Arama

Avustralya Edebiyatı - Tek Mesaj #3

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
4 Aralık 2017       Mesaj #3
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Avustralya edebiyatı


Avustralya’da İngilizce üretilen edebiyat yapıtlarının tümü. Avustralya edebiyatı İngiliz edebiyat mirasının bir parçası olarak bu edebiyatın geleneklerinden etkilenmekle birlikte, 18. yüzyıl sonları ile 19. yüzyılın başlarında ilk ortaya çıktığı dönemden bu yana kendine özgü konu ve üsluplar geliştirmiştir. Avustralya edebiyatı tarihi, üç ana döneme ayrılabilir. İlk dönemde (1788-1880), betimleyici ve belgesel bir edebiyat egemendi. İkinci dönem (1880-1940), edebiyata karşı daha sorumlu bir tutumun geliştiği bir genişleme ve güçlenme dönemi oldu; edebiyatın artan çeşitliliği içinde, Avustralya toplumunun kendine özgü nitelikleri daha iyi yansıtılmaya başladı. 1940’ta başlayan üçüncü dönemdeyse, göç ve sanayileşmedeki artış ile büyük banliyölerin ortaya çıkışına koşut olarak edebiyat etkinliğinde de bir artış görüldü.

İlk yüzyıl


Ingilizlerin 1788’de Avustralya’ya yerleşmesinden sonra iki kuşak boyunca Avustralya edebiyatı çok az sayıda ürün verdi. Yeni Güney Galler’e ayak basan kürek mahkûmu, yönetici ve askerler ile onları izleyen gönüllü göçmenlerin yaşamları, sanata zaman ayırmaya pek izin vermeyen, zorlu bir savaşım üzerine kuruluydu. Bu insanlar arasında edebiyata yatkın olanların çoğu, yeteneklerini ayak bastıkları yeni dünyayı betimlemek için kullandılar. William Charles Wentworth’ün Australasia (1819) adlı şiiri, yeni dünyaya tepkiyi dile getiren ilk önemli ürün sayılabilir. Kürek mahkûmlarının yaşamlarına ve daha sonraları altın madenlerindeki çalışma koşullarına tanıklık eden yapıtlar ve anı kitapları da sonradan gelen yaratıcı yazarlar için esin ve malzeme kaynağı oldu.

Romancılar da öncelikle kolonilerdeki yaşama ilişkin olguları yansıtmakla yetindile. Çoğunlukla romantik bir olay örgüsünü temel alarak kürek mahkûmlarının yaşamı, öncü yerleşmecilerin ve yeni göçmenlerin sorunları, altın madenlerindeki çalışma koşullan gibi konulan işlediler. Doğal güzellikler, kuraklık, çalı yangmlan, haydutlar, vahşi kmn uçsuz bucaksız yalnızlığı, garip hayvan ve bitkiler gibi, yerleşilen yeni dünyanın farklı ve çarpıcı ayrıntılarını ele aldılar. Avustralya edebiyatının ilk romanları, her ikisi de otobiyografik nitelikte olan, Henry Savery’nin Quintus Servirıtori’ı (1830-31) ile Alexander Harris’in The Emigranl Family (1849; Göçmen Aile) adlı yapıtıdır.

Bir İngiliz olan Henry Kingsley’in yazdığı iki roman, yazarların Avustralya’ya karşı değişen tutumlarını yansıtır. The Recollections of Geoffry Hamlyn’de (1859; Geoffry Hamlyn’in Anıları) Kingsley, Yeni Güney Galler’de çobanlık yaparak başarılı bir yaşam kuran bir İngiliz ailesini anlatır; çalışmaları sayesinde sonunda İngiltere’ye geri dönmeyi başaran aile Devon’a yerleşip rahat bir yaşama kavuşur. The Hillyars and the Burtons (1865; Hillyar ve Burton Aileleri) adlı romanında ise, demircilikle uğraşan bir göçmen ailesinin Avustralya’da önemli sayılabilecek bir konuma yükselişini anlatır. Mahkûmların yaşamını anlatan romanlar arasında en önemlisi, Marcus Clarke’ın, ulaşım sistemini ve koloni tutukevlerindeki koşulları eleştiren For the Term of Flis Natural Life (1874; Ömrü Yettikçe) adlı romanıdır. Robbery Under Arms (1888; Silahlı Soygun) ve The Miner’s Right (1890; Madencinin Hakkı) romanlarında Rolf Boldrewood (asıl adı Thomas Alexander Browne), altın arama tutkusu ile haydutluk serüvenlerini işler. Bu dönemin romancıları, renkli bir atmosfer çizmeye, betimlemelere, karmaşık ve heyecanlı olay örgülerine önem vermişlerdir.
İlk yüzyıllık dönemde şiir, düzyazıya oranla daha iddiasız bir gelişim gösterdi. Şairler, İngiliz romantik doğa ve düşünce şiiri geleneğini, Avustralya’ya özgü konulara uygulamaya çalıştılar. Adam Lindsay Gordon, Bush Ballads and Galloping Rhymes (1870; Vahşi Kır Baladları ve Dörtnala Şiirler) adlı kitabıyla geniş bir okuyucu kitlesinin ilgisini çekti.

