Arama

Para ve Paranın Tarihçesi - Tek Mesaj #12

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
17 Şubat 2018       Mesaj #12
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Osmanlı devletinin kuruluşundan önce, Anadolu ve Yakındoğu'da kurulmuş olan türk devlet ve beyliklerinin hemen hepsinde hem altından hem de gümüşten sikke basılıyordu. O dönemlerde altın gümüşten çok daha değerli olduğu için sikkelerin ayar, vezin ve değerleri altına göre belirleniyordu, ilk osmanlı sikkesi ise, 1328'de Orhan Bey zamanında, % 90 ayarında 6 kıratlık (1 203 g) gümüş sikkeler olarak kestirilerek akça-i osmani (osmanlı akçesi) adıyla piyasaya sürüldü. OsmanlI akçesi için, Selçukluların ve özellikle de ilhanlılar'ın 6 kırat ağırlığındaki gümüş sikkeleri örnek alınmıştı. Akçe, "kuruş”un temel para birimi olarak alınmasına değin (1724), Osmanlı devleti ülkelerinde günlük alışverişlerde kullanılan esas sikke olarak kaldı. Eşya fiyatları, vergilerin tümü özellikle tımar, zeamet, has, vakıf topraklar üzerine konan öşürler ve resimler, memurların maaşları, askerlerin ulufeleri vb. akçe hesabıyla ödenirdi. Yani akçe hem nakitle yapılan ödemelerde kullanılan sikke hem de bu ödemelerde değer ölçme birimi olarak kullanılıyordu.

Sonraları akçenin ayar ve vezninde birçok değişiklikler yapılmış, devletin mali durumu bozuldukça akçe ayarının indirilmesine gidilmiştir; akçe ayarının indirilmesine ilk kez Mehmet II (Fatih) döneminde başlandı; mali sıkıntı içinde olan devlet, askerlere verdiği gündelikleri doğrudan doğruya azaltmaktan çekindiği için, gündeliklerin miktarına dokunmadan akçelerin ağırlığını 6 kırattan 5 kırata düşürdü. Daha sonra askerin isyanı üzerine gündelikler 3 akçeden, 3,5 akçeye çıkarıldıysa da 5 kıratlık sikkeler dolaşımdan çekilmediği gibi 4,5 ve 4 kıratlık sikkeler de basıldı. Böylece, her yeni para basımında eski ve daha değerli akçeler dolaşımdan kaldırılıyor ve piyasaya eksik vezinli akçeler sürülüyordu Bayezit II döneminde (1481-1512) mali durum daha da bozulunca yeniden akçe tahsisine gidilerek, 160 yıldan beri % 90 olan akçe ayarı da % 85'e düşürüldü. Bundan sonra da akçe ağırlığının indirilmesi sürdürülerek, Murat İli döneminde (1574-1595) üç kırata, Murat IV döneminde (1623-1640) 11/4 kırata düşürüldü. Bu arada, akçenin değeri düştükçe, yabancı sikkelere karşı bir talep başladı, bu ise, avrupalı tüccarların kendi ülkelerinden daha ucuza aldıkları sikkeleri osmanlı topraklarında daha pahalıya satarak kolay bir kazanç yolu bulmalarını sağladı. XVII. yy. ortalarına doğru yabancı paralar (riyal, esedi [Hollanda] kuruşu, zolota vb.) osmanlı piyasasında geniş ölçüde yayılmaya başladı.

