SİRKECİ BÜYÜK POSTANE
Bin dokuz yüz üçte, başlamış bina
Üç buçuk dönüme, zengin alana
Soyumuz Osmanlı bağlı Sultan’a
Eserde Sinan’ın ÖZ’ü görünür
Yedi yüz yıllık büyük saltanatı
Taşımış bizlere, muhteşem yapı
Mimar harikası pencere kapı
Yapıtta Sinan’ın YAZ’I görünür
Barok mimaride, sanatsal zafer
Vedat TEK başlamış, sonra Muzaffer
Altı yılda bitmiş bu büyük eser
Taşlarda Sinan’ın İZ’i görünür
Mavi alınlıkta, Zarif kitabe
Osmanlıca yazar, “Telgrafhane”
Ser’de sanat varsa, hepsi bahane
Resimde Sinan’ın POZ’u görünür
Ata’nın radyosu, kulağı dil’i
Bir dönem “Adliye “ kanunun el’i
Kâğıtlar ırmaktır, mektuplar sel’i
İçinde Sinan’ın GİZ’i görünür
İkinci katında PTT müze
Yüz bahar yaşamış, varmamış güz’e
Seneler bezenmiş doygun bir yüze
Aralar Sinan’ın GÖZ’ü görünür
Pil paye sütunlu, mermer direkler
Figürler işlenmiş ince motifler
Görkemli bir tarih yüzlere güler
Tuvalde Sinan’ın BEZ’İ görünür
İlk PTT malı, tapulu bina
İçinde memurluk kısmetmiş bana
Nişliler asılı yüksek tavana
Tavanda Sinan’ın YÜZ’Ü görünür…
Konuşan bir eser işte öylesi
Bir asır önceden duyulan sesi
Üstünde görünen iki kubbesi
Kubbede Sinan’ın TEZ’İ görünür…
Halil Cındık Yayın: Ekim 2003 Pos-Tel
Dergisi / 536.sayı
Müdavimi olduğum
Deniz feneri programına,
İstanbul: Şubat 2005
DENİZ FENERİ
Toplumdaki yaraya, neşterli ellerini
Kurumuş topraklara, âhiret güllerini
Can suyunu bekleyen, fukara çöllerini
Sulayan bu fener, işte! “DENİZ FENERİ”
Yardımın onurunu, hizmet doğuşlarını
Azgınca dalgalara, karşı duruşlarını
Mahzun–mahzun düşünen, idam koğuşlarını
Yaşatan bu fener, işte! “DENİZ FENERİ”
Nehrin öte yanında, öksüz kalan kuzuyu
Merhametli kalplerde, o manevi sızıyı
Garibin alnındaki, “kara” denen, yazıyı
Değiştiren bu fener, işte! “DENİZ FENERİ”
Çırpınan gönüllerin, ümit ışıklarını
Küçücük bir çocuğun, yalın bakışlarını
Karanlık gecelerin, Şafak atışlarını
Aydınlatan bu fener, işte! “DENİZ FENERİ”
Halil CINDIK
TERMİNAL
Bugün Terminal’e, telaşlı geldin
Buluştuk mazinin, ilk suç’larıyla…
İkimiz de üzgün, biraz da Çekkin,
Beni uğurladın, göz uçlarıyla…
Tepeden-tırnağa, siyah giymiştin
Dikenler içinde, açan gül gibi…
Önce bana koşup, sonra durmuştun
Gönlüme yabancı, sanki - el gibi…
Güle-güle deyip, koyup giderken
Gözlerim süzüldü, bastığın yere…
Peron’da, planı, dalgın okurken,
Hep sitem eyledim, seyri-kadere…
Camlar buharlıydı, parmağım kalem
Takıldım ismine, yazdım dalgınca…
Bir gizli hastalık, bilmesin âlem
Gençlikte kapıldık, geçti salgınca…
İki gün gittiğim, yolculuk boyu
Seslendim adını, ıssız dağlara…
Onmasın kaderin, kurusun soyu
Vuslat ertelendi, başka bahara…
Halil Cındık
Görele: 15.02.2001
ÇİÇEKLER
Sabah mahmurluğumu çiçekler görüyorlar
Uyandırırken beni saksılarım masamda
Gülücükler atarak sineme gülüyorlar
Onlarla konuştukça sıkıntım yok, tasa’m da…
Çiçekleri severim konuşurlar benimle
Dalında kabarırken kırmızı bir tomurcuk
Sevgiyi yüklenerek can olurlar tenimle
Güne iyi başlatıp, aşılarlar mutluluk…
Çiçek sevgi deposu dallarıyla sarışık
Gönül koyar bahara bu parkın bahçıvanı
İlgi duyup çiçeğe kendisiyle barışık
Oldukça yüzü güler, hep sever tanıyanı…
Halil Cındık
Yayın: Size Edebiyat Dergisi Şubat 2006 Sayısı
İstanbul:18 Mayıs 2006
Çevre Mühendisi, oğlum
Deniz Çağlar Cındık’ a
ÇEVRE DOSTLARI
Doğaya âşıktır, amade–emre.
Çiçek kokuludur çevre dostları
Kurarak tertemiz, güzel bir çevre
Bırakır yıllara çevre dostları…
Soylu kokusuyla çiçek kokacak
Rüzgârı arınmış, suları berrak
Mevsim doyasıya, toprağı sıcak
Bırakır yıllara çevre dostları…
Kültürel dokuyu zedelemeden
Yeşille Maviyi örselemeden
Tarihi sırtlayıp, hiç gizlemeden
Bırakır yıllara çevre dostları…
Denizle, Gök kubbe, görür engini
Boncuksu gözlerden alır rengini
Yeşillik her yerde bulup dengini
Bırakır yıllara çevre dostları…
Yaşları- uzunca, sağlıklı dağlar
Bin- bir çeşit çiçek, bahçeler- bağlar
Dünü ağırlamış, günü ağırlar
Bırakır yıllara çevre dostları…
Halil CINDIK