Arama


sehrazat2415 - avatarı
sehrazat2415
Ziyaretçi
25 Ocak 2007       Mesaj #4
sehrazat2415 - avatarı
Ziyaretçi
6. DEVRİMCİ TIP[15]


Yoldaşlar,
Küba halkının, özgürlüğünü, tam bir sanayileşme yolunda gerçekleştirilen ilerlemeleri ve tüm devrimci yasaların yarattığı gelişmeleri günden güne kutlamak için düzenlediği yüzlerce toplantıdan biri olan bu sade toplantının benim için özel bir önemi vardır.
Yıllarca önce doktor olarak hayata atıldığımı hemen hemen herkes bilir. Tıbba başladığımda, öğrenimime başlarken, bugün sahibolduğum devrimci düşüncelerin çoğu ideallerim arasında yoktu. Herkes gibi ben de başarılı olmak istiyor, tanınmış bir araştırmacı olmayı, sonunda tüm insanlığa hizmet edecek, fakat o an için bana kişisel bir başarı kazandıracak bazı şeyler bulmak için yorulmaksızın çalışmayı düşlüyordum. Ben de hepimiz gibi çevremin ürünüydüm.
Öğrenimimi bitirdikten sonra bazı özel ve karakterime [sayfa 53] bağlı nedenlerle tüm Amerika'da bir yolculuğa giriştim ve kıtayı tümüyle gezdim. Haiti ve Sen Domingo dışında bütün diğer Amerika ülkelerini bir bakıma ziyaret etmiş oldum. Yolculuğumun koşulları nedeniyle, önce öğrenci, sonra da doktor olarak, yoksulluğu, açlığı, hastalıkları, çaresizlikten hasta bir çocuğu tedavi etmenin olanaksızlığını, açlığın sebebolduğu geri zekalılığı ve bir insan için, vatanımız Amerika'nın yoksul sınıflarında sık sık görüldüğü şekilde önemsiz bir kaza sonucunda oğlunu kaybetmek gibi sonu gelmez cezalan yakından gördüm. O anlarda benim için ünlü bir araştırmacı olmak yada tıp bilimine önemli bir katkı getirmekten daha büyük bazı şeylerin varolduğunu farkettim, amacım herşeyden önce insanlara yardım etmekti.
Fakat yine de hepimiz gibi çevremin bir ürünü olmaya devam ediyor ve bu insanlara kendi kişisel gayretimle yardım etmek istiyordum. Çok yolculuk yapmıştım, o sıralarda Arbenz'in Guatemala'sında bulunuyordum, devrimci tıbbın koşullarına düzen vermek için bazı notlar yazmaya başlamıştım. Devrimci bir doktor olmak için gerekli olanları araştırmaya başlıyordum. Fakat, United Fruit, Devlet Bakanlığı ve Fosher Dulles -zaten bunların hepsi gerçekte aynı şeydir- tarafından başlatılan saldırı patlak verdi, bunların işbaşına getirdiği kuklanın adı Castillo Armas idi.
Halk, Küba halkının bugünkü olgunluk derecesine henüz ulaşmamış olduğundan saldırı başarılı oldu, ve ben günün birinde diğer birçokları gibi sürgün yolunu tuttum yada daha doğrusu Guatemala'dan kaçtım, çünkü bu ülke benim vatanım değildir.
Bunun üzerine çok önemli bazı şeylerin farkına vardım: devrimci bir doktor olmak için, herşeyden [sayfa 54] önce devrim yapmak gereklidir. Ayrı ayrı, bireysel çabalar, saf idealler, soylu erekler uğruna tüm bir hayatı feda etme arzusu, bütün bunlar tek başına harekete geçilirse ve Amerika'nın bir köşesinde, bir başına düşman hükümetlere ve ilerlemeye olanak vermeyen toplumsal koşullara karşı mücadeleye girişilirse hiçbir şeye yaramaz. Devrim yapmak için, Küba'da olduğu gibi tüm bir halkın seferber olması, silah kullanarak silahın değerini öğrenmesi, savaşçı birliği uygulayarak halkın birliğinin değerini anlaması gerekir.
Daha önceki sorunlar yeniden karşımıza çıkıyor. Bir toplumsal refah çalışması etkili biçimde nasıl yapılmalıdır? Kişisel çabayı toplumun ihtiyaçlarına uydurmak için ne yapmalıdır?
Hepimiz geçmişimizi düşünelim, doktor olarak yada devrimden jönce herhangi bir halk sağlığı hizmetindeki çalışmamızda yaptıklarımızı ve düşündüklerimizi hatırlayalım. Bunu derin bir eleştiri ruhu içinde yapalım, bu geçmiş dönemde bütün duyduklarımızın ve düşündüklerimizin artık bitmiş sayılması lâzım geldiği ve yeni tip bir insan yaratmak gerektiği sonucuna varırız. İçimizden herbiri, kendisiyle ilgili alanda, bu yeni insan tipinin mimarı olursa, herkes için bu insanı yaratmak daha kolaylaşacak ve bu insan yeni Küba'yı temsil edecektir. Bu toplantıda hazır bulunan sizlerin, Küba'da yeni tip insanın doğmakta olduğu düşüncesine sahibolmanız yerinde olur; başkentte bunun iyice farkına varmak kolay olmuyor, fakat bu yeni insana ülkenin her köşesinde rastlanılıyor. Aranızdan 26 Temmuz'da Sierra Maestra'da bulunanlar daha önce hiç bilmedikleri bir şeyle karşılaştılar: kazma-kürekli bir ordu. Bu ordu, O-riente eyaletinde, milis askeri yoldaşları ulusal bayramlarda [sayfa 55] tüfekle resmi geçit yaparken, omuzlarında kazma-kürekle geçit resmine katılmayı en büyük onur sayıyordu.
Fakat yine sizler, kuşkusuz, hemen hemen onüç-ondört yaşlarında olduğu halde sekiz-dokuz yaşlarında görünen, vücut yapısı zayıf çocukları da gördünüz. Bunlar Sierra Maestra'nın gerçek oğulları, her türlü yoksulluk ve açlığın çocukları, kötü beslenmenin evlâtlarıdır. Bu küçük Küba'da, dört yada beş televizyon kanalı, yüzlerce radyo istasyonu bulunduğu halde, modern bilimin tüm ilerlemelerine rağmen, bu çocuklar ilk kez olarak gece okula gelip elektrik ışığını gördüklerinde, o akşam yıldızların çok alçak Olduğunu söylediler. Aranızdan bazılarının kuşkusuz görmüş olduğu bu çocuklar şimdi kollektif okullarda yalnızca alfabenin ilk harflerini öğrenmekle kalmıyor, bir meslek de kazanıyor ve hatta devrimci olmanın zor bilimini de kavrıyorlar.