Bu işte önemli kârlılıkların ortaya çıkması üzerine yavaş yavaş bu paraların yerine kalp paralar bastırılarak osmanlı topraklarına getiriliyordu. Osmanlılar'ın “sümn" adını verdikleri bu kalp paralar 1667'de en çok kullanılan para oldu. Birçok sarraf devlet memurlarıyla anlaşarak hâzineden değerli gümüş paraları alıp kalp paralarla değiştirmeye başladı. Böylece osmanlı ülkesine 1656'dan 1669'a kadar 13 yıl boyunca büyük bir kalp para akını sürdü. 1669'da kalp paraların ülkeye girmesi yasaklandı; elinde sümn bulunan herkesin bunları hâzineye teslim etmesi için ferman çıktı. Ancak, bunlara pek düşük olan gerçek değeri kadar tazminat verildiği için halk büyük zarar gördü. Kalp para girişi yasaklandıktan sonra kalp para kaçakçılığı başladı ve bu durum XIX. yy.'a kadar sürdü. Öte yandan, osmanlı ülkesi genişledikçe, çeşitli yerlerde yeni darphaneler Ahmet lll’ün "Onluk Eşrefi” kuruluyor, biçimleri ve vezinleri birbirinden altın parası farklı sayıda akçe bastırılıyordu. Çeşitli değer ve nitelikteki bu sikkelerin kullanımı ise önemli güçlükler doğuruyordu. Ayrıca, para ayarının sürekli olarak indirilmesi, ülkeye giren yabancı malların fiyatlarını yükseltiyor ve bu da yerli malların fiyatlarını etkileyerek genel bir pahalılığa yol açıyordu. Hiçbir köklü önlem alı- namayışı yüzünden ülke ekonomisindeki bu olumsuz gidiş sürerek Mahmut II dönemine gelindiğinde (1806-1839) ilk kuruluşunda 6 kırat olan akçe 1/2 kırata kadar inmişti. Nihayet 1820’de akçe basımına son verildi. Mahmut II döneminde, Yeniçeri ocağı’nın kaldırılması, Nizamicedir in kuruluşu ve çeşitli savaşlar yüzünden bozulan devlet mâliyesini düzeltmek, bazı yenilikler yapmak amacıyla çok sayıda metal sikkenin dolaşıma sokulmasının yanında bunların taklitlerinin de yapılması bu tür sikkelerin sayısını daha da artırmıştı. Dönemin sonuna gelindiğinde OsmanlI devletinde yalnız gümüş paraların sayısı 35 türdü.

Altın sikkeler


OsmanlI devletinde ilk altın sikke Fatih döneminde basıldı (1477). döneme kadar dolaşımda yabancı altın paraları kullanılıyordu. Bunlar arasında florin adı verilen venedik dukası altın parası resmen kabul edilerek üzerlerine "sah" damgası basılmış ve bütün ödemelerde geçerli kılınmıştı, ilk osmanlı altın sikkesinin basımında venedik duka altınları esas alındı. Bu sikkelerin ayarları binde 993 ve vezinleri de bir dirhem 1 kırat ve 2 1/2 buğdaydı. Osmanlı altınları aynı ayar ve ağırlığı sürdürerek yüzyıl kadar dolaşımda kalmış ve ayarları çok yüksek olduğu için bunlara iki yüzyıl sonra "yaldız altın" adı verilmiştir. Ahmet III zamanında 1 000 ayarlı bir altın sikke daha basıldı. Ancak, bundan sonra altın paraların ayarı ve ağırlıkları değişerek Mahmut II ve Abdülmecit zamanlarında basılan altın paraların ayarı 830 ve 800'e düşürüldü. 1807 ile 1839 yılları arasında basılmış olan altın paraların biçimlerine, basıldıkları yerlere vb. göre çeşitli adları ve ayar ile ağırlıkları vardı. Başlangıçta osmanlı altını 100 kuruştan, gümüş mecidiye 20 kuruştan ve altın-gümüş 1/16 oranı üzerinden hesaplanıyordu. Ancak, daha sonra gümüşün altın karşısında değer kaybetmesi, altın paraların ağırlık ve ayarlarını da etkilemiş ve hükümet gümüşün değerinin düşmesi ile birlikte altın paraların ayar ve ağırlıklarını da değiştirmek ve her altının ne kadar gümüş kuruş edeceğini saptamak zorunda kalmıştı. Buna rağmen piyasada altın ve gümüş sikkeler arasında bir fark oluşmasının önüne geçilemedi.

