken sermaye kaynaklarının genişliği ve teknolojik gelişmedir. Modern ve verimliliği yüksek makinelerle donatılan işgücü, kullanılan her birim hammadde ya da zaman için görece fazla miktarda mal üretir. Benzer biçimde, ileri teknoloji gerektiren malların üretiminde çalışan işçiler, basit imalat sanayilerinde çalışanlara göre daha fazla katma değer (malın son satış fiyatıyla hammaddelerin maliyeti arasındaki fark) yaratırlar. Bu nedenle, iktisatçıların çoğu sermaye kullanımı ve teknolojiye yatırım ne kadar yüksekse, iktisadi büyümenin de o kadar yüksek olacağını öne sürer. Kaynaklarının göreceli olarak yüksek bir oranını tüketim yerine yatırımlara ayıran ülkelerin, görece yüksek uzun dönemli iktisadi büyüme oranları gerçekleştirdiklerini gösteren çok sayıda kanıt vardır. Ekonomik ilerlemenin bir başka önemli iç koşulu da siyasal istikrardır. Bütün öbür koşullar eşitken, siyasal istikrar içindeki ülke hem iç, hem de dış yatırımcılar açısından daha çekici olacağından, görece daha hızlı büyüyecektir.

Bir ülkenin ekonomik ilerlemesi için bir dizi önemli dış koşul da vardır. Bunların en önemlisi uluslararası ticaretin düzeyini belirleyen dünyadaki ekonomik etkinlik düzeyidir. Birçok ülke üretiminin önemli bölümünü ihraç ettiğinden, uluslararası ticaretin büyüklüğü ülke içindeki üretime duyulan talebin düzeyini belirlemede önemli bir etkendir. Bununla yakından ilgili başka bir etken, bir ülkenin ihraç ettiği malların değerini, dolayısıyla fiyatını bu ülkenin ithal ettiği malların değeriyle ölçen dış ticaret hadleridir. Bir ülkenin ihraç mallarının fiyatları, ithal mallarının maliyetlerine göre uzun dönemli bir düşüş gösterirse, bu ülkenin ithal kapasitesi azalır. Bu durum, yatırım malları ya da hammaddelerin sağlanmasını zorlaştırarak iktisadi büyümeyi yavaşlatabilir.

Tarihsel olarak, birincil malların üreticisi olan ülkelerde dış ticaret hadleri olumsuz yönde gelişmektedir. Bu ise iktisadi büyümenin ve teknolojik ilerlemenin yavaşlamasına yol açar. Dış ticaret hadleri olumsuz gelişen bir ülke kalkınması için gerekli malları ithal edebilmek amacıyla dış borç ve yabancı yatırımlara başvurabilir. Yabancı yatırımlar ayrıca ülke içindeki teknolojik bilgi eksikliğinin giderilmesine de katkıda bulunabilir.

Modern iktisadi büyüme kuramının kurucularından AvusturyalI iktisatçı Joseplı A. Schumpeter büyüme sürecinde en önemli etkenin girişimci olduğunu öne sürmüştür. Schumpeter’e göre sermayenin hızlı büyüyüp büyümeyeceğini ve bu büyümenin yenilikle değişimi, yani yeni ürünlerle yeni üretim tekniklerini içerip içermeyeceğini belirleyen öğe girişimciliğin niteliğidir. Bu nitelikse kapitalist sınıfın taşıdığı belirli tarihsel ve kültürel değerleri yansıtır. Öte yandan, 1930’ların sonlarında, kapitalizmin tehlikede olduğunu öne süren ABD’li iktisatçı Alvin H. Hansen’e göre coğrafi sınırların yarattığı sınırlılık, nüfus artış oranının düşmesi ve son buluşların daha az sermaye kullanıcı niteliği gibi etkenler yatırım gereksinimini azaltarak durgunluk olasılığını artırır.

