SOSYALİZM VE İNSAN - ERNESTO GUAVARA
1. İDEOLOJİK ANKETLER ÜZERİNE[1]
MADEM Kİ:
Küba halkının onayını kazanan Havana Bildirisi, insan haklarını ve tüm yurttaşların toplumsal ve siyasî eşitliğini ilân etmektedir;
MADEM Kİ:
Toplumun sosyalist gelişimine yön veren yasalar herkesin özgürce gelişmesini ve herkesin ortaklaşalığın yararına en tam biçimde faydalı olmasını amaçlamaktadır.
MADEM Kİ:
Çalışma hakkı, anayasamızın[2] kabul ettiği bir ilkedir; [sayfa 5]
MADEM Kİ:
Bazı çalışma merkezlerinde, yönetimin, işçiler arasında ideolojik anketler düzenlediği, bunun uygulanmasının bireyin tam özgürlüğünün kısıtlanması sonucunu verdiği öğrenilmiştir;
MADEM Kİ:
Bakanlık amaçlarına en uygun normları saptamakta tam bir yetki sahibidir.
Bakanlığımız şu kararı almıştır:
1) Bakanlığımıza bağlı iş merkezleri yöneticilerine, emekçiler arasında ideolojik soruşturmalar hazırlanması, ya da uygulanmasının yasaklanması.
2) İdeolojik anketlerin, ancak bakanlığımıza bağlı emekçiler devrimci örgütlere girmek istediklerinde uygulanabileceğinin; bu durumda anketlerin devrimci örgütlerin belirleyeceği kimselerce yönetileceğinin belirtilmesi. [sayfa 6]
2. ÜNİVERSİTENİN ZENCİLER, MELEZLER,
İŞÇİ VE KÖYLÜLERLE RENKLENMESİ GEREKLİDİR[3]
Sevgili yoldaşlar, yeni üniversiteli iş arkadaşlarım ve Küba'nın kurtuluşu uğruna mücadeledeki eski silâh arkadaşlarım, bu söylevime başlarken, bugün bana sunulan onur payesini ancak genel olarak halk ordumuza bir saygı nişanesi olarak kabul ettiğimi belirtmek isterim. Bunu kişisel bir paye olarak kabul edemezdim; çünkü anlamına uygun bir içeriği olmayan hiçbir şeyin bugünkü yeni Küba'da değeri yoktur. Ernesto Guevara olarak, pedagoji fakültesinin fahri doktorluk payesini nasıl kabul edebilirdim; öğrendiğim tek pedagoji, savaş alanlarının, kaba sözlerin, kan dökücülüğün pedagojisidir. Bunlarla cübbe giymeyi hakettiğimi sanmıyorum, bu nedenle Direniş Ordusunun üniformasını üzerimden çıkarmıyorum, ancak, ordumuz adına ve onu temsil etmek üzere profesörler toplantısına gelip katılabilirim.
Fakat hepimiz için bir şeref olan bu payeyi kabul ederken, halk ordusunun ve muzaffer ordumuzun selamını ve saygısını iletmek isterim.
Birgün, bu merkezin öğrencilerine, küçük bir [sayfa 7] konferansla, üniversitenin işlevleri konusunda düşündüklerimi açıklamaya söz vermiştim. İşlerim, olayların yoğunluğu bunu gerçekleştirmemi önledi; bugün fahri profesörlük payemle onur kazanmış olarak sözümü yerine getireceğim.
Her şeyden önce, yeni Küba'nın hayatındaki temel işlevi konusunda üniversiteye ne söylemeliyim? Yalnızca öğrenciler hakkında değil, profesörler hakkında da, üniversitenin, zencilerle, melezlerle, işçi ve köylülerle renklenmesi gerektiğini söyleyeceğim; çünkü üniversite kimsenin malı değildir. Küba halkına aittir. Bugün temsilcileri bütün hükümet görevlerine getirilmiş olan bu halk, silahlanarak ayaklandı ve gericiliğin engelini yıktıysa, bunun nedeni bu engelin esnek oluşu değildi. Böyle bir esneklikten yararlanıp halkın atılımını durdurabilecek zekâyı gösteremediler; halk zafere ulaştı, fakat muzaffer bir halk olmasına rağmen yine eğitimsiz olarak kaldı. Bugün, halk kendi gücünden emindir, kendini eğitebileceğini biliyor ve üniversitenin kapısına gelip dayanmıştır. Üniversite esnek olmalı ve zencilerle, melezlerle, işçi ve köylülerle renklenmelidir, yoksa... halk kapılarını kıracak ve üniversiteyi istediği renklere boyayacaktır.