Ayrıca yeni paralar çıkarılırken eski paraların dolaşımdan kaldırılmaması piyasada çürük para sağ para sorununu çıkardı. Bunun üzerine, 1844 yılından başlayarak altın para sorunu daha ciddi bir biçimde ele alındı. Nitekim, 1846'da kurulan İstanbul bankası dış ödemeler için altın karşılığı poliçe işlemlerine girişince hükümetten altın paraların bir düzene sokulmasını istedi ve hükümetin yayımladığı bir tarifeyle para darbı artık devlet tekeline verildi. Bu tarihe kadar Anadolu’da ve imparatorluğun altına ve gümüş elde edilen çeşitli yörelerinde basılan altın ve gümüş paralar, bu tarihten sonra yalnızca İstanbul darphanesinde basılmaya başlandı. Paranın değeri onluk (desimal) sisteme çevrildi ve altın, gümüş paralar yanında öteki metal paralar da çıkarıldı. Altın paralar beşibiryerde, ikibuçukluk, yüzlük ve yarım liralık olarak bastırıldı. Ayrıca 1, 2, 5, 10 ve 20 kuruşluk gümüş paralarla 5, 10, 20 paralık nikel ve bronz paralar vardı. 1873'te altın sikkenin gümüş sikke karşılığı 101,5 kuruş, 1879’da 107 kuruş ve yıl sonunda 108 kuruşa kadar çıktı. Bunun üzerine, devlet, gümüş para basımını durdurdu ve çıkartılan bir kararnameyle altın lira para birimi olarak kabul edildi; bir altın liranın gümüş para ile 100 kuruş olduğu belirtildi. Ayrıca halkın devlete yapacağı ödemelerde gümüş paralar da kabul edilmeye başlandı. Ancak, piyasada bir altın liranın karşılığı 100 gümüş kuruştan fazla değerde işlem gördüğü için halk ödemelerini, yalnızca, piyasadan daha ucuza topladığı gümüş paralarla yapmaya başladı. Bu durum 1909'a kadar sürdü ve altın para gümüş mecidiye karşısında zaman zaman % 5'e varan bir prim yaptı. 1909'da bir altın liranın, devlete gümüş para olarak ödenmesinde 202,60 kuruşun esas alınmasına karar verildi.

Kâğıt para


Mahmut II döneminin sonunda paranın değerinin iyice düşmesi alaşımı düşük para çıkarılmasını ve halkın son derece yoksullaşması yeni vergiler konmasını olanaksız hale getirmesi üzerine hükümet kâğıt para basmaya karar vererek OsmanlI devletinin ilk kâğıt parası (kaime) 1839'da basılarak dolaşıma çıkarıldı. "Kaime-i mutebere-i nakdiye" adıyla çıkartılan bu paraya 8 yıllık süre sonunda % 8 faizle ödeme güvencesi verildi. ilk kez 32 000 kese tutarında en çok 500, en az 10 kuruşluk olarak çıkarılan paraların numaralanmamış olması, biçim ve yazılarının (el yazısı) çok sade olması kısa sürede sahtelerinin yapılmasına yol açtı. Hükümet, bunun üzerine, basılmış (matbu) kâğıt para çıkardı, ne var ki bu önlem de sahte para basımını önleyemedi. Ayrıca eski paraların da piyasadan çekilmemesi önemli ölçüde bir karmaşa yarattı. İkinci kez para basımında 48 000 kese (50,100 ve 250 kuruşluklar biçiminde) daha dolaşıma sürüldü. Üçüncü seri kâğıt para 1840'ta 50, 100, 250, 500 ve 1 000 kuruşluk olarak basıldı. Bu arada hükümet kâğıt para miktarı arttıkça faiz oranını düşürüyordu (faiz oranı % 8’den % 3'e indi). Kâğıt paraların numarasız olması hükümetin piyasaya istediği kadar para sürebilmesini kolaylaştırıyordu. Böylece, dolaşımdaki para miktarı önemli ölçüde arttı. 1852'de, öncekilerden daha küçük birimde kâğıt paralar basıldı. Önce 20, sonra 10 kuruş olarak basılan bu paralar çabuk eskiyor, kolay taklit edilebiliyordu. Kırım savaşı (1853-1856) nedeniyle çıkartılan kâğıt para yalnızca İstanbul'da değil ordunun bulunduğu yerlerde de kullanıldığı için “ordu kaimesi” adıyla tanındı. 1860'ta kâğıt para miktarı 1,1 milyar kuruşu bulmuştu. Bu paralar karşılıksız basıldığı için değerini hızla yitirdi. Hükümet, taşıyanlara % 40’ını nakit, kalanını bonoyla ödeyerek bu paraları dolaşımdan kaldırdı. 1863'te kâğıt para basma yetkisi OsmanlI bankası'na (Bank-ı osmani-i şahane) verildi. Bu bankanın çıkarttığı paralar daha çok İstanbul’da kullanıldı, genel bir kabul görmedi. Osmanlı bankası’nın 1914'e kadar bastığı kâğıt paralar ancak 1,27 milyar kuruştu. 1914'te “Tecil-i düyunu kanunu muvakkati” adıyla çıkartılan bir yasayla bankalardaki vadeli ve vadesiz mevduat da içinde olmak üzere bütün borç ve taahhütlerin vadeleri bir ay süreyle ertelendi. Bu durumda bankalardan para çekilmesi önlenmiş oluyordu.