Küba'da doğmakta olan yeni insan tipleri işte bunlardır. Bunlar ücra yerlerde, Sierra Maestra'nın uzak köşelerinde, kooperatiflerde ve çalışma merkezlerinde doğuyorlar. Bütün bunlar bugünkü tartışmamızın konusuna yakından bağlıdır. Doktorun, tıp alanında çalışan herhangi başka bir emekçi gibi devrimci harekete katılmasıyla yakından ilgilidir; çünkü bu çaba, yani orduyu eğitmek, kaçmış olan mülk sahiplerinin topraklarını, meyvasını asla toplamaksızın alnının teriyle hergün bu toprağı işlemiş olanlar arasında paylaştırma çabası, toplumsal tıbbın Küba'da şimdiye kadar yapmış oldukları arasında en büyük eserdir.
Hastalıkları tedavi etmenin dayanması gerektiği ilke, sağlam bir vücut yaratmaktır. Fakat bu sağlam vücudu, bir doktorun zayıf bir organizma üzerinde [sayfa 56] yaptığı sanatkârane bir çalışmayla değil, toplumsal ortaklaşacılık temeli üzerinde tüm kollektivitenin çalışmasıyla yaratmaktır. Tıp günün birinde hastalıkları önleyen, kamuya kılavuzluk eden ve kamuyu tıbbi görevlerini yerine getirmeye zorlayan, yaratmakta olduğumuz bu yeni toplumun karakteristikleri arasında eksik olan bir takım şeyleri tamamlamak yada cerrahi bir müdahalede bulunmak için ancak son derece acil hallerde müdahale eden bir bilim halini alacaktır.
Bu gün tıp.... (Durun bakalım! Ne oluyor orada? Bu salonda bulunmayan biri de birisinin bayıldığını sanır.) Devam edelim! Bugün Halk Sağlığı Bakanlığından ve tüm bu tür örgütlerden istenen çalışma, halk sağlığını, hastalık olarak beliren herşeyi önlemek ve halka kılavuzluk etmek için elverdiğince büyük sayıda insana yardım götürebilecek biçimde örgütlemektir.
Fakat bu örgütleme çalışması için bütün devrimci çabalarda olduğu gibi, özünde bireye ihtiyaç vardır. Devrim, bazılarının ileri sürdüğü gibi kollektif iradeyi, kollektif inisiyatifi standartlaştırmak eğiliminde değildir, tam tersine insanın bireysel olanaklarını özgürlüğe kavuşturmaya yöneliktir.
Devrim, aynı zamanda bu olanaklara yön verir. Bugünkü görevimiz tüm doktorların yaratıcı olanaklarını toplumsal tıp çalışmalarına yöneltmektir. Bir çağın sonuna gelmiş bulunuyoruz, hem de yalnız burada Küba'da değil. Bunun tersi söylense ve bazıları buna inansa da, tanımış olduğumuz kapitalizm ve içinde büyüdüğümüz, acı çektiğimiz çevreye benzer hayat biçimleri tüm dünyada yıkılıp gitmektedir. [sayfa 57]
Tekeller perişanlık içinde, kollektif bilim günden güne yeni ve önemli zaferler kazanıyor. Amerika'da, Afrika ve Asya gibi boyunduruk altındaki başka kıtalarda uzun zaman önce başlamış olan bir kurtuluş hareketinin öncüsü olmak onuru ve görevi bize düştü. Bu derin toplumsal değişme insanların zihin yapısında da köklü dönüşümler gerektiriyor.
Bir toplumsal çevre içinde bulunan bir kimsenin tek başına eylemi anlamındaki bireycilik ortadan kaybolmalıdır. Yarın, bireycilik, bireyin ortaklaşacılığın mutlak çıkarma tam anlamıyla kullanılması olacaktır. Fakat, bu bugünden anlaşılabilse de, söylediklerim anlaşılsa da, herkes biraz bugünü, geçmişi ve geleceğin nasıl olması gerektiğini düşünmeye hazır olsa da, düşünme tarzım değiştirmek için büyük iç dönüşümler geçirmesi ve özellikle toplumsal alanda köklü dış dönüşümlere tanık olması gerekecektir.
Küba'da bu dönüşümler oluşmaktadır. Bu devrimi tanımanın, halkın içinde ta derinlerde bulunan ve o denli uzun zamandır uyutulmuş olan güçleri keşfetmeyi öğrenmenin bir yolu da, Küba'yı, kooperatifleri ve yaratılmakta olan çalışma merkezlerini ziyaret etmektir. Tıp sorununun can damarına ulaşmanın yollarından biri ise, yalnızca kooperatifleri ve çalışma merkezlerini oluşturan insanları ziyaret etmek değil, onların çektikleri hastalıkları da araştırmak, neden acı çektiklerini öğrenmek, yıllar boyunca ve kalıtsal olarak yüzyıllardır süren tam bir baskı ve boyunduruk döneminden kalan yoksunluklarının neler olduğunu görmektir.
Doktor ve tıp emekçisi, kitle içinde, kollektivite içindeki insanın oluşturduğu yeni çalışmasının can damarına gitmelidir.
Doktor daima, dünyada ne olursa olsun, çok [sayfa 58] önemli ve toplumsal ilişkiler içinde sorumluluğu çok büyük bir görev sahibidir, çünkü hastaya çok yakındır, yapısını bütün derinliğiyle çok iyi bilir, acıya yaklaşan ve onu yatıştıran kişiyi temsil eder.
Birkaç ay önce, Havana'da öğrenimini bitirmiş ve diplomalarım almış olan bir grup öğrenci, doktor olarak kırsal bölgelere çalışmaya gitmeyi reddettiler. Oraya gitmek için bazı avantajlar istiyorlardı. Geçmişin görüş açısından bakarsak, bunun böyle olması akla uygundur, bunu çok iyi anladığımı sanıyorum. Birkaç yıl önce benim ne olduğumu ve ne düşündüğümü hatırlamam yeter. Bu başkaldıran gladyatörün, kendine daha iyi bir gelecek, daha iyi iş koşullan sağlamak ve kendisine ihtiyaç duyulduğu gerçeğini değerlendirmek isteyen yalnız bir savaşçının durumudur.
