Üye Ol
Giriş
Hoş geldiniz
Misafir
Son ziyaretiniz:
13:13, 2 Dakika Önce
MsXLabs Üye Girişi
Beni hatırla
Şifremi unuttum?
Giriş Yap
Ana Sayfa
Forumlar
Soru-Cevap
Tüm Sorular
Cevaplanmışlar
Yeni Soru Sor
Günlükler
Son Mesajlar
Kısayollar
Üye Listesi
Üye Arama
Üye Albümleri
Bugünün Mesajları
Forum BB Kodları
Your browser can not hear *giggles*...
Your browser can not hear *giggles*...
Sayfaya Git...
Pazartesi, 08 Aralık 2025 - 13:16
Arama
MaviKaranlık Forum
Hikayeler ve Öyküler -2-
-
Tek Mesaj #50
Misafir
Ziyaretçi
26 Aralık 2006
Mesaj
#50
Ziyaretçi
Yakut gözlü çocuk...
Yaşadığı hayatın dönüm noktasına ulaştığının farkında bile değildi o gece, vücudunda eğreti duran elbisesinin üzerine alelacele giydiği binlerce kez yıkanmaktan rengi solmuş ve örgü izleri aşınmış hırkasının önünü, kadınlığının verdiği ince zarafetiyle kapatmaya çalışırken, apartman kapısından çıktığından bu yana o kadar hızlı yürüyordu ki, sık sık nefes almayı unutuyordu, kışın tırnakları mosmor edip insanın elini cansız bir et parçasına çeviren soğuk rüzgarını yüzünde ve kulaklarında aralıksız bir sızı haliyle hissederken.
Ara sokakları birer nefeste geçerek minyon görünüşünden beklenmeyecek bir hızla Beyoğlu’nun sırtında güçlükle taşıdığı İstiklal Caddesine girmeyi başardı, ara sokaktan köşeyi dönmesiyle adımlarını yavaşlattı ve daha hızlı nefes almaya başladı, bir an bayılacağını hisseder gibi olduktan sonra kalp atışlarının normale dönmeye başladığına kanaat getirerek, havanın soğukluğuna ve üzerine yağ lekesi gibi yapışan yorgunluğuna rağmen yürümeye devam etti. Gündüzleri karınca yolundan farkı olmayan caddeden geriye, belediyenin yeni döşediği granitlerin üzerine biriken çöp yığınlarından, gece hayatını alışkanlık haline getirmiş türlü kılıkta erkeklerden ve köşe başlarına cansız mankenler gibi sıralanıp müşterilerini çekmek için kadınsı olmaktan çok uzak kalın sesleriyle cilveli konuşmaya çalışan ******lerden – ve travestilerden- başka pek bir şey kalmamıştı. Artık rahat nefes almaya başlamış ve vücudu soğuğa karşı direnmekten vazgeçip titremeyi kesmişti ki, yüzlerine dönüp bakmadan yanlarından geçtiği iki-üç ******den birisi, arkasından cırtlak sesiyle bağırmaya başladı:
“Yine hangi cehenneme gidiyorsun Firdevs, bizim kel çok kızacak!”
“Kele selam söyle, artık boş yatakta zıplayacak.”
“Gidiyor musun? Hadi oradan sen de!”
“Evet, gidiyorum, geberin hepiniz.”
Meslektaşıyla konuşurken ancak ona doğru dönmüştü, sesini duyurabilmek için bağırırken, yüzüne dominant bir hava katan ve doğumundan beri ortasında hafif bir çukurluk bulunan çenesi titriyordu soğuktan, dışarıya çıkmadan önce üzerindeki rujun izini temizlediği dudaklarında ölü bir patlıcan rengi belirmişti. Kendisini dışarıya atmadan önce sadece rujunu silmekle kalmamıştı, tırnaklarını kanatıncaya kadar kesmiş, yüzündeki makyajı derisini yüzünceye kadar kazımış ve ancak ara sıra sıcak su akan banyoda saatlerce yıkanarak bütün kirlerinden arınmıştı. İşe başladığı ilk günden bu yana hiç bu kadar çok nefret etmemişti ******liğinden, yine de günahlarından ve ruhunda açılan yaralardan arınamamıştı banyoda. Artık bunlar Firdevs için bir şey ifade etmiyordu, niyeti namusunu kazanmak ya da bakire Meryem kadar kutsal olmak değildi, sadece doğup büyüdüğü eve, yüzündeki ürkütücü maskeyle ve yattığı mutsuz erkeklerden kalma vücudunda oluşan ter tabakasıyla gitmek istemiyordu.
