Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Kasım 2008       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Cam ve Camcılık


Saydam, sert ve çok kırılgan bir madde olan camın günlük yaşantı­mızdaki varlığına öylesine alışmışızdır ki, bizim için ne kadar önemli ve yararlı olduğu­nu çoğu kez düşünmeyiz bile. Ama insanlar ilk kez kum ve külü birlikte ısıttıklarında, ortaya çıkan bu yeni ve değişik maddenin çok değerli bir gereç olduğunu fark etmekte gecikmediler. O çağlardan bu yana insanlar cam yapımı konusunda pek çok şey öğrendi­ler ve cama değişik biçimler vererek çok kullanışlı, birbirinden güzel cam eşya yapma­nın yollarını buldular.

Bu maddede önce camcılığın çağlar boyunca izlediği gelişme ve cam sanatının başlıca ürünleri anlatılacak, sonra cam yapımının teknik açıklaması ve günümüzde uygulanan yöntemler ele alına­caktır.

Eskiçağlarda cam altın kadar değerli bir maddeydi ve cam eşyayı yalnızca krallar ile soylular kullanabiliyordu. İÖ 2000 yıllarından kaldığı anlaşılan ilk cam nesneler, kötülüğe karşı bir tılsım olarak kullanılan boncuk, nazarlık gibi küçük şeylerdir. O çağlarda zümrüt, yakut gibi değerli taşlardan biri olarak görülen camın işlenmesi ve günlük yaşamda kullanılacak bir eşyaya dönüşmesi için aradan uzun zaman geçmesi gerekti. İÖ 1500'lerde önce Mezopotamyalılar, çok kısa bir süre sonra da Eski Mısırlılar mavi, yeşil, sarı, beyaz ya da kırmızı camdan küçük kaplar yapmayı başardılar.

Eski Mısırlılar değerli doğal taş görünü­münde cam yapma geleneğini İÖ 4. yüzyıla kadar sürdürdüler. Bunun için camı renk renk boyayıp tel gibi inceltiyor sonra bu cam telleri yan yana getirerek cam çubuklar yapıyor ve bu çubukları dilim dilim keserek hepsi aynı desende olan yuvarlak cam halkaları elde ediyorlardı. Daha sonra bu cam dilimleri yan yana dizilip ısıtıldığında eriyerek kaynaşmış bir kütleye dönüşüyordu. Bu yöntemle elde edilen ve renk renk damarlı doğal taşları andıran kalın camları ya duvarları süslemek için kullanır ya da ısıtıp kalıba dökerek kâse yaparlardı. "Mozaik cam" denen bu cam işçiliğinin eskiçağdaki en büyük merkezi İs­kenderiye idi. Bazen renkli cam çubukların içindeki desenlere çiçek biçimi verilir, bu mozaik camdan yapılan kâselere de binçiçek (millefiori) denirdi.

Camcılık tarihinin en büyük dönüm noktası İÖ 1. yüzyılın ortalarında, büyük olasılıkla Suriyeliler'in "cam üfleme" tekniğini bulması­dır. İleride ayrıntılarıyla anlatılacak olan bu yöntemle, erimiş sıcak cama istenen her biçim verilebiliyordu. Yumuşak camı işlemekte çok usta olan Suriyeliler yaptıkları cam kapları genellikle damar gibi ince çizgiler ve benek­lerle süslerlerdi.

Roma Cam İşçiliği


İS yaklaşık 200 yıllarında, cam yapımındaki değişik yöntem ve üslupların kaynaştığı Roma İmparatorluğu'nun her yerinde tek tip cam yapımına başlandı. Dünyanın birçok yerinde büyük camcılık merkezlerinin kurulduğu o dönemde cam kullanımı öylesine yaygınlaştı ki, cam eşyanın egemenliği ancak 19. yüzyılda yeniden bu noktaya ulaşabilecekti. Romalılar zamanında yağ, şarap gibi sıvıları koymak için en çok şişe üretiliyor ve taşınırken yan yana dizildiğinde fazla yer kaplamaması için şişeler genellikle kare biçiminde yapılıyordu. Buna karşılık parfüm şişelerinde çok daha zengin bir biçim çeşitliliği görülür. Pencere camı ise yalnızca zenginlerin evlerine özgü bir lükstü. Çünkü cam hamurundaki istenmeyen katışkıları, daha doğrusu kumun içindeki mineralleri gidermek için gereken özel işlemler nedeniyle renksiz ve saydam camın maliyeti çok yüksek­ti. Bu yüzden günlük kullanım eşyası genellik­le mavi, yeşil ya da kahverengi tonlarında renkli camlardan yapılırdı.