Peki, bunlar aileleri öğrenim yıllarının çoğunun giderlerini karşılayabilmiş dokuz genç olmayıp da, mucize eseri olarak yüksek öğrenimini bitirebilmiş, anfilerde ders görebilmiş 200-300 köylü olsaydı durum ne olacaktı? İşte bu köylüler, bütün heyecanlarıyla kardeşlerine yardım etmeye koşacaklar, onlara sağlanan öğrenim yıllarının boşa gitmediğini kanıtlamak için en çok çalışma ve sorumluluk isteyen görevlere talip olacaklardı. Böylelikle, altı - yedi yıl sonra, işçi ve köylü sınıfının oğullan olan yeni öğrenciler hangi tür meslekte olursa olsun unvanlarını kazandıklarında meydana gelecek olan durumu şimdiden görecektik. Fakat geleceğe kaderci bir gözle bakmamalı, insanları işçi yada köylü sınıfının çocukları ve karşı - devrimciler olarak bölmemelidir; bu basitliktir ve gerçek bu değildir. Çünkü bir insanı devrimin içinde yaşamak kadar hiçbir şey eğitmez. Çünkü içimizden hiçbirinin, Granma grubuyla ilk gelenlerden [sayfa 59] ve Sierra Maestra'da yerleşip işçiler ve köylülerle yaşayarak onlara saygı duymayı öğrenenlerden hiçbirinin işçi yada köylü geçmişi yoktu. Tabii ki, aramızda çalışmak zorunda kalmış olan ve çocukluğunda bazı güçlükler çekmiş olanlar eksik değildi. Fakat hiçbirimiz açlığı, gerçekten açlık denilebilecek şeyi görmemiştik, bunu Sierra Maestra'da geçirdiğimiz uzun yıllar sırasında geçici olarak öğrendik. Bundan sonra, birçok şey apaçık olarak gözlerimizin önüne serildi. Başlangıçta zengin bir köylüye yada hatta bir büyük toprak sahibine ait herhangi birşeye dokunanları şiddetle cezalandıran bizler, günün birinde 10.000 kesimlik hayvan ele geçirip köylülere teslim ettik ve bunları yemelerini söyledik. Köylüler, yıllardan ve yıllardan beri ilk defa, bazıları ise hayatlarında ilk defa öküz eti yemiş oldular.
10.000 öküzün pek kutsal mülkiyetine karşı duyduğumuz saygı silahlı savaş sırasında kayboldu, tek bir insan hayatının dünyanın en zengin adamının tüm mülklerinden binlerce kez daha değerli olduğunu gayet iyi anlamıştık. İşçi yada köylü sınıfının çocukları olmayan bizler bunu işte orada öğrendik. Niçin yok yere ayrıcalıklı olduğumuzu ve Küba'da geri kalan insanların aynı şeyi öğrenemeyeceğini söyleyelim? Elbette ki bunu öğrenebilirler ve üstelik de bugün, devrim, insanın, yakınında bulunanlara yardım etmekten duyduğu gururun yüksek bir ücretten çok daha önemli olduğunu, halkın minnet ve şükranının biriktirilebilecek bütün paralardan çok daha tayin edici ve uzun süreli olduğunu, her doktorun eylemi yarıçapı içinde bu değerli hazineyi, yani halkın şükranını elde etmesi gerektiğini anlamasını zorunlu kılıyor. [sayfa 60]
Öyleyse, önce eski görüşlerimizi silmeli ve giderek daha büyük bir eleştiri ruhuyla halka daha çok yaklaşmalıyız. Eskiden yaklaştığımız gibi değil, çünkü hepiniz şöyle diyebilirsiniz: "Yoo, ben de halkın dostuyum. İşçilerle, köylülerle konuşmayı çok severim, her pazar falan yere, filan şeyi görmeye giderim.,, Bunu herkes yapar, fakat bugün yapmak zorunda olduğumuz yardımseverlik dayanışma şeklinde olmalıdır. Halka şunu demek için yaklaşmamalıyız: "İşte geldik, sana yardımcı olacağız, bilimimiz sayesinde seni eğiteceğiz, sana yanlışlarını, kültürsüzlüğünü, bilgisizliğini göstereceğiz." Biz halka bir araştırıcı ruhuyla, alçak gönüllülükle gitmeli halkın büyük bilgelik kaynağından feyz almalıyız.
Çoğu kez, ne derece yanılmış olduğumuzu, basma kalıp düşüncelerimizin sonunda kendimizden birer parça ve refleksler halini almış olduğunun farkına varacağız. Çoğu kez, yalnız genel, toplumsal ve felsefi görüşlerimizi değil, tıp konusundaki görüşlerimizi bile baştan aşağı değiştirmemiz gerekecektir. Hastaların her zaman büyük şehirlerdeki hastahanelerde herhangi bir hastalığın tedavi edildiği gibi tedavi edilemiyeceğini anlayacağız; doktorun aynı zamanda nasıl bir tarımcı olması da gerektiğini, nasıl yeni besin bitkileri ekmeyi öğrenmesi, kırsal bölgelerdeki çok sınırlı olan, potansiyel bakımından dünyanın en zengin tarım bölgelerinden biri olduğu halde bu ülkede öylesine fakir olan besinleri çeşitlendirmeyi öğrenmesi gerektiğini göreceğiz. O zaman, bu koşullarda, biraz eğitimci ve hatta büyük ölçüde eğitimci ve politikacı da olmamız lazım geldiğini, en başta yapmamız gereken şeyin, bağıra çağıra bilimimizi ilan etmek değil, halkın İçinde eğitileceğimizi, yeni bir Küba inşa etmek gibi büyük ve güzel bir [sayfa 61] deneyi gerçekleştireceğimizi kanıtlamak olduğunu göreceğiz.
Şimdiden çok ilerlemiş durumdayız. 1 Ocak 1959 la bugün arasındaki uzaklığı basit bir biçimde ölçmemize olanak yoktur. Uzun zamandan beri, halkın Çoğunluğu, sadece bir diktatörün değil, tümüyle bir sistemin yıkıldığını kabul ediyor. Şimdi, zaten çözülmekte olan bir sistemin geride kalan yıkıntıları üzerinde, halkın mutlak mutluluğunu yaratacak olan yeni bir sistemin kurulmasının zorunlu olduğunu halk artık anlamalıdır.
Geçen yılın ilk aylarında, yoldaş Guillen'in, Arjantin'e gittiği zamanlan hatırlıyorum. Bugün olduğu gibi, o sırada da büyük bir şairdi. Şiirleri yeni bir yabancı dile çevrilecekti, çünkü her gün, şimdi olduğu gibi, o vakitlerde de dünyanın bütün dillerini konuşan yeni okuyucular kazanmaktaydı, fakat Guillen için halkın destanı olan şiirlerini okumak güçtü, çünkü devrimin ilk yılı, yeni bir dönemin başladığı ve ön yargıların egemen olduğu bir zamandı. O sıralarda, hiç kimse şair Guillen'in olağanüstü sanatçı yeteneğini tümüyle halkın ve halkın davasının hizmetine adadığını farkedemiyordu. İnsanlar, onun Küba'nın şanı, şerefi olduğunu anlayamıyorlar, yalnızca onun tabu olan bir partinin temsilcisi olduğunu biliyorlardı. Şimdi bütün bunlar uzakta kalmıştır, ülkemizin bazı iç yapıları konusunda düşünce tarzları arasında bölünme olamayacağını, üzerinde anlaşmamız gereken şeyin ortak bir düşmanımız olup olmadığı ve ortak bir amaca ulaşmayı deneyip denemediğimiz olduğunu anlamamız gereklidir. Ortak bir düşmanımız olduğunu hepimiz biliyoruz ve hepimiz kesinlikle bu kanıdayız. Artık hiç kimse apaçık biçimde: "Bizim ve bütün Amerika'nın en büyük düşmanı [sayfa 62] Amerika Birleşik Devletlerinin tekelci hükümetidir.,, derken kendisini birinin, bir yabancının dinleyip dinlemediğini, civarda elçiliğin ajanı bulunup bulunmadığını kontrol etmek için etrafına bakınmıyor. Herkes düşmanın bu olduğunu bildiğine ve bu düşmana karşı mücadele eden herhangi bir kimsenin bizimle ortak bir yönü bulunduğunu anlamaya başladığına göre, ortaya yeni bir sorun çıkmaktadır. Burası, yani Küba için amaçlar nelerdir? Biz ne istiyoruz? Halkın mutluluğunu istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Burada herhangi bir iç yada dış tedbir almak sözkonusu olduğunda dünyanın büyük devletlerinden hiçbirinin elçiliğine başvurmak zorunda kalmaksızın, hiçbir savaşçı bloka ait olmaksızın, özgür ülkeler arasında özgür bir ülke olmak için mücadele ediyor muyuz, etmiyor muyuz? Hiçbirşeyi olmayanlara birşeyler vermek için fazlasına sahip olanların elinden zenginlikleri alıp yeniden dağıtmayı düşünüyorsak, yaratma çabasını, bütün sevinçlerimizin günlük dinamizm kaynağı haline getirmeyi düşünüyorsak dayandığımız bir neden vardır. Aynı amaçlara sahibolanlar bizim dostumuzdur. Bütün bunlar arasında, dostumuz olan kimse başka düşüncelere sahipse, şu yada bu örgüte aitse, bunlar önemsiz tartışma konulandır. Büyük tehlike, büyük gerginlik ve yaratıcılık anlarında, ancak büyük düşmanların ve büyük amaçların önemi vardır. Amaçlar konusunda anlaşmışsak, nereye gittiğimizi şimdiden kesinlikle biliyorsak, canı isteyen beğenmesin, biz yine de işe koyulmak zorundayız.