Milliyetçilik ve genişleme dönemi


19. yüzyılın son 20 yılı, milliyetçiliğin yayılmasına ve ayrı eyaletlerin federal bir yapıya doğru gitme çabalarına sahne oldu. 1880’de Sidney’de yayımlanmaya başlayan The Bulletin dergisi, popüler şiir ve romanların yaygınlaşmasında önemli bir rol oynadı. Milli gurur, kırsal kesimde egemen olan değerler ve küçük toprak sahiplerinin savaşımlarına duyulan yakınlık, başta Henry Lawson ve Steele Rudd’ın (Arthur Hoey Davis) öyküleri olmak üzere bu dönem edebiyatının yaygın konularıydı. Bir başka konu da, cezalarını çekmek üzere İngiltere’den Avustralya’ya yollanan mahkûmların Avustralya’daki ilk günleriydi. Price Warung’un (William Astley) dört öykü kitabı, bu konuyu işleyen yapıtların bir örneğidir. Joseph Furphy ise Such Is Life (1903; Yaşam Böyledir) adlı uzun romanında 1880’lerin taşra dünyasını betimledi. Roman, göçmen yerleşmelerindeki yaşamın ayrıntıları, davar güdenlerin konuşmaları ve milliyetçi duyguların yanı sıra rastlantı ve zorunluluk üzerine felsefi düşüncelere de yer veriyordu.

Şiirde ise, gitgide gelişen balad geleneğini 1890’larda, Lawson ve uBanjo” Paterson canlı tuttular.
1901’de Federasyon’un (Avustralya Uluslar Topluluğu) kurulması, düzyazı ve şiirde yurtseverce bir coşkuyla karşılandı; ama genel olarak 1900’lerin başlarında, Avustralya’daki yaşamın karmaşıklaşmasıyla birlikte milliyetçi temalar gözden düştü ve ilgi, sıradan insanların içinde bulunduğu kötü koşullara ve toplumsal reform gereksinimine kaydı. Kent yaşamı ve işçiler üzerine yazan yazarların en önemlileri Louis Stone, Edward Dyson, Kylie Tennant (Mrs. L. C. Rodd) ve romanları 40 yıllık bir zaman dilimini kapsayan Katherine Susannah Prichard’dı. Yerlilerin yaşamı ve beyazlarla ilişkileri, Mrs. Aeneas Gunn, Xavier Herbert ve Katherine Susannah Prichard tarafından ele alındı. Miles Franklin ve Eleanor Dark, daha çok tarihe ve ilk koloni günlerine ilgi duydular. Vance Palmer da kayda değer romanlar, öykü ve eleştirel yazılar üretti. Henry Handel Richardson (Ethel Florence Lindesay Robertson), The Getting of Wisdom'Ğa. (1910; Bilgeliğe Doğru) Melbourne’daki öğrencilik günlerini, Maurice Guesf de (1908) Leipzig’deki üniversite yıllarını ele aldı. Babasının yaşamını konu aldığı The Fortunes of Richard Mahony (1917-29; Richard Mahony’nin Talihi) adlı üçlemesindeyse, bir göçmenin yaşamı ile altın madenlerindeki çalışma koşullarının betimlemesini, güçlü bir karakter incelemesi ile birleştirdi.
Şairler, romancılar kadar başarılı değildi; ama şiir, çok daha çeşitli konulara yöneldi. John Shaw Neilson incelikli lirik şiirler, Victor Daley romantik şiirler ve bazı keskin yergiler, Kenneth Slessor güçlü dramatik lirikler yazdı. C. J. Dennis popüler şiirleriyle balad geleneğini sürdürdü. Christopher Brennan ise simgeci şiirlerinde Avrupa geleneğinden oldukça yararlandı.

