Arama


sehrazat2415 - avatarı
sehrazat2415
Ziyaretçi
25 Ocak 2007       Mesaj #4
sehrazat2415 - avatarı
Ziyaretçi
Eşik Antlaşmaları: bkz. Treshold Antlaşmaları
ETA: bkz. Bask Ulusal Bağımsızlık Hareketi
Etabli Sorunu: bkz. Lozan Andlaşması
Evrensel Bildirge
Bütün halklar ve uluslar için temel siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel hakların sağlanmasını amaçlayan bildirge. BM İnsan Hakları Komisyonu ve Ekonomik ve Sosyal Konsey tarafından hazırlanmıştır. 10 Aralık 1948 tarihinden de Genel Kurul tarafından kabul edilmiştir. Otuz maddeden oluşan bildirge, hak ve özgürlükler, doğrudan insanın kişiliğini ilgilendiren haklar, vatandaşlık hakları ve sosyo-ekonomik haklar konularında hükümler içerir. Bildirge, devletler için bağlayıcılık ve yaptırım gücüne sahip olmadığından aykırı uygulamalara karşı bir denetim sistemi oluşturmamış ve sadece insan hakları konusunda bir ideali simgeleyen bir belge olarak kalmıştır.
Bildirge'nin BM Genel Kurulu tarafından kabul edildiği 10 Aralık tarihi İnsan Hakları Günü olarak kutlanmaktadır.
Fachoda Bunalımı, 10 Temmuz 1898
Fransız yüzbaşısı Manahand'ın Mısır kalesi Fachoda'yı ele geçirmesiyle başlayan İngiltere ve Fransa arasındaki bunalım.

Falkland Savaşı (Falkland Bunalımı), 2 Nisan 1982
2 Nisan 1982'de Arjantin'in Falkland ve Güney Georgia Adalarını işgal etmesi ile başlayan savaş. Altı hafta sürdü. Falkland Adaları üzerindeki egemenlik sorunu 1964'de Birleşmiş Milletler'de Sömürge Sorunları Komisyonu'nun gündemine geldi. Arjantinlilere göre, Malvinas olarak bildikleri adalar Arjantin'in bir parçasıydı. Adaların Güney Amerika'ya coğrafi yakınlığı vardı. Arjantin İspanya'nın halefi olduğunu ileri sürüyordu. İngiltere, adalar üzerindeki hükümranlığı Arjantin'e devretmeli, yönetimi belirli bir anlaşmaya uygun olarak sürdürmeliydi. İngiltere ise adada yaşayan İngiliz asıllıların isteklerine aykırı olarak, böyle bir düzenlemeye gidemiyordu. İngiltere 1833'den beri adalar üzerinde "işgal ve yönetimi" sürdürdüğünü ve Birleşmiş Milletler Antlaşması'nın 1. maddesine göre Falklandlılara self-determinasyon ilkesinin uygulanması gerektiğini ileri sürüyordu. İngiltere'ye göre Falkland Adaları, Arjantin'in yönetim ve denetimine geçerse sömürge durumu sona ermeyecek, tam tersine başlayacaktı.
Yıllarca süren müzakereler bir sonuç vermeyince Arjantin Falkland ve Güney Georgia Adalarını işgal etti. İngiltere Güney Amerika'ya hemen bir görev kuvveti gönderdi. İngiltere, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Ekonomik Topluluğu'nda büyük diplomatik destek gördü; Arjantin'e otomatik zorlama tedbirleri uygulandı. 25-26 Nisan 1982 tarihlerinde İngiliz birlikleri Güney Georgia Adasını ele geçirince, Falkland Adalarındaki Arjantin birlikleri komutanı teslim oldu. Arjantin Devlet Başkanı Galtieri'nin ayrılmasından sonra da İngiltere adalardan çekilme niyetinde olmadığını gösterince iki ülke arasındaki sorun kesin bir çözüme bağlanamadı.
Feodalizm (feudalism)
Toprağı ve üzerinde yaşayan köylüleri tek bir kimsenin malı sayan ortaçağ rejimi. Bir diğer adı derebeylik.
Derebeyliğin özü, orgütlenmiş devletin bulunmadığı yerel düzeyde, bir hükümet görevinin yürütülmesidir. 500-600 km2'lik bir toprak parçası üzerinde en önemli bir güçlü kişi, daha az toprağa sahip olanların koruyuculuğunu üstlenmiş ve onlar da bu kişiye bağlılık sözü vermişlerdir. Böylece, feodal "lord", "vassal" ve toprağa bağlı (serf) köylüleriyle, derebeylik ortaya çıkmıştır.
Derebeyliğin önemli özelliği, lord ile vassal arasındaki "karşılıklılık esası"dır. Derebeylikte hiç kimse tam anlamı ile hükümran değildir. Kral ile halk ve lord ile vassal, bir cins "mukavele" ile birbirlerine bağlıdırlar. Bu mukaveleye aykırı hareket edilirse, karşılıklı hak ve görevler sona ermektedir. Bu durum, sık sık karışıklıklara, siyasal istikrarsızlıklara ve hatta savaşlara yol açmışsa da, gelecek çağların "anayasal hükümet" anlayışı, derebeyliğin bu mukaveleye dayanan niteliğinden doğacaktır.
Filistin Sorunu (Palestinian Question)
Üç büyük dince (Musevilik-Hristiyanlık-İslam) kutsal sayılan Filistin toprakları ile ilgili sorun. Günümüzün en karmaşık uluslararası sorunlarından birisi olan Filistin sorununun çok eski bir geçmişi vardır.
Sorunun günümüzdeki mevcut biçiminin, XIX. yüzyıl sonlarında başlayarak XX yüzyıl başlarında yoğunlaşan Yahudi göçü sonucunda, 1948 yılında bu toprak üzerinde İsrail Devlet'inin oluşturulması ile ilgili olduğu söylenebilir. Bu tarihten başlayarak meydana gelen Arap-İsrail çatışmaları veya İsrail'in giriştiği tek yanlı eylemler sonucunda, hemen tüm Filistin toprakları İsrail'in işgali altına girmiş, bu topraklarda yaşayan insanların büyük çoğunluğu diğer Arap ülkelerindeki mülteci kamplarına göçmüşlerdir. 1948 yılında Arap ülkelerinin muhalefetine rağmen, İsrail'in kuruluşu Birleşmiş Milletler tarafından onaylanmıştır. Birleşmiş Milletler, bunu izleyen yıllarda, İsrail'in kuruluş aşamasındaki sınırlarının dışında işgal ettiği toprakları terketmesi yolunda ve de özellikle Filistin mültecilerinin durumlarının iyileştirilmesi doğrultusunda sayısız karar almışsa da, bu konularda pek önemli bir gelişme sağlanamamıştır. Soruna bir çözüm bulunamamasında, anlaşmazlığın oldukça karmaşık bir nitelik taşımasının yanı sıra Arap ülkelerinin kendi aralarındaki anlaşmazlıklarının sürmesinin, süper güçlerin bölgedeki çıkarları ile ilgilenmelerinin ve İsrail'in askeri gücünün önemli rolü vardır.
1987'de Ortadoğu'da etkinliğini artıran Sovyetler Birliği, Filistin Kurtuluş Örgütünün Yaser Arafat liderliğinde yeniden birleşmesinde önemli rol oynamaya başladı. 20 Nisan 1987'de Cezayir'de yapılan Filistin Ulusal Konseyi toplantısında Arafat'ın Ürdün Kralı Hüseyin ile 1985 yılında İsrail karşısında barış girişimlerini ortaklaşa sürdürme konusunda vardıkları anlaşmayı feshetmesi üzerine örgüt içinde yeniden birlik sağlandı.Yıl sonuna doğru Amman'da toplanan Arap Birliği zirvesinde, barışın ön koşulunun "işgal altındaki tüm Arap topraklarının, özellikle Kudüs'ün kurtarılması" olduğu vurgulandı. Diğer yandan, işgal altındaki topraklarda FKÖ'nün genel yönlendirilmesi ile Aralık 1987 başlayan "intifada" (ayaklanma) hareketi karşısında İsrail ordusunun kullandığı dayak ve işkence yöntemleri, Filistin halkı ile geniş bir uluslararası dayanışma yolu açtı. İsrail hükümeti ile kamuoyunda da ciddi görüş ayrılıkları doğurdu.
13 Eylül 1993'te FKÖ ve israil arasında imzalanan "İlkeler Andlaşmasının" ardından başlayan "Ortadoğu Barış Süreci" içinde Mayıs 1994'te Kahire'de yapılan anlaşma ile İsrail Gazze ve Batı Şeria'yı Filistin Özerk Yönetimi İdaresi altına bırakmayı kabul etmiştir. Bugün Gazze ve Batı Şeria'da Filistin Özerk Yönetimi İdareyi sağlamakta, Filistin polis gücü asayiş hizmetlerini yürütmektedir.
Filistin özerk yönetimi idaresi altındaki bu bölgede bugün ciddi bir işsizlik, altyapı, konut, gıda ve sağlıklı içme suyu bulamama sorunları vardır. Özellikle Gazze'de altyapı yetersizdir ve içebilecek su kaynakları hızla bozulmaktadır. Bölgede ciddi yatırımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Yeni yönetimin deneyimsizliği ve maddi imkansızlıklar sebebiyle kamu hizmetleri aksatmaktadır. Bu bölgelerde hala olaylar çıkmakta, İsrail güvenlik güçleri ile halk zaman zaman karşı karşıya gelmektedir.