Romalı cam ustaları, bugün bilinen yön­temlerin çoğunu ve artık tarihe karışmış olan bazı eski teknikleri uygulayarak çok süslü cam eşya örnekleri yarattılar. Örneğin altın varakların (dövülerek çok ince katman haline getirilmiş altın yaprakların) üzerine desenler kazır, sonra bu desenleri iki cam levhanın arasına yerleştirerek sıkıştırırlardı.

Ayrıca biri Victoria and Albert Museum renkli (genellikle koyu mavi), öbürü beyaz iki ayrı camdan çift katlı kaplar yapar ve üstteki beyaz camı istedikleri desene göre kesip tıraşlayarak alttaki koyu renkli camın göründüğü güzel bezemeler elde ederlerdi. Bugün Londra'daki British Museum'da bulunan Portland Vazosu bu cam işçiliğinin en ünlü örneklerinden biridir. Romalılar'ın kesme camdan yaptıkları kadehler de büyük bir ustalık ürünüydü. Bu kadehlerin üzerinde, yalnızca bir ya da iki yerinden cama tutturul­muş, tümüyle kadehin dışına taşan çok zengin bezemeler bulunurdu. Roma İmparatorluğu'nun son dönemlerin­de Almanya'da da ilk cam atölyeleri kurulma­ya başladı. Ama bu atölyelerde üretilen cam eşya Romalılar'ınkinden çok değişik, oldukça basit biçimli ve cam hamurunun içindeki demir oksitler nedeniyle yeşil renkliydi.

İS 5. yüzyılda Roma İmparatorluğu yıkılın­ca, cam ustaları da yıkılan imparatorluğun hemen her yanına dağıldı. O dönemde Yakın­doğu'da cam işçiliği gelişirken, Avrupa'da bütün ortaçağ boyunca yalnızca küçük cam atölyeleri bu sanatı sürdürdüler. Bu atölyele­rin çoğu, eritme fırınları için gerekli odunu sağlayabilmek kaygısıyla genellikle büyük or­manların içinde kurulmuştu. 10. yüzyıldan başlayarak kilise pencerelerini süsleyen renk renk vitraylar da ilk kez bu küçük atölyelerdeki cam ustalarının elinden çıktı.

Hafif yeşilimsi camdan, kaba içki kadehle­rinin yapımı yerel çeşitliliklerle 15. ve 16. yüzyıllara kadar sürüp giderken, o yüzyıllarda Venedik'te üretilen yeni bir cam türü yavaş yavaş bütün Avrupa'ya yayılmaya başlıyordu.

Venedik Camı


Renksiz cam yapmanın sırrı Avrupalı cam ustalarına kadar ulaşamadan unutulup gitmiş­ti. 13. yüzyıla doğru bu tekniği yeniden keşfeden Venedikli cam ustaları oldu. Böyle­ce bu İtalyan kentinde giderek büyüyen bir cam sanayisi doğdu. Renksiz camlar bütün Avrupa'da öylesine değer kazanmıştı ki, so­nunda İtalyanlar hem tekniklerini gizli tut­mak, hem de yangın tehlikesini azaltmak için bu cam yapımevlerini Venedik yakınındaki Murano Adası'na taşıdılar. O yıllarda cam yapımcılarına soylulara tanınan bütün ayrıca­lıklar tanınmış, ama Venedik'ten ayrılmaları kesinlikle yasaklanmıştı.

Venedik camı renksiz, duru, saydam ve son derece pahalıydı. Bu camdan üretilen eşyanın üstü de genellikle renkli boyalardan desenler­le bezeniyordu. Bunun için, öğütülerek toz haline getirilmiş cama boya karıştırılıp ısıtı­lıyor, böylece eriyen renkli karışım kabın yü­zeyine yapışıyordu. Genellikle altın yaldızlı bir fon üzerine uygulanan bu "mine işi" ya da emaye boyalar üstelik kolay kolay dökül­müyordu. Venedikli ustalar ayrıca renkli cam yapmayı da biliyor, zümrüt yeşili ya da erguvan rengindeki bu zarif camları mine işiyle süslüyorlardı. 15. ve 16. yüzyılda Vene­dikli ustaların elinden çıkan en değerli cam eşya arasında kadehler, kâseler ve büyük sürahiler ağırlıktadır.

