Siyasi Tarih
Devletlerden, devletlerin ortaya çıkışından, değişme, gelişme, yıkılışlarından ve devletler arasındaki siyasal ve bir dereceye kadar ekonomik ilişkilerinden söz eden disiplindir. Bu tanımdan esinlenerek buna uluslararası ilişkiler tarihi de diyebiliriz. Genel olarak baktığımızda "siyasi tarih" terimi iki kavramı içermektedir. Bunlar:
1) Devletlerin kuruluşlarını, geçirdikleri gelişmelerini, devlet içindeki bireylerin ya da grupların çatışmalarını ve devletlerin dünya tarihi içindeki yer ve önemini inceleyen siyasi tarih;
2) Uluslararası ilişkilerin temel birimlerinin birbirleriyle olan ilişkilerinin tarihini inceleyen siyasi tarih.
Siyonizm Hareketi
Filistin toprakları üzerinde ulusal bir yahudi devleti kurma amacı taşıyan milliyetçi yahudi hareketi. Yaklaşık iki bin yıl kadar önce bölgeden çıkartılan Yahudilerin tekrar bu topraklara dönmeleri için, XVI ve XVII. yy.'da bir dizi "mesih", hareketleri ortaya çıktı. Fakat Yahudilerin Filistine dönmesi konusu daha çok XIX. yy. başlarında Hristiyan çevrelerce gündeme getirildi. Batı'nın laik kültürüne ayak uyduramayan Doğu Avrupalı Yahudiler, Çarlık yönetiminin Yahudi karşıtı "pogrom (yıkım yada kargaşa) hareketleri üzerine, Filistin'e yerleştirmeyi özendirmek için Havevei Sion'u (Sionu Sevenler) kurdular. Bu hareket eski Kudüs tepelerinde, Sion'da somutlaşan Filistin topraklarına bağlılığın uzantısıydı.
Avrupa'da anti-semitizm hareketinin yaygınlaşması ve Theodor Herzl'in savunduğu yurt edinme düşüncesi, siyonizme siyasal bir nitelik kazandırdı. 1897 yılında Herzl ve Weizmann'ın öncülüğünde İsviçre'de toplanan Siyonist Kongre Siyonizmin Yahudi halkının Filistin topraklarında bir yurt yaratmayı amaçladığını içeren Basel Programını onayladı. Bu dönemden sonra Filistin'e Yahudi göçü hızlanmıştır. İngiltere siyonizmi bölgede güçlenen Arap ulusçuluğunu dengeleyecek bir araç olarak görüyordu. I. Dünya Savaşının başlamasıyla siyonizmin siyasal yönü yeniden ön plana çıktı. İngiltere'de yaşayan Rus yahudilerinden Weizmann ve Sokolow Filistin'de Yahudi devletinin kurulmasını öngören Balfour Bildirisinin yayınlanmasında önemli rol oynadılar. Milletler Cemiyetinin Filistin'i İngiliz Manda yönetimine bırakan belgesinde de (Temmuz 1922) bu bildiriye gönderme yapılarak konuya yer verilmiştir. Dünya Siyonist Örgütünün yönlendiriciliği ile bölgede Yahudi göçü hızlanmış ve Filistindeki Yahudi nüfusu 1933'te 238 bine yükselmiştir. Filistin'in giderek Yahudi devletine dönüşümü, Arapları siyonizme ve onun destekçisi İngiliz politikasına karşı ayaklandırdı. 1929'da ve 1936-1939 arasında Arap ayaklanmaları, İngilizleri soruna bir çözüm bulmaya yöneltmiştir. Almanya'da Nazilerin iktidara gelmesi ile göç hareketi hızlanırken, bir çok ülkedeki Yahudiler de siyonizme daha sıcak bakmaya başladılar. Araplarla Yahudiler arasındaki gerginliğin giderek artması sonucun, İngiltere sorunu 1947 yılında BM'ye götürdü. Burada yapılan çalışmalarda Filistin topraklarının bölünmesine karar verildi. Bu kararın verilmesinden sonra beliren kargaşa ortamında 14 Mayıs 1948'de Tel-Aviv'de toplanan Yahudi Ulusal Konseyi İsrail Devleti'nin kurulduğunu ilan ederken Siyonizm bölgedeki siyasal amacına ulaşmış oluyordu.
Soğuk Savaş
II. Dünya Savaşı sonrasında Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği arasında sürdürülen sürekli gerginlik ve sınırlı çatışma biçimidir. Soğuk savaş, 1917'den başlayan Doğu-Batı çekişmesinin bir ürünüdür. Bu çekişme II. Dünya Savaşı'ndan sonra daha belirgin hale geldi. Soğuk savaş geriliminin azaldığı ya da çok yoğunlaştığı dönemler olmuştur.
"Soğuk Savaş" deyimi ilk kez 1947 yılında ABD'li Bernard Baruch tarafından kullanılmıştır. II. Dünya Savaşından sonra Orta, Doğu ve Güneydoğu Avrupa'da SSCB'nin etkisi artmaya başladı ve bu bölgedeki ülkeleri bir ölçüde kendi şemsiyesi altına aldı. Bundan korkan ABD ve İngiltere, Batı Avrupa'da ve başka yerlerde ve Sovyet yanlısı komünist partilerin iktidara gelmemesi için çeşitli girişimlerde bulundular. Uyguladıkları Marshall Planı ile Batı Avrupa ülkeleri ABD'nin nüfuzu altına girerken, Doğu Avrupa ülkelerinde de Sovyet yanlısı komünist hükümetlerin kurulması ile Soğuk Savaş doruğa ulaştı. Bunun yanında ABD, Truman Doktrini çerçevesinde, Batı Avrupa'nın SSCB'ye karşı korunması için çaba harcadı. Bunun sonucu olarak da NATO (North Atlantic Treaty Organization-Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) kuruldu. Buna karşı, SSCB'de Varşova Paktı'nı kurdu ve Çin'de Sovyet yanlıları iktidarı ele geçirdiler. Böylece soğuk savaşı daha belirgin hale getiren bloklar oluştu ve çeşitli çatışma konuları ortaya çıktı. Kore ve Vietnam savaşları, Berlin Sorunu, 1956-59 yılları arasında Ortadoğu'daki çekişme, U-2 casus uçağı olayı, Küba krizi gibi olaylar soğuk savaşın doruğunu oluşturdu. Soğuk savaşta blok liderlerinin kendi blokları içerisinde yer alan ülkelerin içişlerine karıştıklarına rastlanmıştır. 1962'den sonra (özellikle Küba bunalımından sonra) yavaş yavaş ortaya çıkan "detant" (yumuşama) dönemiyle karşıt iki blok, yerini daha karmaşık bir yapıya bıraktı. Yeni bağımsız ülkeler ortaya çıktı. Nükleer silahların yayılmasının önlenmesi konusunda görüşler vurgulamaya başladılar. İki blok arasındaki çekişmeyi sona erdirmek için 1975 yılında iki blok ülkelerinin katıldığı AGİK (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı) çerçevesinde Nihai Senet imzalandı. Fakat Asya ve Afrika'daki karışıklığın tırmanması bu detente (yumuşama) sürecini sona erdirdi. 1980'lerin başında yeniden soğuk savaş dönemine girildi. Fakat 1985 yılında SSCB Komünist Parti Genel Sekreterliğine Mikhail Gorbaçov'un gelmesi ile, iki blok arasındaki buzlar eriremeye başladı. Ve 1989 yılında Doğu Avrupa'da başlayan rejim değişikliği, ve soğuk savaşı simgeleyen Berlin Duvarı'nın yıkılması ile II. Dünya Savaşından sonra başlayan süreç sona ermeye başladı.
Sosyalist Enternasyonel
Sosyalist ve sosyal demokrat partilerin aralarında örgütledikleri birlik. Bu, II. Dünya Savaşı'ndan sonra sosyalist eğilimli partilerin başlattıkları örgütlenme girişimlerinin ürünüdür. 1946'da kurulan ve daha sonra bir danışma organı olan Uluslararası Sosyalist Konferans Komitesi'nin (COMISCO) girişimi ile Temmuz 1951'de Sosyalist Enternasyonel kuruldu. Birlikte her partinin bir oyu vardır ve kararlar oybirliği ile alınır. Birlikte bir hiyerarşik düzen oluşturulmuştur. En yüksek organ "Kongre", onun altında bütünüyle parti temsilcilerinin yeraldığı alt örgütler ve on iki ülkenin temsilcisinin oluşturduğu "Büro" bulunmaktadır. Bu birlik Sovyet türü Komünist sisteme karşı çıkarak demokrat sosyalizmi savunmaktadır. Birlik, NATO tarafından da desteklenmektedir. Bundan etkilenerek de insan hakları, demokrasi, genel silahsızlanma, barış içinde yaşamak gibi noktaları savunmaktadır.