Olgun bir ekonomide tasarrufların miktarı, tam istihdam düzeyinde yapılması tasarlanan yatırım miktarının üstüne çıkacak ve aradaki fark zamanla artarak büyüyecektir. Taleple potansiyel üretim arasındaki farkın büyümesi doğal olarak artan işsizlik oranlarına yol açacaktır. İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes’in kuramında ise yatırımlar toplam harcamanın genellikle beşte biri ile altıda biri arasında bir miktarı oluşturmakla birlikte bir ekonomideki toplam harcama düzeyinin belirlenmesinde en önemli etken olarak ele alınır. Keynes yatırımların oynadığı temel rolü çarpan süreciyle açıklar. Ingiliz iktisatçı R. F. Harrod’la ABD’li iktisatçı E. D. Domar, arzın (ya da üretim kapasitesinin) taleple dengeli bir biçimde, aşın kapasiteye ya da aşın talebe yol açmadan büyüme koşulunu çok basit matematiksel denklemlerle açıklamaya çalışır. Denklemlerinde arzın büyüme hızının sermaye stokunun büyüme hızına eşit olduğunu varsayarlar. Sermaye stoku ise yatırımlarla birlikte artar. Talebin büyüme hızı yatırımların, bir başka deyişle, tüketim dışındaki harcamaların büyüme hızına bağlıdır. Böylece yatırımlar hem talebi, hem de arzı etkiler.

Çağdaş büyüme kuramları, talebin büyüme hızıyla arzın büyüme hızını eşitleyecek kuramsal bir model geliştirme çabaları olarak görülebilir. Büyüme modelleri talepteki ya da arzdaki ayarlamaları vurgulamaları bakımından sınıflandırılabilir. Arz belirtenindi modellerin iyi tanınan bir örneğini İngiliz iktisatçı J. R. Hicks geliştirmiştir. Hicks’e göre tüketicilerin ve yatırımcıların harcama eğilimleri, talebin büyüme hızının, sürekli olarak en yüksek düzeydeki üretimin büyüme hızının üstünde gerçekleşmesini sağlar. Ekonominin uzun dönem büyüme hızıysa işgücünün büyüme hızı ile teknik ilerleme ve üretkenliğin büyüme hızı gibi arz etkenlerince belirlenen bir tavanın yükselme hızına bağlıdır. Bu arz etkenleri belirli nedenler sonucu daha hızlı büyürlerse talep de arzdaki daha hızlı büyümeye uygun olarak yükselecek, buna bağlı olarak üretim de daha hızlı büyüyecektir.

Talep belirlenimli büyüme modelinin bir örneğini ABD’li iktisatçı J. S. Duesenberry geliştirmiştir. Duesenberry’nin modelinde, tüketicilerin ve yatırımcıların harcama eğilimleri her zaman talebin düzenli biçimde büyümesini sağlayacak bir büyüklükte oluşur. Eğer talebin daha yüksek bir hızla büyümesine üretkenlik artışı ya da teknolojik ilerleme eşlik ederse, üretimin de daha hızlı büyümesi sağlanır. İngiliz iktisatçı N. Kaldor ise tam istihdama yol açan bir mekanizmanın işlediğini varsayar. Onun modelinde, yatırım oranının yetersiz olduğu durumlarda, gelirin kârlar ve ücretler arasında yeniden bölüşülmesi sonucunda yeni bir denge oluşacak ve tüketimin yatırım yetersizliğini giderici biçimde değişmesi nedeniyle toplam talep miktarı değişmeden kalacaktır. HollandalI iktisatçı Jan Tinber- gen’in geliştirdiği modelde, taleple arz arasındaki dengenin piyasa tarafından sağlandığı neo-klasik büyüme modellerinin tersine, siyasal iktidarın talep ve arzı yönlendirdiği varsayılır. Tinbergen’e göre iktisatçıların görevi ekonominin işleyişini yaklaşık olarak yansıtan, örneğin yönetimin uygulamayı düşündüğü vergi ve kamu harcamalarına ilişkin politikalarını değiştirmemesi durumunda neler olacağını gösteren bir model hazırlamaktır. Siyasal iktidarsa izleyeceği toplumsal ve ekonomik politikaları belirlerken bu tahminleri göz önünde tutacaktır.

Bu büyüme kuramlarının yanı sıra matematiksel modellerle ilgili geniş bir iktisat yazını oluşmuştur. Genel olarak'matematiksel büyüme modellerinde üretim, sermaye, yatırım ve tüketim gibi iktisadi değişkenler arasındaki önemli ilişkileri tanımlayan bir dizi denklem kurulur. Bu denklemlerde, değişkenlerin farklı zamanlardaki durumları arasında belirlenen ilişkiler yansıtılır. Örneğin, geçen yılın üretimi bu yılın tüketimini belirler, bu yılın tüketimi de bu yılın üretiminin, dolayısıyla gelecek yılın tüketiminin belirlenmesi için kullanılır. Bu tür modellerin iktisadi planlama açısından değeri, dayandıkları varsayımların doğruluğuna ve önemli iktisadi değişkenler arasındaki ilişkileri yansıtmadaki başarılarına bağlıdır.

kaynak: Ana Britannica
SİLENTİUM EST AURUM