Venedik camının belki de en büyük üstün­lüğü, çok çabuk sertleşmesine karşılık kolay­ca biçimlendirilebilmesiydi. 16. yüzyılın usta­ları da Venedik camının bu özelliğinden yararlanarak çok ince ve zarif yapıtlar üretti­ler. Saydam camın içine bazen mat beyaz, bazen renkli, incecik cam çubukları gömerek dantel görünümünde damarlı desenler yap­mayı başardılar.

Ne var ki, bu ustalar cezalandırılma tehli­kesini göze alarak zamanla Avrupa'nın her yanına dağıldılar ve bütün birikimlerini gittik­leri yerlere götürdüler. Böylece 17. yüzyıldan başlayarak Avrupa'nın birçok yerinde, özel­likle Normandiya, İspanya, Bohemya, Anvers ve Liege çevresinde Venedik camı üreti­mine geçildi ve sonunda Venedik kenti bir camcılık merkezi olarak eski önemini yitirme­ye başladı.

Kesme ve Kristal Cam


17. yüzyılın sonlarına doğru ince ve kırılgan Venedik camı yavaş yavaş alıcıların gözünden düşmeye başlamış, İngiltere, Almanya ve Bohemya'da üretilen sağlam ve kalın camlar daha çok aranır olmuştu. Özellikle Bohemyalı ustaların yaptığı saydam ve kalın camlar çarkla keserek bezemeye çok elverişliydi. Bu teknikte, hızla dönen metal bir çarkın keskin kenarı camın yüzeyine sürtülerek istenen kesme desenler cama işlenebiliyordu. Oysa böyle bir çarkta işlenemeyecek kadar kırılgan olan ince Venedik camlarındaki oyma desen­ler ancak elmas uçlu kalemlerle yapılabili­yordu.

İngiltere'de George Ravenscroft adında bir cam yapımcısı, uzun denemelerden sonra 1676'da sağlam bir cam üretmeyi başardı. Kurşun camı adıyla bilinen bu çok ağır ve parlak cam Venedik camından daha duru, kesilmesi de daha kolaydı. İlk yıllarda bu camdan kalın ayaklı, ağır ve hantal kadehler yapıldı. Ama sonradan cam eşyayı ağırlığına göre vergilendirme yasası konulunca kadehler giderek hafifledi. Kurşun camından yapılan bu görece hafif kadehlerin üstü altın yaldızla, mine işiyle ya da oyma yöntemiyle bezenir, bazen ayaklarında hava kabarcıklarından ya da mat camdan oluşan sarmal damarlar bulu­nurdu.

Gene de bu parlak İngiliz camı için en uygun bezeme kesme yöntemiydi. Bu teknikte camın dış yüzü tıpkı bir elması tıraşlar gibi çok sayıda küçük düz yüzey (faseta) oluşacak biçimde kesilir; böylece üzerine ışık vurduğu zaman kesme cam doğal bir mineral kristali gibi ışıltılar saçar. Günümüzde, kesme ve oyma işçiliğiyle bezenmiş çok değişik nitelik­teki parlak, renksiz bütün cam eşyaya kristal denirse de, gerçek ve en değerli kristal eşya Ravenscroft'un geliştirdiği kurşun camından yapılanıdır. 18. yüzyılın ikinci yarısında İngil­tere ile İrlanda'da çok yaygınlaşan ve Avru­pa'da geniş bir alıcı kitlesi bulan kesme kristal cam, 19. yüzyılın ortalarına doğru çağın genel beğenisine uyarak yerini başka yöntemlerle bezenmiş yeni camlara bıraktı.

19. yüzyılda çok tutulan iki yeni cam işçiliği, bu alanda henüz bir yüzyıllık geçmişi olan ABD'de doğdu. Bunlardan biri, 1825'te Massachusetts'teki Sandwich'te bir cam atöl­yesi kuran Deming Jarves'in geliştirdiği presle kalıplanmış cam tekniğiydi. İkincisi de, Art Nouveau (Yeni Sanat) Akımı'nın ABD'deki öncülerinden Louis Comfort Tiffany'nin 1880'lerde yaptığı, metal parlaklığındaki renkli camlardı. "Favrile" adıyla bilinen ve Art Nouveau üslubundaki kıvrak, dalgalı çiz­gilerle bezenmiş olan bu parlak yüzeyli cam özellikle abajur ve vazo yapımında kullanıldı. New York eyaletindeki Corning'de kurulan Steuben Glassworks'un son derece katışıksız hammaddeden ürettiği çok duru cam eşya ise, ABD'deki camcılığın 20. yüzyıldaki en iyi ör­neklerindendir.