Bu yasanın hemen ardından çıkarılan bir yasayla da OsmanlI bankası'nın çıkarmış olduğu banknotlar karşılığında altın ödemek taahhüdü kaldırıldı ve bankanın kâğıt paralarına sürüm zorunluğu getirildi; birkaç ay sonra altın dışalımı yasaklandı. 1915'te hızla artan devlet giderlerini karşılamak üzere Almanya ve Avusturya hükümetlerinden 150 milyar frank tutarında borç alınarak, bu para Düyunu umumiye yönetimine verildi, karşılığında "birinci tertip evrak-ı nakdiye” adıyla 6 583 094 liralık kâğıt para çıkartıldı. Bu paranın %100 altın karşılıklı olması ve Düyunu umumiye'nin savaş sonunda taşıyıcılarına altın ödemeyi taahhüt etmesi nedeniyle piyasada altın lirayla eşdeğerde işlem gördü. Savaş giderlerinin sürekli artması üzerine yeniden kâğıt para çıkarılmasına karar verildi. Yapılan bir anlaşmayla bu paranın karşılığı olarak alman hazine bonoları kullanıldı. Anlaşmaya göre Almanya, savaşın bitiminden bir yıl sonra karşılığını altın parayla ödeyeceği hazine bonosu vermeyi kabul ediyordu. Bu para Düyunu umumiye’ye yatırılarak karşılığında 6 milyon lira tutarında "ikinci tertip evrak-ı nakdiye” çıkarıldı. Ancak, halkın bu paraya gösterdiği güvensizlik yüzünden altın parayla kâğıt lira arasında değer farkı belirmeye, ödemelerde kâğıt para kullanılmaya, altın para giderek azalmaya ve piyasadan çekilmeye başladı. Onu gümüş mecidiyeler izledi. Bu arada halk kâğıt paralarını metal paralarla bozdurmak istemediğinden bozuk para sıkıntısı baş gösterdi. Buna çözüm olarak çıkartılan bir yasayla 1 ve 5 liralık kâğıt paralar ortadan ikiye bölünerek her biri yarım ve ikibuçuk lira değerle dolaşıma sürüldü, ancak bu da yetmeyince, 1916’da, Düyunu umumiye yönetimiyle anlaşarak çeyrek liralık kâğıt paralar çıkartıldı. Daha sonra bunlar da ikiye bölünerek piyasaya sürüldü. Ama bu önlem de bozuk para sorununa bir çözüm getiremedi, iyice karmaşık bir duruma giren osmanlı para sistemini düzeltebilmek için daha köklü önlemler alınması gerekiyordu. Bu nedenle 8 nisan 1916’da "Tevhid-i meskûkât kanunu” çıkarılarak 1 liranın 100 kuruşa eşit olduğu kabul edildi. Yasaya göre, Osmanlı devleti sikkede altını değer ölçüsü olarak kabul etti; çeşitli sikkelerin ağırlık ve ayarları belirlendi; metal paralardan yalnız gümüş, altın ve nikel paraların dolaşımı serbest bırakıldı ve ülkenin çeşitli yörelerindeki farklı para rayiçleri kaldırıldı. Yasa çıkınca yine Almanya’dan alınan hazine bonosu karşılığında 11 700 400 liralık “üçüncü tertip evrak-ı nakdiye” çıkarıldı. Bunun 1,5 milyon lirası 5 ve 20 kuruşluk olarak basılmıştı. Halk metal paraları toplayıp ödemelerini kâğıt parayla yaptığı için bu paralar da bozuk para sıkıntısını gidermeye yetmeyince, piyasaya 1 ve 2,5 kuruşluk kâğıt paralar ve para işlevi gören 5 ve 10 kuruşluk posta pullan çıkarıldı. Bundan sonra metal paralar tümüyle piyasadan çekildi ve zorunlu olarak kâğıt para sistemine geçildi.