Devrimin olabilmesi için önce devrimci olmakla başlamak gerektiğini daha önce söylemiştim. Devrimse vardır. Uğrunda çalışmayı amaç edineceğimiz halkı da tanımak gerekir, onu henüz yeterince iyi [sayfa 63] tanımadığımızı sanıyorum, bu yolda henüz aşmamız gereken oldukça büyük bir uzaklık bulunduğunu düşünüyorum. Halkın tanınmasında ilerlememizi sağlayan yolların neler olduğu bana sorulursa, yalnız ülkenin içlerine değil kooperatiflere de gitmek ve orada çalışmak gerekir derim -bunu herkes yapabilir, bir tıp emekçisinin çok Önemli olduğu pekçok yerler vardır-, bu durumda Küba halkının dayanışmasının en belli başlı alametlerinden birinin devrimci milisler olduğunu, milislerin bugün hekime yeni bir işlev kazandırdığını ve daha yakın bir geçmişte acı, hattâ feci bir gerçek olan şeye, yani kısa bir süre önce az daha büyük çapta bir silahlı saldırının avı, yada en azından kurbanları olabileceğimiz gerçeğini kabule hazırlar.
Böyle bir devrimci milis askeri görevini üslenen hekimin, yine hekim olarak kalması gerektiğini de ısrarla belirtelim. Bizim Sierra'da işlediğimiz hataya -eğer buna hata denilebilirse- düşülmemelidir. Tüm hekim yoldaşlar bu yanlışın ne olduğunu bilirler, her halükârda bir yaralı yada hastanın başucun-da beklemek bize ********lik gibi görünüyor ve ne pahasına olursa olsun tüfeğe sarılmaya ve ne yapmak gerektiğini savaş alanında göstermeye çalışıyorduk.
Şimdi koşullar farklıdır ve ülkeyi savunmak için oluşan yeni ordular farklı bir tekniğe sahip olmak zorundadırlar; yeni ordu tekniğinde hekimin yeri çok önemli olacaktır, hekim olarak kalmaya devam edecektir çünkü bu en güzel görevlerden biridir, savaşta daha da büyük bir önem kazanmaktadır. Bu yalnız hekimler için değil, hasta bakıcılar, laborantlar ve kendini bu derece insanca bir çalışmaya adamış olan herkes için böyledir. Fakat tehlikenin geçmeyip [sayfa 64] gizliden gizliye devam ettiğini bilmekle ve atmosferde hâlâ varlığı sezilen saldırıyı püskürtmeye hazırlanmakla birlikte, bunu düşünmeyi de bir yana bırakmalıyız çünkü, savaş hazırlığını uğraşılarımızın merkezi yaparsak istediklerimizi kuramayız ve kendimizi yaratıcı bir çalışmaya adayamayız.
Bir savaş eylemine hazırlanmak için harcanan bütün emekler, yatırılan bütün sermayeler, yitirilmiş emek ve paralardır. Ne yazık ki, bunu yapmak gereklidir çünkü, hazırlanan başkaları vardır, fakat, şerefli bir asker olarak bütün namusumla sizi temin ederim ki Ulusal Banka'nın kasalarından çıktığını görmekle en büyük üzüntü duyduğum para, yıkıcı bir ordunun kuruluşuna harcanacak olan paradır. Bununla birlikte, milislerin barışçı bir rolü vardır, milisler, meskûn merkezlerde halkı birleştiren ve tanınmasını sağlayan bir silah olmalıdırlar. Burada, yoldaşlarımın bana anlattığına göre hekim milisleri arasında olduğu gibi, son derece büyük bir dayanışma olmalıdır. Tüm Küba'da, bütün tehlike anlarında, ihtiyacı olan herkesin sorunlarını çözmeye derhal gidilmelidir.
Bu, aynı zamanda, birbirini tanımanın, kardeşçe ve üniforma altında tam bir eşitlik içinde, Küba'nın tüm toplumsal sınıflarına ait insanlarla birlik olarak, beraber yaşamanın yoludur. Biz tıp emekçileri -uzun zamandır unuttuğum bu unvanı kullanmama izin veriniz-, eğer bu yeni dayanışma silahını kullanırsak amaçlarımızı bilirsek, düşmanlarımızı tanır ve hangi yöne gideceğimizi saptarsak, geriye aşılacak yolun günlük bölümlerini bilmekten başka birşey kalmaz. Bu bölümleri ise bize kimse öğretemez, bu bölümler her bireyin aşacağı kendi yoludur, onun her gün yapacağı iştir, bireysel deneyiyle elde edeceği üründür, [sayfa 65] halkın refahına kendini adarken mesleki çalışmalarında kendinden verebilecekleridir.
Adalete doğru yol almak için tüm elemanlara sahibolduğumuza göre, bugün pratik çalışmalarımda yararlanmadığım, fakat daima uygulanması gereken, Marti'nin "Söylemenin en iyi biçimi, yapmaktır." şeklindeki sözünü hatırlayalım ve Küba'nın geleceğine doğru ilerleyelim.




7. ULUSLARARASI GÖNÜLLÜ EMEKÇİ MÜFREZELERİNE
VEDA SÖYLEVİ[16]


Küba devrimine dayanışma mesajı iletmek için Sierra Maestra sıradağlarına kadar gelmiş olan Kübalı ve tüm dünya ülkelerinden yoldaşlar, bugün bir sevinç günü, gençliğin bayramıdır, fakat aynı zamanda kederli bir gün, ayrılma günüdür de.