Birlik, Avrupa Birliği çalışmalarına da katılmaktadır. Birliğe Dünya çapında altmış dolayında sosyalist eğilimli parti üyedir. Türkiye'den Sosyal Demokrat Halkçı Parti (şimdiki CHP) Haziran 1989'da birliğe üye olmuştur.
Sovyet Alman Paktı: bkz. Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı
Sovyet-Çin Çatışması: bkz. Çin-Sovyet Çatışması
Sovyet Devrimi: bkz. Rus Devrimi
Soykırım Sözleşmesi
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun dünyada soykırım suçunu önlemek amacıyla 9 Aralık 1948'de kabul ettiği uluslararası sözleşme. Bu sözleşme ve taraf olan devletler gerek savaş, gerekse barış zamanında izlenen "soykırım" (genocide) suçunu bir uluslararası suç saymakta ve bu suçu önlemeyi bir yükümlülük olarak kabul etmektedir. Türkiye 29 Mart 1990 tarihinde, 5930 sayılı kanunla bu sözleşmeye taraf olmuştur.
Sömürgecilik
Bir devletin egemenliğini başka topraklar ve halklar üzerinde kurması ya da genişletmesidir. Sömürgeciliğin tarihi çok eskilere gitmektedir. İlkçağların devletleri de çevrelerindeki güçsüz ülkelerin kaynaklarından yararlanmak için onları sömürgeleştirirlerdi. Daha sonra, XV. yüzyılın sonlarında başlayarak çeşitli Avrupa devletleri dünyanın geniş alanlarını keşif, fetih, ilhak ve iskan etmeye başlamışlardır. Bu, XV. yüzyıldan beri Avrupa tarihinin önemli bir özelliğidir. Sömürgeciliğe çok yakın olan Emperyalizm sömürgeciliğin bir biçimidir. Emperyalizm, Avrupa'nın büyük devletlerinin XIX. yüzyılın ikinci yarısında öteki kıtalar üzerinde genişlemelerine verilen addır. Bugünkü tanımlanışı ile, Avrupa'da kuvvet politikasının, devletlerarası sürtüşme ve ekonomik rekabetin denizaşırı bölgelere yayılmasıdır. Sömürgeciliğin tarihi çok geçmişlere dayansa da, Avrupa'nın XIX. yüzyılda endüstri devrimi sonucu karşılaştığı ekonomik ve toplumsal sorunlara çözüm getiren yöntem olarak yenidir. Sömürgecilik olgusunun temelinde şu unsurlar yatmaktadır: 1) Ekonomik unsur, 2)Demokratik unsur, 3)Güvenlik endişesi, 4)Ulusal itibar ve büyüklük duygusu. 20. yüzyılda ortaya çıkan iki Dünya Savaşı, sömürgeciliğin gerilemesi sonucunu doğurmuştur. 1960'larda başlayan hızlı uluslaşma süreci, hemen hemen sömürgeciliğin sonunu gösteriyordu. Ve 1989 yılında Doğu Avrupa'da başlayan rejim değişikliği, ve soğuk savaşı simgeleyen Berlin Duvarı'nın yıkılması ile II. Dünya Savaşı'ndan sonra başlayan süreç sona ermeye başladı.
Sputnik Olayı, 1957
Sovyetler Birliği'nin 4 Ekim 1957'de yapay bir uyduyu, yani Sputnik'i uzaya yerleştirmesi. Bu başarı Sovyetler Birliği'nin 1949 yılında atom gizlerini elde etmesinden sonra, şimdi kıtalararası füze yapımını da gerçekleştirdiğini vurguluyordu. Sovyetler Birliği o ana kadar, atom silahına sahip olmasına rağmen, bu silahı ABD'nin topraklarına kadar fırlatacak teknikten yoksundu. Şimdi bir yapay uyduyu uzaya yerleştiren Sovyetler Birliği, aynı füzenin ucuna atom silahını da kolaylıkla yerleştirebilirdi. Bu olay ABD ve NATO'nun stratejilerini temelden değiştirmiştir. Bu olaytan sonra ABD, Sovyetler Birliği'ne yakın olan müttefiklerinin topraklarında Orta Menzilli Güdümlü Füze (IRBM-Intermediate Range Ballistic Missile) yerleştirmeyi düşünmüştür.
Sri Lanka Konferansı, 1976
Bağlantısız ülkelerin devlet ya da hükümet başkanlarının Sri Lanka'nın başkenti Colombo'da (yeni adı Srilanka) yaptıkları toplantı. 1975 yılında Peru'nun başkenti Lima'da yapılan Dışişleri Bakanları toplantısında yeni tam üyelik ve gözlemcilik teklifleri ele alınmış, uluslararası para sisteminin yeniden düzenlenmesi konusu görüşülmüştü. Bağlantısızlar Koordinasyon Bürosu'nun 1976 yılı başlarında yaptığı toplantıda aynı konu önem taşırken, aynı yılın Temmuz ayında Hindistan'ın başkenti Yeni Delhi'de yapılan bir başka toplantıda da Bağlantısız ülkelerin kitle iletişim araçları ile ilgili konularda yapabilecekleri işbirliği üzerinde durulmuştur. Zirveden önce Sri Lanka'nın başkenti Colombo'da yapılan Dışişleri Bakanları toplantısında konferansa çeşitli statülerde katılacak ülkeler belirlenmiş ve Koordinasyon Bürosu'nun on yedi olan üye sayısı yirmi beşe çıkarılmıştır. Konferansta, Bağlantısızlar hareketinin genel durumu, bazı sömürgelerin bğımsızlıklarına kavuşmaları, Güney Afrika ve ırk ayrımı sorunu, Ortadoğu ve Filistin sorunu, Hint Okyanusu ve Kore'nin silahtan arındırılması konuları görüşüldü. Kıbrıs sorununa ilişkin olarak da, Türkiye'nin tamamen aleyhine bir ifade siyasal bildirgede yer almıştır.
Stalin, Josif
Asıl adı Joseb Vissarionoviç Cugaşvili (Doğumu 21 Aralık 1879; ölümü 5 Mart 1953). Sovyetler Birliği Genel Sekreteri (1922-53) ve SSCB Başkanı (1941-53). Çeyrek yüzyıl boyunca sınırsız bir otoriteyle yönettiği SSCB'yi dünyanın en güçlü ülkeleri arasına sokmuş, Stalinizm adıyla anılan ekonomik ve siyasal düşünce ve uygulamaları 1980'lerin sonlarına değin sosyalizm tarihine damgasını vurmuştur. Kurumsal olarak, dünya devrimi olmadan da Sovyetler Birliği'nin ayakta durabileceği inancıyla "tek bir ülkede sosyalizm" fikrini ortaya attı. Bu öğreti, işleri çekip çeviren orta kademe parti kadrolarınca benimsendi.
Stalin, 1928'de Lenin'in Yeni Ekonomik Politikasına (NEP) son vererek, birbirini izleyen beş yıllık planlarını sıkı merkezi disiplinli altında hızlandırılmış, sanayileşme programı başlattmıştır. 1937'de SSCB toplam sanayi üretiminde ABD'nin ardından dünyada ikinci sıraya yerleşti.
II. Dünya Savaşı'nda Stalin hiç umut vermeyen bir başlangıcın ardından büyük iradesi, enerjisi ve örgütleyiciliği ile savaşan tarafların üst yöneticilerinin en başarılısı oldu. Bu dönemde Sovyetler Nazizme karşı zikzaklı bir politika izledi. Savaş içindeki ve sonundaki düzenlemelerde başrol oyuncularındandı.
Stalin, resmi açıklamaya göre, bir beyin kanaması geçirerek öldü.
Stoica Planı, 1957
1957 yılında Romanya Başbakanı Chivu Stoica, kendi adı ile anılan ve Balkanlarda işbirliğini savunan bir plan ortaya attı. 17 Eylül 1957 tarihinde açıklanmış bulunan planın önemli noktaları şunlardır: 1-Balkanlardaki ekonomik ve kültürel gelişmenin şu aşamasında, bölge ülkeleri arasındaki ilişkilerin gelişme ve güçlenme imkanları çok büyüktür. 2-Balkanların bazı devletleri arasında çözülmemiş anlaşmazlıklar vardır, ama bunlar işbirliğini engellememelidir. 3-Ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi Balkan ülkelerinin yararına olacaktır ve bu yüzden ortak ekonomik girişimlerde bulunulmalıdır. 4-Balkan halkları arasında kültürel bağlar güçlendirilmelidir. Stoica Planın önemli bir özelliği nükleer silahlardan arındırılmış Balkanlardan söz etmemesidir.