Yaşadığı hayatın dönüm noktasında olduğunun farkında bile olmadığı o akşam, daha küçük bir kızken terk ettiği şehirde arkasında bıraktığı, fakat aradan hayli zaman geçmesinden sonra telefon numarasını bulup, sık sık ve eskisi gibi olmasa da, yatakta yalnız yattığı günlerde arayıp konuştuğu, bu yolla ailesinden haber almayı başarabildiği çocukluk arkadaşı ve –eski evinin- komşusu olan Gülten, büyük bir sürpriz yaparak ilk defa kendisi Firdevs’i aramıştı, kısa süren telefon konuşmasında karşısındaki insanın neler hissedebileceğini umursamadan Firdevs’e ailesiyle ilgili son haberi söyleyivermişti kısa ve basit cümlelerle, annesini, babasını ve artık evlenme çağına gelmiş küçük kız kardeşini evlerinde sıcak tutabildikleri tek odada, soba zehirlenmesinden ölmüş vaziyette nasıl bulduklarını sıralayıvermişti değişmeyen ses tonuyla. Lafı fazla uzatmadan “Artık beni aramazsın” demişti Firdevs’e, “Artık burayla bir bağın kalmadı”..
Yaptığı sürpriz telefon konuşmasından sonra sızlanamadan, ağlayıp yas tutamadan, saçlarını kederinden birer birer yolamadan işine dönmüştü, tüm akşam boyunca kasıklarından göğüslerine doğru boşalan her darbede yutmuştu hıçkırıklarını, gözyaşlarını mesleğine karşı yapılan büyük bir saygısızlıkmış, affedilemez bir ayıpmış gibi saklamıştı ağır makyajının arkasına. Gecenin geç saatlerine girdiğinde artık içinde uysallaştırmaya çalıştığı yabanıl bir birikinti, karnında günahkar bir çocuk gibi hızla büyümüş ve kontrol edilemez hale gelip kadının zayıf vücudunun bütün sinirlerini uyarır hale gelmişti, hissettiği acıdan aldığı güçle müşterisini kabaca dışarıya postalayıp, eski ve kullanışsız dört katlı bir apartmanken, birkaç yıl önce doğulu bir bunağın çok fahiş bir fiyata satın alarak kaçak genelev açmasından bu yana çalışmaya devam ettiği kendisine ait odasından dışarıya çıkıp aşağıda müşterilerle ilgilenen çalışana başka müşteri istemediğini söylemişti yüksek bir sesle, artık ne gözyaşlarını tutabiliyordu, ne de içinde büyüyen çocuğu…
Odasına geri dönüp dayanılmaz sancılarla karnındaki çocuğu doğurmuştu, çocuk fazlaca tanıdık geliyordu Firdevs’e, onu en son İstanbul’a gelmesinden iki gün sonra, doğduğu şehirde işçi olarak çalıştığı fabrikaya gelen ve kaldığı üç gün boyunca birlikte hayvanlar gibi seviştiği fabrikatörün İstanbul’daki bürosuna, kendisine yardım edebileceğine en ufak bir şüphe duymadan inanıp gittiğinde görmüştü. O kadar saf ve parlaktı ki çocuğun yüzü, masumiyetinin utancı yayılıyordu yakut gözlerinden, İstanbul’a gelmeden önce her aynaya baktığında hayran kalırdı kendi yüzüne, güzelliğinin tek hayranı kendisi olmakla kalmamıştı tabi, ergenlik yaşına bastığı günden sonra evinin bulunduğu mahalledeki herkes Firdevs’teki güzelliğin bu varoşlar mahallesinde nergis gibi açtığına kanaat getirmişti. Mahalleden geçerken sadece genç aşıkların değil, aynı zamanda erkekliğini unutmamış bütün yaşlı delikanlıların da yüreğini kabartıyordu Firdevs’in güzelliği, işçi olarak çalışmaya başladığı fabrikada çalışan kadınların en gözdesi oluvermişti daha ilk haftadan, henüz ikinci aylığını aldığı sıralarda fabrika’ya iş görüşmesi için gelen para babasının dikkatini çekmesindeki tek neden de yine yüzünde taşıdığı yakut gözler ve Tanrı’nın ona büyük bir lütfü olan pürüzsüz vücut hatlarıydı.
Patron’un odasına girdiğinde karşısındaki adam, sanki kendisiyle hiç tanışmamış, üzerinde taşıdığı güzelliğe hiç hayranlık duymamış gibi bakmıştı Firdevs’in yüzüne. Kayıtsızlığına aldırmadan bütün ümidini bağladığı, yaşadığı katlanılmaz hayattan kaçıp yanına sığındığı adamla konuşmaya başlamıştı:
“Beni özel sekreterin yapmak istediğini söylemiştin. İşte, ben de geldim. Sözünü tutacak mısın?”
“Sevişirken söylenen sözlere inanacak kadar aptal olabileceğini düşünmemiştim. Benim ******lere verecek işim yok.”