Ford Doktrini
ABD Başkanlarından Gerald Ford'un Kongrede yüksek miktardaki savunma bütçesini geçirmek için yaptığı konuşmada ilan ettiği görüş olup, ABD'nin barışçı yollarla ve müzakere masasında başarı sağlamasının, askeri alanda çok kuvvetli bulunmasına bağlı olduğu ve bunun gerçekleştirileceğini savunmuştur. Yeni ve güçlü silahların geliştirilmesi, bazı bölgelerde yeni üsler kurulup kuvvet bulundurulması gereği bu doktrinin uygulanması için öngörülmüştür.

Frankfurt Barışı, 1871
Fransa ile Almanya arasında imzalanan ve 1870-71 savaşına son veren barış antlaşması. Bismark ile Thiers arasında Versailles'de imzalanan ön anlaşmalar (26 Şubat 1871) Almanların Paris'e girmesini önlemek amacıyla 1 Mart'ta; Bordeaux'da Ulusal Meclis tarafından kabul edilmiş, Brüksel'de yeniden başlayan (28 Mart-24 Nisan) görüşmeler, Frankfurt'ta Dışişleri Bakanı Jules Fanre ve Maliye Bakanı Pouyer-Quertier tarafından sürdürülmüştü. 10 Mayıs 1871'de imzalanan barış, ön antlaşmaları onaylıyordu. Birey (Bismarck buradaki demir yatağının değerini çok geç öğrenmişti) Chaleau-Salins ve Belfort bölgesi dışında (kat çevresinde 10 km'lik bir yarı çap). Alsace ve Moselk vadisi de içinde olmak üzere (Thionville ve Metz) Lorraine yaylasının kuzeydoğusu Almanya'ya bırakılıyordu. Anlaşmanın mali hükümleri ağırdı. %5 faizli 5 milyar frank tazminat (1,5 milyarı 1871'de, 0,5 milyarı 1872'de ve 3 milyarı da Mart 1874'den önce ödenmek üzere), 266 milyarın üzerinde savaş borcu. Fransız ordusu Lorraine'ın güneyine çekilerek, ancak Paris garnizonu bırakılmayacaktı. Thiers, borçlanma yoluyla son borç taksidini Eylül 1873'te ödemeyi ve ülkeyi 6 ay önce kurtarmayı başardı.

Fransız Devrimi, 1789
1789 Devrimi olarak da bilinir. 1787'den başlayarak Fransa'yı sarsan, ilk doruk noktasına 1789'da ulaşan ve değişik aşamalardan geçerek 1799'a değin süren devrimci hareket. Fransa'da ancien regime'e (eski rejim) son vermiş ve Avrupa tarihinde yeni bir çağ açmıştır.
Devrime yol açan nedenler konusunda farklı görüşler bulunmakla birlikte, genel olarak üzerinde durulan başlıca etkenler şunlardır: 1)Avrupa'nın en kalabalık ülkesi olan Fransa'da yaşam koşullarının giderek kötüleşmesi, 2)Gelişmekte olan varlıklı burjuvazinin başka ülkelerdekinden daha sistemli bir biçimde siyasal iktidarın dışında tutulması, 3)Köylülerin, üzerlerinde ağır bir yük oluşturan çağdışı feodal sisteme duyduğu tepkinin güçlenmesi, 4)toplumsal ve siyasal reformu savunan düşünürlerin Fransa'da başka yerlere göre daha yaygın bir etki uyandırması, 5)Fransa'nın Amerikan Bağımsızlık Savaşı'na sağladığı yoğun mali ve askeri destek yüzünden devletin iflasın eşiğine gelmesi.
Fransız maliyesini düzene sokmakla görevlendirilen Charles-Alexandre de Calonne, Şubat 1787'de üst düzey din adamları, büyük soylular ve yüksek yargıçlardan oluşan İleri Gelenler Meclisi'ni toplantıya çağırarak bütçe açığının kapatılması için ayrıcalıklı kesimlerin vergi yükümlülüğünü artıracak reformlar önerdiğinde, Fransa'da devrimin ilk kıpırdamaları başladı. Meclis, reformları reddederek ruhban sınıfı, soylular ve halkın temsilcilerinden oluşan ve 1614'ten beri toplanmamış olan Etats-Genaraux'un toplantıya çağrılmasını talep etti. Calonne'dan sonra Fransız maliyesini yönetenlerin, direnişe karşın reformları uygulama yolundaki çabaları, aristokratik kurumların, özellikle de Mayıs 1788'de çıkarılan yasa ile yetkileri kısıtlanmış olan Parlement'lerin başkaldırısına yol açtı. 1788'in bahar ve yaz aylarında Paris, Grenoble, Dijon, Toulouse, Pau ve Rennes'de huzursuzluklar baş gösterdi. Ödün vermek zorunda kalan Kral XVI. Louis, Jacques Necker'in maliyenin yönetimine getirdi ve Etats Generaux'yu 5 Mayıs 1789'da toplayacağını açıkladı. Kralın basın özgürlüğüne de göz yummasıyla Fransa bir anda devlet yapısının yeniden düzenlenmesine ilişkin tasarıları içeren kitapçıklarla dolup taştı. Ocak-Nisan 1789 arasında yapılan Etats-Generaux seçimleri kötü geçen 1788 hasadının neden olduğu karışıklıklarla aynı zamana rastladı. Temsilcilerini belirlemekte herhangi bir kısıtlamayla karşılaşmayan üç toplumsal zümre de kendi sorunlarını ve isteklerini dile getiren dilek listeleri ya da "şikayet defterleri" (cahiers de doleances) hazırladılar. Tiers Etat (Halk Meclisi) için 600, soylular ve ruhban kesimlerinin her biri için de 300 temsilci seçildi. Kırsal alanlarda iki, kentlerde ise üç dereceli seçimler sonunda belirlenen Tiers Etat temsilcileri bütünüyle burjuvalardan oluşuyordu.
5 Mayıs 1789'da Versailles'de toplanan Etats-Generaux, daha başlangıçta, oylamaların toplam temsilci sayısına mı yoksa etat esasına göre mi yapılacağı konusunda ikiye bölündü. Bu yöntem sorunu üzerindeki şiddetli mücadelede Tiers Etat temsilcileri çok geçmeden çoğu halk kökenli küçük papazların da desteğini kazandı. Ardından krala da meydan okuyarak Jeu de Paume salonunda toplantı (20 Haziran) ve Fransa'ya yeni bir anayasa getirilinceye değin kesinlikle dağılmayacağına ant içti. XVI. Louis bu duruma istemeyerek boğun eğdi ve ruhban kesimiyle soyluları Kurucu Meclis'i oluşturmak üzere Tiers Etat'ya katılmaya çağırdı; bir yandan da meclisi dağıtmak üzere asker toplamaya girişti.
Askeri birliklerin kralın emriyle Kurucu Meclis'in çevresini sarması ve Necker'in görevinden alınması meclisin tepkisine, kralın buna kayıtsız kalması da Paris halkının ayaklanmasına yol açtı. Silahlanan Paris halkı 14 Temmuz 1789'da krallık baskısının simgesi olarak gördüğü Bastille'i ele geçirdi. Bu hareketle ayaklanma devrime dönüştü. Yeniden boyun eğer Kral, kentte dolaşırken krallığın beyaz renginin yanı sıra Paris'in renkleri olan mavi ve kırmızıyı da içeren üç renkli kokart takarak halkın egemenliğini tanıdığını gösterdi.
Taşrada büyük korku köylülerin de feodal beylere karşı ayaklanmalarına ve şatoları hedef alan saldırılara girişmelerine yol açtı. Soylular ve burjavazi dehşete kapıldı. Kurucu Meclis, köylüleri denetim altına almak için 4 Ağustos'ta feodal vergi ve ayrıcalıkları ortadan kaldırdı. Ardından İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile edilerek (26 Ağustos) özgürlük, eşitlik, mülkiyet dokunulmazlığı ve baskıya karşı direnme hakları tanındı.
Kral, toplumsal yapıyı altüst eden 4 Ağustos kararları ile İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'ni onaylamayı reddetti. Bunun üzerine Paris'te halk kitleleri yeniden ayaklanarak 5 Ekim'de Versailles'a yürüdü. Ertesi gün,kralliyet ailesi Paris'e getirilerek Tuileries Sarayı'nda oturmak zorunda bırakıldı. Kurucu meclis de Paris'te yeni anayasa üzerinde çalışmalarını sürdürdü.
Kurucu Meclis, feodalizmin tasfiyesini sürdürerek eski zümreleri (ordre) kaldırdı, sömürgelerde köleliğe son vermekle birlikte en azından Fransa'da yurttaşlar arasında eşitliği sağladı ve kamu görevlerine girişteki eşitsizliklere son verdi. Kamu borçlarının ödenmesi amacıyla kilise topraklarının devletleştirilmesi kararını mülklerin yaygın bir biçimde yeniden dağıtılması izledi. Bundan çok yararlanan burjuvaziyle toprak sahibi köylüler oldu; ama bazı topraksız köylüler de arazi satın alabildi. Kiliseyi mal varlığından yoksun bırakan Kurucu Meclis, ardından yeni bir düzenlemeye girişerek Fransız Kilisesi Temel Yasası'nı çıkardı. Yasa, papa ve Fransız ruhban sınıfının çoğunluğu tarafından reddedildi. Ortaya çıkan ayrılık, çekişmelerin şiddetini artırdı.
Kurucu Meclis, ancien rengime'in karmaşık yönetsel sistemini yıkarak yerine seçilmiş meclislere yöneltilen il (departement), ilçe (arrondissement), kanton (canton) ve bucak (commune) bölünmesine dayalı akılcı bir sistem getirdi. Adalet mekanizmasının temelini oluşturan ilkeler de köklü bir biçimde değiştirildi ve sistem yeni yönetsel birimlere uyarlandı; yargıçların da seçilerek göreve gelmesi ilkesi kabul edildi.
Kurucu Meclis'in çerçevesini çizdiği yeni düzen, yasama ve yürütme güçlerinin kralla meclis arasında paylaşıldığı bir monarşiyi öngörüyordu. Ama bütünüyle aristokrat danışmalarının etkisi altında olan XVI. Louis ülkeyi yeni güçlerle birlikte yönetme yolunu seçmeli. 20-21 Haziran 1791'de ülkesinden kaçma girişiminde bulunduysa da Varennes'de yakalanarak Paris'e geri getirildi.