İlk mesajım budur. Daha zaferin ilk günlerinde, ülkenin üç üniversitesine de bu mesajımı iletmek istiyordum, fakat bunu ancak Santiago üniversitesinde yapabildim. Benden halk olarak, Direnme ordusu olarak ve pedagoji profesörü olarak bir öneride bulunmamı isteseler, halka gitmek için kendini halktan biri olarak hissetmek, halkın ne olduğunu, ne istediğini, neye ihtiyacı olduğunu, neler duyduğunu bilmek gerekir, derdim. Biraz üniversite içinde analiz ve istatistik yapmak ve kaç isçinin, kaç köylünün, [sayfa 8] alın teriyle günde sekiz saat çalışanlardan kaçının bu üniversitede temsil edildiğini araştırmak gereklidir. Bu konuda kendi kendine soruşturma yaptıktan sonra, kendini analizleme yöntemine başvurup, bugün Küba'nın başında bulunan hükümetin, bu üniversitede halkın iradesini temsil edip etmediğini sormalıdır. Hükümet nerededir ve ne yapıyor? O zaman, maalesef, bugün Küba halkının hemen hemen mutlak çoğunluğunu temsil eden hükümetin, aracısız olarak halkın duygu, istek ve iradesini dile getirmek için, yöneliş kazandırmak, sözünü söylemek, uyarıcı çığlığını işittirmek için Küba üniversitelerinde sesini duyuramadığını görürüz.
Las Villas üniversitesi bu durumu düzeltmek için ileriye doğru bir adım attı ve sanayileşme üzerine forum düzenlediğinde Kübalı sanayicilerle birlikte hükümete de çağrıda bulundu. Bizim, tüm devlet örgütlerinin ve devlete bağlanan örgütlerin teknisyenlerinin fikirleri soruldu; çünkü kurtuluşun bu ilk yılında şaşaalı biçimde hür teşebbüs demlen şeyin oldum olasıya yapamadığı kadar çok iş yaptığımızı öğünmeksizin söyleyebiliriz. Yine, hükümet olarak, tarım reformunun doğrudan doğruya sonucu olan Küba'daki sanayileşmenin, devrimci hükümetin yön verişiyle ve onun aracılığıyla yapılacağını, ülkenin gelişiminin bu aşamasında özel girişimin elbette ki ö-nemli bir rol oynayacağım, fakat, normları hükümetin koyacağını bunun nedeninin yararlılıkları, bu bayrağı yükseltenin kendisinin olması, belki de kitlelerin en küçük bir etkisine karşılık vermek olabileceğini, fakat hal ne olursa olsun ülkenin sanayi sektörünün baskısı olmayacağını söyleyebiliriz. Sanayileşme ve gerektirdiği çabalar doğrudan doğruya hükümetin [sayfa 9] eseridir, bu nedenle sanayiyi planlayacak ve yönlendirecek olan odur.
Sözüm ona Kalkınma Bankasının verdiği yüklü krediler, bu ülkede ortadan kaldırılmıştır. Bu banka, örneğin bir sanayiciye 16 milyon pesoluk bir kredi veriyor, sanayiciyse yalnızca 400.000 peso yatırıyordu -bunlar gerçek sayılardır- bu para da adamın cebinden çıkmıyor, makina satıcılarının, makina alımı için verdikleri yüzde 10 komisyondan geliyordu ve hükümet 16 milyon peso kredi verirken 400.000 peso yatıran bu bay, işletmesinin mutlak sahibiydi. Ona, uygun ödeme zamanları tanınıyor ve ne zaman işine gelirse o zaman ödeme yapıyordu. Yeni hükümet buna karşı çıkıyor, bu durumu kabul etmiyor, halkın parasıyla kurulmuş olan bu işletmenin kendisinin olduğunu ilan ediyor ve eğer hür teşebbüs, tümüyle Küba ulusunun parasından yararlanan birkaç ayrıcalıklıdan oluşuyorsa kendisinin, ,yani hükümetin hür teşebbüse karşı olduğunu açıkça söylüyor: ne olursa olsun, sanayi işletmeleri devlet planlamasına bağlı olmalıdır. Planlamanın çetin alanına yaklaştığımıza göre, bir baştan bir başa ülkenin sanayi gelişimini planlayan devrimci hükümetten başka hiç kimsenin ulusun gelecekteki ihtiyaçlarını karşılayacak gerekli teknisyenlerin özelliklerini ve miktarını saptamaya hakkı yoktur ve ancak belirli bir miktarda avukat ve doktora ihtiyaç olduğunu, fakat beş bin mühendis ve on beş bin her türlü sanayi dalında çalışacak teknisyene ihtiyaç duyulduğunu söylediğinde hiç değilse devrimci hükümete kulak vermek ve bu elemanları yetiştirmek gerekir, çünkü gelecekteki gelişmemizin garantisi budur.