Adam etrafa pislik saçan bir gülümsemeyle defolup gitmesini, evine dönüp işine devam etmesini söylemişti, işte, en son patronun ofisinden çıktıktan sonra hıçkırıklarını ve nefesini tutarak gittiği tuvaletteki aynada kendisine bakarken görmüştü çocuğun yüzünü. Aynanın karşısında gözyaşlarını sildikten sonra bir daha görünmemişti bu çocuk, yaşadığı pisliklerden kurtulmak için biriktirdiği tüm ümitleriyle birlikte yok olmuştu. Bir kez olsun büyüdüğü varoş mahallesine dönme cesaretini göstermedi, gitmesi anlamsız olur diye düşünüyordu çünkü artık gözlerindeki çocuk, yaşadığı yerdeki binlerce insanınki gibi ölmüştü ve ölü gözleri artık hiçbir işe yaramazdı geldiği yerde.
İstiklal Caddesinden geçip Taksim Meydanına vardığında saat sabahın dördünü gösteriyordu, gördüğü ilk taksiyi çağırarak Esenler otogarına doğru yola koyuldu, hayatında hiç bu kadar kararlı hissetmemişti kendini, için de onlarca şehir, binlerce cadde, milyonlarca sokak ve sayısız varoş barındıran bu şehre geldiği ilk günden beri aklının ucundan bile geçirmemişti geri dönmeyi, sokakta yattığı, pezevenginden dayak yediği ve müşterileri tarafından vahşice aşağılandığı günlerde bile isyan etmemişti, sanki bütün bunları yaşayan kendisi değildi, büyük bir metropol rüyasının içinde kaybolmuşken geçirdiği sanrılardı bütün yaşadıkları ve artık gözlerini açmıştı, doğurduğu çocuk kendisi oluvermişti odasından bir daha dönmemek üzere ayrıldığı vakit, yakut gözleri ve Narkissos’u kıskandıran güzelliği geri gelmişti sanki, yıllardır etkisinde yaşadığı güzellik uykusundan uyandığında, dinçliğini hissediyordu artık, on sekiz yaşında genç bir taşra kızıydı yine, içinden erkeklere kur yapmak, evli kadınları çıldırtmak ya da evinde hanımefendiliğiyle oturup nefis yemekler yapmak ve bir gün kendisini alıp bütün yalnızlığından kurtaracak erkeği, günlerin bütün monoton işleriyle birlikte beklemek geçiyordu, yine eskisi gibi yapmak istediği şeyleri düşünüyordu, boş otobandan hızla otobüs terminaline doğru giden arabanın içinde hayaller kuruyordu yine, hayatı boyunca hiç bu kadar kendinden emin olmamışken büyük bir kararlılıkla eski yaşanmışlıklarını geride bırakıp yeni bir hayata doğru gidiyordu.
Nihayet otogara varmıştı ve işte, yine talih Firdevs’in yüzüne gülmeye başlamıştı; geldiğinden yarım saat sonra kalkacak sefer için bilet bulabilmişti, gecenin en karanlık vakitlerinde kalkmıştı otobüs, bir saat sonra da güneşin doğuşunu izlemeye koyulmuştu cam kenarındaki koltuğundan, ikinci saat dolmadan kurtulmuştu artık görkemli binalardan ve en sağlıklı insanı bile çıldırtabilen şehir trafiğinden, artık köylerin, kasabaların ve şehir denemeyecek kadar küçük kentlerin içinden geçiyordu, onca yıl yaşadığı metropole kıyasla içinden geçtiği köyler aciz kalıyordu yakut gözlerinin karşısında, kentler küçüldükçe Firdevs büyüyordu, mesafe azaldıkça zaman tersine dönüyordu, yeni hayatına yaklaştıkça geçmişi uzaklaşıyordu ve Firdevs gençleşiyordu. Otobüs yolculuğunu bitirdiğinde artık saf bir çocuktu, çocuksu bir heyecanla bir taksi daha tutarak varoş mahallesindeki eski evinin yolunu tuttu ve yaşadığı hayatın, ölüm noktasında olduğunun farkında bile olmadığı o geceden sonra alelacele geldiği evin önünde kendisini bekleyen arabayı fark edemedi taksiden inerken, evin kapısına yaklaştığında yanına gelen adama baktı, krem rengi, ütülü takımıyla ve fiyakalı ayakkabılarıyla ******** olmaktan çok uzak, ancak bir iş adamı duruşuyla Firdevs’e bakıyordu, takımıyla uyumlu olan kafasındaki şapkayı çıkarttığında keli güneşte parlamaya başlamıştı, Firdevs’i geri döndürmeye ikna etmek için onca dil dökmesinden sonra anlamıştı, artık karşısındaki vücut hiçbir işe yaramayacak kadar yıpranmıştı ve artık kadının gözleri birer yakut gibi ışıldıyordu, iş bu hadde geldikten sonra bazı şeyleri düzeltemeyeceğini düşünürken revolverini çıkartıp, karşısındaki şımarık çocuğun kafasına bir el ateş etti.
Ahmet Sivri
BEĞEN
Paylaş
Paylaş
Cevapla
Kapat
Saat: 13:16
Hoş Geldiniz Ziyaretçi
Ücretsiz
üye olarak sohbete ve
forumlarımıza katılabilirsiniz.
Üye olmak için lütfen
tıklayınız
.
Son Mesajlar
Yenile
Yükleniyor...