Kırım Savaşı, 12 Mart 1854-10 Eylül 1855
Abdülmecid devrinde Osmanlı, Fransız ve İngiliz devletlerin Rusya'ya karşı yaptıkları savaş. Sultan Abdülmecid'in Osmanlı İmparatorluğunu diriltmek amacıyla giriştiği reformlar, kendini "hasta adam"ın varisi sayan Rus çarı Nikolay I'i memnun etmemişti. Bu yüzden, Türkiye'deki bütün ortadoksların himayesine verilmesini istedi ve padişahın ret cevabı üzerine Enflak-Boğdan eyaletlerini işgal etti ve bir Rus donanması Sinop şehrini bombalayarak Osman Paşa kumandasındaki Türk donanmasını batırdı. (30 Kasım 1853). Bunun üzerine Fransa ve İngiltere, İstanbul'un ve Boğazlar'ın Rus tehdidi altına girdiğini anladılar. Türk Rus anlaşmazlığı bu olaydan sonra bir defa daha meselesi durumuna geldi. İngiltere ve Fransa'da basın, savaş lehine yazılar yazmağa başladı; Fransa ve ingiltere hükümetleri Ekim ayında çar anlaşmaya yanaşmazsa, Türklere yardım edeceklerini bildirmişlerdi. Nitekim bir süre sonra da İngiliz ve Fransızlara ait donanmalar Çanakkale boğazını geçerek İstanbul önlerine geldi. Durumu haber alan Rus Çarı, İngiliz ve Fransız donanmalarının Çanakkale boğazını geçmesini protesto etti. Avusturya ve Prusya, Boğazlar Antlaşmasını (3 Temmuz 1841) imzaladığı halde olaylarla ilgilenmediler. Sinop bombardımanından sonra İngiltere kraliçesi Victoria ve Napoleon III, Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasındaki anlaşmazlığı çözmek için arabuluculuk teklif ettiler. Çar Nikolay'ın bunu kabul etmemesi üzerine, Londra ve Paris kabineleri Rusya'ya birer ültimatom verdi. Bu ültimatomda, Eflak ve Boğdan'ın hemen boşaltılmasını, Osmanlı imparatorluğunun mülki bütünlüğünün tanınmasını, ortadoks tebaa üstünde himaye fikrinde vazgeçilmesini istediler. Böylece Eflak ve Boğdan'ın boşaltılması, savaş için yeterli bir sebep olacaktı. Çar bu ültimatomu reddetti, sonra da Rus ordularına Tuna'yı geçme emrini verdi (9 Şubat 1854). İngiltere ve Fransa, bunun üzerine Rusya'ya savaş açılmasını kararlaştırdılar. (12 Mart 1854). Osmanlılar, Fransızlar ve İngilizler arasında üç antlaşma yapıldı, ilki İstanbul Antlaşmasıydı. Bu antlaşma ile İngiltere ve Fransa Osmanlı devletinin toprak bütünlüğünü garanti ediyor ve yenileşme hareketlerini destekliyorlardı (12 Mart 1854). İkincisi Londra Antlaşmasıydı. Bunda, iki devlet Osmanlı İmparatorluğundan özel çıkarlar sağlamak düşüncesinde olmadıklarını açıkladılar. 28 Ocak 1854'te Ruslar genel bir saldırıya geçtiler. Tuna'yı, Kalas'ı, İbrail'i ve İsmail'i de alarak Dobruca'ya girdiler. Bu arada bir Osmanlı ordusunu yenerek Silistre'yi kuşattılar. Kaledeki Osmanlı kuvvetleri, Ruslara karşı kaleyi şiddetle savundu; Mayıs'ta yapılan altı saldırıyı püskürttüler. Bu arada İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Osmanlılara yardım etmek üzere Gelibolu'dan Varna'ya geldiler. Avusturya da Rusya'yı zorlamağa başladı. Osmanlılar Avusturya ile bir antlaşma yaparak Tuna bölgesindeki cepheyi ortadan kaldırdılar. Bu antlaşmadan sonra müttefikler Rusya'yı barışa zorlamak için Kırım üzerine yürümeyi uygun buldular. Kırım Savaşının daha fazla uzamayacağını ve kesin bir zafer kazanacaklarını umuyorlardı. Fakat Fransız ve İngiliz orduları Avrupa'daki üslerinden çok uzakta dövüşmek zorunda kaldı; ayrıca böyle bir sefer için her bakımdan hazır değillerdi. Üç devletin deniz ve kara kuvvetleri arasında işbirliği, kumanda birliği de yoktu. Türk kuvvetlerinin başında Ömer Paşa, Fransız kuvvetlerinin başında Saint Arnaud, İngilizlerin başında Lord Ralgan bulunuyordu. 89 savaş gemisinin yanında 267 taşıt gemisi, Kırım'da Veupatoria'ya 30.000 Fransız, 21.000 İngiliz ve 6.000 Türk askeri çıkardı (29 Eylül 1854). Bu kuvvetlerin karşısında 51.000 Rus askeri vardı. Müttefiklerin başlıca amacı Sivastopol'u almaktı. Sivastopol yolunu kapayan Mençikov kuvvetlerini Alma'da yendiler. Fakat Ruslar savaş gemilerinin bir kısmını batırarak limanın deniz tarafından güvenliğini sağladılar. Albay Totloben'in yaptığı tabyalar da karadan gelen taaruzu önledi. Bunun üzerine şehrin sürekli kuşatılmasına karar verildi. Bu arada Rusların müttefik çemberini yarmak için yaptığı çıkış hareketleri de sonuç vermedi (25 Ekim-5 Aralık 1854). Kış gelince, savaşlar durdu. Bu sırada Küçük Piyemonte hükümeti Rusya'ya karşı savaşa girerek 15.000 kişilik bir kuvvet gönderdi. 1855 Baharında müttefikler 14.000 kişilik bir kuvvetle tekrar savaşa başladılar. Malakov tabyasının Yeşiltepe mevkii ve Beyaz tabya, 7 Haziran'da alındı. Yardıma gelen kuvvetler Traktik köprüsünde ezildi (16 Ağustos 1854), Sivastopol sürekli topa tutuldu, Ruslar günde 1.000 kayıp verdiler. Müttefikler 4-7 Eylül'de genel bir saldırı ile Sivastopol'u savunan Malakov tabyalarını teslim aldılar, 10 Eylül'de bir harebe durumuna gelen şehre girdiler. Limanı, dokları, tersaneyi tahrip ettiler. Harekat, Kangil çarpışması ve Kinbun ile Orçakov'un işgaliyle sona erdi Bu arada Ömer Paşa da Rusları Yevpatoria'da kesin bir yenilgiye uğrattı. B savaşlarda iki tarafın kayıpları 240.000'e yükseldi. Müttefiklerin başarılı, Nikolay'ın ölümü ve yerine Aleksandr II'nin geçmesi, Ruslar'da, savaşı kazanma ümidini yok etti. Yeni çar şerefli bir barış yapmağa hazır olduğunu bildirdi. Barış şartlarının görüşülmesi için Paris'te bir kongrenin toplanması kararlaştırıldı.


Kırmızı Telefon (Hot Line)
Washington ile Moskova arasındaki özel telefon. Nükleer silahların gelişmesi ve çoğalmasından sonra milletlerarası politikada büyük devletler arasında varolan dehşet dengesinin sonucu olarak, nükleer savaştan kaçınma tedbirleri aranmaya başlanmıştır. Özellikle ABD ile Rusya en güçlü silahlara sahip iki devlet olarak, gerek önemli bunalımlarda, gerekse bir yanlışlık neticesi böyle bir savaştan kaçınmaya özel bir önem vermişler, Washington'da Başkanlık evi olan Beyaz Saray ile Sovyet yöneticilerinin Moskova'daki Kremlin Sarayı arasında bu amaçla özel bir telefon bağlantısı kurmuşlardır. Böylece tehlike anında, nükleer silahları harekete geçirmek için, aynı zamanda bölgesel çatışmaların (Ortadoğu devletleri arasındaki çatışmalar gibi) doğrudan temas ile çözümlenebilmesi amacıyla iki devlet yöneticileri derhal özel hatla konuşma olanağına kavuşmuşlardır ve bu telefon bağlantısına kırmızı telefon denmektedir.
Bu bağlantı, 1962 Ekim'inde, Sovyetlerin Küba'da Amerika'ya çevrik füzeler yerleştirmeleri ve ABD'nin yeni füzeler getirmekte olan Sovyet gemilerine karşı deniz kuvvetlerini harekete geçirerek Küba'yı ablukaya almasıyla ortaya çıkan Küba Krizi'ni takiben gerçekleştirilmiştir. Bu krizin şiddetlenmesi iki ülkeyi nükleer bir savaşın eşiğine getirmiştir.