Stoica, 1959 Haziran'ında işbirliği önerisini tekrarladı. Bu önerinin önceki plandan üç farklı özelliği vardır. 1-Balkanlarda nükleer silahlardan arındırılmış bir bölge kurulmasını öngörüyordu. Burada amaç ABD'nin, Türkiye, Yunanistan ve İtalya'ya yerleştirmiş olduğu füzelerdi, bunların sökülmesini amaç edinmişti. 2-Bu planın arkasında Sovyet desteği birincisinden çok daha açık ve güçlüydü. 3-İşbirliğinin alanı İtalya'yı da alacak bir şekilde genişletilmişti.
Stratejik Savunma Girişimi (Strategic Defence Initiatives-SDI)
Yıldız savaşları olarak da bilinir. SSCB'nin olası nükleer saldırısına karşı ABD yönetimince tasarlanan stratejik savunma sistemi.
SSCB'nin kıtalararası balistik füzelerinin uçuşlarının çeşitli aşamalarında yok etmeye yönelik olan SDI, üzerinde hala çalışılması ve geliştirilmesi öngörülen sistemleri gerektirmektedir. Sistemin esası, uzaya ve yeryüzüne konuşlandırılmış lazer savaş istasyonlarının yok edici ışınlarını, çeşitli yöntemlerle hareketli Sovyet hedeflerine yöneltmesine dayanmaktadır. Sistemin bir başka önemli öğesi, havadan ve yerden fırlatılan füzelere nükleer olmayan öldürücü mekanizmalar ekleyerek, ABD'ye ait kıtalararası balistik füze siloları gibi ana hedefler çevresinde yoğunlaştırılmış bir geri savunma kademesinin oluşturulmasıdır. Ayrıca Sovyet saldırılarını ortaya çıkarmak için yeryüzüne, gökyüzüne ve uzayayerleştirilecek alıcılarda radar, optik araçlar ve kızılötesi ışın gibi tehdit algılayıcı sistemler kullanılması öngörülmektedir.
ABD Kongresi 1980'lerin ortalarında konuyla ilgiliçalışmalar için gerekli fonu onayladı. Ama program, doğuracağı askeri ve siyasal sonuçlar ve teknik uygulanabilirlik açısından silah uzmanları ve devlet görevlileri arasında tartışmaya yol açtı. SDI'yi savunanlar etkili bir savunma sisteminin olası bir Sovyet saldırısını caydıracağını öne sürmektedir. Programa yöneltilen eleştiriler ise, bu sistemin ABD'yi tümüyle bir nükleer saldırıdan koruyamayacağı, programın her iki süper gücü hem savunma, hem saldırı alanında çok pahalı bir yarışmaya sürükleyeceği, program iki süper gücü de birden fazla antibalistik füze üssünü yasaklayan 1972 tarihli Antibalistik Füze Antlaşması'na ait 1974 Protokolü'nü tehlikeye düşürecek ve genelde, silahların sınırlandırılmasına yönelik anlaşmaların gerçekleşme olasılığını zayıflatacaktır.
Stratejik Silahların İndirimi Antlaşması (START)
1980'de ABD Başkanı olan Ronald Reagan, başlangıçta SALT II antlaşmasına karşı bir tutum takınmasına karşın, büyük ölçüde NATO'nun Avrupalı müttefiklerinden gelen baskılar karşısında Stratejik Silahların Azaltılması Görüşmeleri (START) adıyla bilinen bir öneride bulundu ve ABD ile Sovyetler Birliği arasında 1982 Haziran'ında Cenevre'de görüşmeler başladı. Ancak, NATO'nun Avrupaya Cruise ve Pershing II gibi orta menzilli füzeler yerleştirmesi ve Reagan'ın uzayda füze savunması temeline dayananStratejik Savunma irişimi (SDI)çalışmalarını başlatması üzerine Sovyet tarafı görüşmelerden çekildi.
1985 yılında yeniden başlayan START görüşmeleri daha kolay anlaşmaya varmak için üç ayrı bölüme ayrıldı. Stratejik nükleer silahlar, orta menzilli füzeler ve uzay silahları. İki önderin 1986 Ekim'inde katıldığı Reykjavik zirvesinde görüşmeler, Reagan'ın SDI'da ısrarı yüzünden başarıya ulaşamamışsa da, 1987'de orta menzilli füzeler üzerinde anlaşmaya varılmasıyla START'ın önündeki engeller kalktı. Sovyetler Birliği, 1989 Eylül'ünde SDI konusunda yumuşamadı ve ABD'nin yeni Başkanı George Bush'a görüşme önerisinde bulunuldu. İlk önder 1990 Haziran'ında Washington'da bir araya gelerek START kapsamına giren konularda bir ön anlaşmaya vardılar. ABD ile Sovyetler Birliği'nin savaş başlıkları sayısının 12.000'den 9.000 dolayına indirilmesi öngörülmekteydi. 31 Temmuz 1991'de Moskova'da Bush ve Gorbaçov START I Antlaşmasını imzaladılar. Anlaşma, ABD ve Sovyet stratejik nükleer güçlerinde yaklaşık %25 ile %30 oranında bir indirime gidilmesini öngörüyordu. Buna ek olarak, anlaşma koşullarına uyulup uyulmadığını izlemek üzere geniş ve önceden izin almayı gerektirmeyen bir yerinde denetim sistemi kurulacaktır.
Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri (SALT)
Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri (Strategic Arms Limitation Talks-SALT) A.B.D. ile Sovyetler Birliği arasında stratejik nükleer silahların, fırlatma sistemlerinin ve bunlarla ilgili saldırı ve savunma silah sistemlerinin denetimi üzerinde anlaşmaya varmak amacına yönelik çabalardır. SALT görüşmeleri ilk olarak 1969 yılında Helsinki'de başladı. Başlangıçtaki amaç, tarafların o sırada yapmayı tasarladıkları füze-karşıtı silah sistemlerinin (Anti-Ballistic Missiles-ABM) sınırlandırılması ya da tümüyle ortadan kaldırılmasıydı. Daha sonra şu konular da görüşmeler içine alındı: Nükleer denemeleri kapsamlı bir biçimde yasaklama, belirli bölgenin silahlardan arındırılması, belirli tipte nükleer silah fırlatma sistemlerinin sayılarının sınırlandırılması, çok başlıklı nükleer füzelerin (MIRV) sayısına bir tavan konması, füze-karşıtı silah depo alanlarının azaltılması ve sınırlı savaşın genel bir nükleer savaşa doğru tırmanmasından kaçınılması.
Stresa Antlaşmaları, 1935
Almanya'nın Versay Antlaşmasının en önemli hükümlerini tek taraflı olarak feshetmesi üzerine imzalanan antlaşmalar. Almanya'nın Versay hükümlerine aykırı bir şekilde silahlanması sonucu Fransa, İtalya ve İngiltere arasında, 14 Nisan 1935'te Stresa Antlaşmaları imzalandı. Almanya'ya karşı ortak bir cephe kuran bu antlaşmalar, Almanya'nın hareketini belirtiyor protesto ediyor, Locarno anlaşmalarına olan bağlılığı ve Avusturya'nın bağımsızlığını koruma amacını ifade ediyordu.
Süveyş Bunalımı, 1956
Mısır Devlet Başkanı Genel Abdülnasır'ın 1956 Temmuz ayında Süveyş Kanalını millileştirmesiyle ortaya çıkan bunalım. Bu davranışla, Batı Avrupa'nın petrol yolu artık Nasır'ın denetimi altına girmiş ve özellikle Fransa ve İngiltere için çok karlı olan Kanal Şirketi elden çıkmıştır. Sorunu çözmek için toplanan Londra Konferansı (Ağustos 1956) ve B.M.'den çözüm çıkmadı. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa Kanal bölgesine ortak bir harekat düzenlemeyekarar verdiler. Bu iki devlet Mısır'a karşı hava saldırısına giriştiler ve 5 Kasım'da hava saldırısı yerini paraşütçü birliklerinin indirilmesine bıraktı. ABD ve SSCB bu açık saldırıya karşı BM'de cephe aldılar. Bu baskılar karşısında önce İngiltere, daha sonra da Fransa geri çekildi. Mısır bu olaydan sonra Kanal üzerinde tam denetim sağladı.
Sykes-Picot Antlaşması, 9 Mayıs 1916
I. Dünya Savaşı sırasında, İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve Osmanlı Devletinin paylaşılmasını öngören gizli antlaşma. 1915'te Arabistan yarımadasını ele geçiren İngiltere, Osmanlı devletine karşı ayaklanan Mekke Şerifi Hüseyin'i destekleyerek Irak ve Filistin toprakları üzerinde kendisine bağımlı bir Arap devleti kuracaktı. Fransa böyle bir plana karşı çıkıp İngiltere'ye baskı yaparak yeni bir antlaşma yapılmasını istedi. Rusya'nın onayı ile imzalanan bu antlaşmaya göre; I-Rusya'ya, Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis ile Güneydoğu Anadolu'nun bir kısmı, II-Fransa'ya, Doğu Akdeniz bölgesi, Adana, Antep, Urfa, Diyarbakır, Musul ile Suriye kıyıları, III-İngiltere'ye Hayfa ve Akka limanları, Bağdat ile Güney Mezopotanya verilecekti ve IV-Fransa ile İngiltere'nin elde ettiği topraklarda Arap devletleri konfederasyonu veya Fransız ve İngiliz denetiminde tek bir Arap devleti kurulacak V-İskenderun serbest liman olacak VI-Filistin'de, kutsal yerleşim yeri olması nedeniyle bir uluslararası yönetim kurulacaktır.
Şam Deklarasyonu, 5 Mart 1991
5 Mart 1991'de Irak'ın Kuveyti işgaline karşı oluşturulan Müttefik ülkesi Dışişleri Bakanları Şam'da biraraya geldiler. Mısır, Suriye ve Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri arasında yapılan görüşmeler sonunda yer alan bildirgede "Körfezde güvenliğin sağlanması için bir Arap barış gücü ve entegre savunma sisteminin kurulması" kararı alındığı belirtilmekteydi.
Şovenizm (Chauvinism)
Aşırı milliyetçilik. Napolyon'un askerlerinden Nicholas Chauvin, liderine ve ülkesine körü körüne bağlılık göstermiştir. Bu dönemden itibaren de aşırı nitelikte, başkalarına hayat hakkı tanımayan türden bir milliyetçilik anlayışı "şovenizm" olarak adlandırılmıştır. II. Dünya Savaşı öncesinde Nazi Almanyası'ndaki Alman milliyetçiliği şovenizmin belirgin örneklerindendir.
Tahran Konferansı: bkz. İkinci Dünya Savaşı
Tamamlanmamış Nükleer Yayılma Sistemleri
ABD ve Sovyetler Birliği (Rusya) dışında başka ülkelerin de nükleer güce sahip olduğu sistem. ABD ve Sovyetler Birliği'nin (Rusya) yanı sıra diğer güçlerin de minimum nükleer caydırma kapasitesi vardır. Bu sistemde, küçük güçlerin büyük güçlerle veya birbirleriyle ittifaklar oluşturması olasıdır. Savaşlar sınırlı nitelik taşımakla birlikte, uluslararası sistemdeki gerginlik ile yerel ve diğer ülkelerin içişlerine karışma eğilimi artmakta ve uluslararası hukuk normlarına uyulma eğilimi de azalmaktadır.
Tarafsızlık Kanunu, 1935
ABD'nin kriz içindeki Avrupa ile diplomatik ilişkilerini belirlemesine ilişkin kanun. 1933'ten itibaren. Avrupa'nın kriz içinde olması karşısında ABD, Avrupa diplomasisinin bu krizler içine sürüklenmekten korkmuş ve yalnızcılık politikasına daha fazla bağlanmıştır. Bunun için 1935 Ağustos ayının içinde "Tarafsızlık Kanunu" çıkarılmıştır. Bu kanuna göre bir savaş durumunda Başkan, savaşan taraflara silah ve malzeme satılmasını yasaklayabilmekteydi.
Taşkent Bildirisi, 1966
Hindistan ve Pakistan arasında sınır çatışmaları devam ederken Sovyetler Birliği'nin Pakistan Devlet Başkanı Eyüp Han ile Hindistan Başkanı Lal Bahadur Shastri, 4 Ocak 1966 tarihinde Sovyet Özbekistan'ının başkenti Taşkent'te biraraya geldiler. İki önderin anlaşmaya vardıkları bildiride, iki tarafın da anlaşmazlıkların çözümünde kuvvet kullanmayacakları ve birliklerin 5 Ağustos 1965'teki yani çatışmaların başladığı tarihten önceki yerlere çekileceği açıklanıyordu.
Tayvan Sorunu
Tayvan'ın (milliyetçi Çin) Birleşmiş Milletler üyeliğinden çıkartılmasıyla sonuçlanan anlaşmazlık. BM Genel Kurulu, Arnavutluk ve diğer yirmi üyenin teklifi üzerine Ekim 1971'de, otuzbeş aleyhte ve onyedi çekimser oya karşı yetmiş altı oyla aldığı bir kararla Çin Halk Cumhuriyeti'ni BM üyeliğine kabul etti ve buna karşılık Milliyetçi Çin'i (Tayvan) üyelikten çıkardı
Tibet Sorunu
Çin insanından gerek ırk, gerekse kültür bakımından farklı olan Tibet halkı, geleneksel olarak Dalai Lama adı verilen dinsel önder tarafından yönetilmekteydi. Tibet 18. ve 19. yy.'da Çin'in etki alanı içinde sayılmaktaydı. Ancak, 1913-1950 yılları arasında zayıf Çin yönetimi Tibetteki askeri varlığını sürdürememiş ve bundan yararlanan Dalai Lama, uzun süre ülkesinin tam bağımsızlığının uluslararası alanda tanınması için çok çaba göstermişse de, başarılı olamamıştır.
Ç.H.C. kurulduktan sonra, Çin'in bir askeri harekatından endişelenen Dalai Lama hükümeti, 1950 Nisan'ında Çin ile ilişkilerinin düzenlenmesi için girişimlerde bulunmaya başlamıştır. Bu girişimlere cevap olarak, Pekin hükümeti, Tibet'in Çin'in bir parçası olduğunu, coğrafi konumu yüzünden Çin ordusunu engellemeyeceğini ve İngiliz ya da Amerikan yardımına güvenmemelerini açıkladı. 24 Ekim 1950 tarihinde ise, Tibet'i "anayurdun büyük ailesi" içine almak ve Çin "ulusal savunma çizgisini güçlendirmek" gerekçesiyle, Tibet'i doğrudan işgal etmeye başladı. İşgal hareketine en büyük tepki, doğal olarak Tibet hükümetinden ve işgal gerçekleştiği taktirde Çin'le sınır komşusu olacak Hindastan'dan geldi. Çin Hükümeti önce Tibet'in yönetimine hoşgörülü davrandı. Ancak daha sonra isyanlar bitmeyince, baskı politikası başladı. Bu baskı, isyanın tüm Doğu Tibet'e ve oradan da Başkente sıçramasına yol açtı. Başkaldırı, 1959 Mart'ında Çin garnizonuna saldırı olayında doruk noktasına ulaşınca, Çin harekete geçti ve kanlı çarpışmalar sonucu tüm Tibet'e egemen oldu. Dalai Lama ise Hindistan'a kaçtı. Bu gelişmeler, ilerde ortaya çıkacak olan Çin-Hint çatışmasının temelini oluşturmuştur.
Tonkin Körfezi Olayı, 1965
Kuzey Vietnam'ın bombalanmasına yol açan Tonkin Körfezinde Turner Joy ve Maddox savaş gemilerinin batırılması. Tonkin Körfezi olayında ABD'nin Kuzey Vietnama verdiği karşılık çok sert oldu. 5 Şubat 1965 tarihinde Vietkong, Pleikv'daki Amerikan kampına bir saldırıda bulundu ve sekiz Amerikalı öldü, bu olay, Tonkin Körfezi Olayı ile birlikte, gelecek üç yıl boyunca Kuzey Vietnam'ı yerle bir edecek korkunç Amerikan bombardımanının da başlangıcı oldu.
Bu bombalama istenen sonucu vermemiştir. Ho Chi Minh, Amerikanın havadan "tırmanmasına" yerden güney sızmaları artırarak karşılık verdi. Bunun anlamı artık Vietkong'u yenmek için kara kuvvetlerinin savaşa girmesiydi.
Treshold Antlaşmaları, 3 Temmuz 1974
Yeraltında Nükleer Denemeleri Sınırlandıran Antlaşma ve Ek Protokol. Yeraltında yüzelli kilo tonu aşan nükleer güç denemelerini yasaklayan antlaşma. 3 Temmuz 1974'te imzalanan antlaşma ile taraflar, denemeleri en aza indirmeyi de kabul etmişlerdi. Ek protokol ise tarafların nükleer denemeleri ile ilgili verileri birbirlerine aktarmalarını öngörmektedir. Antlaşma, ABD Senatosunca onaylanmadığı için yürürlükte değildir.
Trianon Barış Antlaşması, 4 Haziran 1920
Macaristan ile İtilaf devletlerince I. Dünya Savaşını bitiren antlaşma. Bu antlaşmayla Macaristan komşu ülkeler olan Çekoslavakya, Yugoslavya ile Romanya'ya toprak bırakmak zorunda kalmıştır.
Truman Doktriniİkinci Dünya Savaşı sonunda Yunanistan'da komünistlerle iç savaş başgöstermiş, Türkiye de 1945 ve 1946 döneminde Rusya'nın Kars ve Ardahan üzerindeki toprak ve Boğazlarda üs elde etme istekleri ile karşılaşmıştı. Savaş sonrası dünyası diğer bazı bölgelerde de sıcak savaşı izleyen bir soğuk savaş durumuna girmekteydi.
Bu atmosfer içinde, 1947 Mart'ında ABD Başkanı Truman, Kongreden Türkiye ve Yunanistan'a askeri yardım için 400 milyon dolarlık bir ödenek istedi ve bunu elde etti. Böylece, yeni bir "AmerikanYardımı" dönemi başlamıştır. Nitekim birkaç ay sonra da, Dışişleri Bakanı Marshall Avrupa ülkelerinin savaşta tahrip olan ve zayıflayan ekonomilerini güçlendirmek amacıyla "Marshall Planı" adıyla anılan yeni yardım kararını açıklamış ve Avrupa Kalkınma Programı (European Recovery Program) olarak da anılan yeni yardım sistemi kurularak Türkiye de dahil birçok Batı Avrupa ülkesine ekonomikyardım başlamıştır.
Truman Doktrini ile yapılan 400 milyon dolarlık yardımdan Türkiye, Yunanistan'dan daha az bir yardım almıştır (100 Milyon Dolar).
Türk-ABD Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması: bkz. Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması
Türk-Alman İttifakı, 3 Ağustos 1914
Osmanlı İmparatorluğu'nun I. Dünya Savaşına girmesine neden olan ittifak antlaşması.
Alman-Osmanlı ittifakı I. Dünya Savaşı başladıktan sonra, 2 Ağustos 1914'te hazırlandı ve birgün sonra imzalandı. İttifaka göre, Almanya ve Osmanlı devleti, Avusturya ile Sırbistan arasındaki çatışmada tarafsız kalacaklardı. Ancak, bu çatışma bir Alman-Russavaşına dönüşürse(ittifak imzalandığında dönüşmüştü bile). Osmanlı devleti Almanya'nın yanında savaşa katılacaktı. Buna karşılık, Osmanlıdevletinin toprak bütünlüğü Rusya tarafından bozulunca, Almanya Osmanlı devletine yardım edecekti.
Bu ittifak antlaşması Osmanlı Devleti'nin geleceğini Almanya'ya bağlamıştır.
Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı, 1925
İngiltere ve Milletler Cemiyeti'nin Musul sorunundaki tutumları ve İngiltere'nin 1925'te Doğu ayaklanmasını kışkırtması Türkiye'yi Sovyetler Birliği'nin desteğini arama yoluna itmiştir. Sovyetler Birliği de aynı yıl imzalanmış bulunan Lokarno Antlaşmalarını kendisine yönelik düzenlemeler olarak yorumlamış ve bunların sonucu olarak, iki devlet arasında 17 Aralık 1925'te bir "Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması" imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre, iki devlet birbirine saldırmayacak, taraflardanbiri saldırıya uğradığı takdirde öteki tarafsız kalacak ve taraflar birbirlerine yönelik siyasal düzenlemelere girmeyecekti. Ayrıca, taraflar üçüncü devletlerle siyasal nitelikte antlaşmalar imzalamadan önce birbirlerine danışacaklardı.
Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı
30 Ekim 1918 tarihinde Osmanlı hükümetince imzalattırılan Mondros Silah Bırakışması İtilaf devletlerince yalnız savaş sonrasında yapılan gizli antlaşmalarda belirtilen yerleri işgal hakkını vermemekte, aynı zamanda şu iki önemli hükmü de öngörmekteydi. (i)Boğazlar bölgesi işgal altına alınacak ve (ii)İtilaf devletleri güvenliklerini tehlike altında gördükleri bölgeleri de işgal edebileceklerdi. İşta I. Dünya Savaşı'nın gaip devletleri, anlaşmalarda sözkonusu edilen "Mezopotamya" ve "Kilikya" gibi sınırları hiç de belirli olmayan bölge adlarına ve yukardaki maddeye dayanarak, Türklerin içinde yaşayacağı sınırı sürekli kuzeye, Anadolunun içlerine doğru zorlamaya başlamıştı.
Bu kötü koşullar altında, Mustafa Kemal'ın önderliğinde Anadolu'da başlayan Ulusal Kurtuluş Hareketi, Temmuz-Eylül 1919 tarihleri arasında Erzurum ve Sivas Kongreleri ile örgütlenmiş ve mücadelenin amaçları bu kongrelerde ana hatları ile belirlenmiştir. Ulusal sınırlar içinde vatan bir bütündür, geçici bir hükümet kurulacaktır ve Mandat ile himaye sistemleri kabul edilemez.
Anadolu'da bu örgütlenme çabaları olurken, Osmanlı Meclis-i Mebusanı 28 Ocak 1920 tarihinde son toplantılarında, ulusal kurtuluş hareketinin temel ilkelerini "Misak-ı Milli" adı altında ilan etmiştir.
Misak-ı Milli ulusal ve bölünmez bir türk ülkesinin sınırlarını çizmiş, bunu Osmanlı yönetim ve gelenekleri ile bağlantının kesildiğini tüm dünyaya açıkça ilan etmiştir. İslam dünyasına öncülük yapmak iddiasında bulunan çok uluslu bir imparatorluk yerine, mütecanis bir ulus-devlet kurulacaktı ve yeni Türkiye'nin gücü buradan kaynaklanıyordu.
Türk ulusal kurtuluş hareketinin kronojik seyri şöyle olmuştur. 23 Nisan 1920'de TBMM'e açıldı. 2 Aralık 1920 tarihli Gümrü Antlaşması ile doğudaki harekat sona erdi. Gümrü'den sonra Sovyetler Birliği ile 16 Mart 1921'de Moskova Dostluk Antlaşması imzalandı. Bununla Sovyet Rusya, Misak-ı Milliyi tanıyordu.
10 Ocak 1921 I. İnönü Savaşı,
31 Mart 1921 II. İnönü Savaşı,
23 Ağustos-13 Eylül 1921 Sakarya Meydan Muharebesi,
20 Ekim 1920'de Fransa ile Türkiye arasında yapılan Ankara Antlaşması. Bu antlaşmayla iki devlet arasındaki savaş durumu sona eriyordu.
30 Ağustos 1922 Büyük Taarruz'un başarıyla sonuçlanması.
9 Eylül 1922 Mudanya Bırakışması,
24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lausanne Barış Antlaşması ile Türk Ulusal Kurtuluş hareketi başarıyla sonuçlandı. Osmanlı imparatorluğunun küllerinde bir devlet oluşturuldu.
U-2 Uçağı Olayı
U-2 olayı, yalnız Doğu-Batı ilişkileri açısından değil, aynı zamanda Türkiye açısından da önemli sonuçlar doğurmuş bir soğuk savaş olayıdır. ABD'nin bazı NATO ülkeleri ve bu arada Türkiye'deki üslerinden kalkan uçakların faaliyetleri sorunu, U-2 haberalma uçağının düşürülmesi üzerine alevlenmiş ve Sovyet-Amerikan ilişkilerinde önemli bir bunalıma yol açarak, soğuk savaşı şiddetlendirmiştir. U-2 olayı, Amerikan yöneticilerinin, Sovyetler Birliği'nin 1949 yılında atom tekelini ortadan kaldırmasından sonra duymaya başladıkları derin güvensizliğin doğrudan bir sonucudur. U-2 uçağı bir füze gibi havalanabilmekte, 10 saniye içinde 300 metre yükselmekte, 30.000 metre yükseklikte, güçsüz olarak 300 mil gözükebilmekte ve yakıt almaksızın yedi buçuk saat ve 3.000 mil uçabilmekteydi. Uçak, çok yüksekten net biçimde fotoğraf çekecek son derece güçlü kameralarla donatılmıştı.
Dünya, U-2 olayını, 3 Mayıs 1960'ta Khrushchev'in Sovyet hava alanında bir Amerikan casus uçağının 1 Mayıs tarihinde düşürüldüğünü açıklamasıyla öğrendi. ABD bu uçağın casus uçağı olmadığını, açık hava sağanaklarını inceleyen meteorolojik bir uçak olduğunu açıkladı. Khrushchev, 5 Mayıs 1960'ta verdiği ikinci demeçte, tam doruk toplantısının yapılacağı sırada, Sovyetler Birliği'ne karşı girişilen bu düşmanca hareketin, doruk toplantısını baltalamak amacını güttüğünü söylemiş ve hükümetin Amerikan uçaklarına üslerinde faaliyet izni veren devletlere de uyarıda bulunacağını belirtmiştir. Ayrıca, herhangi bir saldırıya karşı, Sovyetlerin güdümlü füzelerle karşılık vereceğini ve bu saldırıda kullanılan üslerin de yerle bir edilebileceğini hatırlatmıştır. Açıktır ki, bu sözler Türkiye'ye doğrudan bir tehdit niteliğini taşıyordu.
Ulusal Kurtuluş Hareketleri
II. Dünya savaşından sonra tanık olunan, emparyalist devletlerin yönetimi altında bulunan sömürgelerin uluslaşması ve bağımsızlıklarını kazanmaları, gerçekte yalnızca savaşın bir ürünü sayılamaz. Bu önemli sürecin kökenleri geçen yüzyılın içinde dal budak salmış bulunmaktaydı. 19. yy. emparyalizmi, sömürgelerle sömürgeciler arasında 1914 yılına kadar, hiç değişmeden süren özel bir ilişkiler bütünü kurmuştu. Kısaca, siyasal bağımlılık, ırksal eşitsizlik, halklarının ulusal benlik ve bütünlük kazanmaları, okuma-yazma oranın artması yaşam düzeylerinde az da olsa bir yükselişin sağlanması ve nüfusun artması sonucunda ortaya çıkan ulusal bilinç, 19. yüzyılın ürünleri olan siyasal bağımlılık, ırksal üstünlük ve ekonomik sömürünün karşısına çıkan temel güçler olmuştur. Bu gücün belirli bir hedefe yönelmesine yardım eden ise, özgürlük, eşitlik ve "self determinasyon" gibi liberal ideallerdir. Bu genel akım iki dünya savaşı ile hız kazandı. Çünkü, sömürgeci devletlerin çoğunluğu bu iki savaştan son derece güçsüz çıkmış ve bu yüzden ister istemez, sömürgeleri üzerindeki denetimi gevşetmek zorunda kalmışlardır. Bir başka hızlandırıcı etki ise sömürgeci devletlerin bu savaşlarda rakiplerini yenebilmek için sömürge insanının, savaşken er olarak yardımını istemeleri ve böylece bu askerlerin, belki de ilk defa beyaz insana göre ırksal bir aşağılığının olmadığını anlamaları ve Batı'nın liberal düşüncelerini açılmalarıdır. Afrika ve Asya'da Batı'ya karşı bağımsızlık hareketlerini yürütenlerin büyük çoğunluğunu dünya savaşına katılmış bulunan askerler oluşturmuştur. II. Dünya Savaşı bittiğinde yeryüzünde 600 milyon insan şu yada bu biçimde sömürge sistemi altında yaşamaktaydı. Bugün ise bağımlı bulunan ülke sayısı hemen hemen hiç kalmamıştır. Bu büyük dönüşüm Hindistan ve Pakistan'ın bağımsızlığı ile başlamıştır.
Utrecht Barışı, 1713
İspanya Veraset Savaşları'nı sona erdiren barış antlaşması. Utrecht Barışı'nın maddeleri, siyasi tarihin ana konusu olan 19. yy.'ın büyük çaplı olayları açısından çok önemlidir ve belki de "modern dünya" Westphalia'dan çok Utrecht ile kurulmuştur. Antlaşmanın asıl konusu İspanya dünyasının paylaşımıdır. İngiltere Cebelitarık ile Minorka adasını, Savua Dükalığı, Sardunya adasını aldı. İspanya'nın Akdeniz'deki öteki toprakları, (Milan, Napoli ve Sicilya) ile İspanya Hollandası (Belçika) Avusturya Habsburglarına bırakıldı. Fransa, Amerika'daki iki kolonisini (Newfondland ve Nova Scotia) İngiltere'ye devretti.
Utrecht Barışı'nın önemi şuradadır: Bir kere, daha önce de adı çok az duyulan iki küçük devlet, Savua ve Brandenburg, Avrupa'nın siyasal ufkunda yükselmeğe başladı. İki ülkenin yöneticisi, galip tarafa katılmış oldukları için, kral kabul edildiler. Bundan sonra birincisine Sardunya ya da Piyemonte, ikincisine Prusya denecektir.
İkinci olarak, Westphalia ile kurulan sistem yeniden doğrulandı. Üçüncü olarak Almanya hala federal bir karmaşa içinde, İtalya hala parçalanmış, İspanya ise Fransa'nın etkisi altına girmiş olduğu için, Utrecht Barışı'ndan İngiltere ve Fransa en güçlü iki devlet olarak çıkacaklardır. Ama, savaştan asıl kazançlı çıkan İngiltere'dir. Savaş sırasında İskoçya ile birleşmiş, Minorka ve Cebelitarık'ta Akdeniz gücü olmuş, Amerika'da iki toprak parçası elde etmiştir. Ama, daha da önemlisi, İspanya Amerikasına Afrikalı köleler taşıma ayrıcalığını elde etmiş olmasıdır. Bristol ve Liverpol gibi kentlerin gelecek dönemdeki zenginliklerinin kaynağı bu tutsak ticaretinden elde edilen karlardır.
Üçlü İtilaf, 1907
I. Dünya Savaşı öncesi oluşan komisyonlardan birisi. 1988 yılında II. Wilhelm'in Alman İmparatoru olmasıyla Şansölye Otto Von Bismarck'in 1862'den beri sürdürdüğü Almanya'nın dış politikasını Avrupa dışına taşımama ve Rusya ile iyi geçinme ilkeleri gözardı edilmeye başlandı. Bu ortam üçlü itilafın doğmasına nesnel zemini hazırlıyordu. II. Wilhelm'in Sömürgecilik hevesleri İngiltere'yi endişelendirirken, Rusya'da giderek Almanya'nın değişmez düşmanı Fransaya yaklaşıyordu. 1692'de Fransa ile Rusya arasında bir askeri anlaşma yapıldı. 1894 yılında ise bu iki ülke arasında açıkça Almanya'yı hedef alan bir ittifak antlaşması imzalandı. Bu üçlü itilafın ilk halkasıydı. İkinci halka, 1904 Fransız-İngiliz antlaşmasıdır. İngiltere ve Fransa XIX. yy. sularında yoğun bir sömürge paylaşımı mücadelesi içersindeydiler. Mısır, Sudan, Güneydoğu Asya gibi bölgelerde İngiltere ile giriştiği bu mücadelelerde başarısızlığa uğrayan Fransa, bu nedenle Avrupa'da da prestij kaybına uğruyordu. Buna karşılık Almanya'nın hızla silahlanması Fransa'ya İngiltere ile ilişkilerini düzeltmeye yöneltti. Üçlü İtilaf'ın son halkası 1907 İngiliz-Rus Antlaşmasıdır. Bu antlaşmada esas olarak iki ülke arasında sürmekte olan sömürgecilik mücadelelerini sona erdirme niteliğini taşıyordu. XIX. yy. başlarında Boğazlar üzerinde başlayan İngiliz-Rus rekabeti, sonradan Orta Asya ve Uzakdoğuya da sıçradı. Özellikle Rusya'nın İran, Afganistan ve Tibet ile ilgilenmesi, İngiltere tarafından doğrudan Hindistan'a yönelik bir tehdit olarak algıladı. Sonuç iki ülkenin Çin'de sürdürdükleri mücadelede Japonya'yı Rusya üzerine saldırtarak büyük bir yenilgiye uğramasına neden olan İngiltere başarılı oldu. Bunun üzerine Almanya ile arası bozulan Rusya İngiltere'ye yaklaşmak zorunda kaldı.
Üçlü İttifak, 1882
I.D.S. öncesinde oluşan koalisyonlardan birisi. 1862 yılından başlamak üzer önce Rusya sonra da Almanya dış politikalarını Fransayı yalnız bırakma stratejisi üzerine kurmuşlardır. Bu amaca yönelik olarak 1872'de Alman, Avusturya-Macaristan ve Rus imparatorları biraraya gelerek Birinci Üç İmparatorlar Ligi'ni oluşturdular. Bunun ardından Avusturya ile ilişkilerini daha da geliştiren Otto Von Bismarck, 1879'da Almanya-Avusturya ittifakını güçlendirdi. Bunun hemen ardından da Rusya'yı güçlendirmek için 1881 yılında İkinci Üç İmparatorlar Ligi'ni oluşturdu. Fakat Balkanlar'kaki Rusya-Avusturya rekabeti nedeni ile ittifak kısa bir süre sonra dağıldı. Bu gelişmelerin ardından, İtalya'nın Akdeniz bölgesinde Fransa ile giriştiği rekabet, Üçlü İttifak'ın doğuşunu hazırladı. Özellikle Tunus sorunu yüzünden Fransa ile arası açılan İtalya, Almanya gibi güçlü bir müttefike ihtiyaç duyuyordu. Birmarck ise Fransa ile sorunu olan her ülkeyi desteklediği gibi, İtalya'yı da destekliyordu. 1879 Almanya-Avusturya ittifakı nedeniyle Almanya ile Rusya'nın ilişkileri iyi değildi.
Üçüncü Reich (The Third Reich)
1933-1945 yılları arasında Almanya'da Nazi rejimine Nazilerce verilen ad. Nazi öğretisinde Kutsal-Romo German imparatorluğu (962-1086) Birinci Reich'tir. 1871'de Birmarck'ın önderliğinde Alman birliğinin sağlanması ile ortaya çıkan ve 1918'de II. Wilhelm'in tahtan inmesiyle son bulan Alman imparatorluğu II. Reich'tir.
Vandenberg Kararı, 1948
ABD'nin güvenliğini ilgilendiren ve karşılıklı yardıma dayanan bölgesel ve diğer ortak anlaşmalara katılabilmesini mümkün kılan karar. ABD, Monroe Doktrininden beri Avrupa ülkeleriyle ittifaka girmiyordu. Yalnızcılık politikası uyguluyordu. Batı Avrupa Birliği'nin kuruluşunun hemen ardından Sovyetlerin Berlin Sorununa ilişkin çıkarları karşısında Senatör Vandenberg 1948 Nisan'ında Senatoya bir karar tasarısı sundu. Bu tasarıya göre ABD Başkanına bölgesel ve diğer ortak anlaşmalara katılma yetkisi veriliyordu. Bu teklif, 11 Haziran 1948'de kabul edildi ve bu karara Vandenberg Kararı denildi. Bu karar ile ABD, 1823'ten beri esas olarak uyguladığı politikasını resmen terketti.
Varşova Antlaşması, 1970
Almanya Polonya sınırını belirleyen antlaşma. 7Aralık 1970'te imzalanan antlaşmaya göre Almanya ile Polonya arasındaki sınır, Oder-Neisse nehirlerinin oluşturduğu sınır olarak kabul ediliyordu. Bu sınır bir kısım Alman toprağını Polonya'ya vermekteydi. Taraflar birbirlerine yönelik olarak kuvvete başvurmamayı taahhüt ediyorlardı. Bu antlaşmanın yürürlüğe girmesi, ABD, İngiltere ve Fransa'nın isteği üzerine, Berlin konusunda yapılacak dörtlü bir antlaşmaya bağlı tutulmuştur. Antlaşma, ülkelerin Dışişleri Bakanlarının 3 Haziran 1972'de metni paraf etmelerinden sonra yürürlüğe girmiştir.
Versailles (Versay) Barış Antlaşması, 1919
28 Haziran 1919 tarihinde imzalanmıştır. 440 maddelik antlaşma ile Almanya, Alsace-Loraine ve Saar bölgelerini Fransa'ya bıraktı. Ancak Saar bölgesinde 15 yıl sonra plebisit yapılacak, hangi devlete bağlanacağı kesin olarak o zaman kararlaştırılacaktı. Polonya'ya Poznan ve Batı Prusya verildi ve böyle Polonya denize çıkmış oldu. Danzig, Milletler Cemiyeti'nin himayesi altında serbest bir şehir haline geldi. Belçika'nın tarafsızlığı kaldırıldı. Almanya, Avusturya, Polonya ve Çekoslovakya'nın bağımsızlıklarını tanıdı ve Almanya'nın Avusturya ile birleşmesi yasaklandı. Almanya bütün deniz aşırı topraklarından vazgeçti.Bu sömürgelerde Milletler Cemiyeti'nin denetimi altında "Mandat" sistemi kuruldu ve İngiltere, Fransa, Belçika ve Japonya mandater devlet oldular. Almanya çok sınırlı bir orduya sahip olacaktı ve zorunlu askerlik sistemi kaldırıldı. Bütün savaş gemilerini itilaf devletlerine verdiği gibi, bundan böyle denizaltı ve uçak da yapamayacaktı. Bunun yanında Almanya'ya "tamirat borcu" adı altında savaş tazminatı da yüklendi.
Vesayet Rejimi
Belirli ülkelerin bağımsız bir devlet kurana değin, Birleşmiş Milletler'in (BM) gözetim ve denetimi altında başka devletlerce yönetilmelerini öngören hukuksal statü. Vesayet rejimi altında bir ülkeyi yöneten devlet, ülkede yaşayanların siyasal, ekonomik ve toplumsal bakımdan gelişmelerini sağlamak, ülkenin özgür koşullarını, ülke halkının özgürce dile getirdiği amaçları ve vesayet rejimi antlaşmasındaki hükümleri göz önünde bulundurarak kendi kendini yönetme ve bağımsızlık yönündeki ilerlemeyi kolaylaştırmak, ırk cinsiyet, dil ve din ayrımı gözetmeksizin herkesin insan haklarından ve temel özgürlüklerden yararlanmasını güvence altına almakla yükümlüdür. Vesayet rejiminin gözetim ve denetimi konusunda BM'nin bir organı olarak Genel Kurul'a karşı sorumlu olan Vesayet Meclisi görevli kılınmıştır.
Vesayet rejiminin hangi ülkelerde uygulanacağı konusu Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 77. maddesinde belirlenmiştir. Buna göre vesayet rejimi uygulanabilecek ülkeler 3 kategoriye ayrılmaktadır: a)Manda yönetimine bağlanmış ve bu yönetimin sürdüğü ülkeler, b)II. Dünya Savaşı sonunda düşman devletlerinden ayrılabilecek ülkeler, c)Yönetiminden sorumlu devletlerce isteyerek bu rejime bağlanacak ülkeler.
Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 79. maddesi vesayet antlaşmasının ilgili devletlerce yapılmasını gerektirir. Yapılan vesayet antlaşmalarının yürürlüğe girmesi için BM Genel Kurulu'nda onaylanması gerekmektedir. Ayrıca vesayet altındaki ülkelerin yönetimi ile görevli olan devletler Genel Kurul'a her yıl vesayet rejimi uygulanan ülkelerle ilgili raporlar sunmak ve Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi'nin tavsiyelerini gözönünde bulundurmak zorundadır.
Vesayet Konseyi, Örgüt'ün altı ana organlarından biridir. Ancak vesayet altında ülke kalmaması nedeniyle Vesayet Konseyi'nin fiilen hiçbir görevi kalmamıştır.
Vichy Hükümeti
14 Haziran 1940'da Paris'in işgal edilmesiyle birlikte, Fransa'da 3. Cumhuriyet tarihe karıştı ve Petain geçici dönemi başladı. Başlangıçta, Petain bir ambargo hazırladığını ve bunu halkın oyuna sunacağını söylediyse de, böyle yapmayarak Fransa'yı kanun hükmünde kararnamelerle yönetmeye başladı. 1940 Ağustos'unda meclisi feshederek Vichy'yi başkent yaptı.Ve bir cins diktatörlük başladı. Kendini Devlet Başkanı ve Dışişleri Bakanı Pierce Caval'ın halefi ilan etti. Fransız devriminin özgürlük, eşitlik, kardeşlik ilkeleri yerine iş, aile, vatan ilkelerini koydu. Petain, zaman geçtikçe daha da ileri giderek, Nazi yönetimine benzeyen Yahudi aleyhtarlığı güden bir rejim kurdu ve bir cins Fransız "Führeri" haline geldi.