1915-1918 yılları arasında yedi tertipte toplam değeri 192 414 914 lira olan kâğıt para basılmış, bunun 161 018 633 lirası piyasaya sürülmüştü. Daha sonra 2 090 100 lira piyasadan çekilerek altınla değiştirildi. Böylece, sürümde 158 728 533 lira kaldı. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda sürümde bulunan kâğıt para miktarı bu kadardı. Cumhuriyet hükümetine devredilen bu paralar tümüyle karşılıksızdı ve altına oranla değeri sürekli düşüyordu. Bunun yanında, piyasadaki bozuk para kıtlığı ve kâğıt paraların aşırı yıpranmış olması da derhal önlem alınmasını gerektiriyordu. 1924 ve 1925 yıllarında çıkartılan iki yasayla 25 kuruşa kadar çeşitli değerde kâğıt paralarla para yerine kullanılan pulların metal paralarla değiştirilmesi ve 5 milyon liralık yüz paralık ve 5,10, 25 kuruşluk basılması kararlaştırıldı ve böylece dolaşımda büyük zorluklara neden olan küçük değerdeki kâğıt paralar ortadan kaldırıldı. Geriye kalan 153 748 563 liralık evrak-ı nakdiye ise yeni çıkartılan kâğıt paralarla değiştirildi. 1929’da çıkartılan bir yasayla dolaşımdaki kâğıt para miktarı 5 milyon lira artırılarak yeniden 158 748 563 liraya yükseltildi. 1930’da, 1715 sayılı yasayla Türkiye Cumhuriyet merkez bankası kurularak dolaşımdaki kâğıt paralar bu bankaya devredildi. Banka bunları kendi banknotlarıyla değiştirdi ve kendi yasasında belirtilen koşullar altında para çıkarmaya başladı.

—Nümism. Çok erken dönemde başlayan değiştokuşları gerçekleştirebilmek için bir değer ölçüsü gerekti. Erken çağlarda, metaller, işlenmiş parçalar (kazan, sacayak, şiş, bel) ya da külçeler şeklinde bu işte kullanıldı. Dar anlamda, para her zaman aynı ağırlıkta olan ve piyasaya süren yetkili merciin güvencesini taşıyan metal külçedir. Aynı ağırlıkta parçalar biçiminde metal birimlerin üretilmesi düşüncesi, İ.Ö. VII.-VI. yy.’larda Çin’de, Hindistan’da ve Küçük Asya'da ortaya çıktı. Para, bu üç bölgeden dünyaya yayılarak evrensel bir kullanıma kavuştu.
Çin paraları bakır ya da dökme bronzdandı; yuvarlak biçimli olan bu parçaların ortalarında kare bir delik, onun çevresinde de bir yazı bulunurdu. Alt ve üst katları olmayan tek bir birim olarak piyasaya sürülen bu paraların istikran sürekliliklerini de sağladı: bir XII. yy. parası XIX. yy.'da hâlâ kullanılabiliyordu. Bununla birlikte, daha eski bir değiştokuş aracı olan deniz kabuğu (cauris) kullanımı, XIV. yy.’a kadar metal para kullanımıyla birlikte sürdü; zaman zaman mal değişimine de dönüldü.

