ÖLMEK ZORUNDAYIM, ÇÜNKÜ AŞK VAR…
—Beni sevdiğini söylemene bayılıyorum biliyor musun?
—Ben de söyleyeyim o zaman!
—Seni seviyorum.
((Sonra masaya oturdular. Nedense karşılıklı oturma adetleri yoktu. Yan yana oturmayı seviyorlardı. Ve yemek yerken nedense fazla konuşmazlar, konuşsalar dahi birbirlerinin yüzlerine pek bakmazlardı. Belki o yüzden özellikle karşılıklı değil de yan yana oturmayı tercih ediyorlardı. Yani refleks desek uygun düşer sanırım. Ya da tenlerin birbirine çekme olan duygusu.
Masaya oturdular ve her zamanki gibi Yusuf bir yudum su içti. Ki aslında tartışırlardı bu yüzden, yemek yerken çok fazla su içilmemeli diye. (gereksiz tartışmaları ne çok seviyorlar. Birçok defa şahit oldum buna. Mesela televizyondaki salakça bir haber yüzünden uzun süre konuşmadıklarını bilirim. Oysa onlar çoğu anlarda sevişir gibi konuşurlardı, konuşur gibi sevişirlerdi. Bu kadar kusur kadı kızında olsun muydu?)
Yemek bitti sanırım. Yusuf masanın toplanmasına yardım etti ve çekilip buhran köşesine kitabına daldı. Aysu da her ay aldığı ama hiçbir zaman bir yazısından fazlasını okumadığı ve Türkiye genelinde satışı 100’ü geçmeyen dergisini alıp odasına çekildi. Ortalık cinlere kalmıştı şimdi. Sevişiyor, koklaşıyor ama hiç ses çıkarmıyordu cinler.
Sonra ne mi oldu? Yusuf gelip Aysu’nun yanına boğazının kenarından uzun soluksuzluk anını yaşadı. Böyle olmuştu sanırım. Böyle olmalıydı belki de.))
Kalbimin çok yakınındasın biliyor musun? Hem de o kadar yakınındasın ki elimi uzatsam bir uçurumluk mesafe sadece. Ama korkuyorum yine de… Aslında ben her şeyden korkuyorum. Beni bırakıp gitmenden, seni bırakıp gitmekten, ayrılığı kabul etmekten, son kez sevişmeden ölüm soğukluğu takınıp, yüzlerimize bakmadan ayrı düşmekten. Korkularımın üzerine mi gitmeliyim, bilmiyorum ki. Şu an olmak istediğim yer burası mı yoksa sadece sen buradasın diye mi buradayım. Tanrım çıldırmak üzereyim.
Tanrı!
Ne çok uzak düşmüşüzdür kendilerine değil mi. Ama en basit bir nidamızın içinde bile “aman tanrım” vardır. O halde biz ne biçim tanrıtanımazız. Aslında biliyor musun biz yeşil birer tanrıtanımazız. Hep sorguladım aslında o var mı gerçekten. Tamam canım! Hemen kesme sözümü herkes biraz sorgular kendisini. Ama ben hep başka düşündüğümü düşünürüm! Mesela savaşları çıkaran bizler miyiz yoksa o mu bizi birbirimize düşürüyor. Ya da açlıktan ölen insanlar tanrının yarattığı ama yarattığı için pişman olduğu ve sonra o halde en kısa zamanda sizleri yanıma almam gerek dediği varlıklar mıdır? Ya da daha keskin bir soru: onu gözümüzde fazla mı büyütüyoruz? Mansur tanrı olduğunu iddia etmemişti. Sadece tanrı benim içimdedir demişti ve insanlar onu öldürmek konusunda tereddüt etmemişti. Oysa ortada büyütülecek bir şey yok. Gerçekten varsa içimizde olmalı değil mi?
Konuyu dağıttığımı düşünüyorsun. Ama hayır konuyu dağıtmıyorum. Çünkü tanrılarımız savaşmak konusunda tereddüt etmiyor birbirleriyle. Hayır, kavga çıkarmak düşüncesinde değilim. Beni yanlış anlıyorsun. Aslında sen hep yanlış anlıyorsun.
Evet, bunu hep söyledim bizim ilişkimiz yanlışlık üzerine kurulu. Neden mi sürdürüyorum bu ilişkiyi? Neden yaşadığımızın cevabını bulamadığım içindir belki. Seni seviyorum ben, neden nefes almam gerektiğini bilmediğim gibi.
Buhran köşesinde yalnız bir adam… İçtiği sigaraların izmaritlerini sayıyor. 5… bak olmadı şimdi bu. Tek sayı uğursuzluk getirir. O zaman bir tane daha yakmalı. Yine takıntıları başladı. İlacını almalı. (Ben mi hatırlatmalıyım?)
Senden bir ricam var? Bilmiyorum belki kabul etmeyeceksin ama ben söylemek istiyorum. Seninle pazarlık yaptığımı da nerden çıkardın. Demek artık ses tonumun içindeki anlamları da çözdün!
Bana biraz izin ver birkaç günlük bir tatile çıkayım. Yok, daha nereye gideceğimi düşünmedim. Ama şimdilik tatil yapmayı düşündüm. Ben mi bilirim? Neden bu kadar kolay teslim oluyorsun bana. Neden kiminle gideceğimi merak etmiyorsun. Neden bana bağırıp çağırmıyorsun. Hayır, gidemezsin demiyorsun. Bana bu kadar güvenme ya da bana bu kadar uzak durma. Buna dayanamıyorum.