Kıta sahanlığı sorunu
Devletlerin karasuları ve karasularının dışında kalan bölgelerden faydalanmaları ile ilgili ortaya çıkan sorun. Kıta sahanlığı kavramı 1945'te ABD başkanı Truman'ın bir bildirisi ile ortaya çıkmıştır. Bunun önemi kıta sahanlığında maden yumrularının, sahanlığının toprak altında petrol ve doğal gaz yataklarının bulunması ve bunların işletilmeye başlamasıdır. Kıta sahanlığı alanının nereye kadar uzanacağı önemli bir sorun olmuştur. Kıyıları doğrudan açık denizlere, okyanuslara açılan ülkelerin (örneğin, Latin Amerika ülkelerinin) büyük çoğunluğu, bu bölgeleri mümkün olduğunca geniş tutmaya çalışmışlardır. Amaç ekonomik değeri olan balık avlanma hakkını artırmaktır. Bu konuda uygulanacak kurallar 1958 Cenevre Deniz Hukuku Konferansında yapılan Kıta Sahanlığı Sözleşmesi ile belirlenmiştir. Kıta sahanlığı kuramının açıklığa çıkmasında Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları (1969) ve III. Deniz Hukuku Konferansı ve bunun sonunda ortaya çıkan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (1982) son aşamayı oluşturmaktadır.
Kolonicilik: bkz. sömürgecilik
Kore savaşı

Kore yarımadası 1945 Ağustos'unda, Rusya'nın Japonya'ya harp ilan etmesiyle kuzeyde Rus istilasına uğramış ve 38'inci paralelden itibaren Rusya ile ABD tarafından geçici olarak ikiye bölünerek Kuzey Kore yaratılmıştır. Ruslar kuzeyde komünist bir idare kurup çekilmişler ve 1948'de Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti adını alan devlet ortaya çıkmıştır. Böylece, ilerde iki ülkenin birleştirilmesi kararı da askıda kalmıştır. İki ülke arasında 38. paralel boyunca çeşitli sınır çatışmaları başlamış ve 25 Haziran 1950 tarihinde Kuzey Kore Güney Kore'ye saldırıya geçmiştir.
Bu durumda, Birleşmiş Milletler bir karar alarak çok büyük kısmı ABD Kuvvetlerinden oluşan bir B.M. Kuvvetini Güney Kore'nin yardımına göndermiş, bu kuvvetler kuzeye doğru ilerleyerek Mançura'daki Çin sınırına yaklaşmışlardı. Çinliler de gönüllü kendi kuvvetleriyle Kuzey Kore'ye yardıma girişmişler, böylece savaş genişlemiş ve uzamıştır. B.M. Başkumandanı olan General Mac Arthur savaşın durması için bir ara Mançurya'ya atom bombası atılmasını önermiş ve bu yüzden görevinden alınmıştır. Daha sonra Temmuz 1953'de iki taraf arasında 38. paralel civarında mütareke imzalanmıştır.
Kore savaşı çok sayıda insan hayatına mal olmuş, dünya ekonomisine birçok maddenin fiyatını yükselterek önemli etkiler yapmıştır.
Türkiye'de 17 Ekim 1950 tarihinde Kore'ye General Tahsin Yazıcı komutasında 5090 kişilik bir Tugay çıkarmıştır. Çeşitli görevler alan Türk Tugayı Kore'de büyük başarı göstererek, dünyanın takdirini kazanmıştır (Kunuri savaşı). Türk Tugayı Kore'de 900'den fazla şehit vermiş, 200 kişi de yara almıştır. Zamanla Türk Tugayının mevcudu indirilmiştir. Kore'de önemli bir Türk şehitliği vardır ve Ankara'da da 1973'de şehitlerin hatırasına bir anıt yapılmıştır.
Kore savaşından tarafların kayıplarının durumu ise şöyledir: Güney Kore ordusu 141 bin ölü ve 43 bin kayıp, Birleşmiş Milletler kuvvetleri 36 bin ölü vermiş, karşı taraftan Kuzey Kore ordusu 295 bin ölü, komünist Çin ordusu da 184 bin ölü vermiştir. (Kore'de sivil halktan da her iki kesimde 3 milyon kişi kadar ölmüştür.)

Körfez Savaşı, (1980-1988): bkz. İran-Irak Savaşı
Körfez Savaşı (Gulf War)

Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak'ın silahlı kuvvetleri 1 Ağustos 1990'da Kuveyt Krallığını, Kuveyt ülkesinin Osmanlı Devleti döneminde Basra eyaletine bağlı olduğu, Basra'nın da Irak'a ait olduğu gerekçesiyle işgal etmiştir. Pekçok ülke Irak'a geri çekilmesi konusunda uyarıda bulunmuş, ancak Irak bunları dikkate almamıştır. Birleşmiş Milletler 15 Ocak 1991'de, Irak'ın geri çekilmesi konusunda ültimatomu içeren bir karar almıştır.Ayrıca, ABD, 7 Ağustos 1990'da Suudi Arabistan'a askeri birlikler göndermiştir. 12 Ocak 1991'de ise ABD Kongresi, Başkan George Bush'un, Irak'a ABD kuvvetleri sevk etme planını onaylamıştır. Ardından, 430.000'i Amerikalı olmak üzere 28 koalisyon ülkesi kuvvetlerinden oluşan 700.000 kişilik askeri birlik Irak'a karşı koymuştur. Irak'ın müttefikleri sadece Filistin Kurtuluşu Örgütü (FKÖ) ve Ürdün olmuştur. Saldırının Hazırlanması sırasında Iraklılar, ülkedeki yabancı işçileri rehin almıştır. Bu rehinler arasında 1.200 İngiliz, 900 Amerikalı, 200 Japon, ayrıca daha az sayıda olmak üzere Polonyalılar ve Almanlar bulunmaktaydı. Irak kuvvetlerine karşı saldırı 17 Ocak 1991'de başlamış ve Iraklılar Kuveyt'ten geri çekilmişlerdir. Saldırı sırasında müttefikler tarafından 200 kişi ölmüş ya da yaralanmış buna karşılık 100,000 den fazla Irak'lı yaşamını yitirmiştir. Bunlar arasında siviller azımsanmayacak sayıdaydı. 180.000 Iraklı asker ise koalisyon güçlerine teslim olmuştur. Savaş sırasında Irak hava gücünün büyük kısmı, tahribattan korunmak için İran'a geçmiştir. ABD Başkanı Bush'un Iraklı liderleri ve özellikle de, kendi yönetiminden kaçan Kürtlere baskı uygulayan ve kimyasal ve nükleer silah materyallerini gelecekte kullanmak üzere saklayan Saddam Hüseyin'i yeterince takip edip uğraşmama kararı oldukça eleştirilmiştir. ABD gelecekteki muhtemel bir kullanım için bölgede 25.000 askerden oluşan bir kuvveti ve 200 hava gücünü bölgede bırakmıştır. Amerikan Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanan bir istatistiğe göre savaşın maliyeti 61.1 milyar dolar olmuştur. Savaşın açıklanan sebebi Kuveyt'in, Irak'ın saldırısından kurtarılmasıdır. Ancak bu savaşı soğuk savaş ertesi dönemde Amerikan'ın Pax-Amerikana'yı oluşturmaya yönelik bir girişim olarak değerlendirenler de vardır. ABD bu savaşta, soğuk savaşta rastlanmayan bir askeri stratejiyi (orta yoğunlukta çatışma-mid-intensity conflict) uygulamıştır. ABD Irak'a yönelik bu stratejinin hazırlıklarına Körfez Savaşı'ndan birkaç yıl önce başlamıştır. Irak yönetimi, ateşkes antlaşmasından sonra, savaş sırasında ayaklanan Kürt ve Şiilere karşı askeri bir harekat düzenlenmiştir. Baskı karşısında Türkiye'ye sığınan Kürt, Şii ve Azeriler için Irak'ın kuzeyinde ve Türkiye'de sığınma kampları oluşturulmuştur. Irak'ta Zaho kenti çevresi koalisyon güçlerince denetim altına alınarak sığınmacılar için güvenlik bölgesi oluşturulmuştur. Kurulan yerleşim yerlerinin aşamalı olarak Birleşmiş Milletler denetimine bırakılması kararlaştırılmıştır.
Türkiye, Körfez savaşı sırasında Birleşmiş Milletler'in ambargo kararına uyarak, Kerkük-Yumurtalık Petrol boru hattının kapatmış, ayrıca güneyde bulunan İncirlik ve Pirinçlik üslerini koalisyon güçlerinin kullanımına açmıştır.
Kudüs Sorunu.
Bir çok dinin inançlarına göre kutsal kabul edilen Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilan etmesiyle başlayan sorun. Kudüs 1948 yılında İngilizler çekilince İsrail ve Ürdün arasında paylaşıldı. 1967'deki Altı Gün Savaşının ardından İsrail doğu Kudüs'ü işgal ederek kenti eli geçirdi. Ancak Birleşmiş Milletler'in daha önceki Filistin'in paylaşılması planında Kudüs'ün statüsü (corpus-separatum) uluslararası statüde -ayrılmış- kent olarak belirlenmişti. Kudüs sorununun çözümü 1991'de FKÖ ve israil arasında imzalanan "İlkeler Açıklaması"nda 1996'ya ertelendi. 1996'daki ABD başkanlık seçimi, İsrail Knesset seçimleri, soğuk savaşın bitmesiyle diasporadan gelen yahudi göçlerinin artması ve Kudüs'ün kuruluşunun 3.000 yıldönümü kutlamaları sorunun çözümünü zorlaştıracak faktörler olarak görülüyor.

