Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Tek Mesaj #83

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Ocak 2007       Mesaj #83
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gölgeler Geçiyor Gerçeğiyle




yaşamdan geçen kesitler
ömrün dalgalarının vurgununda
uzanırken kırık bir dal gibi
umutla
yitiklerde büyür bir sancı
duyar mısın sesini
kendi sesinle


Özgürlüğü kalın demir parmaklarla kapatılmiş bu Salona girdiğimde; hep dışarıdaki insanlardan daha hür olduğumu düşünürüm.
Odanın içinde bulunan masaların etrafında oturan yüzlerde; ne hüzün ne de sevinç gizli. Hissizce bakan gözler ... Yanlarına yaklaşıp gözlerinin içine baktığınmda çok şey görüyorum gizlenmiş...

Karşı köşede, camın yanında ki masada oturup kalemlerine dalgın bakışlarla bakan, Hakim Sabri bey.
Şimdi sakin göründüğüne bakmayın siz birazdan "adalet istiyorum" diye bağırarak önünde bulunan kalemlerden birini alıp kıracak. Sanki kendi ölüm kararını vermiş gibi...

O`nun bir metre kadar uzağında oturan, otuz, otuz beş yaşlarında genç bir arkadaşımız. En ufak bir gürültüde "kefal var kefal taze taze " diye avazı çıktığı kadar bağırmaya başlayan Hüsamettin...
Salonun tam orta yerinde yerde oturmuş, ayaklarının üstüne koyduğu yastıkta bez bebeğini uyutan Hatice teyze...

Salon kapısının sol tarafında ki masada ise birbirine zıt kişilikli üç kişi oturmus, Hemşire`nin okey takımlarını getirmesini bekliyorlar ...

Göğsüme bastırmış olduğum kenarları artık yırtılmaya başlamış rengi solmuş resmimle karşıda ki kalın demirlerle kapanmış camın önündeki masama giderken burada bulduğum huzuru da beraberimde götürüyordum...

Tam masama otuyordum ki sandalyeyi çekerken çıkan ses, Hatice teyzenin daha yeni uyuttuğu İbrahim bebeği uyandırdı.
İbrahim; Hatice teyzenin seneler önce, ana cadde de gençlerin araba yarışları yaptıkları bir gecede; yoldan geçerken, arabalardan birinin sürücüsünün direksiyon hakimiyetini kaybedip ona çarpmasıyla ölen bir tanecik oğluymus. O günden beri İbrahim bebeği, ayağında sallayarak uyuturmuş.

Sanki oda da bulunanlar sandalye gıcırtısını bekliyorlarmış gibi bir anda dünyalarına döndüler. Köşedeki camın kenarında oturan Sabri bey, Kalemleri alarak ardı ardına durmadan kırmaya ve "adalet istiyorum" diye bağırmaya başladı...
Sabri bey , eski hakimlerden di senelerce bu mesleği yapmış olan, verdiği ve yahut vermek mecburiyetinde kaldığı yanlış kararlardan dolayı bir gün vicdanının baskısına uğramış. O gün bugündür kalem kırıp kendini cezalandırıyor.

Sabri beyin, sesine, Hüsamettin`in " Kefal var Kefal ablalar, canlı canlı, denizden yeni çıktı, Kefal var Kefal " cağrışları karıştı. Üniversite bitirdiği halde hiç bir yerde iş bulamayınca balıkçılığa başlamış.
Balıkçılıkla geçinirken kendisinden devamlı balık alan bir kıza aşık olmuş fakat parasızlık yüzünden sevdiği kıza aşkını anlatamamış ve güzel kız bir başkasıyla evlenmiş.

O sırada Hemşire kapının sol tarafında oturan üç arkadaşa okey takımlarını getirince, taşların masaya çarparcasına konulan sesleri de odayı kapladı. Taşları masaya vurdukça sanki yaşadıkları hayat sıkıntısını, özlemlerini, yapamadıklarının hırslarını alıyorlar gibiydiler...
Bense hala sanki bu gürültüden korumak istercesine göğsüme sımsıkı tutmuş olduğum resmi daha da sıkı bastırıyordum.

Hatice teyze ise bulunduğu yerde İbrahim bebeğin uyanmasından duyduğu huzursuzlukla etrafına hüzünlü gözlerle bakarak bebeğini uyutmaya çalışıyordu...