Hindistan’da altın, gümüş ve bakır paralar basıldı. Bunlar genellikle kare ya da dörtgen biçimindeydi.
Batı’da para kullanımı konusundaysa, arkeolojik alandaki buluntular, paranın Lydia’da ortaya çıkmış olduğunu öne süren geleneği (Herodotos) doğruladı, ilk paralar elektrumdandı (altınla gümüşün doğal alaşımı). Kral Karun'un Lydia’da kurduğu çift metal altın/gümüş sistemi, ardılları Ahemeniler tarafından sürdürüldü. Dara’nın altın dareikos'ları ve gümüş sikfos’lan İskender’in istilalarına kadar kullanıldı. Küçük Asya’daki bazı yunan siteleri de elektrum ve gümüşten para bastılar. Yunanistan’da ilk gümüş paranın İ.Ö. VI. yy.’da Aighina’da ortaya çıktığı sanılır. Büyük bir olasılıkla, Atina, Korinthos, Makedonya, Trakya, Güney İtalya (Sybaris, Crotona, Metaponto) ve Sicilya’da da (Naksos, Agrigento, Siracusa) aynı dönemde gümüş para kullanılıyordu, ilk para basan siteler özgün bir ağırlık ölçüsü biriminden yararlandılar; sitelerin kolonilerinde de yayılan bu ölçü biriminin kullanıldığı coğrafi alanlar, siyasal ve ticari ilişkilerce belirlendi. Örneğin Aighina staterler’i, Peloponisos, Boiotia ve Ege adalarında da kullanıldı; trakya-makedonya ölçüsünün Fenike'de karşılığı vardı; akha ölçüsü denen birim Güney İtalya’da ağır basıyordu. İ.Ö. V. yy.'da Ege’ye egemen olan Atina, ağırlığı attike ölçüsüne göre saptanmış kendi tetradrakhmon ve drahmi'sini yaydı. Başlangıçtan itibaren attike ölçüsünü benimseyen Siracusa, para basımının ilk yıllarında Kartaca'yı etkiledi. Ağırlıkların ve birimlerin çeşitliliğinin yanı sıra siteler paralarında çeşitli tiplerden yararlanıyorlardı. Her site parasını kendi amblemiyle süslüyor, böylece parayı hangi kentin bastığı anlaşılıyordu; ayrıca, bu amblemler çoğu kez paraya adını da verirdi (Korinthos’un tayları, Atina'nın baykuşları, Aighina'nın kaplumbağaları). Yaklaşık 500 kral ya da hükümdarın ve 1 400’e yakın yunan kentinin para bastığı bilinir. Makedonya kralı İskender, Athena ile Zafer’in yer aldığı staterler, Herakles ve Zeus’un yer aldığı gümüş tetradrakhmonlarla attike ölçüsünü tüm imparatorluğa yaydı. İskender’in ölümünden az sonra, ardıllarının portreleri paraların üzerinde yer aldı. Böylece, para üzerinde portre sanatı Hellenistik dönemde başladı ve gelişti.

Galya'da bağımsızlık döneminde (İ.Ö. III,-I. yy.) basılan paralar kökenlerini doğrudan yunan paralarından alır. Loire’ın kuzeyinde genellikle Makedonya kralı Philippos ll'nin altın staterlerinden türemiş olan paralara rastlanır; güneydeyse tersine Emporion, Rhoda (ispanya), Massalia gibi bazı yunan kolonilerinin gümüş sikkelerinden esinlenmiş paralar yaygındı. Bazı Galya halkları, dökme yöntemiyle yapılmış küçük paralar da kullanıyorlardı.