Kutsal İttifak.
Rus çarı I. Aleksandr, Avusturya imparatoru I. Franz ve Prusya kralı III. Friedrich Wilhelm'in, Napoleon'un yenilgisinin ardından başlayan II. Paris Antlaşması görüşmeleri sırasında kurdukları ittifak (26 Eylül 1815). Siyasal ve toplumsal yaşamda Hristiyan ilkelere bağlılığı güçlendirmeyi amaçladığını ilan edilen Kutsal İttifak'ın kuruluşuna Çar Aleksandr önderlik etti. Sonradan İngiltere veliaht prensi, Osmanlı padişahı ve papa dışında bütün Avrupa hükümdarlarının katıldıkları ittifak, fazla etkili olmamakla birlikte, liberaller ve sonraki tarihçiler tarafından Orta ve Doğu Avrupa ülkelerindeki tutucu ve baskıcı yönetimlerin aracı ve simgesi olarak kabul edildi. Napoleon sonrası dönemin önde gelen diplomatlarından Avusturya Dışişleri Bakanı Prens Klemens von Metternich ve İngiltere Dışişleri Bakanı Vikont Castlereagh ise Kutsal İttifak'ı önemsiz ve geçici bir birlik olarak değerlendirmişlerdir.

Kuveyt Krizi: bkz. Körfez Savaşı, 1991.
Küba Bunalımı, 1962

Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri'ni doğrudan savaşın eşiğine getiren uluslararası siyasal bunalım.
Küba'da Fidel Castro, 1959'da Amerikan yanlısı diktatör Batista'yı devirerek iktidarı ele geçirmişti. Bu tarihten itibaren Küba'nın ABD ile ilişkileri bozulurken, SSCB ile gelişmiştir. Özellikle 1961 yılının Nisan ayında, ABD tarafından Küba'ya karşı düzenlenen başarısız Domuzlar Körfezi çıkartması ABD-Küba gerginliğini iyice artırmıştır. Bu arada 1962 Ocağında OAS (Amerikan Devletleri Örgütü) devletleri Küba'nın OAS'tan atılmasını kararlaştırmışlardır. 1962 Ağustos'unda ABD istihbaratı Küba'ya bazı Sovyet füzelerinin yerleştirilmiş olduğunu saptamıştır. Bunun üzerine Küba'daki Sovyet füzelerinin sökülmesini isteyen ABD, 22 Ekim 1962 tarihinden başlayarak adayı denizden ablukaya almıştır. Bu sırada bazı Sovyet gemilerinin de Küba limanlarına doğru Atlantik'te seyretmekte olması, daha önce 1948 tarihli Berlin ablukasında karşı karşıya gelen iki "süper devlet" arasında doğrudan bir çatışma olasılığını ortaya çıkarmıştır. Tüm dünyada bir nükleer savaş korkusu yaşatan bir kaç kritik gün içerisinde, kısmen Khruchchev liderliğindeki SSCB yönetiminin biraz geri adım atması, kısmen de taraflar arasında sürdürülen pazarlıklarda bir anlaşmaya varılması, krizin sıcak bir çatışmaya dönüşmesini önlemiştir. Sovyetler Birliği, Türkiye'de bulunan Jüpiter füzelerinin de sökülmesi kaydıyla Küba'daki füzelerin sökülmesini kabul etmiştir. Küba (Ekim füzeleri) bunalımının en önemli sonucu, soğuk savaşın doruk noktasına vardığı bir dönemde, "yumuşama" ve "görüşme" havası yaratmış olmasıdır. Bunalımın ikinci sonucu, NATO'nun Avrupalı ortaklarının, böylesine büyük bir bunalımda, yanı kendilerini de son derece tehlikede bırakan durumlarda, kendi görüşlerinin alınmayacağını açıkça görmüş olmalarıdır. Küba Bunalımı, her iki ittifak grubunda da üyelerin, stratejik değişikliklerle başlayan yeni uluslararası ortama uyum gösterme özlemlerine hız kazandırdı. Bunalım,ayrıca geleneksel (klasik) silahların önemini artırmıştır. Son olarak, ABD ile Sovyetler Birliği arasında, iki devlet başkanının gizli, çabuk ve doğrudan haberleşmeleri ile birçok yanlış anlamanın giderilmesi amacıyla bir doğrudan telefon hattı (hotline) kurulmuştur.
Küçük Antant (Petite Entente)
Birinci Dünya Savaşını izleyen devrede Avrupa'da oluşan yeni bloklaşmalardan biridir. Çekoslovakya, Yugoslavya ve Romanya'nın aralarında kurdukları bir işbirliği ve ittifak sistemidir.
Küçük Antant; 1920'de Çekoslovakya-Yugoslavya, 1921'de Çekoslovakya-Romanya ve Yugoslavya-Romanya arasındaki ikili anlaşmalardan oluşmuştur. Amacı, bu savaş ertesi yeni devletlerin Orta Avrupa'daki güvenliklerini korumak (Alman, Macar ve Bulgar tehlikesine karşı) ve status quo'yu devam getirmekti. Fransa bu sistemin koruyucusu rolünü oynamış, bu ülkelerin dış siyasetini hayli etkilemiştir.

La Haye Konferansları
Devletler hukuku alanında sık sık değinilen Lahey Konferansları, başlıca 1899'da ve 1907'de olmak üzere iki defa toplanmıştır. Genel olarak milletlerarası anlaşmazlıkların barışçı yollarla çözümlenmesi ile savaş hukuku konularında bazı kurallar koyarak devletler hukukunun düzenlenmesi (codification) konusunda yararlı çalışmalar yapmıştır. Daha sonra 1930 yılında da bir diğer konferans daha yapılmışsa da, önceki ikisi kadar önemli sayılmaz.
Birinci Konferansta 26 ülke bulunmuş, hemen bütün Avrupa devletleri ile ABD de katılmıştır. İkinci Konferans ise 44 ülke arasında yapılmıştır.
Lahey Konferanslarında saptanan kurallar bazı sözleşmeler meydana getirmiştir. Bunlara Lahey Sözleşmeleri denmektedir. Örneğin, "Milletlerarası Uyuşmazlıkların Barışçı Yollarla Çözümlenmesine Dair Lahey Sözleşmesi" veya "Savaş Açılmasına Dair Lahey Sözleşmesi" bunlardandır.

Laval-Mussolini Anlaşması, 7 Ocak 1935
Fransız Pierre Laval ile İtalya Devlet Başkanı Benito Mussolini arasında yapılan anlaşma. Nazi Almanyası ortaya çıktıktan sonra ve özellikle 1934 Ekim'inde Dışişleri Bakanlığına gelen Pierre Laval ile birlikte, Fransa-İtalya münasebetleri hızla gelişti. Fransa İtalya'ya daha fazla kaydı ve anlaşma imzalandı.Anlaşma, Tuna ülkeleri konusunda bir pakt öngörmekteydi. Avusturya'nın bağımsızlığı garanti altına alınıyordu. Bu Avrupa'da barışın korunması için bir şart olarak kabul ediliyordu. Anlaşmada yer almayan fakat gizli görüşmelerde Habeşistan (Etyopya) bahis konusu olmuş ve Laval Fransa'nın bu konudaki ilgisizliğini açıklamıştır. Bu da Etyopya'nın İtalyanlar tarafından işgalini kabul ettiğini gösteriyor.