Bugün, buraya dünyanın her köşesinden Küba devrimi için çalışmaya, bu devrimi ve Küba halkını tanımaya gelen yoldaşlara veda etme günüdür. Onlar, yetenekleri elverdiği ölçüde, gençliğe özgü tüm coşkuları ve tüm devrimci heyecanlarıyla çalıştılar, ayrıca bugün daha yeni kazandıkları haklan savunmak için savaşan, bu haklan korumak ve yeni kazanımlara doğru ilerlemeyi sürdürmek için ölmeye hazır bir kitle oluşturan milyonlarca insandan meydana gelen, .fakat herhangi başka bir halktan farklı olmayan halkımızı tanımayı da öğrendiklerini sanıyorum.
Çeşitli ülkelerden gelen tüm yoldaşlara bir devrimin ne olduğunu açıklamaya çalışmak ve onları sanki dünyada tekmiş gibi bizim örneğimizi izlemeye zorlamak, kendi açımızdan yanlış olur. Burada [sayfa 67] devrim yapmaya girişen ve buna kararlılıkla sürdüren bir halk sözkonusudur, yoksa bunun ne daha fazlası ne de azı. Dünyada pek çok kimse, Kübalıların bildiği gibi, devrim yapmaya girişmenin ne demek olduğunu artık bilmektedir ve bir halkın, gelişimini engelleyen kösteklerden kurtulmayı başardığında elde ettiği harikulade sonuçlan da görmüştür.
Fakat, ne yazık ki, Amerika'da ve tüm dünyada, halklarının devrim yapmaya giriştiğini görememiş olan pek çok yoldaşımız da vardır. Herhangi bir başka ülkeden daha fazla sömürgeleştirilmiş, daha fazla sömürülmüş olmayan, bununla birlikte, umutsuzluğu içerisinde, zincirlerini kıracak olan mücadeleye atılmak için gerekli gücü bulan Küba'nın bunu başarmasını sağlayan tarihi olayı şu anda açıklamaya belki de olanak yoktur. Amerika'nın ilk kesin kurtuluş narasının niçin ille de Küba'da atıldığını bilinen tüm teorilerin yardımıyla bile olsa açıklamak gerçekten çok güçtür. Böyle bir şey yapmaya niyetimiz de yok. Bu Küba örneğinin halkın özlemlerini gerçekleştirmenin tek yolu olduğunu, özgürlük ve ekonomik refah demek olan gerçek mutluluğa ulaşmak için tek kesin mücadele aracı olduğunu da iddia etmiyoruz. Burada yaptığımız şeylerin çoğu, sözüm ona ileri sürüldüğü gibi "az-gelişmiş,, değil, ezilmiş, sömürgeleştirilmiş yada yan-sömürgeleştirilmiş olan ülkelerin hemen hemen tümünde yapılabilir. Çünkü, biz de az-gelişmiş değiliz. Sadece iyi gelişememiş bir ülkeyiz, bunun nedeni emperyalizmin uzun zamandan beri hammadde kaynaklarımızı işgal etmesi ve onları kendi ihtiyaçlarına uygun olarak geliştirmeye gayret etmesidir.
Birçok örnek vermenin yararı yok. Küba'nın şekeri, [sayfa 68] Meksika'nın pamuğu, Venezuela'nın petrolü, Bolivya'nın kalayı, Şili'nin bakın, Arjantin'in kesimlik hayvanları ve buğdayı, Brezilyanın kahvesi için bunun böyle olduğunu biliyorsunuz. Hepimiz bir ortak paydaya sahibiz, bizler tek yönlü üretim ülkeleriyiz, ayrıca tek pazar ülkeleri olarak da bir ortak paydamız var.
Biliyoruz ki, özgürlük yolunda, herşeyden önce tek pazar olmaya karşı, daha sonra ise tek yönlü üretim yapmaya karşı mücadele etmek gereklidir ve dış ticaret gibi, içteki üretimi de çeşitlendirmek zorundayız. Buraya kadar herşey çok basit. Sorun, bunun nasıl ele alınacağıdır. Parlamenter yola mı başvurulacak, yoksa kısmen parlamenter yoldan, kısmen de silahlı yoldan mı gidilecektir? Bunu bilemiyorum ve böyle bir soruya kesinlikle cevap veremem. Söyleyebileceğim tek şey, Küba koşullarında, emperyalist baskı ve içteki kuklaların zorbalığı altında, halk için silahlı yoldan başka kurtuluş çaresi bulamadığımızdır.
Tekniğe gömülmüş kimseler arasından, bize örneğin bir tarım reformuna girişmek için gerekli sermayenin ne kadar olduğunu soranlar çıkarsa, onlara hiçbir sermaye gerekmediği, tek sermayenin, haklarının bilincinde olan silahlı halk olduğu şeklinde cevap veririz. Biz burada, Küba'da yalnızca bu sermaye ile geniş bir tarım reformunu gerçekleştirmeyi başardık ve sanayileşme yolunda ileriye doğru yol almaya devam edebildik.
Elbette ki, halkın tüm çabasını böylesine basit bir formülle özetlemek güçtür, çünkü çok kana ve acıya malolan bir mücadele sözkonusudur, dünyanın egemen güçleri ise bu mücadelenin daha da çok kanla ve acıyla sürmesi için uğraşmaktadırlar. Bu nedenle, [sayfa 69] bu tüfeklerin ve halkı tümüyle kesin amaçları doğrultusuna yönelen bu yegane sesin etrafında kararlı ve uzlaşmaz biçimde birleşmiş olarak kalmak, bölücülük tohumları ekmeye çabalayanlara engel olmak gereklidir, çünkü, Martin Ferrero'nun dediği gibi, eğer kardeşler aralarında dövüşürlerse, yabancılar onları parçalar. Egemen güçlerse, şairin halk edebiyatından aldığı bu vecizeyi ve yönetmek için bölmek gerektiğini çok iyi bilirler. Hakim güç, bizi kahve, bakır, petrol, kalay, şeker üreticileri olarak bölmüş ve ülkelerimizi birer birer daha kolaylıkla bozguna uğratabilmek için sürekli olarak fiyatları düşürerek, tek bir ülkedeki pazar için mücadele eden ülkeler olarak birbirimizden koparmıştır.