Çağdaş dönem


II. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında edebiyat dergileri büyük bir artış gösterdi, okur kitlesi de çoğaldı. Olgulara dayalı, betimleyici bir üslup ağırlığını koruduysa da, 1950’lerden sonra AvustralyalI yazarların yapıtları gittikçe daha kurgusal ve araştırıcı bir nitelik kazandı. 20. yüzyıl ortalarındaki romancıların en etkilisi, Patrick White’tır. En önemli romanları Avustralya’ya özgü olmakla birlikte, White’m konuları ele alış biçimi, ulusal sınırları aşan geniş bir bakış açısına sahipti. The Tree of Man (1955; İnsan Ağacı), Voss (1957; Çöl, 1973), Riders in the Chariot (1961; Arabadakiler, 1983), The Solid Mandala (1966; Dolu Mandala) ve The Vivisec- tor (1970; Canlıkesimci) romanları ile öykülerinde yansıttığı Avustralya, bireysel, eleştirel ve şiirsel bir imgelemin ürünüydü. White 1973’te Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Öteki romancılar arasında, İngiliz ve Avustralya yaşamının derinlemesine bir çözümlemesini sunan Martin Boyd, simgeci romanlarını ustalıkla çizdiği Avustralya manzaraları içine yerleştiren Randolph Stow ve Thomas Keneally sayılabilir.

Stow’un en önemli yapıtları, Tourmaline (1963) ile The Merry-Go-Round in the Sea'dir (1965; Denizdeki Atlıkarınca). Keneally ise Schindlers Ark (1982; Schindler’ın Gemisi) adlı yapıtıyla 1982 Booker Edebiyat Ödülü’nü aldı. Öykü türü gelişmekle birlikte, bu alanda yazarlar kır yaşamına sıkı sıkıya bağlı kaldılar; bu yüzden çoğu AvustralyalInın bildiği yaşam ile edebiyatın sunduğu yaşam arasında garip bir uyumsuzluk doğdu. Hal Porter’ın 1930’lardan 1960’lara değin Avustralya toplumundaki değişimleri yansıtan otobiyografik yapıtları bu alandaki en önemli ürünler arasındadır.

Şiirde betimleyici gelenek sürdüyse de, 20. yüzyıl ortalarında ürün vermeye başlayan şairler, kendilerinden öncekilerden çok daha geniş alanlara el attılar. Robert D. FitzGerald, şiddetli tartışmalara yol açan lirik yapıtlarıyla, A. D. Hope dokundurmalar ve ince alaylarla dolu araştırıcı şiirleriyle dikkati çekti. Sözünü sakınmayan, güçlü şiirleriyle Douglas Stevvart, duyarlı lirik şiirleriyle Judith Wright, düşünsel lirik şiirleriyle de James McAuley önem kazandı. Bu dönemin öteki şairleri arasında Bruce Dawe, Les Murray, Thomas W. Shapcott, Chris Wallace-Crabbe ve Peter Porter sayılabilir.

Avustralya edebiyatı, öteden beri tiyatro dalında geriydi. 1950’lerin sonu ve 1960’lara gelene değin hiçbir oyun gerçek bir başarı elde edemedi. En tanınmış oyunlar arasında, Douglas Stewart’ın Ned Kelly (1943) ve 1941’de sahnelenen The Fire on the Snow (Karın Üstündeki Ateş) adlı yapıdan, Ray Lawler’ın Summer of the Seventeenth Doll (1955; On Yedinci Bebeğin Yazı), Alan Seymour’un One Day of the Year (1961; Yılın Bir Günü) ve Patrick White’ın Four Plays (1965; Dört Oyun) adlı yapıdan sayılabilir. 1960’lar ve 70’lerin önemli oyun yazarlan arasındaysa David Williamson, Alexander Buzo ve Dorothy Hewett vardır. Son zamanlarda pek çok genç oyun yazan kendisinden söz ettirmektedir.

20. yüzyılda Avustralya toplumunun hızlı değişimi, yazarların yaşadıkları dünyaya ayak uydurmalannı daha da zorlaştırdı. Yüzyılın ikinci yarısında birçok yazar, kendi ürünlerine daha eleştirel bir gözle bakmaya başladı; buna bağlı olarak da Avustralya tarihi ve toplumunu derinlemesine ele alan araştırmalara ve Avustralya edebiyatının yeni yorumlarına yer veren yapıtlar ortaya çıktı.

kaynak: Ana Britannica
SİLENTİUM EST AURUM