Lenin, Vladimir İ.
Asıl adı Vlamidir İliç Ulyanov'dur. 1917 Sovyet Devrimi'nin esin kaynağı ve önderi olan Marksist düşün, siyaset ve eylem adamı. İlk başkanlığını yaptığı (1917-1924) yeni Sovyet devletinin temellerini atmış, dünya işçi hareketinin yeni öncü örgütü olarak III. Enternasyoneli (Komintern) kurmuştur. Tarihinin en büyük devrimcilerinden biri ve Marx sonrası dönemin en etkili sosyalist düşünürü olarak kabul edilir. Marx'ın kuramlarına yaptığı katkılardan dolayı komünist hareketler genellikle Marsizm-Leninizm olarak anılmıştır.
Litvinov Protokolu, 9 Şubat 1929
Sovyetler Birliği'nin Briand-Kellog Paktının güttüğü aynı amacı kapsayan bir protokolü kendi komşuları arasında da en kısa zamanda yürürlüğe koymak için hazırladığı özel bir protokol. Kellog Paktı'nı Sovyetler, Batılıların Sovyet Rusya'yı izole etmek, çember içine almak ve Sovyet Rusya'ya karşı mücadele etmek ve kurdukları bir kombinezon olarak karşılamışlardı. Fakat Fransız hükümetinin daveti üzerine 1928 Ekim'inde Sovyet Rusya da bu pakta katılmıştır. Sovyetler, paktın silahsızlanmaya gereken önemi vermemiş olduğunu belirtmekle beraber paktın en kısa zamanda yürürlüğe girmesini sağlamak için Polonya ve Litvanya'ya özel bir protokol önerdi. Polonya bu protokole katılmak için Romanya ve diğer Baltık devletlerinin de katılmasını şart koşmuştur. Protokol 9 Şubat 1929'da SSCB, Letonya, Estonya, Romanya ve Polonya tarafından imzalanmıştır. Türkiye, Litvanya, İran ve Danzig de kısa bir süre sonra bu protokolü imzalamışlardır. Protokol ve pakt, tarafsızlık ve saldırmazlık antlaşmaları imzalamamış olan devletler ile SSCB arasında bu çeşit anlaşmaların yerini almıştır.

Locarno Antlaşmaları, 1 Aralık 1929
I. Dünya Savaşı sonrası Batı Avrupa'da barışı korumak amacıyla Almanya, Fransa, Belçika, İngiltere ve İtalya arasında imzalanan bir dizi antlaşma. 16 Ekim'de İsviçre'nin Locarno kentinde kaleme alınan antlaşmalar, 1 Aralık'ta Londra'da imzalanmıştır.
Locarno Paktı Almanya, Belçika, Fransa, İngiltere ve İtalya arasındaki karşılıklı güvence antlaşmasını, Almanya ile Belçika ve Almanya ile Fransa arasındaki hakem antlaşmalarını, eskiden itilaf devletleri tarafından Almanya'ya verilen ve Milletler Cemiyeti sözleşmesinin 16. md.'ne göre sözleşmeyi çiğneyen bir devlete karşı uygulanacak yaptırımları açıklayan notayı, Fransa ile Polonya ve Fransa ile Çekoslavakya arasındaki güvence antlaşmalarını içeriyordu.
Güvence antlaşmasına göre Versailles Antlaşmasıyla (1919) belirlenen Almanya-Belçika ve Almanya-Fransa sınırları da değiştirilemezdi. Almanya, Belçika ve Fransa "meşru savunma" ya da Milletler Cemiyeti'nin koyduğu yükümlülüklerden biri nedeniyle doğacak durumlar dışında birbirlerine asla saldırmayacaklar, anlaşmazlıklarını barışçı yollarla çözümleyeeklerdi. Bu antlaşmanın ihlali durumunda, antlaşmaya imza koyan devletler, Milletler Cemiyeti'nin saldırıya uğradığına karar verdiği tarafın yardımına koşacaktı. Fransa'nın Polonya ve Çekoslavakya arasındaki anlaşmalar ise tahrik unsuru olmaksızın başlayan herhangi bir saldırı karşısında, tarafların birbirlerini desteklemelerini öngörüyordu. Pakta ayrıca Ren Bölgesinin kararlaştırılmış tarihten beş yıl önce 1930'da boşaltılması öngörülüyordu.
Locarno'nun açık anlamı, Almanya'nın batı sınırlarını değiştirmek için zor kullanmaktan vazgeçip doğu sınırları konusunda hakem kararına uymayı kabul etmesi, İngiltere'nin ise Belçika ve Fransa'ya askeri destek sağlamayı kabul ederken aynı güvenceyi Polonya ve Çekoslovakya için vermemesiydi. Uluslararası politika açısından önemli kısa ve uzun vadeli sonuçları olmuştur. Savaştan sonra ilk kez Fransa ile Almanya'nın ilişkilerini normalleştirdi. Almanya'yı yeniden Avrupa'nın büyük devletleri arasına alarak Dawes Planının başlattığı işi bitirdi.
Uzun vadeli sonuçları, tüm savaş sonrası düzenin üzerine oturduğu Versailles Antlaşmasının başka antlaşmalar ile teyid edilmedikçe bağlayıcı olmadığını açıkça olması bile, üstü kapalı ortaya koymuştur. Bu da Versailles düzeninin iflası demekti. 2. olarak hükümetlerin kendilerini doğrudan doğruya ilgilendirmeyen sınırların korunması için askeri harekata girişmeyecekleri açıkça ortaya çıkmıştır.
Belirli bir süre Avrupa'daki barış yanlılarını umutlandıran bu anlaşmaların yarattığı yumuşama havası, 1936 yılında Hitlerin Ren bölgesine asker sokması ile sona erdi.

Londra Boğazlar Sözleşmesi, 17 Ocak-13 Haziran 1871
Rusya'nın ilan etmiş olduğu Karadeniz'in tarafsızlığının (1856 Paris antlaşmasının 11, 13 ve 14. maddeleri) kaldırılmasını onayladı; fakat boğazlar kapalı olmağa devam etti. Kırım savaşına son veren Paris Antlaşmasıyla Karadeniz'in tarafsızlığı kabul edilmişti. Buna zorunlu olarak uyan Rusya, 1871'de Fransız Alman Savaşının Fransa aleyhine sonuçlanmasıyla Paris Antlaşmasındaki bu hükmü tanımadığını belirtti. Osmanlı İmparatorluğunun başvurusu üzerine toplanan konferansta imzalanan antlaşmayla Karadeniz'in tarafsızlığı ve barış zamanlarında Osmanlı İmparatorluğu'na Boğazlar'ı kapalı tutma yetkisi tanıyan Paris antlaşmasındaki madde kaldırıldı. Ancak gerektiğinde Osmanlı devletinin dost ve bağlaşık donanmaları içeri almakta serbest bırakılması, Osmanlı Devleti için önemli bir ödün olduğu kadar Rusya açısından da yeni bir tehdit öğesi oluşturdu.

Londra Deniz Silahsızlanma Konferansı, 21 Nisan 1930
1930 yılının Ocak ayında deniz silahlarının sınırlandırılması konusunda toplanan konferans. 1928'de Briand Kellog Paktı'nın oluşturduğu barışçı atmosfer bu antlaşmaya yol açmıştır. Görüşmeler sonunda hazırlanan antlaşma iki kısma ayrıldı. İlk kısımda, ABD, İngiltere ve Japonya daha küçük tonajda savaş gemilerinin de sınırlandırılabilmesi konusunda anlaşmaya vardılar. İkinci kısmı ise, deniz savaşının düzenlenmesine ilişkin hükümleri içermekteydi. Bu konferans Uzakdoğu'da büyük bir güç olarak ortaya çıkan Japon ile bölgenin üstün gücü ABD arasındaki rekabetin açıkça ortaya çıkmasına sebep olmuştur. 1933 yılında ABD Başkanlığına seçilen Roosevelt'in, Amerikan donanmasına geliştirici önlemler almasıyla Japonya 1934'te bu antlaşmaya uymayacağını belirtti. İngiltere'nin Londra'da yeni bir konferans toplama çalışmaları da Japonya'nın isteksizliği yüzünden sonuçsuz kaldı ve 1936'da Konferansı terkeden Japonya hiçbir kısıtlamaya uymayarak savaş gemileri yapımına başladı.

Londra Konferansı, 1912 ve 1921
Balkan Savaşı sırasında1912 Aralık ayının ortalarında aynı anda başlayan iki ayrı uluslararası konferans. Bunlardan birinde Osmanlı ve Balkan ülkelerinin temsilcileri karşı karşıya geliyordu. Diğeri ise, Avrupalı altı büyük devlet temsilcisinden oluşmaktaydı. Osmanlının ve diğer tarafın koruyucuları vardı. Avusturya-Macaristan ve Almanya İstanbul hükümetini, Rusya ve Üçlü İtilaf devletleri de Balkan ülkelerini destekliyordu. Konferansta, Osmanlı İmparatorluğunun egemenliği ve altı büyük devletin denetimi altında özerk bir Arnavutluk kurulması kararlaştırılmıştır. Diğer yandan Osmanlı İmparatorluğundan Avrupa'daki sınırını Midye-Tekirdağ çizgisine çekmesi, Edirne'nin teslim edilmesi, Ege denizindeki tüm haklarından vazgeçmesi isteniyordu. Bu istemler İstanbul hükümetince kabul edildiği sırada 23 Ocak 1913 günü Jön Türkler darbe ile iktidara geçmişler ve konferans sonuçları uygulanamamıştır.
I. İnönü Savaşı'nda elde edilen başarı sonucu Batılı devletler bir konferans düzenlemeye karar verdiler. Londra Konferansı 21 Şubat'tan 12 Mart 1921'e kadar devam etmiştir. Londra görüşmelerinde Bekir Sami Bey, Ankara ve İstanbul temsilcileri arasında varılan bir anlaşma sonucunda, her iki heyet adına hareket etmiştir. Türk temsilcilerinin Londra temaslarını iki kısma ayırmak gerekir. Birincisi, Türk temsilcilerinin Müttefik devletlerle yaptıkları genel görüşmeler; ikincisi de Ankara heyeti başkanı, Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey ile İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri arasındaki görüşmelerde hazırlanan andlaşma tasarılarıdır. Ankara hükümeti Bekir Sami Bey'in yaptığı anlaşmaları kabul etmedi. Bir anlaşma gerçekleşmemiştir. Ama bunu önemi Ankara hükümetinin Avrupa devletleri tarafından gizli bir şekilde de olsa tanınması ve İtilaf devletleri arasındaki görüş ayrılıklarını ortaya çıkarmasıdır.