Demek oluyor ki, bir halka uyan vecize, kaderi belirlenmemiş olan başka halklara da uyabilmektedir. Hepimiz birleşmeliyiz, tüm dünya ülkeleri, özgürlük, ekonomik refah, artık çözümlenmemiş hiçbir sorun olmadığı duygusu gibi en kutsal hakları elde etmek uğruna birleşmeli ve günlük, heyecanlı ve yaratıcı çalışma sayesinde, kimse yolumuza engel çıkarmadan hedeflerimize ulaşabileceğimizi bilmelidir. Fakat egemen güçler hazırdır ve onlar hepimizi sömürdüğü için tümünü iyi tanırsınız, bu egemen güçleri, bu ülkelerde doğan yoldaşlar da çok iyi bilirler; çünkü canavarın bağrında yaşamış, insanlığa inanç duyulduğu zaman bu koşullarda yaşamanın ne denli korkunç olduğunu öğrenmişlerdir. Barışı seven, oysaki bugün istedikleri gibi olmayı bile başaramamış olmalarına rağmen atomik üslerle çevrildiklerini gören bu ülkeler egemen gücün ne olduğunu çok iyi anlamışlardır.
Bütün bunları biliyoruz, öyleyse, ortak görevimiz birleşmektir, bizi ayırmak, el ele tutuşmamızı [sayfa 70] önlemek isteyen hükümetlerin üstünde ve biraz önce söylediğimiz gibi yalnız gençler olarak değil, insanlığı tehdit eden savaşların en korkuncunu önlemek ve halkın özlemlerini gerçekleştirmek amacına ulaşmak için tek bir iradeler huzmesi şeklinde, olgun, yaşlı ve genç insanlar olarak birleşmeliyiz. Fakat, bütün bunları bilen halklar -çünkü halklar cahil değildir- birleşmeyi gerçekleştirmek istediklerinde, içimizden çoğunun başına gelen olay ortaya çıkar, bu, satılmış hükümetleri olan tüm ülkelerin, ezilenleri zindanlara atmak için uyguladıkları baskıdır; bu gibi hükümetlere göre, örnek olarak burada hazır bulunan sizleri alacak olursak, özgür bir ülkede öğrenilenleri unutturmak için ve en pısırıkların şan ve şeref yolunu izlemeye cesaret edememesi için her şeyi yapmak mubahtır. Amerika ülkelerinden bizi ziyarete gelenler çoğu kez bu durumla karşılaşmış ve ne yazık ki bu gibi haller tekrar meydana gelecektir. İçinizden çoğu güçlüklerle karşılaşacak, içinizden birçoğuna karşı zavallılarmışsınız gibi, köpek soyu sefil insanlarmışsınız gibi, yabancı ezici güçlerin müttefiği imişsiniz gibi davranılacak, iddia edildiği gibi, demokrasiyi ve batı tarzındaki hayatı yıkmayı amaçlayan en büyük belalılarla işbirliği yapmak la suçlanacaksınız. Bu batı tarzındaki hayat, burada, mücadele halinde bulunan Cezayir halkı, doğduğunu göremedikleri bir mutluluğa erişmek uğruna çarpışan ve ölen tüm ezilenler tarafından temsil edilmektedir.
Bu nedenle aşılacak yol kolay değildir. Hatta bu yol, bizler gibi ilk engeli aşan ve halkı hükümete getirenler için bile zor olacaktır, önümüzde çok güç bir aşama daha vardır, bu aşamada sahte demokrasiler halkı giderek daha çok ezecek ve halk, öfkesinin [sayfa 71] ve kininin, silahlara sarılan ve iktidarı ele geçiren bir insan seli halini alıncaya dek büyüdüğünü duyacaktır. Diyebiliriz ki, insanlığın bugünkü koşullarında, sömürge ve yan sömürge ülkeler ve başka egemen güçlerin kuklası olan hükümetlerin boyunduruğu altında bulunanlar, er geç halkın temsilcilerini hükümete getirmek için silaha sarılmak zorunda kalacaklar ve bu alanda tüm Amerika, tüm Afrika, tüm Asya birleşecektir. Amerika, Afrika, Asya ve Avrupa tek bir mutlu dünya oluşturacaktır. Çok şeyler göreceksiniz. Küba'da uykuya yatırılan emperyalizmin halkın naralarıyla uyandığını, uluslararası polis denilen ve anti-komünist mücadelede yönetimi en tecrübeli olanlara verilen bir gücün nasıl yaratıldığım göreceksiniz. Bu anti-komünist mücadele, bizim Amerikan örneğimizde, Amerika Birleşik Devletleri'nde, silahlanma yada daha doğrusu Amerikalı kardeşlerimize silah verilmesi ve onların başkaldıran bir halka karşı, bugün, O.E.A. denilen şu alçaklık simgesinin sultasında savaşa itilmesi biçiminde yapılmaktadır.
Amerika'da bunu göreceğiz, hem de az bir zaman sonra. O zaman, niçin halkın isyan ettiği ve orduların niçin oluşturulduğu anlaşılacaktır. Fakat tarih akışını sürdürür ve bizler, yada biz bu mücadelede düşersek, yoldaşlarımız ve bugünkü kuşak halkların bu mücadelede nasıl dünyanın en barbar devleti tarafından donatılan orduları geride bıraktığını ve emperyalizmi tamamıyla devirdiğini göreceğiz. Biz ve kuşağımız, en büyük acılara, en olağanüstü yoksunluklara katlanmamız gerekse de, düşman çılgınlığı içinde, sonunu yakınlaştırmaktan başka bir işe yaramayacak bir savaş . çıkartmaya kalkışsa da kesinlikle kurtulan dünyayı göreceğiz. Fakat, eğer [sayfa 72] bir halk bağımsızlığına bu mücadeleden geçmeksizin yada aşamaları kısaltarak ulaşabilirse; bizden, halkı birleştirme ve tüfeklerle halkın oluşturduğu sermaye yardımıyla toplumsal reformları örgütleme aşamasına nasıl girişileceğini sorarsa, halkı eğitmenin çok önemli olduğu ve halkların harikulade bir hızla eğitilebildiği cevabını veririz.