Biraz uzaklaşsak birbirimizden iyi olur. Kaç gün olduğunu düşünmedim. Ama belli bir süre…
Evet, gidecek bir yerim yok bunun farkındayım. Gidecek hiçbir yerimiz yok…
Arkadaşlarımız kalmadı. Ailelerimizi ayrılık yangınında kaybettik. Eski sevgililerimiz şimdi spermli bir hayatın göbek deliğinden bakıyorlar dünyaya. Kimsemiz kalmadı. Biz iki yarım insanız… Beni tamamlama ama…
Bütün geçmişimizi silerek iyi mi yaptık acaba. Biz hep doğru mu yapıyoruz… Önümüzden geçen esmer çocuklar coplandıklarında sesimiz çıkarmayarak, bir yerlerde hep birileri kanarken, en nefret ettiğimiz insanların yüzlerine bakıp sizi gördüğüme sevindim diyerek, dünya üzerinde yaşanan her türlü felakete kulak tıkayarak doğru olanı mı yapıyoruz?
Madem hep doğru olana meyilliyiz neden hep içimize kanıyoruz. Niye bu evin damarlarında pıhtılaşmış bir hayat akamıyor…
“aşk bir hastalıksa… ben iyileşiyorum,,, korkuyorum iyileşmekten”
Çocukluğumuzun saklambaçlarında yitirdiğimiz tanrı aşkına ne olmak için uğraşıyoruz biz. Biten bir ömre hayat öpücüğü vermekle iyi mi yapıyoruz. Bilmem belki de doğru olanı anlıyorsun: uzattıkça uzatıyoruz bu aşkın nakaratını. Bitse ne mi olur? Bilmem! Düşünmedim hiç. Düşünmek istemiyorum aslında.
Her şeyden nefret etmeye başlıyorum. Şiir yazmak yoruyorsa beni, düşünmek beynimi allak bullak ediyorsa, uzatmalara bırakmak istemiyorumdur maçı.
Yorgunum sadece.
Uyumak ya da uyumamak gibi bir problemim olduğunu da nerden çıkardın ki! İlaçlarımı alıyorum evet. Alkolle de alakası yok, bana hasta adam muamelesi yapma lütfen
Sonra konuşsak olur mu? Ne kadar sonra olduğunu sorma bilmiyorum sonra işte.
Sevişsek paklanır mıyız? Bilmem, denesek mi, deneyelim o zaman.
Bu kadar temiz miyiz sence? Yani çırılçıplak bedenlerimiz dokunulmamış, yıpratılmamış bir bebek saflığında kalabilmiş midir?
Göğsünün altındaki yanık izini daha önce görmedim, ne oldu? Boş ver…
Seviştiler saatlerce. Birbirlerinin vücut sınırlarını ihlal etmeden, dokunmadan seviştiler. Daha başka ne yapılabilirdi ki. Sevişmek tanrının bir isteğiydi. Ve onlar tanrıdan çok korkuyorlardı!!! Sevişmek… Bu aralar tek yaptıkları şey buydu…
“ve solar her dudak bir öpücük kondurulduğunda
Nasıl ki solup giderse bir gül dalından koparıldığında”
Saatin kaç olduğunu bilmiyorum. Belki de bilmek istemiyorum. Uyudun mu? Konuşsak mı biraz… Ne konuşacağız… Mı? Bunu bana mı soruyorsun… Gittikçe yalnızlaştığımızın farkında değil misin? Dokunduğumuz tenlerimizin bize ne kadar uzak olduğunun. Yalvarırım bana bu acıyı çektirme… İstediğin herhangi bir anda kes hayat serumunun hortumunu. Ve acaba gerçekten kalbimiz arasında bir uçurum mesafesi aşk mı var…
Bana yardım edemezsin biliyorsun bunu. Kendime gömdüğüm doğumlarımı bilemezsin. Katran günler bizi bekliyor. Hissedebiliyorum. Sen pencere kenarına âşıksın ben de gömüldüğüm yalnızlığıma.
Ölmekten korkmuyorum. Aslında bu aralar bir tek ölmekten korkmuyorum. Yalnızlığımıza hapsoldukça yabancı sevişmelerimiz korkutsa bile, ölmenin sadece bıçağın sivri ucunda gizli olduğunu bilmek rahatlatıyor beni… Şiddetsiz bir ölüm. Sadece damarlarımıza değdirdiğimiz keskinliğin bir anlık sinek ısırması gibi bir acısı hepsi bu. Hepsi bu kadar işte, sonrası derin bir özgürlük.
En iyisi birbirimizi rahat bırakalım belli bir süre… Belki biten bir filmi başa sarabiliriz ama bir ihtimal bu. Senin nereye gideceğinle ilgilenmiyorum. Nereye gidersen git. İstersen eski sevgililerinden birinin yanına git.(eskiyen giysilerimizi birisine vermektense atmak daha güzeldi) Ama görüşmeyelim bu süre zarfında. Çünkü biz bir birbirimize iyi gelmiyoruz anla artık bunu. Ayrılmaktan bahsetmiyorum… Sadece kendimizi bir süre nadasa bırakalım. Sonrasını beraber izleriz. Ama bunu senden istemeye hakkım olmadığını düşünme.