Türk Cam İşçiliği


Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde yapılan ka­zılarda ortaya çıkarılan ve Türk dönemine tarihlendirilen en eski cam işleri Artuklu ve Selçuklu camlarıdır. Diyarbakır'daki Artuklu Sarayı'nda birinin üzerine ejder figürü işlen­miş mozaik cam küpler bulunmuştur. Konya'daki Kubadâbad Sarayı kazılarında da Anadolu Selçuklularından kalma, "filgözü" denen bombeli ve yuvarlak pencere camları ile kadeh, tabak gibi renkli cam eşya çıkarıl­mıştır. Üfleme yöntemiyle yapılmış olan bu cam eşyanın üstü altın yaldız ve mine işi desenlerle bezelidir.

Osmanlı döneminde de gelişmiş bir cam sanayisinin var olduğu çeşitli belgelerden ve elyazması kitaplardaki minyatürlerden anlaşılmaktadır. Topkapı Sarayı'nda bulunan ve III. Murad dönemine ait olan Surname-i Hümayun'daki minyatürlerde cam üfleyen ustaların geçişi resmedilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nda devlet eliyle desteklenen cam işçiliğinin merkezi İstanbul' du ve bu atölyeler Eğrikapı, Tekfur Sarayı gibi belirli yerlerde toplanmıştı. 18: yüzyılda, III. Mustafa zamanında bütün şişe ve cam atölyeleri Tekfur Sarayı içine alındı. Bu atölyelerde kullanılan beyaz kumun Yedikule yakınlarındaki Kumboğazı'ndan getirildiği sanılmaktadır.

Osmanlı cam işçiliği 19. yüzyılda büyük bir canlanma göstererek en parlak dönemlerin­den birini yaşadı. Bu gelişmenin başlıca odağı Beykoz atölyelerinin kuruluşudur. Bu atölye­lerden ilkini, Venedik'te opal cam yapım tekniğini öğrenerek İstanbul'a dönen Mevlevi dervişi Mehmed Dede'nin III. Selim zama­nında açtığı sanılıyor. Beykoz atölyelerinde üretilen gülabdan, ibrik, laledan, şekerlik, kâse, tabak, sürahi gibi cam eşya renkli, renksiz ya da opal camdan üfleme tekniğiyle yapılmış, kesme, yaldızlama ve mine işiyle bezenmişti. Bu atölyelerin en güzel ürünleri arasında, gene renksiz, renkli ve opal cam karışımından yapılan çizgili desenli çeşmibülbüller sayılabilir. Farsça'da "bülbül gözü" anlamına gelen çeşmibülbül adının nereden kaynaklandığı tam olarak bilinmiyor. Belki camın içindeki çizgiler bülbülün gözündeki harelere benzetilmişti, belki de atölyenin bulunduğu mahallenin adı çeşmibülbüldü.

Bu yapım tekniğinde renkli ve beyaz opal çubuk­lar saydam cama gömülür, böylece düz ya da sarmal çizgili çok zarif desenler elde edilirdi. Çeşmibülbül yapımında, üfleme piposu denen ve içi oyuk olan ince bir çubuk önce erimiş haldeki renksiz cama daldırılır ve çevrilerek ucunda yeterince cam toplanır. Potadan çıka­rılan bu sıcak cam dışarıda biçimlendirilir ve içinde renkli cam çubukların dizili olduğu kalıba batırılıp üflenerek çubukların sıcak cama yapışması sağlanır. Daha sonra pipo yeniden potaya daldırılıp renkli çubukların üzerine renksiz cam sarılır ve pipo döndürüle­rek yeniden üflenir. Böylece renkli çubuklar saydam ve renksiz iki cam katmanı arasında kalmış olur.

Osmanlı cam sanayisindeki son girişim Saul Modiano adlı bir Musevi'nin 1899'da Paşabahçe'de bir cam fabrikası kurmasıdır. Avru­pa'dan ithal edilen camların rekabeti karşısın­da uzun süre dayanamayarak kapatılan bu fabrikayı, 1935'te gene Paşabahçe'de kuru­lan. Cumhuriyet döneminin ilk cam fabrikası izledi. Üretiminde çağdaş modellerin yanı sıra çeşmibülbül gibi eski cam işçiliğinden örnek­lere de yer veren bu fabrikanın ürünleri Türkiye için önemli bir döviz kaynağıdır. Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları AŞ ayrıca 1961'de Çayırova, 1969'da Topkapı, 1980'de Sinop, 198l'de Trakya, 1984'te Kırıkkale cam fabrikalarını kurarak üretimini çeşitlendirmiştir.

MsXLabs.org & Temel Britannica
Son düzenleyen Safi; 13 Kasım 2018 02:23