İ.Ö. IV. yy.'ın sonuna doğru İtalya'da bazı halklar, en az bir Roma livresi (yaklş. 329 g) ağırlığında ve dikdörtgen prizma biçiminde bronz külçeler (aes) döktüler. Ardından İ.Ö. III. yy.’da dökme, ağır bir para olan as" ve bunun basılmış alt birimleri ortaya çıktı. Güney İtalya'da kullanılan yunan paralarından esinlenen ilk gümüş paralar didrahmi'lerdir; daha sonra büyük bir olasılıkla İ.Ö. 211'den itibaren, denarius’iar kullanılmaya başladı. Altın para çok ender olarak ivedi gereksinim durumunda basılırdı. Paraların üzerindeki figürler çok çeşitliydi (ataların, kahramanların, tanrıların portreleri; çeşitli simgeler). Paraları, hayatta olan siyasal önderlerin portreleriyle süsleme uygulamasını ölümünden kısa bir süre önce Sezar başlattı; bu tür portreler daha sonra imparatorluk ikonografisinde en sık rastlanan tema durumuna geldi.

imparatorlukla birlikte Augustus altın/gümüş (aureus ve denarius) çift metal sistemini başlattı. Küçük para birimleri bronzdan, daha sonra orichalcumdan (sestertius, dupondius) ve bakırdan (as) basılırdı, imparatorluğa yayılmış atölyelerde basılan paralar bol miktardaydı ve üzerlerindeki figürlerle imparatorluğun propagandasına hizmet ederlerdi: hüküm süren imparatorların portreleri, hükümdarların yaptıkları işleri anlatan alegorik konular. Gümüş para enflasyonu İ.S. III. yy.'ın sonunda para sisteminin çökmesine yol açtı. Constantinus’un gerçekleştirdiği reformlar, altın solidus (311), bronz nummus (318), gümüş miliarensis (324) ve bunların alt birimleriyle roma paracılığını yeniden düzenledi. Bu sistem Batı Roma imparatorluğu’nun, V. yy.'ın sonunda çöküşüne değin ayakta kaldı.
Germen istilalarından sonra imparatorluk paralarından geriye yalnızca altın solidus ve alt birimleri semissis (yarım) ve tremissis (üçte bir) ile en küçük bronz para olan nummus kaldı. Bu dönemde iki değişik para basımı birbirinden farklılaşmaya başladı: biri, Bizans imparatorluğu'nun çekirdeği olan yunanca konuşulan doğu eyaletlerinde, diğeri latince konuşulan batı eyaletlerinde. Doğu Roma imparatorluğu Constantinus’un kurduğu para sistemini tümüyle dışlamadı. VI. yy.'ın başında altın solidus ve bronz follis'in kullanımı yerleşti; bir süre sonra bunlara gümüş nomisma da eklendi. Hıristiyan simgelerinin (haç, İsa, azizler) kullanılmaya başlanmasıyla para ikonografisinde bir yenilenme görüldü.

Müslüman paraları VII. yy.’da Bizans aracılığıyla antik sistemi örnek aldı. Dinar altın solidustan, fels bronz follisten, dirhem de gümüş drahmiden geliyordu, ilk zamanlar müslüman paralarının üzerinde
yer alan figürler bizans paralarındakilerin aynıydı; bunlara paranın basıldığı atölyeyi gösteren birkaç arap harfi eklenmişti. 696'da emevi halifesi Abdülmelik’in gerçekleştirdiği reformdan sonra müslüman para sistemi kendi özelliklerine kavuşmaya başladı. Bu paraların çevresinde dairesel bir yazı bulunur ve her iki yüzde zemin üzerinde dört satırlık dinsel bir metin yer alırdı.
Batı’da, roma paralarının kullanımı VII. yy.'ın ortasına değin sürdü. Bununla birlikte, VII. yy.'da yalnızca altın tremissis tedavüldeydi. Merkezi iktidarın zayıflaması para basma hakkının yayılmasına neden oldu: piskoposlar, mülk sahipleri, yerel birimler kendi paralarını bastılar. Merovenj döneminde Galya'da para basan 1 500 merkez vardı.