"yuvada yavru kus ninniii
erkenden uyumus ninniii
yuuum sen de güzel gözlerini niiinniii
biricik yavruuum niiinniiii"

Hatice teyze, ninnisini söylerken seslerde yavaş yavaş kesilmeye başladı etraftakiler İbrahim bebeği uyandırdıklarını anlamışçasına kendi acılarını unutup, Hatice teyzenin, yürek yakan sesine sanki kendi acılarını da eklemişler gibi susmaya başlamışlardı . Okey taşları bile artık masaya çarpılmıyor sessizce masaya konuyordu...

Ninninin verdiği rahatlık ve huzurla resmi masanın üstüne koydum. İyice eskimiş ve sararmıştı artık. Gözlerim, resimde ki bir daha hiç karşılaşamıyacağım gözlerde dolaştı, tutamayacağım elleri sevdi...

Burada öyle rahatım ki; istediğim kadar "seni seviyorum" diye bağırabiliyorum, ismini haykırabiliyorum. En güzeli, kimselere hesap vermeden ağlayabiliyorum. Seni istediğim gibi yaşayabiliyorum. Demir parmaklı pencerenin ardında kalan “özgür dünyada” sakladığım bütün hisleri dilediğimce yaşamakta serbestim.

Sadece geceler zor Ah! yatma saatinde, ışığı söndürdükleri an yok mu? Aydınlıkla birlikte sen de yok oluyorsun. İşte o zaman burada söylendiği gibi paranoya krizine giriyorum. Yüzünü göremiyor, gözlerine bakamıyor, ellerini tutamıyorum ya. O zaman çığlıklarım geceyi yırtıyor. Seni görebilmek, dokunabilmek için yakamadığım ışığa lanetler yağdırıyorum . Her zamanki normal düşüncelerime ancak sabah hemşirenin elinde şırıngayla içeri girmesiyle geçebiliyorum. Ah! karanlık seni hiç sevmiyorum

Kalın demirlere kaplı camın arkasındaki insanlara, siz özgürmüsünüz?diye bağırmak; sizler, kaleminizi kırmadan özgürce karar verebiliyor musunuz? diye sormak gecti icimden...

Açık olan pencereden kuş cıvıltıları ile birlikte, hafif de bir rüzgar esiyordu. Yüzümü, ılık nefesin gibi okşadığını ve bütün bedenimde dolaştığını; seni ne kadar özlediğimi hissettim bir an. Hayir! Unutmalıydım...

Siz dedim siz! Üniversite bitirip iş bulup sevdiğiniz kızla evlenebiliyor musunuz?düşüncelerinizi söyleyebiliyor musunuz benim gibi...Şu üç arkadaş gibi hiç bir sıkıntınız olmadan huzur içinde taşları masaya vurabiliyor musunuz?

Ahh! Sen hep yanımdaydın ne kadar kaçmak istesem de düşünmek istemesemde bir o kadar da bendeydin...
Birden hava değişti. Ani bir fırtına bahçedeki ağacları yerlere kadar eğmeye başladı . Kuşlar sustu ve yağan yağmurun sesi seni anlatmaya başladı bana. Seni benden alıp götürmek istiyordu...Gidin dedim gidin. Bırakın beni ...Siz şu demir parmaklı camın arkasında yaşayan akıllı insanlar, siz aklınızı kullanabiliyor musunuz?...Yoksa siz de benim gibi kaçamıyor musunuz kendinizden ?
Birazdan krizim tutacak hissediyorum. Adını sayıklamaya başlayacağım. Sayısız seni sevdiğimi haykıracağım boşluğa...
Sen yoksun, ellerin yok; ben yokum...

Düşüncelerimden Hatice teyzenin söylediği ninnisiyle dünyaya döndüm.
Etrafıma bakındım Sabri bey, sakinleşmişti. Hüsamettin, balık satmaktan vazgeçmişti... Masaya vurulan taşlar bile susmuş, yüreği yaralı anneyi dinliyorlardı...

"Rüzgârlar fısıldar ninniiii
gözünde uyku var ninniiii
yuuum sende güzel gözlerini niiinniii
biricik yavruuum niiinniiii"

............................................................
Biz sakindik biz susmuştuk.... Kalın Demir parmaklı pencerenin ardında ise fırtına kopuyordu