Küba devrimi gibi olaylarla dolu zengin bir deneyi yaşama şansına sahip olan bizler, halkın günden gü ne nasıl en geniş bilgileri kazandığını, en büyük devrimci inancı ve devrimci bilinci edindiğini görmekle, duygulanıyoruz. Bu durum, bugün bunu farketmemizi sağlayan şu basit örnekle daha iyi anlaşılır. Burada, kardeş ülkelerden gelen tüm temsilci heyetleri hararetle alkışlandı, fakat aralarından üçü özellikle alkış topladı, çünkü onların özel bir durumu vardı: Bunlardan birincisi, Amerika Birleşik Devletleri halkının temsilci heyetiydi, bu heyeti hiçbir zaman Amerika Birleşik Devletleri hükümetiyle karıştırmamalıdır. Bu, ırk düşmanlığı gütmeyen, bir bireyle bir diğeri arasında ten rengi, din ya da ekonomik koşullar nedeniyle fark gözetmeyen bir halk temsilcileri heyetidir. Onun anti - tezini diğer bütün heyetlerden daha iyi temsil eden Çin Halk Cumhuriyeti heyeti de hararetle alkışlandı. Hükümetleri amansız bir mücadele içinde olan diğer iki halk da alkışlandı, bu hükümetlerden birinin ardında bütün bir halk vardır, diğeri ise o hükümete karşı savaşan halkım aldatmaktadır: Bu halklardan birinin temsilcisi olan Cezayir heyeti, candan yürekten alkışlandı, Cezayir halkı bugün tarihinin yeni, harikulade bir sayfasını yazmaktadır, bizim dağlarda yapmak zorunda kaldığımız gibi bir mücadele içindeler, fakat, bu savaşı, ne denli barbar olursa olsun yine de bazı şeylere saygısı olan kendi öz çocuklarının ülkenin [sayfa 73] topraklarını işgaline karşı değil, ırk düşmanlığı ve savaş felsefesiyle, katliam içinde eğitilen yabancı bir ülkenin askeri birliklerinin istilasına karşı yürütüyorlar. Bununla birlikte, yine ülkesinin hükümetini temsil etmeyen Fransız halkının heyeti de cömertçe alkışlandı. O halde, şu soruyu ortaya koyuyoruz: Neyi alkışlayıp, neyi alkışlamayacağını o denli iyi bilen, politik kökeni gayet iyi ayırdedebilen, şu sıralarda, örneğin Küba delegasyonunun Birleşmiş Milletlerde, lafta kalan saldırıları bir yana bırakalım, fiili saldırılara kadar varan sert bir baskının kışkırttığı vahşice kin ve nefret gösterileriyle karşılaştığı t>ir dönemde bile, hükümetlerle halklar arasındaki farkı mükemmel biçimde anlayan bir halk, devrim yapmış olduğu için mi bu özellikleri taşımaktadır? Bu halk devrimin ta içinde yaşadığı için bu özellikleri taşımaktadır. Bu halk, Küba devriminin birkaç aylık yaşamı sırasında, devrimci hak dâvalarının deneyi sayesinde, burada dile getirdiği ve siz yabancı temsilcilerin, bu adada görebildiğiniz elinizle dokunmuşçasına hissettiğiniz herşeyi öğrendi.
O halde, konumuzu başka deyimlerle anlatmaya çalışalım ve bir halkı eğitmek için en iyi yolun, devrime girişmek olduğunu belirtelim. Hiçbir zaman, halkı yalnızca eğitim sayesinde ve tepesine binmiş zorba bir hükümet bulunduğu halde, haklarını elde etmesi için eğitmeye kalkışmayınız. Ona herşeyden önce, haklarını elde etmesini öğretiniz; bu halk, hükümete geçtiğinde kendisine bütün öğretilenleri ve daha da fazlasını hiçbir çabaya gerek kalmaksızın öğrenecektir.
Halkın tamamlayıcı bir parçası ve devrimci bir hükümet olarak, bu yönetici makamlarından halka daima sorular sorarak; fildişi kulesine çekilen ve halkı bir takım hazır kalıplara göre yönetmek sevdasında [sayfa 74] olan bir hükümet başarısızlığa mahkûm olduğundan, tuttuğu yol onu zorbalığa götürdüğünden kendimizi hiçbir zaman halktan koparmaksızın bu bilgileri biz de öğrendik. Halk ve hükümet daima bir ve aynı şey olmalıdır, sizler, Amerikalı ve bizi ziyaret eden henüz bağımsızlığını elde edememiş sömürge ülkelerin evlatları yoldaşlarımız, halkı yönetmek için kitap okumayı bilmeye gerek olmadığını iyice kafanıza yerleştiriniz. Kitap okuma biliniyorsa, daha da iyi. Fakat, halkı yönetmek için, halka tercüman olmayı bilmek lâzımdır, ne eğitimin ne de bugün bizi halktan ayıran engellerden herhangi birinin bizi halktan kopuk olarak yaşatmadığı bir durumda, ülke içinden halkın isteklerini dile getirmek daha kolaydır.
Bu nedenle, biz işçilerden, köylülerden ve devrim den önce eğitim görmüş kimselerden oluşan bir hükümete sahibiz, yalnız bu sonuncular, sayıca azdır ve bu mücadele içinde en çok şeyi öğrenmiş olanlardır.
Gözlerinizin önünde bir örnek var: İsyancı Gençlik. Pazar günü, Joel İglesias'ı dinlediğinizde, bu komutanın Sierra'ya onbeş yaşındayken çıktığını, o sıralarda okuma-yazmayı pek az bildiğini, bugünse tüm gençliğe hitabedecek düzeye erişmiş olduğunu hatırlayınız. Bunun nedeni, onun birbuçuk yılda bir filozof haline gelmiş olması değildir; hayır, o halka hitabedebilir, çünkü halkın ayrılmaz bir parçasıdır, sizin her gün neler duyduğunuzu bilir ve bunları dile getirebilir, size kadar ulaşmayı bilir.
Bu hükümetlerin onun gibi insanlardan oluşması çok daha iyidir. Bugün yöneticileri halkın içinde acı çekmiş, mücadele içinde eğitilmiş ve bugün halkla özdeşleşmiş olan hükümetleri kutlamamızın nedeni budur. Dünyanın dört bir köşesinden buraya gelmiş olan yoldaşlarımız, bizi tanımaya ve bizimle çalışmaya geldiniz, [sayfa 75] fakat getirdiğiniz bütün bilgilerinize rağmen, daima yeni şeyler öğrenebilirsiniz, bunlar, bu deneyi yaşamamış olan bütün yoldaşlar için yenidir, çünkü, tarihin bir parçasıdırlar ve tarih asla tekrarlanmaz. Küba'da Öğrenilecek pek çok şey vardır, bunların hepsi de iyi şeyler, her gün görülen, halkın heyecanını ve gayretkeşliğini kanıtlayan olaylar değildir; günün birinde yönetime geçtiğinizde yaptığımız hataları tekrarlamamanız, örgütlenmenin derhal halkın zaferine bağlanması gerektiğini öğrenmeniz, bu örgüt ne denli ileri düzeydeyse zaferin de o denli kolay olacağını bilmeniz için kötü örneklerden de ders çıkarabilirsiniz.
Bir okul sitesi inşa etmek için geldiniz, fakat buraya vardığınızda henüz herşey örgütlenmiş değildi, site yapımı durdurulmuştu, bu yüzden sizler, buraya anı olarak bırakmak istediğiniz bu küçük insanca dayanışma anıtım bitiremediniz. Ne yazık, bizler için en güzel bir saray inşa etmiş kadar olduğunuz halde, bu yine de örgütlenmenin ne kadar önemli olduğunu gösteren bir örnektir. Devrimcinin gökten zembille inmiş ilahi bir varlık olduğunu, ortaya çıkan sorunları vahiy sayesinde derhal çözebileceğini sanmamalıdır. Devrimci yorulmak bilmez bir emekçi olmalı, hem yorul-mamalı hem de düzenli olmalıdır; sizler, bizim yaptığımız gibi, mücadele içinde, darbeler altında öğrenmek yerine, bu örgütlenme deneyiyle devrimci mücadeleye şimdiden katılıyorsanız, ne mutlu devrimi uğruna savaşacağınız ülkeye. Bu Küba'da geçirdiğiniz günlerden ve bu kesin deneyden çıkarabileceğiniz bir derstir; çünkü bunu size olumlu tarzda sunamadık. Fakat, elbette ki, ülke ekonomisinin birçok dallarında bu yanlışa düşmüş değiliz. Biz de, daha mücadelenin ilk anlarından başlayarak, örgütlenmek gerektiğini [sayfa 76] öğrendik ve bu nedenle devrimden ancak iki yıl sonra, iyi düzenlediğimiz ilk kalkınma planımızı hazırlayıp sunabiliyor ve halkın heyecan ve coşkusu sayesinde tümüyle hayata geçirebiliyoruz. Bu, halkın tüm güçlerine çağrıda bulunmak iddiasında olan, gözü pek yükseklere dikilmiş bir plandır. Tüm dünyanın onu anlaması, temellerini kavraması ve işe koyulması için, hep birlikte gerçekleştirilmelidir. Bir kez daha, bir ekonomik kalkınma planına sahip olduğunu onur duyarak söyleyebilen ilk Amerika ülkesi olacağız, üstelik de -en önemlisi de budur- bu plan gerçekleşecektir, o aşamaya kadar varmak için elimizden gelen her şeyi yapacağız. Bu plana niçin ihtiyacımız vardı? Bizim için de bu yeni bir şeydi, çünkü her zaman iyice anlayamadığımız şeyler üzerinde düşünmek zorunda idik. Düşman ne yapmamızı ister; bunu yapmamızı niçin ister? Bunu analiz etmemiz ve tam tersini yapmamız gereklidir. Düşman plan yapmamızı, örgütlenmemizi, ekonomimizi devletleştirmemizi istemiyor ve bu uğurda var gücüyle mücadele ediyorsa, nedenini kendi kendimize sormalıyız. Bunun sebebi, düşmanın, emekçi halkı, kapitalist üretimin anarşisi içinde köleleştirmesi ve ayrıca, insanın insan için kurt olduğu, herkesin, tüm dünyanın birlikte ve örgütlü olarak mücadele etmesi halinde muazzam ve herkesin yararına çok daha büyük bir güç oluşturacağını bilmeksizin; birey olarak başkalarını geride bırakmak için, dirseğiyle, tekmeleriyle, kafa atarak mücadele etmeye çabalaması gerektiği zihniyetini yaratmasıdır.
Kuşkusuz, daima seyirci durumunda kalan, günlük çalışmalara yabancı olan, bunlardan söz edildiğini duyduğunda kendini incinmiş hisseden, korkunç haykırışlarla karşılık veren, derhal pek kutsal özel mülkiyeti [sayfa 77] öne süren kimseler vardır. Peki, bu özel mülkiyet -yani büyük tekeller; küçük sanayicileri ve tüccarları bir yana bırakalım- yalnızca gücümüzün değil, milliyetimizin ve kültürümüzün de yıkımından başka neydi ki? Özel mülkiyetin, insanın insana karşı mücadelesinin en üst biçimi olan tekel, halkı bölen, sömüren ve yozlaştıran en muhteşem silahtır. En ucuz fakat en kötü kaliteden ya da yararsız ürünleri ortaya sürer, kültürünü bizde yabancı bir zihniyet yaratmak amacıyla, filimler, romanlar ya da çocuk masalları biçiminde satılığa çıkarır bu silah. Çünkü onların stratejisi budur; bu strateji, kollektif çalışmanın karşısına bireysel çabaları çıkarır, her insanda bir parça bulunan ve onu diğerlerini aşmaya iten bencilliği pohpohlar. Aynı zamanda, her insanda var olan ve o-nu başkalarından mükemmel olduğuna inandıran üstünlük kompleksini de okşar. Böylece, tekel, insanlara en genç yaşlarından başlayarak, herbirinin en üstün insan olduğu, herkese karşı mücadele etmek, bunda zafere ulaşmak ve sonunda bir sömürücü olmak gerektiği düşüncesini aşılar. Kollektif çalışmanın köleleştirici birşey olduğunu, sanki bütün halk yalnızca en akıllı ve en yeteneklilerden oluşuyormuş gibi, halk hemen hemen aynı çalışma yeteneklerine, fedakârlık ruhuna ve zekâya sahip irade ve gönüllerin oluşturduğu büyük bir kitle değilmiş gibi ortaklaşa emeğin en akıllı ve en yeteneklilerin yükselmesine engel olduğunu kanıtlamaya büyük bir özen gösterir. Nerede bölünmemiş bir halk varsa, onu siyahlar ve beyazlar, yetenekliler ve yeteneksizler, okur yazarlar ve okuma yazması olmayanlar diye bölmeye çabalar, tek tek bireylere varana kadar tekrar tekrar böler, bireyi toplumun merkezi yapar.
Elbette ki, bu bireylerin üstünde, kendileri de [sayfa 78] kollektif, fakat ancak sömürüde kollektif olan tekeller vardır. Bizse, halka gücünün, kendisinin diğerlerinden daha iyi olduğunu sanmamaktan, sınırlarını, birlik ten aldığı kuvveti bilmekten, iki kişinin tek kişiden, on kişinin iki kişiden, yüz kişinin on kişiden ve altı milyonun yüz kişiden çok daha fazla şeyler yapabileceğine inanmaktan geldiğini kanıtlamalıyız.
Yoldaşlar, dünyanın dört-bir köşesinden gelen temsilciler olan sizlere, Küba halkı adına teşekkür eder ve sizlerden çok şeyler öğrendiğimizi, bize silinmez bir anı bırakacağınızı bütün içtenliğimle söylemek isterim. Biz de, sizlere unutulmaz bir anı bırakmak ister, yararlanılabilecek herşeyden yararlanılmasını, gerekli olan her yerde olayların nedeninin incelenmesini, teorilerin açıklanmasını, bunların özenle analizlenerek ihtiyaç duyulduğunda revizyondan geçirilmesini, tüm dünyada herkesin günün birinde mutlu olunup olunamayacağını kendi kendine sormasını ve bunun çaresini araştırmasını dileriz.
Sizlere örnek olacağımız iddiasında değiliz, yalnızca size bu örneği sunuyoruz ve bunu bir tarihi olgu olarak cömertçe veriyoruz. Eğer birisi yaptıklarımızdan, az da olsa dünya nüfusunun bir başka kesimini iyiye götürmeyi sağlayacak dersler çıkarırsa, bu bizi tatmin edecektir. Fakat, deneyimiz bu işe yaramasa bile, dünya yolculuklarımızdan birinde, bir yerlerde sizin dost ellerinizi yeniden sıkabilir ve size Küba'da geçirdiğiniz bu iki ayı hatırlatabilirsek mutlu olacağız. Yoldaşlar, sizleri minnettarlıkla hatırlayacağız. Yeniden görüşebileceğimizi umut ederiz. Sizi ülkemize, çalışmak, öğrenmek ya da sadece gezip görmek için istediğiniz kadar sık gelmeye davet ediyor, yakın da tekrar görüşmek üzere sizlere dostça Allaha ısmarladık diyoruz. [sayfa 79]