VIII. yy.'da Charlemagne, gerçekleştirdiği reformla, para basma hakkını denetim altına alarak paraya yeniden kamusal bir nitelik kazandırmaya çalıştı. Ayrıca, altın kullanımının yerine gümüş kullanımını getirdi: denarius 1/12 sou (solidus) ve 1/240 livre değerindeydi. Karolenj döneminin sonundan başlayarak feodal paralar, yani para basma hakkını Fransa kralıyla paylaşan büyük tımar sahiplerinin adına basılmış paralar ortaya çıktı. Denarius'un giderek değerini yitirmesi tüm Avrupa’da görülen bir olaydı. Örneğin, Almanya’da para o denli inceldi ki bir yüze basılan portreler öbür yüze de çıkıyordu (bractea türü tekyüzlü paralar), işlemleri kolaylaştırmak için 1222’de Venedik’te, gümüş denarius’un üst katı olan duka piyasaya sürüldü; duka, Fransa’da gros adını aldı. XIII. yy.'a kadar altın, biriktirilen ve ender bulunan bir maden olarak kaldı; Avrupa’ya, Bizans ve müslümanlar ile yapılan ticaret yoluyla geliyordu. Durum XIII. yy.’da değişti. 1231’de Güney İtalya’da (augustale), ardından 1252'de Floransa’da (florin), 1263’te Fransa'da (ekü), 1344'te de İngiltere’de (noble) yeni bir altın para sistemi ortaya çıktı.

XV. ve XVI. yy.’larda, büyük değişiklikler görüldü. Doğu'da ve Batı’da süren altın kıtlığı, daha ağır gümüş paraların kullanılmasına yol açtı. Bu yeni paralar rönesans anlayışının izlerini taşır: paraların üzerine portrelerin basılması bireye verilen yeni değeri ortaya koyar. (Bu anlayış, madalya oyma sanatında doruğuna ulaşmıştır.) Bu tür paralar Batı'da önce XV. yy.’da Kuzey İtalya’da (testone), ardından XVI. yy.’da Saksonya ve Bohemya'da (taler), İngiltere'de (kuron) ortaya çıktı. Amerika kıtasının maden açısından zenginliği,İspanyolların ağır paraları basmasını kolaylaştırdı. Yeni Dünya ve Avrupa'da kullanılan ve uluslararası ticarete egemen olan real, Mexico ve Potosfdeki atölyelerde basılıyordu. Aynı zamanda, değerinden çok kaybeden billonanın, küçük alt birimlerinin yerini, XIV. yy.'dan başlayarak İtalya'da, XVI. yy.'dan başlayarak da Fransa ve Hollanda’da kullanılan bakır paralar aldı.

Teknik bilginin gelişme göstermesi daha hızlı ve daha emin para basma olanakları yarattı. Antikçağ'dan beri metal paralar çekiçle dövülüyordu. XVI. yy.’da Almanya'da keşfedilen sikke presi Fransa' ya da girdi, ancak para basıcıların tepkisine hedef oldu. N. Briot ve J. Varin’in ısrarla yaptıkları denemeler sonucu bu yeni teknik Fransa’ya ancak XVII. yy.’da yerleşti (1643). Kâğıt para XVII. yy.’ın sonunda İngiltere'de ortaya çıktı: ilk banknotları 1694’te İngiltere Merkez bankası bastı. Aynı dönemde fransız hükümeti de kâğıt para kullanımını benimsedi.
Kaynak: Büyük Larousse
SİLENTİUM EST AURUM