Londra Konferansları, 1955-1959
Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla İngiltere, Türkiye ve Yunanistan arasında düzenlenen iki konferans. I. Londra Konferansı'nda (29 Ağustos-7 Eylül 1955) bir sonuç elde edilmezken, II. Londra Konferansı'nda (19-23 Şubat 1959) Kıbrıs'ın bağımsızlığı kabul edilmiştir. Belirli bir süre Kıbrıs sorununun varlığını kabul etmeyen İngiltere, Ada'daki gelişmeler hızlanınca, Türkiye ve Yunanistan'ın katılacağı bir konferans toplamaya karar verdi. I. Londra Konferansında İngiltere, egemenlik kendisinde kalmak üzere, Kıbrıs'a özerklik verilmesini ve Ada'nın savunmasında Türkiye ve Yunanistan'ın yeralması tezini savundu. Türkiye, Ada'nın tarihsel geçmişe göre kendisine verilmesi gerektiğini ileri sürdü. Yunanistan ise Kıbrıs halkına kendi geleceğini belirleme hakkının verilmesinde ısrar etti. Konferans bir sonuca ulaşamadan dağıldı.
II. Konferans, Aralık 1958'de Paris'te yapılan NATO Bakanlar Konseyi toplantısı vesilesiyle Türkiye, İngiltere ve Yunanistan Dışişleri Bakanlrı Kıbrıs'a bağımsızlık verilmesi üzerinde görüşmeler yaptılar. Daha sonra Zürich'te biraraya gelen Türk ve Yunan tarafları prensip olarak anlaştılar (11 Şubat 1959). Kıbrıs anlaşmazlığına böyle bir çözüm daha önce 1958 yılında Makarios tarafından ortaya atılmıştı. Antlaşmayı Londra'da Lancester House'de Türkiye, Yunanistan ve İngiltere başbakanları imzaladılar. Antlaşmaya göre Ada'da Türklerden ve Rumlardan meydana gelen ikili bir yönetim tarzı uygulanacak ve Kıbrıs devletinin bağımsızlığı Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin garantisi altında bulunacaktı. Kıbrıs, hiçbir devlete katılmayacak; Türkler bir azınlık muamelesi görmeyecek, Ada'nın savunmasına Yunanistan ve Türkiye katılacak, İngiltere buradaki bazı askeri üslerini koruyacaktı.
Ada'nın Temsilciler Meclisinde her iki cemaat belirli oranlar içerisinde üye bulunduracak; Cumhurbaşkanı Rumlardan, yardımcı Türklerden seçilecekti. Türkler, kurulacak Kıbrıs ordusuna %40, mahalli kolluk kuvvetlerine ve yönetime %30 oranında katılacaklardır. Bakanlar kurulunun 3 üyesi Türk, 7'si Rum olacaktı. Antlaşmada daha birçok kurumun, "ikili yönetime" göre nasıl kurulacağı hakkında ayrıntılı hükümler yer aldı.
Louis, 14.
17. yüzyılda (1638-175) Fransa'da hüküm süren kral. 1943'te beş yaşındayken Fransız tahtına çıktı. Bunda önce yönetimde, kral Naibi Kardinal Nazarin vardı. 14. Louis 1661'de 23 yaşında iken ülkenin yönetimini ele aldı ve 1715'te ölene kadar tam 72 yıl iktidarda kaldı. Çağdaş tarihin iktidarda en uzun süreyle iktidarda kalan monarkıdır. Kendi döneminde, yönetimde mutlakiyet hakimdi. 16. yüzyılda yaşanan din savaşları ve Westphalia Barışı sırasında 1648 ayaklanmaları, Almanya'yı küçük devletlere bölmüş, Fransa'ya da dünya üstünlüğünü ele geçirmesini sağlamıştır. 14. Louis, sınıflara bölünmüş bir Fransa'nın bütünleştirilmesinde tek gücün ulusal monarşinin olduğuna inanmıştır. Merkeziyetçi otoritesini kurduktan sonra, orduya çekidüzen verdi. Çünkü askerler önceden istedikleri ülkeye hizmet ediyorlardı. Bunlara sürekli oturacak barakalar kurdu, emir komuta zinciri kurdu ve tek bir üniforma giydirdi. 14. Louis bunları içerde yaparken, dış politikada da çeşitli stratejiler uyguladı. Bu stratejinin temelinde genişleme yatıyordu. Doğuya ve Ren bölgesine doğru genişlemek ve İspanya Hollandasını (Belçika) kendi ülkesine ilhak etmek istedi. Bir de İspanya kralı II. Charles'in kızkardeşi ile evlenmişti). Bu konudaki amacı, Avrupa'nın öteki devletlerinin bağımsızlıklarına son verecek olan, "evrensel monarşi" kurmaktı.
Arkasında büyük bir miras bırakacak olan İspanya Kralı II. Charles'in ölmesi ile 1700 yılında Avrupa savaş ile karşı karşıya gelmişti. Miras üzerinde en büyük hak sahibi, II. Charles'in iki kızkardeşi ile evli bulunan Habsburg İmparatoru ve Fransa Kralı'ydı. II. Charles ölmeden önce mirasın kime kalacağı konusunda vasiyet bırakmıştı. Vasiyete göre İspanya toprakları parçalanmadan bir bütün olarak 14. Louis'in torununa kalacak ama taht hiç bir zaman birleştirilmeyecekti. 14. Louis kabul etmezse, Habsburg İmparator'unun oğluna verilecek. 14. Louis bu mirası kabul etti ve savaş başladı. Savaş sonunda Utrecht Barış Antlaşması imzalanacak ve İspanya tahtına 14. Louis'in torunu II. Philippe geçecektir.

Lozan Antlaşması, 1923
Kurtuluş savaşımızın sonunda, yeni Türk devleti ve diğer imzacı ülkeler arasında yapılan barış antlaşması ile Türkiye tam bağımsızlığını bütün dünyaya kabul ettirmiş oldu. Bugünkü sınırlarımız ile dış ilişkilerimizin bir kısmı da Lozan Barış Antlaşmasına göre saptanmış ve yürütülmektedir.
20 Kasım 1922'de başlayan ve çok çetin geçen görüşmeler, aradaki bir kesilme döneminden sonra, 24 Temmuz 1923'de sonuçlanarak bu tarihte Antlaşma imzalanmıştır. Daha sonra da TBMM'de 23 Ağustos 1923 günü 340, 341, 342 ve 343 sayılı kanunlarla kabul olunmuş ve böylece hazır bulunan 227 üyeden 213'ünün olumlu oyu ile tasdik olunmuştur. Aynı gün, İstanbul ve Boğazlar bölgesindeki müttefik kuvvetleri ve donanmasının çekilmesi istenmiş ve 6 hafta içinde gitmişlerdir.
Lozan Konferansında Türkiye'yi baş delege olarak, o sırada Dışişleri Bakanı bulunan İsmet İnönü temsil etmiştir.
Lozan Barışıyla özet olarak şu sonuçlara ulaşılmıştır:
Henüz tespit edilmemiş güney sınırları hariç Türkiye'nin yeni sınırları Milli Misak ile kabul edilen sınırlardı. Türkiye Müttefiklere hiç bir tazminat ödemeyecekti. Kapitülasyonlar kaldırılmıştı. Türkiye'de bulunan yabancılar ve yabancı kurum ve okullar Türk kanunlarına tabi olacaklardı. Yunanistan ile ahali mübadelesinden sonra, Türkiye, halkının büyük çoğunluğunu Türklerin teşkil ettiği mütecanis bir devlet haline gelmişti. Boğazlarda, tam kontrol hakkını kulanmamakla beraber egemenliği ve bağımsızlığı üzerine konulan tehditlerin bir çoğunu kaldırmaya muvaffak olmuştu.
Lozan'da imzalanmış olan belgelerin dökümü ise şöyledir:
1. Türkiye ile İngiltere, Fransa, Japonya, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya arasında (Barış Andlaşması).
2. Türkiye ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Rusya, Yugoslavya arasında (Boğazların Usulüne Dair Sözleşme),
3. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya arasında (Trakya Sınırlarına Dair Sözleme),
4. Türkiye ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya arasında (Ticaret Sözleşmesi),
5. Türkiye ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Romanya, Yunanistan arasında (Genel Af ile İlgili Beyanname ve Protokol).
6. Yunanistan'daki Müslümanların malları hakkında (Yunan Beyannamesi).
7. Sağlık Sorunlarına Ait Türk Beyannamesi
8. Adalet işlerinin İdaresine ait Türk Beyannamesi
9. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya arasında Osmanlı İmparatorluğunca verilmiş olan bazı imtiyazlara dair Protokol ve (Türk Beyannamesi),
10. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya arasında Lozan'da imza edilen belgelerin bazı hükümetlerine Belçika ve Portekiz'in katılmasına dair Protokol ve (Belçika Beyannamesi) ile (Portekiz Beyannamesi).
11. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya arasında İngiltere, Fransa, İtalya tarafından işgal edilen Türk arazisinin boşaltılmasına dair Protokol ve (Türk Beyannamesi).
12. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya,Yunanistan arasında Karaağaç arazisiyle Bozcaada ve İmroz adalarına dair Protokol.
13. İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan arasında Yunanistan'daki azınlıkların korunması hakkında başlıca müttefik devletler ile Yunanistan arasında 10.08.1920 gününde yapılmış andlaşması ile Trakya'ya ait olarak aynı devletler arasında aynı günde yapılan andlaşmaya dair Protokol.
14. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan arasında, Yugoslavya tarafından Barış Antlaşmasının imzasına dair Protokol.
15. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Belçika, Portekiz arasında Lozan Konferansının bitimine ait Belge.
Barış Andlaşmasının kapsamı içinde olarak Türkiye ile Yunanistan arasındaki Rum ve Türk ahalinin karşılıklı değiştirilmesine dair Andlaşma 30.1.1923'de imzalanmıştır.
Atatürk, Nutkunda, Mondros Mütarekesinden sonra Müttefik devletlerce Türkiye'ye dört defa barış teklii yapıldığını, ilk üçünü Türk milletini tatmin etmekten çok uzak olduklarını, dördüncü ve son teklifin Lozan Antlaşması ile sonuçlanan görüşmeleri başlattığını belirterek ayrıntılarını vermiş ve Lozanı bir zafer olarak nitelemiştir.

