Arama

Ekonomi (İktisat) Nedir? - Tek Mesaj #9

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
13 Ağustos 2017       Mesaj #9
Safi - avatarı
SMD MiSiM

iktisadi durgunluk


RESESYON olarak da bilinir, iktisatta, iktisadi dalgalanmanın etkinliklerin gerilemesiyle belirlenen aşaması.

Bu aşamada üretim ve istihdamın düşmesi sonucunda hanehalklarının gelir ve harcamaları da azalır. Bütün hanehalklarının ve firmaların gelirleri gerçekten azalmasa da, geleceğe ilişkin beklentilerin belirsizleşmesi nedeniyle büyük harcama ya da yatırımlar ertelenir.

Durgunluk dönemlerindeki üretim düşüşünün bir nedeni, hanehalklarının dayanıklı tüketim malları, firmaların ise makine ve donanım alımlarmı kısmaları ve stoklara yapılan eklerin azalması olabilir. Durgunluğun en büyük etkisi gene stoklarda görülür; işadamları stoklarını artırmaktan kaçınırlar ve siparişleri stoklardan karşılama yoluna giderler. Böylece stoktaki azalmalar üretim miktarı üzerinde ikili bir etkide bulunur.

İktisadi durgunluğun derin ve uzun süreli bir iktisadi bunalıma dönüşüp dönüşmemesi bir dizi koşula bağlıdır. Bunlar arasında, önceki canlanma dönemi sırasında açılan kredilerin süresi ve niteliği, izin verilen spekülatif işlemlerin miktarı, hükümetin uyguladığı para ve maliye politikaları aracılığıyla gerileme eğilimini durdurmakta gösterdiği başarı ve kullanılmayan üretim kapasitesinin büyüklüğü sayılabilir.

iktisadi göstergeler


genel iktisadi etkinlik düzeyini, özellikle bu düzeyin gelecekteki durumunu belirlemek amacıyla başka göstergelerle birlikte kullanılan istatistiksel diziler. Ekonomideki iniş çıkışları önceden oldukça güvenilir biçimde yansıtan istatistiksel diziye “temel gösterge” adı verilir. En yaygın kullanılan temel göstergeler, gelecekteki inşaat etkinliklerinin hacmiyle ilgili bilgi veren inşaat ruhsatları, hisse senedi fiyatları, işletmelerdeki stok miktarı, tüketicilerin taksit borçları, iş ve işçi bulma kurulularına yapılan iş başvuruları ile şirket kârlarıdır. Öteki gösterge türlerinden bazıları genel ekonomik durumla birlikte değişirken (eşanlı göstergeler), bazılarının değişmesi ekonomik durumdaki değişmenin ardından gelir (gecikmeli göstergeler). Satışların birçok türü iktisadi gelişmelerle birlikte artış ya da düşüş gösterdiği için eşanlı göstergelere örnek oluşturur. Gecikmeli göstergeler tahmin amacıyla kullanılamaz. Örneğin inşaatların başlıca ekonomik etkileri, planların yapıldığı, sözleşmelerin imzalandığı ve inşaatın sürdürüldüğü sıralarda ortaya çıktığı için, taahhüt sözleşmeleri ve tamamlanmış inşaatların miktarı tahmin yürütme açısından güncelliğini yitirmiş sayılır.

iktisadi istikrar araçları


iktisatta, iktisadi dalgalanmaların harcanabilir gelir üzerindeki etkilerini dengeleyerek bu dalgalanmaları sınırlandırmayı amaçlayan yöntemler. En önemli otomatik istikrar araçları arasında artan oranlı gelir vergisi, işsizlere yapılan ödemeler ile öbür transfer ödemeleri, tarım destekleme fiyatları ile aile ve şirket tasarrufları sayılabilir.

Örneğin toplanan gelir vergisi miktarı, iktisadi durgunluk dönemlerinde brüt vergilendirilebilir gelirle birlikte otomatik olarak azalır. Bu etki, kişilerin gelirlerindeki artış ya da azalışla birlikte vergi oranlarının da arttığı ya da azaldığı artan oranlı vergi sisteminde çok daha büyük olur.
İktisadi durgunluk dönemlerinde, işsizliğin artmasıyla kendiliğinden artan işsizlik sigortası yardımları ve kamu yardımı niteliğindeki öbür ödemeler satın alma gücünün korunmasını sağlar. Tarım destekleme fiyatları da tarımsal ürün fiyatlarının düştüğü dönemlerde tarımsal geliri aynı düzeyde tutmaya yarar. Kullanabilecekleri tasarrufları bulunan ailelerin yaşam standartlarını düşürmek istememeleri de durgunluk dönemlerinde tüketici talebinin düşmesini önler. Böyle dönemlerde şirketler de olağan kâr payı ödemelerini tasarruflarından karşılama eğilimini taşırlar.

Bazı istikrar araçları iktisadi canlanma döneminden çok özellikle durgunluk döneminde etkilidir. Örneğin, iktisadi refah dönemlerinde tüketiciler harcamalarını artırmayı genellikle sürdürürler. Ayrıca durgunluk dönemlerinde artan kamu transfer ödemeleri ekonomik canlanma sağlandıktan sonra da aynı düzeyini koruyabilir.

iktisadi kalkınma


gelir düzeyi düşük, ekonomisi gelişmemiş ülkelerin modern sanayi toplumuna dönüşme süreci. Bazen iktisadi büyümeyle eşanlamlı kullanılırsa da genellikle bir ülkenin ekonomisinde hem niceliksel, hem de niteliksel iyileşmeleri içeren değişimi anlatır. İktisadi kalkınma kuramı azgelişmiş ülkeler açısından büyük önem taşır ve iktisadi kalkınma sorunları genellikle bu bağlam içinde tartışılır.

İktisattaki çoğu kavram gibi azgelişmişliğin öğeleri konusunda da iktisatçılar arasında görüş birliği yoktur. Genellikle kişi başına düşen ulusal gelir düzeyi ülkenin zenginliğinin geçerli bir göstergesi olarak kabul edilir, ama gelişmekte olan ülkeler arasında çok önemli farklılıklar vardır. Bu durum, azgelişmişliğin nedenleri ve kalkınmanın en etkili yolları konularında genel sonuçların çıkarılmasını büyük ölçüde zorlaştırmaktadır.

Gene de temel ilkelerin belirlenmesi amacıyla bazı genellemelerin yapılması zorunludur. Bütün iktisadi kalkınma kuramları, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin gelir düzeyleri arasındaki farklılıkların, insan denetimi dışındaki doğal kaynaklar, iklim vb gibi koşulların sonucu olmadığını varsayar. Bu varsayım, her ülkenin gelişmişlik konumuna ulaşabileceği anlamına gelir. Dolayısıyla kalkınma iktisadının görevi bu potansiyeli gerçekleştirmenin en iyi yolunu belirlemektir. Bu ise azgelişmişliğin temel nedenlerinin ve belirtilerinin incelenmesini gerektirir. Önemli farklılıklara karşın azgelişmiş ülkelerin bir dizi ortak özelliği de vardır. Çoğunda tarımsal ürünlerin ya da belirli madenlerin üretimi milli gelirin çok büyük bölümünü oluşturur. Bunun içinde de çoğunlukla bir ya da iki mal büyük ağırlık taşır. İmalat sanayisi etkinliklerinin düzeyi ve kapsamı çok düşük, teknolojisi geridir. Gene çoğunda büyük miktarlarda işgücü fazlası, önemli ölçüde işsizlik ve eksik istihdam, oldukça yüksek nüfus artış oranları vardır. Bir başka ortak özellik altyapının (karayolu ve taşımacılık kapasitesi, sulama kanalları vb) yetersizliğidir. Aynı ölçüde önemli ortak özellikler arasında insan kaynaklarının beceri ve eğitim düzeyi bakımından azgelişmişliği ile iktisadi ve mali kuruluların zayıflığı sayılabilir.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra benimsenen kalkınma politikaları daha çok, ekonomide eksikliği duyulan tasarruflar, döviz, teknik beceri gibi belirli öğelerin yetersizliğini gidererek azgelişmişlik koşullarını değiştirmeye ağırlık verdi. Bu yaklaşım azgelişmiş ülkelerde bir dizi yeni sanayinin kurulmasına yol açtı. Böylece azgelişmiş ülkelerin hem sınırlı sayıda temel mala bağımlılıktan kurtulacağı, hem de teknolojik kaynaklarının ve gelirlerinin artacağı düşünülüyordu. Ülke içindeki sermaye kaynakları bu tür büyük sanayileşme programlan için yetersiz kaldığından yabancı yatırımlar, devlet borçları ve hibe biçiminde büyük miktarlarda dış fon sağlandı. 1950’lerden sonra birçok gelişmekte olan ülkede önemli sayılabilecek bir sanayileşme görüldü. Altyapının geliştirilmesi amacıyla büyük miktarlarda yerli ve yabancı sermaye kullanıldı. Eğitilmiş ve beceri kazanmış personelin sayı ve niteliğini artırmaya yönelik programlara ağırlık verildi. Aynı zamanda, gelişmiş ülkeler, dünya ticaret sisteminde gelişmekte olan ülkelerin yararına bazı düzenlemeler yapmak zorunda kaldılar. Bu düzenlemeler arasında bir dizi temel maddenin fiyatlarındaki olası dalgalanmaları azaltmaya yönelik önlemler ve azgelişmiş ülkelerin yeni kurulan sanayilerinde üretilen mallara ihracat kolaylıkları sağlamak bulunuyordu.

İzlenen bu politikalar ekonomik gelişmeye katkıda bulunduysa da, bir bütün olarak bakıldığında sonuçları genellikle başarısızdı. Başlangıçta sanayileşmeye verilen ağırlık, ileri teknolojiye dayalı, ama çoğu kez yetişmiş personel ya da yeterince büyük, güvenilir bir iç ve dış pazar bulunmadığından etkin biçimde işletilemeyen fabrikaların kurulmasına yol açtı. Ayrıca bu tür sanayiler sermaye yoğun olduğundan önemli bir istihdam yaratıcı etkisi de yoktu. Üstelik kaynaklar büyük ölçekli sanayi projelerine ve aynca otoyollar ve büyük havaalanları gibi gösterişli altyapı yatırımlarına yöneltildiğinden halkın büyük çoğunluğunun istihdam edildiği daha geleneksel alanlara yeterli fon akta- nlamadı. Ekonominin geleneksel alanlarında hemen hiçbir gelişme sağlanamadı. İddialı eğitim programlan, çoğu durumda eğitim düzeyleri ekonomiye pratik hiçbir yarar sağlayamayacak kadar yüksek kişilerin yetiştirilmesine yol açtı. Nüfus artış oranları düşürülemedi. 1970’lerde petrol fiyatlarının yükselmesine koşut olarak ulusal gelirleri önemli ölçüde artan petrol ihraç eden ülkelerin yanı sıra, petrol ihraç etmeyen gelişmekte olan ülkeler de bu dönemde ulusal gelirlerini bir ölçüde artırabildiler. Bu gelişmeye karşılık hızlı nüfus artışları kişi başına gelir artışlarının önemsiz kalmasına yol açtı. Birçok gelişmekte olan ülkenin ekonomisinde ciddi yapısal dengesizlikler sürdü; yüksek düzeyde işsizlik, ödemeler dengesinde büyük açıklar ve hızlı dış borç artışı görüldü.

Günümüzde, büyük yatırım programlarıyla azgelişmiş ülkelerde gelişmiş ülkelerin ekonomik yapısını oluşturmaya çalışmanın en etkili kalkınma yolu olmadığı kabul edilmektedir. Azgelişmiş ülkelerin belirli kaynaklarını ve doğal üstünlüklerini değerlendirerek hem boyutları, hem de teknolojik içeriği bakımından daha ölçülü bir kalkınmaya yönelmeleri ise gittikçe daha uygun bir yol olarak görülmektedir. Böylece söz konusu ülkelerin kalkınmalarını hem daha hızlı, hem de toplumsal açıdan daha sarsıntısız biçimde gerçekleştirebilecekleri öne sürülmektedir.

Kalkınma iktisadının ilk kez belirgin biçimde ortaya çıktığı 1950’lerde gelişmişlik ve azgelişmişlik üzerine birçok genel kuramsal model öne sürüldü. Bağımsızlıklarını yeni kazanan azgelişmiş ülkelerde serbest ticaret ve temel mal üretimiyle özdeşleştirilen eski sömürge yapılarına büyük tepki duyuluyor, sanayileşmek için bir model sağladığı düşünülen kalkınma kuramlarına yoğun ilgi gösteriliyordu. Akademik düzeyde ise, kıt kaynakların etkin dağılımı sorununa ağırlık veren eski iktisat kuramının iktisadi kalkınma sorununa çözüm getirmediği ileri sürülerek, bunun yerine yeni ve dinamik yaklaşımlar oluşturulmaya çalışılıyordu. Bütün bu etkenler kalkınma iktisadı adı altında yeni bir iktisat dalının gelişmesi ve bir dizi kalkınma kuramının oluşması sonucunu doğurdu. Kalkınma iktisadının geliştirdiği düşük düzey denge tuzağı kavramı, büyük itme kuramı, ikili ekonomi modelleri, bağımlılık kuramı gibi yeni model ve kavramlar kalkınma sürecinin anlaşılmasına belirli katkılar sağladı. İktisadi kalkınma tartışmalarında bu yeni kavramların önemi sürmekle birlikte genellikle sorunun bazı yönlerine ağırlık vererek bütünsel olamadıkları ve belirli sınırlılıklar içerdikleri görülmektedir.

kaynak: Ana Britannica
SİLENTİUM EST AURUM