Bugün tüm çabalarımızı Küba'yı değişik bir Küba yapmaya adıyoruz. Fakat sizinle konuşan pedagoji [sayfa 10] profesörü hayal kurmuyor. Kendisinde pedagoji profesörlüğünden de Merkez Bankası yöneticiliğinden de eser olmadığını ve eğer bugün onun bu görevlerden herhangi birini yerine getirmesi gerekiyorsa, kendisini buna zorlayanın halkın ihtiyaçları olduğunu çok iyi biliyor. Halk için olsa da, bu ıstırap çekilmeksizin yapılamaz, çünkü her halükarda bir yandan öğrenirken bir yandan da çalışmak gereklidir. Halktan yapılan yanlışların üzerine sünger çekmesi istenmelidir, çünkü yeni bir göreve geldiğinde, kimse yanılmaz değildir, kimse doğuştan bilgin değildir. Bir zamanlar doktor olan, sonra koşulların zorlamasıyla silaha sarılmak zorunda kalan ve iki yıl sonra kendini gerillacı komutanı olarak kabul ettiren, daha sonra ise banka müdürü, ya da ülkenin sanayiinin yöneticisi olan, üstelik de pedagoji doktoru olabilen bu karşınızdaki profesör gibi, bu ülkenin öğrenci gençliğinin de, herkesin, yakın bir gelecekte, duraksamaksızın ve yolda öğrenmek zorunda kalmaksızın kendisine gösterilecek görevi kabul edebileceği şekilde hazırlanması gereklidir. Fakat sizinle konuşan, halk çocuğu olan, halkın yarattığı bu profesör, yine aynı halkın da eğitim hakkına sahibolmasını, eğitimde duvarların yıkılmasını, eğitimin yalnızca çocuklarının eğitim yapmalarını sağlayacak paraya sahibolanların ayrıcalığı olmamasını, eğitimin Küba'nın günlük ekmeği olmasını ister.
Las Villas üniversitesinin profesörlerinin ve şimdiki öğrencilerinin işçi ve köylü kitlelerini üniversiteye almak gibi bir mucizeyi gerçekleştirmelerini beklemiyorum, böyle bir düşünce hiç bir zaman aklımdan geçmez, mantıklı olan da budur. Aşılacak uzun bir yol vardır, uzun hazırlık yıllarında, siz bunun denemesini yaptınız. Fakat devrimci ve isyancı [sayfa 11] olarak benim küçük geçmişime dayanarak, Las Villas üniversitesinin şimdiki öğrencilerine eğitimin kimseye bırakılan bir miras olmadığını ve şimdi görev yaptığımız eğitim kurumunun kimsenin aldığı bir miras olmayıp tüm Küba halkına ait olduğunu anlatabilirim. Ya onu halka verirsiniz, ya da halk gelip onu alır. Mesleğimin çeşitli aşamalarına üniversiteli olarak, orta sınıftan bir insan olarak, kuşkusuz sizin bugün sahip olduklarınıza benzer gençlik özlemleri olan bir doktor olarak başladığım için. mücadele sırasında değiştiğim için, devrimin kaçınılmaz bir zorunluluk olduğuna ve halkın davasının son derece haklı olduğuna inandığım için, bütün bu sebeplerden dolayı, şimdi üniversitenin sahipleri olan sizlerin onu halka vermenizi isterdim. Bunu halk yarın gelir alır diye bir tehdit olarak değil, yalnızca bu, Küba ya vermekte olduğumuz güzel örnekler arasında fazladan bir örnek olacağı için, Las Villas Merkez üniversitesinin sahipleri olan öğrencilerin devrimci hükümetleri aracılığıyla onu halka vermelerini söylüyorum. Meslek arkadaşlarım olan üniversite profesörlerine de benzeri birkaç şey söylemek istiyorum, zenciler, melezler, işçi ve köylülerle renk kazanmaları gereklidir; halka gitmek, halkla uyum halinde olmak, yani tüm Küba'nın ihtiyaçlarına karşılık vermek gereklidir. Bu başarıldığında, kimsenin bir kaybı olmayacaktır. Her şeyi kazanmış olacağız ve Küba daha sert adımlarla geleceğe doğru yürüyüşünü sürdürebilecektir, ve o zaman şimdi sizi selamlayan bu doktoru, bu komutanı, bu banka müdürünü ve bugünkü pedagoji profesörünü, bu profesörler toplantısına kabul etmek gerekli olmayacaktır. [sayfa 12]
3. KÜBA'NIN EKONOMİSİNİN GELECEĞİNDE
ÜNİVERSİTENİN ROLÜ[4]
Sevgili yoldaşlarım,
Görüşmemizin konusunun gelişimine dokunmadan önce, sizden M. Naranjo'nun -beni takdim edenin adı buydu sanıyorum- anlattıklarının bir kelimesine bile inanmamanızı, beni devrimci ve birinci sınıf öğrencisi olarak mütevazi yerimde bırakmanızı rica ediyorum, çünkü halen Devrim Üniversitesinin maliye dalında birinci sınıf öğrencisiyim. Sadece bizim için ortak olan ve bizi bir çeşit kardeşlik içinde birbirimize yaklaştıran bu sade devrimci ve öğrenci sıfatlarıma dayanarak sizinle sohbet etmeye geldim. Bu görüşmenin daha az biçimsel olmasını, soru-cevap şeklinde ve hatta tartışmalı olmasını umudediyordum, fakat bu söylevin televizyon aracılığıyla bütün ülkeye yayılacağı öğrenilince sözlerime biraz çeki-düzen vermem gerekti, çünkü yaklaşacağımı ve üzerinde konuşacağımı bildirdiğim konu benim uğraştığım konudur ve sanıyorum aranızdan birçokları da bununla uğraşıyor. Konuşmamın başlığı aşağı yukarı şöyle olabilirdi: "Küba ekonomisinin geleceğinde üniversitenin rolü", çünkü ekonomi alanında [sayfa 13] yeni bir aşamaya giriyoruz. Politik alanda gerekli olan bütün nitelikleri kazandık, bu bizim ekonomide reforma başlamamızı sağladı, hatta bu alanda ilk adımı arttık bile, toprağımızın özel mülkiyet yapısını değiştirdik, yani gelişme süreci içinde, olması gerektiği gibi, tarım reformuyla işe başladık.