Lusaka Konferansı, 1970
Bağlantısızların Zambia'nın başkenti Lusaka'da yaptıkları üçüncü bağlantısızlar toplantısı. "Barış, Bağımsızlık, İşbirliği ve Uluslararası İlişkilerin Demokratikleştirilmesi Üzerine Lusaka Deklarasyonu" ile bağlantısız bir dış politika izleme özlemi kararlı bir biçimde bir daha ilan edilmiştir.
Lübnan Sorunu
Ortadoğu sorununun önemli bir parçası durumundaki olaylar. Lübnan, 1970'lerin ortalarında taraflarını Hıristiyan sağcılar, Müslüman solcular, Suriye birlikleri, İsrail ve BM Barış Gücü'nün oluşturduğu bir iç savaş içine girdi. Bu çatışmanın nedenleri, Lübnan'ın iç yapısında ve bölgenin özelliklerinde aranmalıdır.
Bir kere Lübnan çeşitli dinsel ve etnik bölüntülere ayrılmış olup bir ulus-devlet görünümünde değildir. Ülkede hiçbir mezhep çoğunluğa sahip olamamıştır. Bunlar arasında Müslüman Sünniler, Şiiler, Düriziler, Hristiyan Maruniler, Yunan Ortodokslar, Katolikler ve Yahudiler en önemlilerini oluşturmaktadır. Bu etnik ve dini mozayiğe bir de 1970'te Ürdün'deki iç savaşı kaybederek bir anlamda bölgeden sürülen Filistinliler eklenmiştir. Burada bir yandan Hıristyan, Batı kültürü ile öte yandan İslam ve Doğu kültürü aynı potada erimemektedir. Lübnan toplumunun ailelere bölünmüş yapısı ülkenin siyasal yaşantısına kişisellik özelliği katmıştır. Siyasal iktidarın bozulduğu dönemde iktidarı ele geçirme çabaları büyük çatışmalara yol açmaktadır.
Lübnan 1943 yılında tam bağımsız olduğundan bu yana siyasal istikrarını geleneksel olarak bir Hristiyan başkan ve müslüman bir başbakan seçerek sürdürüyordu. Hristiyanlar mecliste ve hükümette çoğunluğu ellerinde bulunduruyorlardı.
Filistinlilerin de Lübnan'a gelmesi dengeyi iyice bozdu. 1975 yılında sağcı ve Hristiyanlar, solcu Müslümanlar ve Filistin gerillaları arasında bir savaş çıktı. Bir yıl sonra da Suriye, ABD ve İsrail'in onayı ile çatışmaları durdurmak için müdahale etti. 1978 yılında İsrail Güney Lübnan sınırından içeri girdiyse de BM Barış gücü gelince geri çekildi. Bu tarihten itibaren Lübnan'a saldırı için fırsat kollayan İsrail bir harekatı başlatarak Lübnan'ın güneyini işgal etti. Sonuçta Arafat ve Filistinliler bölgeden çekilirken, Lübnan'da yeni bir mücadele dönemi başlıyordu. 1980'li yıllar Lübnan'a özlediği barışı getiremedi ve 1975'te başlayan iç savaş hızını artırarak sürdürdü. Özellikle İsrail'in bölgede çekilişi sırasında ülkede, Devlet Başkanı Emin Cemayel dışında üç güç odağı ortaya çıktı. Hristiyanlar, Düriziler ve Şii Emel Örgütü. Saldırılara hedef olan Uluslararası Barış Gücü 1984 yılında ülkeden çekildiyse de İsrail askeri varlığını sürdürdü. 1986'dan sonra Suriye birlikleri, Şii Emel milisleri ve Filistinliler arasında yeni çatışmalar çıktı. 1989 yılında ise iç savaşın yeniden alevlenmesi, yeni seçilmiş başkan Rene Moawad'ın bir suikast ile öldürülmesi ve Batılı rehineler bunalımı sürmekteydi. Ordu komutanı Michel Aoun Hristiyanlar'ın lideri olarak ortaya çıktı. Auon, Suriye'nin Lübnan'dan elini eteğini tümüyle çekmedikçe herhangi bir anlaşmaya varamayacağını açıkladı. Aynı yıl içinde Arap Birliği Örgütü'nün çeşitli arabuluculuk komitelerinin çabaları sonuç getirmedi. Nihayet, 22 Mayıs 1991 tarihinde Suriye ile Lübnan arasında imzalanan bir antlaşma ile Suriye 1943 yılında bağımsızlığını kazanmasından sonra ilk defa Lübnan'ı ayrı ve bağımsız bir devlet olarak tanıdı. Bu tarihten sonra Lübnan merkezi hükümetinin en önemli sorunları, etnik dengelerin bozulup yeni çatışmalara yol açmasını engellemek, ülke topraklarının her tarafında denetimi sağlamak ve İsrail'in zaman zaman saldırıda bulunduğu gerilla kamplarının ne yapılacağı konusunda açıklık kazandırmaktır.

Maastricht Zirvesi (Maastricht Summit), Aralık 1991
Avrupa Topluluğu üyesi oniki ülkenin Hollanda'daki Maastricht kentinde Aralık 1991'de, 1992'de yürürlüğe girmek üzere ortak bir Avrupa pazarına geçiş prosedürünü modernize etmek amacıyla düzenledikleri toplantı. Zirvede kararlaştırılan ana konu, geri dönülmez olarak değerlendirilen birliğin siyasal, ekonomik ve parasal yönü idi. Avrupa Topluluğu, dünyanın en geniş piyasası olarak, malların ve insanların serbest dolaşımı ile global güçlerden birisi olabilecektir.
Macar Ayaklanması, 1956
Macaristan'daki Sovyetler Birliği karşıtı ayaklanma. Stalin'in ölümünün ardından SSCB'de sözkonusu olan değişiklikler Macaristan'a da yansımıştı. Macaristan'daki Rakosi yönetimi, öteki Doğu Avrupa ülkelerine göre enyeni, kapalı ve halktan kopuk olanıydı. Böyle bir yöneticiye Sovyet önderliğinin geri görüşleri anlatılmalıydı. Rakosi istenen değişiklikleri yapmayınca Sovyet yöneticileri Rakosi'nin tek adam yönetimine son vererek, 1953'te iktidara Liberal görüşlü İmre Nagy'nin gelmesini sağladılar. Nagy'nin başbakanlığı sırasında yöneldiği liberal uygulamalar Sovyetler'i endişelendirdi. Bunun üzerine 1955 Nisan'ında sağcı sapma ve hizipçilik ile suçlanarak, Moskova'nın da oluru ile görevinden uzaklaştırıldı. Rakosi bazı serbestlikler tanıdıysa da başarılı olamadı. Ayrıca bu sırada Polonya'daki Poznan ayaklanmasının olması da onu tedirgin etti. Bu durum karşısında Macar Komünist Partisi 24 Ekim'de İmre Nagy'i yeniden başbakanlığa getirdiyse de durumu denetim altına alamadı. Sovyetler Birliği aleyhinde gösteriler ve grevler daha da arttı. Tam bu sırada Komünist Partisi Genel Sekreterliğine getirilen Sanos Kadar'ın yaptığı çağrılar da olayın hızını kesmedi. Bu arada daha önceden önemli yerleri tutmuş olan Sovyet tanklarının olaylara müdahalede bulunması Macar halkına birleştirdi ve Sovyetler'e karşı mücadeleyi güçlendirdi. Bu durumda başbakan İmre Nagy ile Sovyetler Birliği'nin arası iyice açıldı. 4 Kasım sabahından itibaren Sovyet tankları Budapeşte'yi tamamen işgal ederken Kadar'da başbakanlığa getirildi. Böylece ayaklanma bastırılmış oldu. Kadar 1960'lara kadar koyu bir baskı politikası uygulamışsa da bu tarihten sonra kısmi liberalleşme hareketlerine girişmiştir.
Son düzenleyen sehrazat2415; 25 Ocak 2007 04:05 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi