Arama


Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
13 Ocak 2019       Mesaj #2
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Kartografya (Harita) Bilimi


Harita ve harita benzeri gösterimlerle iletilecek bilgileri toplama, bu bilgileri işleme (gösterime hazır etme), grafik işaretlerle haritada gösterme, harita basımı-kullanımı teknik bilimi ve sanatına “Kartografya”, bu bilim ile uğraşan kişilere de “Kartograf” denilmektedir.

Kartograflar yeryüzü üzerinde gördükleri gerçek objeleri ya da elde ettikleri bilgiler ile şekillendirdikleri konuları belirli kartografik kurallar çerçevesinde bir haritaya aktarırlar. Bu bilgilerin haritaya aktarılmasındaki amaç, haritaya aktarılan bilginin diğer insanlara ve kullanıcılara ulaştırılarak kartografik iletişimin sağlanmasıdır. Kartografların bu iletişimdeki amaçları, kendi düşüncelerinde şekillendirdikleri ve haritaya aktardıkları yeryüzü biçimi ile, herhangi bir kullanıcının o haritaya baktığında, zihninde oluşacak zihinsel (mental) haritanın mümkün mertebe örtüşmesidir. Bu kural kartografik iletişimin başlıca kuralıdır. Fakat bu iletişim hiçbir zaman tam olarak sağlanamaz, sarmal şekilde devam eder.

Harita, yeryüzünde ya da diğer gök cisimlerinde yer alan, doğal ya da yapay topografik objelerin (orman, nehir, otoyol, bina, ağaç, vb.) ya da mekansal ilişkisi bulunan konuların (hava kirliliği, gelir dağılımı, yağış oranı, vb.) belirli bir ölçek dahilinde, bir takım kartografik kurallar uygulanılarak 2 ya da 3 boyutlu bir yüzey (kağıt, cam, bilgisayar ekranı, kabartma yüzey, vb.) üzerine aktarılmasıdır.

Harita, bir ülkenin kartvizitidir. Haritanın bir estetik, bir güzellik sembolünün ve araziyi doğru olarak temsil etmesinin yanında, birçok proje çalışmasında altlık olarak kullanılması, birçok işlemde ilk başvurulacak kaynak olması ve haritasız hiçbir teknik projenin yapılamaması ve yürütülememesi haritanın ne denli önemli bir araç olduğunu göstermektedir.

İyi bir haritanın, haritası olduğu bölgedeki topografik objelerin geometrilerini ve ölçeğini harita projeksiyonunun izin verdiği ölçüde doğru vermesi gerekir. Ayrıca bu objelerle referans bilgilerinin de haritaya doğru aktarılmış olması, harita çerçevesi, üretim yılı ve üreten kişi ya da kurum bilgisi, varsa projeksiyonu, hangi işaret ya da rengin hangi topografik obje ya da bilgiyi gösterdiğini belirten işaretler tablosu (lejant) mutlaka bulunmalıdır. Günümüzde, haritalar bilimsel görselleştirme şekli olarak kabul edilmektedir. Haritalar işlediği konuya göre “Topografik haritalar” (yapay objelerin, akarsu ve durgun suların, arazi engebesinin, bitki örtüsünün gösterimini konu edinmiş haritalardır) ve “Tematik Haritalar” (Daha çok çevre ile ilişkisi olan ekonomi, tarım, meteoroloji, ulaştırma gibi konularda üretilmiş haritalardır) olarak ikiye ayrılır.
Haritacılık dünyanın en eski bilimlerinden biridir. İlk çağda yaşayan ve öncelikli amacı yaşamak için beslenmek olan insanlar, avlanma ve beslenme bölgelerini, kendilerince ortak bir işaret dili ile kayalara oyarak günümüz modern kartografyasına dair harita işaretlerinin temellerini atmışlardır. İnsanların bu yol ile iletişimi sözlü iletişimden çok daha eskilere dayanmaktadır. Bugün bilinen en eski harita benzeri kalıntının tarihinin M.Ö. 6200 olarak belirlenmesi, buna karşın yazının tarihinin M.Ö. 3000 olarak kabul edilmesi bu tezi destekleyici karakterdedir.

Üretilen harita denilebilecek yapıtlar, korunma güçlükleri ve genellikle arazide kullanılmaları dolayısı ile günümüze nadiren ulaşabilmiştir. Bu araçların insanlık tarafından ilk kullanılmaya başlanması M.Ö. 6200 yıllarına kadar uzanmaktadır. Babiller’den kalma bugüne intikal etmiş en eski harita olarak bilinen eser M.Ö. 3800 yıllarına aittir. Kil bir levha üzerine çizilmiş olan harita, Kerkük’ün güneydoğusunda bugün “Yorgan Tepe” olarak bilinen yöredeki Babil Şehri “Nuzi”’deki kazılarda ortaya çıkarılmıştır.

Antik Çağdan Başlayarak Haritacılık


M.Ö. 340 yıllarında filozof Platon’un öğrencisi olan Aristo (Aristoteles), dünyanın bugünkü ölçülerle yaklaşık 74 bin km çevreli bir küre olması gerektiğini savunmuş ve tezini destekleyici kanıtlar olarak şunları ileri sürmüştür. Deniz yüzeyi düzlem değil, eğriliği olan bir yüzeydir, değişik enlemlerde yıldız yüksekliği değişik değerler almaktadır, değişik boylamlarda güneş yüksekliği farklı olmaktadır, Ay tutulmasında yerin gölgesi Ay'da yuvarlak oluşturmaktadır.

M.S. 100 yıllarında yaşamış olan Marinus haritacılık tarihinde önemli bir yere sahiptir. Marinus, haritanın konumları kesin matematik bağıntılara göre hesaplanan paralel ve meridyen daireleri içermesi gerektiğini söyleyen ilk kişidir. Bugün matematiksel kartografyada “Meridyen boyları koruyan silindirik projeksiyon” bu nedenle onun adı ile anılmaktadır. Marinus harita yapımına ilişkin yazdığı kitabına harita örnekleri koymamıştır.
Eski Yunanlılar’da M.S. 87-150 yılları arasında yaşamış olan Ptolemaus (Batlamyus) zamanında coğrafya, “Dünya’nın grafik biçimde gösterimi” olarak filozoflar tarafından tanımlanmaya başlamıştır.

Zamanın filozoflarına göre dünya, yüzen bir disk, silindir parçası ya da bir küre olabilirdi. Düşüncelerine göre tüm dünyayı çevreleyen okyanusu besleyen dört deniz vardı: Hazar Denizi, Arap Denizi (Kızıldeniz), Basra Denizi ve Akdeniz. Batlamyus’un astronomi alanında yazdığı kitap M.S. 827 yılında “Almagest” (Yıldız Katalogu) adıyla Arapça’ya çevrilmiştir. Batlamyus, kitabında bugün kullanılan yıldız burçları, Samanyolu ve Evrenin genel düzeni hakkında görüşlerini toplamıştır. Batlamyus’a göre Evren merkezi Dünya olan gezegenler topluluğudur. Batlamyus’un Evrene ilişkin genel hatları ile verdiği model bugün de geçerlidir. “Almagest” dışında Batlamyus tarafından yazılıp yazılmadığı bazen tartışma konusu olan “Harita Çizimi için Coğrafi Esaslar” ya da bugün adı yalnızca “Coğrafya” olarak bilinen 8 ciltlik kitabı, bir küre yüzeyinin düzleme aktarılmasına ilişkin ilk projeksiyon denemesi olarak kabul edilir.

Eski Roma Haritacılığı


Eski Romalılar’dan günümüze kalan en önemli kartografik eser, orduların savaşa gidiş yollarını, ticaret merkezlerini ve şifalı su kaynaklarını gösteren rulo biçimindeki haritalardır. Haritaların koleksiyoncusu olan Alman Konrad Peutinger dolayısı ile uzmanlar arasında “Tabula Peutingeriana” olarak da anılan bu haritalarda İstanbul (Constantinopolis), Kadıköy (Calcedonia), Bergama (Pergamo), Asos, Sakarya Irmağı (El Sagar), Gemlik Körfezi (Sinus Nicomedicus) ve Bursa civarındaki dağlar açıkça görülebilmektedir.
Ortaçağda (476-1453), tüm diğer bilim dalları gibi, haritacılık da inişe geçmiştir. Hıristiyan inancı, taraftarlarının, İncil’de yazılanın dışında başka bir dünya düşüncesine sahip olmalarını engelliyordu.

İslam Dünyası Haritacılığı


Batlamyus’un mirasını iyi değerlendiren İslam alemi, kendi Dünya haritalarını çizmişlerdir. Yaklaşık 1100-1500 yılları arasında İslam haritacılığı en parlak dönemini yaşamıştır. Ortaçağda İslam yerbilimciler tarafından insanlığa miras bırakılmış en değerli kartografik eser “İdrisi Dünya Haritası” dır.

Kuzey Afrika Araplarından olduğu bilinen Muhammed Bin Muhammed İdrisi seyahat etmeyi çok seven bir kişiydi. İdrisi öğrenimini Endülüs’ün Cordoba şehrinde yaptı. Bu öğrenimi sırasında ve sonrasında İngiltere, Fransa, İstanbul ve Orta Asya gibi yerleri görme imkanı buldu.

1130-1154 yılları arasında Sicilya’da krallık yapan II. Roger, Palermo şehrinde bilimi teşvik etmek amacı ile zamanın alimlerinden olan İdrisi’yi de şehre davet etmiştir. İdrisi, Palermo’da topladığı bilgileri de değerlendirerek önemli merkezlerin yalnızca enlem ve boylamları değil, birbirlerine uzaklıkları ve hangi iklim kuşağında bulundukları bilgilerini de içerecek şekilde yaklaşık 15 yıl süren çalışmalar neticesinde 3.5x1.5 m ebatlarında bir harita çizmiştir.

Hıristiyan Dünyası Haritacılığı


Hıristiyan dünyasında kilise, bilim yerine dine daha çok önem vermiştir. Kilisenin bilim gibi dünya işleri ile uğraşmak yerine dini yayma çabaları sonucunda biliminsanlarına olan toplum güveni de sarsılmıştır. O dönemde Avrupa’da hemen hemen her şey yalnızca din adına yapılmaya başlanmıştır. Kilisenin bu baskısı 10. yüzyıldan itibaren azalmaya başlamıştır. 16. yüzyıl başlarına kadar üretilen haritalar genelde kilise kökenli olup, görünüşleri bakımından üç gruba ayrılmaktadırlar.
SİLENTİUM EST AURUM