Fakat bu gelişmenin nasıl olacağını bilmek için, tarihi ve ekonomik yerimizi belirlemek gereklidir.
Bir gelişim sürecine başlıyorsak, bunun anlamı bizim gelişmiş olmadığımız, az gelişmiş, yarı-sömürge, yarı sanayileşmiş olduğumuzdur. Fakat bizi az gelişmiş, yarı-sömürge, yarı sanayileşmiş bir ülke yapan rejimin karakteristiklerinin ne olduğunu incelememiz gereklidir. Bizi az gelişmiş bir ülke yapan bu rejimin karakteristiklerinin ne olduğunu incelememiz ve bu durumdan kurtulmamızı sağlayacak tedbirlerin neler olduğunu görmemiz gereklidir.
Doğal olarak, az gelişmiş bir ülkenin birinci karakteristiği sanayisinin olmayışı, mamul maddelerinin sağlanması için dışarıya bağlı oluşudur ve Küba az gelişmiş ülkenin bu birinci tanımına tamamıyla uymaktadır.
Mutlak olarak bir yarı-sömürge ülke olduğumuz halde Küba'nın yıllar boyunca, görünüşteki bolluk ve zenginliği nasıl açıklanabilir? Bunu açıklamak basittir, çünkü Küba'nın iklimi olağanüstüdür ve tek bir endüstrinin, şeker endüstrisinin hızlı gelişimi bizim dünya pazarında bu tek endüstri, şeker endüstrisi konusunda en yüksek üretkenlik düzeyleriyle yarışmaya girmemizi sağlamıştır. Kendi koydukları yasaları çiğneyerek, şeker endüstrisinin gelişimine itici güç kazandıran, Kuzey Amerika sermayeleriydi.
Küba'da Kuzey Amerikan hükümeti zamanında bütün Kuzey Amerikalılara adada toprağa sahibolmayı [sayfa 14] yasaklayan eski bir yasa vardı. Yasa böyle söylüyordu, fakat çabucak çiğnendi ve Küba'da yabancıların toprağa sahip olmasını önlemeyi amaçlayan Sanguily raporu hiçbir şey kazandırmadı. Yavaş yavaş yabancılar şeker kamışı plantasyonlarına sahip çıktılar ve her yıl altı milyon ton şeker üreten ve dünya pazarında rekabete girişebilecek bir üretkenliğe sahip 161 şeker fabrikasından oluşan güçlü bir endüstri yarattılar. Fakat Küba'nın yarı-sömürge ülkelerin temel karakteristiklerinden birini, yani tek yönlü bir üretici olma ve yalnızca ve özellikle tek bir ürüne bağlı kalma, bununla bütün tüketim maddelerini yabancı pazardan elde etmesini sağlayacak dövizlere sahibolma özelliğini korumasına çok büyük bir özen gösterdiler. Güya bize şekerimize karşılık yüksek bir fiyat ödüyormuş gibi yaptılar, fakat, sadece arz ve talep yasasıyla ve ucuz bir tarifeyle yönetilen bir serbest ekonomi içinde, Kuzey Amerikan mamul ürünleri için, ne yerli sanayilerin, ne de Birleşik Devletlerin dışında başka yerlerden gelen mamul ürünlerin yarışabileceği tercihli tarifeleri zorla kabul ettirdiler.
Bu çok belirgin ekonomik bağımlılık, daha ulusal bağımsızlığımızın ilk başlarında, Platt yasasından sonra bile, hemen hemen mutlak sayılabilecek bir politik bağımlılık şeklinde ortaya çıktı. Bu politik durum k Ocak 1959'da tasfiye edildi ve hemen arkasından Kuzey'in devi ile sürtüşmeler ve güçlükler belirdi. O güne kadar tercihli muamele görmeye alışmış bir ülkenin, birdenbire Karaiblerin bu küçük sömürgesinin devrimin kullanabileceği tek lisanla konuşmaya kalkışmasıyla, yani eşit muamele görmek istediğini ilân etmesiyle karşılaştığını düşünürsek bu sürtüşmeler akla uygundur. [sayfa 15]
Başlangıçta, yarı eğlenmiş, yan endişeli bir ifadeyle bacaklarına tekme atmaya niyetlenen bir sakallı cüceye bakan, fakat cüssesi sebebiyle uzağa fırlatılamayan kocaman Sam Amcaları gösteren karikatürlere rastlanıyordu. Fakat sakallı cüce Amerikalıların boyutlarına erişecek kadar büyüdü ve Amerika'nın para babalan karşısında canlı bir varlık halini aldı. Herhangi bir ülke, sömürü karşısında hoşnutsuzluğunu ve uyuşmazlığım dile getirmek istediğinde Fidel Castro'nun sevdiğimiz portresini bayrak olarak yükseltir.
Politik etki konusunda Amerika'da yenilmezliğin en yüksek noktasına eriştik. Büyük Amerika ülkelerinin hoşuna gitsin gitmesin, tartışmasız halkın önderleriyiz. Herşeye kaadir efendilerin gözünde, nefret ettikleri Amerika'da saçma, olumsuz, saygıya değer olmayan ve karmakarışık ne varsa hepsini temsil ediyoruz, fakat öte yandan, Riyo Bravo'nun güneyinden başlayarak, büyük Amerikan halk kitlesi yani bizim Amerika'mız için, küçük düşürücü anlamda "melez" dedikleri halklarda soylu, içten ve savaşçı olan ne varsa hepsinin temsilcisiyiz. Fakat politik gelişmemizin ekonomik gelişmemizle aynı düzeyde olmadığını (yani onu çok aştığını) gayet iyi biliyoruz. Birleşik Devletler Temsilciler Meclisinde entrika çeviren ekonomik saldın eğilimlerinin bazı sonuçlar vermesi bu nedenledir, çünkü tek bir ürüne ve tek bir pazara bağlı olduğumuz halde, bu bağımlılıktan kurtulmak için bütün gücümüzle mücadele ettiğimizden ve SSCB ile 10 milyon dolarlık ya da pesoluk bir kredi ve bir milyon ton şeker için anlaşma imzaladığımızdan, sömürge temsilcileri ortalığı bulandırmaya uğraşıyorlar.
Başka bir ülkeye satış yaparak kendimizi köleleştirdiğimizi [sayfa 16] kanıtlamaya çalışıyorlar. Kuzeyin devine sözümona tercihli fiyatlarla her zaman sattığımız şekerimizin üç milyon tonunun Küba halkı için nasıl bir kölelik anlamına geldiğini hiçbir zaman kendi kendilerine sormamışlardır.
Pazarlarımızı ve üretimimizi çeşitlendirmek için bir ekonomik mücadele, halkı aydınlatmak, her an Küba devriminin niçin başka pazarlar aradığını göstermek için bir politik savaş yürütüyoruz. ABD Temsilciler Meclisinde tezgâhlanan yasa hikayesiyle, hazırlanan saldırıya karşı çıkmamızın ve daha başka, çeşitli pazarlara yönelterek şekerimizi hızla kurtarmaya çalışmamızın tarihi nedenini kanıtlayabiliriz. Fakat buraya yalnızca şekerden sözetmeye gelmedim: Ondan hiç sözetmemeyi isterdim, çünkü yapmaya çalıştığımız şey, şekerin Kübalıların elleriyle Küba fabrikalarında, dünyanın tüm pazarlarında mübadeleleri sağlamak için üretilen çok çeşitli Küba ürünlerinden biri olmasını sağlamaktır. Tekniğin ve kültürün rolünün gelişmede en büyük önemini kazandığı yön ve düzey budur, burada ulusumuzun gelecekteki gelişimi için eğitim merkezlerimizin rolünden sözetmek istiyorum. Bir ülkeye biçim verenin eğitim olduğunu sanmıyorum, kültürsüz ordumuzla pek çok engeli ve önyargıyı yıkarak bunun böyle olduğunu kendimiz kanıtladık, fakat ekonomik gelişmenin, yalnızca bir ekonomik dönüşmenin etkisiyle, bu düzeyde bir dönüşme yaratabileceği de düşünülemez.
Eğitim ve ekonomik gelişme sürekli olarak birbirini etkiler ve birbirlerini tamamlarlar, ekonomik alanda ulusun tablosunu tamamıyla değiştirebildiysek de, görünüşte üniversitede aynı yapıyı sürdürüyoruz. [sayfa 17] Sorun pratik alanda ortaya çıkıyor, örneğin tarım reformu ulusal enstitüsü konusunda.
Bir hamlede petrolümüzü kurtardık, petrolümüz Küba'nın oldu, madenlerimizi kurtarmak ve onların Küba madeni olmasını sağlamak için gerekenlerin belli başlılarım yaptık. Üretimin çok önemli ve temel altı daimi, yani ağır kimyayı, hidro karbürlerden başlayarak organik kimyayı, madenleri, yakıtı, genellikle metalürji ve özellikle demir madenini, tarım ve hayvan yetiştirme alanında yoğun bir şekilde gelişmemizden doğan ürünleri içine alan bir kalkınma sürecine giriştik, fakat ülkenin üniversitelerinin kazandırdığı hazırlığın devrimin yeni ihtiyaçlarına, ne yöneliş, ne de nicelik bakımından uymadığı acı gerçeğiyle karşılaştık.
Daha geçen gün yoldaş Quevedo, Havana Üniversitesinde bir ekonomi bölümü olması gerekip gerekmediği konusunda fikrimi sordu. Oysa ki, buna cevap vermek için, durumun bir analizini yapmak ve devlet planlama örgütlerinde halen çalışmakta olan ekonomi uzmanlarının sayısını ortaya çıkarmak yeter. Araştırmamızın sonucunda üzücü bir durumla karşılaşırız. Bizde, ekonomik danışman olarak Şilililerden, Meksikalılardan, Arjantinlilerden, Venezüellalılardan, Perululardan ve daha başka herhangi bir Amerika ülkesinin gönderdiği yoldaşlardan başkası yoktur, yani bunlar C.E.P.A.L ve İ.N.R.A örgütlerinin atadığı kimselerdir, hatta ekonomi bakanımız bile yabancı ülkelerin üniversitelerinde yetişmiştir. Bir ekonomi bilimleri fakültesi olması gerekip gerekmediği sorusunun cevabı apaçık ortadadır: Bu büyük bir ihtiyaçtır, ayrıca uzman profesörlere, bir bakıma devrimimizin temposunu ve yönünü temsil eden ekonomimizin temposunu ve yönünü yorumlayabilecek [sayfa 18] ve açıklayabilecek profesörlere de ihtiyacımız vardır.
Bir örnek verelim. Kimya biliminin temellerini öğrenmiş maden mühendislerimiz, petrol mühendislerimiz ve kimya mühendislerimiz olsa, bu sanayinin altı temel dalının herbirinde, hükümet bunların sağladığı itici gücü geliştirmek ve yeni, olağanüstü dinamik bir biçim kazandırmak zorunda kalır; yalnız, bunun için, teknisyenlerin oluşturacağı uygulayıcı koldan yoksunuz. Hatta, dikkat edin, devrimci teknisyenler bile demedim, -oysaki, ideal olanları bunlardır- yalnızca teknisyen dedim, kategorisi, ideolojisinin yaratacağı engeller, kafa yapısı, geçmişin kalıntıları ne olursa olsun. Devrimci teknisyene doğru tırmanmayı sağlayacak böyle düpedüz bir teknisyene bile sahip değiliz. Böylesi bile yok! Ayrıca, öğrencilerin görevini tamamlayıp, öğrenimlerini bitirmeleri için her türlü kolaylığın gösterilmesinin gerekli olduğu böyle bir anda, şu sorunla karşı karşıyayız: bir öğrencinin, örneğin Santa Clara'dan ayrılıp Havana'ya yerleşmesi, eğitim çevresiyle bütün ilişkisini kesmesi demektir, çünkü bu küçük ülkede bulunan üç üniversite henüz bir ortak eylem programı ortaya koyamamışlardır.
Hükümet iyi bildiği bir yol tutturmuş olduğuna, tümüyle halk hükümetin tutumunu desteklediğine, sizlerin de bugün Amerika'nın gurur duyduğu bu devrimi kanınız ve canınız pahasına korumak için elinizden geleni yaptığınız bilindiğine göre, Üniversitemiz de niçin diğer üniversitelerle birlikte, devrimci hükümetle aynı yolda ve aynı tempo içinde ilerlemesin?
Kamera önünde polemik yapmak için buraya gelmiş değilim, bu noktaya yalnızca herkesin şunu iyice [sayfa 19] bellemesi için dikkatleri çektim: ilkelerde ikilik olmayacağı gibi, öğrenim gençliğinde de, ölçütlerde ikilik olamaz; devrimi savunmak için hayatım vermeye hazır olan bir kişi, devrimle birlik olmaya da hazır olmalıdır - bu, daha kolaydır- çünkü, ne denirse densin, bir ölçüte bağlı kalmak, hayatını bir erek uğruna vermekten daha kolaydır.
Bu nedenle, üniversite şu sıralarda olağanüstü bir önem kazanmıştır, fakat bir bakıma çoğunluğu hükümeti destekleyen bireylerden oluşmasına rağmen, devrimi geciktiren bir potansiyel unsuru halini almıştır. Bugün, hiç korkmayın, herşey toz pembe görünüyor, fakat yarın ya da yarından sonra teknisyen yokluğu bir endüstri kurulmasını kesinlikle engelleyecek, bu endüstrinin kuruluşunun üç, beş yıl hatta daha fazla bir zaman için ertelenmesi gerekecektir. O anda, anfilerini devrimin ve halkın istediği düzeye yükseltemeyen bir üniversitenin bu geri kalmışlıkta oynadığı rolün önemi ortaya çıkacaktır.
Bunun çaresi yok mudur? Üniversitelerin geri kalmışlığın bir etkeni ve nerdeyse karşı devrim yuvaları haline gelmesinin önüne geçilemez mi? Devrimci inancımın bütün gücüyle böyle birşeye inanmayı reddederim. Mutlak olarak yapılması gereken tek şey, koordinasyondur. Hükümete bağlı tüm kuruluşların arzularının merkezi halini alan bu küçük kelime, öğrenci yoldaşların da dikkatlerinin konusu olmalıdır: Havana üniversitesi öğrencileriyle, Las Villas ve Oriente üniversitelerindekiler arasında, bu üç üniversitenin programlarıyla bu üniversitelere öğrenci yetiştiren öğretim kurumlan ve kolejlerin programlan arasında, yeni yetişen öğrencilerle devrimci hükümet arasında koordinasyon olmalı, bu koordinasyon sayesinde, belirli bir anda, öğrenciler hükümetin [sayfa 20] planları gereğince, örneğin gelecekte yüz kimya mühendisine ihtiyaç olacağını bilmeli, bu koordinasyon sayesinde, meslekdaşlarım olan doktorlar arasında, büyük bir toplumsal görevi yerine getirmeyip de yalnızca hayat kavgasıyla ömür tüketen, bürokratik işlerde zaman öldürenler bulunmamalı; eski, sözde hümanist mesleklere gereğinden fazla önem verilmemeli, bunlar ülkenin kültürünün gelişimi için gerekli oldukları ölçüde değer taşımalı, öğrenci kitlesi, tekniğin hergün yarattığı yeni mesleklere yönelmelidir; çünkü bu mesleklerde çalışacak elemanların bugün bulunmayışı, yarın kendini çok acı bir biçimde hissettirecektir. İşte, devrimci hükümetin planının elverdiğince hızla gerçekleştirilmesinde başarının yada başarısızlığın sırrı budur -başarısızlık demeyelim de, nispi başarısızlık diyelim-. Şu anda, uluslararası teknisyen örgütleri ve orta derecede bir bilimsel temele sahip teknoloji enstitüleri için olanak araştıran Eğitim Bakanlığıyla anlaşmış durumdayız.
Bunun gelişmemiz için büyük yararı olacaktır; fakat, bir ülke, tüm planlarını kendisi yapmadıkça, sınırlarının içinde varoluşunu sürdürmek için gerekli ürünlerin en büyük kısmını kendisi imal etmedikçe gelişmiş sayılmaz. Teknik bizim bazı şeyler imal etmemizi sağlar, fakat nasıl imal edilmeleri gerektiği, şimdiki durumu aşan bir ileri görüşlülük, planlama uzmanlarının işidir, bunlar, bugün hayal ettiğimiz yeni üniversitenin, on-onbeş yıl içinde Küba'nın ihtiyaçlarına cevap verebilecek öğrenciler yetiştirebilmesi için, geniş bir genel kültürle birlikte, üniversitelerin enstitülerinde öğretilmelidir.
Bugün hâlâ, çeşitli görevlerde, bürokratik işler gören bir miktar diplomalılara rastlanıyor. Ekonomik [sayfa 21] gelişme, bilimin bazı dallarında yararlanabileceği aydınların fazlalığına işaret etti ve ihtarda bulundu, fakat üniversiteler, ekonomik gelişmenin kınamasına karşı kulaklarını tıkadılar, aynı türden diplomalılar yetiştirmeye devam ettiler. Böylece bizler, planlarımıza eğilmek, gelişmenin karakteristiklerini enine boyuna incelemek ve sonuç olarak yeni diplomalılar oluşturmak zorunda kaldık. Bir gün, birisi bana, meslek seçmenin içten gelen bir eğilim, kişisel bir iş olduğunu, bu eğilimin boğulmasının doğru olmayacağını söyledi.
Herşeyden önce, bu görüşün yanlış olduğu kanısındayım. İstatistik bakımından, kişisel bir örneğin çok inandırıcı olacağını sanmıyorum ama, ben mesleğime mühendislik öğrenimiyle başladım, doktor olarak devam ettim, daha sonra komutan oldum, şimdiyse, görüyorsunuz ki hatibim. Bazı temel iç eğilimler vardır, elbette, fakat bugün bilim dallan o kadar çeşitlidir ki, herhangi bir kimsenin, entellektüel gelişiminin daha başında, gerçek eğiliminin ne olduğuna kesinlikle karar vermesi zordur. Bir kimse, cerrah olmak istediğini söyleyebilir, bu isteğini yerine getirebilir ve hayatının sonuna kadar bundan hoşnut kalabilir; fakat bunun yanında, toplumun son derece katı koşullan izin verse pek âlâ, deri hastalıkları uzmanı, ruh hekimi, yada hastahane yöneticisi olabilecek 99 cerrah bulunacaktır. İçten gelen eğilimler, yeni mesleklerin yaratılmasında, dağılımında ve eski mesleklere yeni bir yöneliş kazandırılmasında ancak çok, küçük bir rol oynayacaktır. Daha önce de söylediğim gibi, bunun nedeni toplumun muazzam ihtiyaçlarıdır; ayrıca, bugün doktor, mühendis, yada mimar olmak isteyen, fakat yalnızca, bu öğrenimleri yapmak için maddi olanağı bulunmadığından, arzularını [sayfa 22] gerçekleştiremeyen yüzlerce, binlerce, hatta belki de yüzbinlerce Kübalı vardır. Bu durum, kişisel özellikler arasında iç eğilimlerin ne ölçüde rol oynadığını gösterir.
Bunda ısrar ediyorum, çünkü çağdaş dünyada, bir yandan bir damar hastalıkları uzmanı -bildiğim bir meslek olduğu için tıptan örnek veriyorum- ile bir göz hastalıkları uzmanı ve bir ortopedist arasında hiçbir ilgi yoktur, öte yandansa, her üçü de, fizikçiler, yada kimyagerler gibi, bunların hepsi için ortak olan belirli sayıda elementin aracılığıyla maddi olayları incelerler. Bugün, artık benim orta okulda öğrendiğim gibi -belki orta okullarda hâlâ böyledir- fizik ve kimya denilmiyor, fiziko-kimya deniliyor. Fiziği ve kimyayı öğrenmek için, matematik de öğrenmek gereklidir. Böylelikle, tüm meslekler, öğrenciye gerekli minimum bilgiler demeti halinde birleşmişlerdir. O halde, bugün üniversitenin birinci sınıfına başlayan bir yoldaşın, duruma göre, bilgi kazandığı güç bir yolu aştıktan sonra, altı, yedi, yada beş yıl sonra ortopedist, avukat, yada kriminolog olacağını kesinlikle bildiğini nasıl ileri sürebiliriz? Daima, bireylere bağlı olarak değil, kitlelere bağlı olarak düşünmemiz gerektiğini sanıyorum. Bireysel açıdan düşünmek yanlıştır, çünkü bireyin ihtiyaçları, onun bütün yurttaşlarının oluşturduğu insan yığınının ihtiyaçları yanında kaybolur gider.
Sizlere, bugün üniversite ile devrimin ihtiyaçları arasındaki ayrılığı kanıtlayan sayılar ve veriler getirmeyi içtenlikle istiyordum, öğrenci yoldaşlar. Ne yazık ki, istatistiklerimiz çok kötü tutulmuştur, burada istatistikçi de yok, bütün bunlar henüz yeni yeni örgütleniyor. Pratik ve elle tutulur, gözle görülür sorunlara alışık olan sizlere sayılarla kanıt getiremedim. [sayfa 23] Bunu da başka bir zaman yapacağım, şimdiki gibi sabırla dinlerseniz ne mutlu bana. Yoksa, üniversitenin problemlerini, benimle değil, kendi aranızda, profesörlerinizle, Oriente ve Las Villas üniversitelerindeki yoldaşlarınızla ve hükümetle tartışınız, çünkü bu, sorunları halkla tartışmak demektir.
4. SENDİKAL HAREKETE SAYGI OLARAK[5]
Ben buraya bana saygılar sunulsun diye değil, Direniş Ordusu adına Küba işçi sınıfına saygı sunmaya geldim. Çok yararlı insanların yönetiminde olan işçi sınıfı yenilen zorba yönetimin sebebolduğu sayısız felaketli korkunç olaylardan sonra kendini toparlayabilmek için kahramanca mücadele etmektedir.
Emekçilerin sarayına silahlı olarak ve muhafızlarla geldiğim için üzgünüm, çünkü burası insanların yeni kurumlan oluşturmak için çalıştıkları bu dönemde barış ve huzur dolu bir yer olmalıydı. Bununla birlikte, koşullar, başlayan devrimin güven altına alınabilmesi için bizi silah taşımaya zorluyor. Savaş, diktatörlüğün bozgunuyla bitti, fakat daha yapılacak çok şey kalıyor geriye. Bugün, ben bir gerilla savaşçısıyım, artık meslekten bir doktor değiIim. [sayfa 25] Küba dışarıdan, yada adanın içinden gelebilecek her türlü tehlikeden tamamıyla kurtuluncaya kadar da gerilla savaşçısı olarak kalacağım.
Bir devrime giriştik, fakat bu dünyada yalnız olmadığımızı aklımızdan çıkarmamalıyız. Latin Amerika halkları diktatörlükler yüzünden acı çekiyor, onlar, da kurtulmalıdırlar. Yardımımıza ihtiyaçları var. Aynı zamanda, bizim kurtulmuş olmamızı istemeyen çıkar sahipleri de var. Kuzey Amerika basını devrimimize saldırıyor ve kurşuna dizilecek olanlar için af istiyor. Oysaki Birleşik Devletler, Batista'ya, 20.000 Kübalıyı öldürtmek için silah gönderirken, Kuzey Amerika basını hiç de telaş göstermiyordu. Ancak şimdi, 300 suçlu haklı olarak cezalandırılınca eteği tutuştu. Bu basın kampanyası Wall Street'in güçlü çıkar sahiplerince finanse edilmiştir, fakat bizim için korkulacak bir şey yoktur. Biz bu devrimi dışarıdan hiçbir yardım almadan yaptık.
Sözlerime son verirken, halkımızın Direniş Ordusuna çok şeyler borçlu olduğunu söylemek isterim. Bu borç köylülüğümüzün lehine olacak gerçek bir tarım reformuyla Ödenmelidir. Direniş Ordumuzun büyük çoğunluğu özünde köylülükten gelir. Halkımız ne istediğini bilmektedir. Düşüncelerini, yarın devrimimizi, başkanımız Doktor Urrutia'yı ve başkomutanımız Fidel Castro'yu desteklemek için yapılacak kitle mitinginde dile getirmelidir. [sayfa 26]