Vietnam Savaşı
Eski Fransız kolonisi olan bir kısım Hindiçini topraklarındaki Vietnam, Vietminh isimli ihtilalcilerin Fransız kuvvetlerini Dien-Bien-Phu Kalesi'nde mağlup etmelerinden sonra toplanan 1954 Cenevre Konferansı ile, sonradan birleştirici seçimler yapılmak üzere, 17.nci enlem boyunca "Kuzey ve Güney" olarak ikiye bölünmüştü. Bu bölünme zamanla yerleşerek kuzeyde Vietnam Halk Cumhuriyeti (Başkent Hanoi) güneyde de Vietnam Cumhuriyeti (Başkent Saygon) şeklinde devam etti. Bu ikinci devletin bazı bölgelerinde, kuzeyle birleşme taraflısı komünist eğilimli (Vietkong) gerillaların başlattıkları bir iç savaş zamanla büyüdü ve ABD Güney Vietnam'a yardıma başlarken, Kuzey Vietnam da Vietkong'a yardım ediyordu. 1965'ten sonra ABD kuvvetleri gittikçe buradaki güçlerini ve faaliyetlerini artırıp, kuzeyden gelen müdahale karşısında bu topraklara karşı da askeri harekata girişti. Öte yandan, Rusya ve Çin de Kuzey Vietnam'ın ormanlık ve bataklık arazilerde yürüttüğü savaşlarda, iklimin ve muson yağmurlar gibi durumların sağladığı avantajlar büyük ölçüde idi ve bölgede çokbüyük (bir ara 500 binden fazla) ve iyi donatılmış askeribir güç bulunduran ABD ve ayrıca Güney Vietnam kuvvetleri, karşı tarafa ağır kayıplar verdirmelerine rağmen, kendileri da zaman zaman çok zor durumlarda kaldılar, bir çok ABD vatandaşı Vietnam Savaşı'na katılmamak için askere girmeyi reddetti (sayılarının 30 bin kadar olduğu açıklandı), ayrıca bir kısım askerler de tarafsız ülkelere (İsveç gibi) sığındılar. Öte yandan, kesin bir askeri galibiyete ulaşamayan ABD kuvvetleri, Vietkong'un kuzeyden gelen yardımı Kamboçya topraklarında "Ho Şi Minh Yolu" denen yoldan gizlice alması karşısında, bu ülke topraklarında şiddetli hava bombardımanı uygulamaktaydılar.
Savaşın uzaması ile dünya ve ABD komuoyundaki tepkiler üzerine taraflar Paris'te ateşkes görüşmelerine giriştiler ve Amerika'nın bir kısım kuvvetlerini çekmeye başlaması üzerine, 1973 başlarında Paris'te anlaşma imzalandı ve ateş kesilerek, Birleşmiş Milletler Kuvvetleri durumu denetleme görevi aldılar. Fakat buna rağmen, zaman zaman ve yer yer çatışmalar patlak vererek bir çok kişi ölmeye devam etmiştir. Nitekim Paris antlaşmasından sonra yaklaşık 100 bin kişinin daha hayatını kaybettiği bir çok kaynaklarca ileri sürülmektedir.
Vietnam'da çeşitli dönemlerde çarpışan ABD askerlerinin toplam sayısı 2,5 milyona yakındır. Bu savaşta ABD uçakları 850 bin ve helikopterleri ise 2 milyon kadar hücum yapmışlardır. Bu hücumlarda atılan bombalar toplamı 6 milyon ton kadardır. (İkinci Dünya Savaşı'nda ABD uçaklarının attığı bombaların üç katı)
ABD'nin İkinci Dünya Savaşı'nda yaptığı masraflar 288 milyar dolar kadardı. Vietnam Savaşı da 150 milyar dolara mal olmuştur. (Bu miktar savaş borçları faizleri, ölenlere tazminat ve yaralılara ödenen maluliyet paraları ile 300 milyar dolardır.) ABD 3700 kadar uçak ve 4800 kadar helikopter kaybetmiştir.
1975'te Komboçya'da yoğunlaşan gelişmelere paralel olarak Vietnam'da da benzeri bir durum ortaya çıkmış, komünist kuvvetler yoğun taarruzlara girişerek bir çok şehri süratle ele geçirmişler ve Nisan sonunda da Başkent Saygon'a girmişlerdir. Bu durumda mevcut hükümet teslim olarak reji yıkılmış ve 35 yıldır çeşitli biçimlerde süregelen Vietnam'daki savaşlar sona ermiştir. Daha sonra Kuzey ve Güney Vietnam tek devlet haline gelmiştir.
Vietnam'daki savaşlar tarihte rekor sayılacak savaşlardan biri olmuştur. Nitekim 1941'de işgalci Japonlara karşı ilk savaşlar başlamış ve 1945'de Japonların çekilmesinden sonra eski Fransız koloni idaresi yeniden kurulmuş, buna karşı bağımsızlık hareketleri başgöstermiş ve kuzeyden kurulan devlet ile Fransızlar arasındaki kanlı savaşlar Fransızların mağlubiyetiyle sonuçlanmış, 1954'de Cenevre Antlaşması'na rağmen durum tam düzelmeyerek 1961'de ABD'nin askeri müdahalesiyle son savaş dönemine girilmiştir.
Bu savaşlar 3,5 milyon kadar insan ölmüştür. Bu rakamdan daha yüksek sayıda da insan yaralanmıştır. ABD askerlerinden 56 bin kadarı ölmüş, 300 bin kadarı yaralanmış, ABD'nin masrafları ve kayıpları 150 milyar dolar kadar olmuştur. (Daha önceki savaşlarda da Fransa 92 bin kişi kadar ölü ve yaralı vermişti).
Viyana Görüşmeleri (1975-1976): bkz. Kıbrıs Sorunu
Viyana Kongresi, Ekim 1814-Haziran 1815
Fransız Devrimi sonrasında Avrupa'da ortaya çıkan sorunlara ilişkin görüşmelerin yapıldığı kongre. Fransız Devrimi'ni izleyen çağ "ulusçuluk çağı" olarak nitelenmektedir. Çok uluslu Avusturya İmparatorluğu Başbakanı Franz von Metternich, tehlikeli gördüğü ulusçuluk akımının ortaya çıkarabileceği sorunların çözümlenmesi için, Avrupa'nın tutucu güçlü devletlerinin ortak hareket etmelerinin ortamını sağlamak amacındaydı. 1 Ekim 1814'te başlayan kongreye, Rusya, İngiltere, Avusturya, Prusya ve Fransa dışında tüm Avrupa devletleri yüksek düzeyde temsilciler ile katıldılar. Komisyonlar biçiminde çalışmalarını yürüten bir uluslararası kongrenin ilk örneği olması açısından ilginç ve önemlidir.
Osmanlı imparatorluğu Viyana Kongresi'ne katılmamıştır. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu böyle bir konferansat Balkan sorununun gündeme geleceğinden ve ödün vermek zorunda kalmasından korkuyordu. Ayrıca Avusturya'nın "toprak bütünlüğünü garanti etme" önerisini de iyi karşılamıyordu. Viyana Kongresi kararlarının en önemli maddeler şunlardır: Fransa'nın 1792 sonrasında ele geçirdiği tüm toprakları geri alınıyordu. İngiltere Malta'yı ve Yeni adaları, Hollanda'ya ait olan Cope Colony'yi, Seylan'ı Honduras'ı, Guyan'ı ve Trinidat'ı, Danimarka'dan de Helgoland'ı alıyordu. Rusya, Finlandiya'yı, İsveç, Norveç'i alıyordu. Prusya Posen bölgesini, Saksonya'nın önemli bir bölümünü, Ren'in batı kıyılarını alıyordu. Avusturya'da topraklarını genişletiyordu. Belçika Hollanda'yla birleşerek Niederland adlı bir devlet oluşturuyordu. Almanya otuz sekiz devletli Germen Konfederasyonundan oluşacaktı.
İtalya parçalanıyordu, esir ticaret yasaklanıyordu, bunun uygulanması taraf devletlere veriliyordu; uluslararası nehirlerde ilke olarak ticaret ve ulaşım serbestisi tanınıyordu.
Viyana Kongresi Avrupalı devletlerin aralarındaki sorunları toplantılar yoluyla çözme girişimlerinin başlangıcı oldu. Ayrıca, Avrupa kökenli klasik uluslararası hukukun geliştirilerek nispeten sistematize edildiği dönemin bşlangıcı olarak da kabul edilir. Diğer yandan, Viyana Kongresi ile ortaya çıkan Avrupa Ahengi Sistemi çerçevesinde belirginleşmeye başlayan uluslararası hukuk sistemi ise, bu "ahengi" sağlayan temel aktörler olan büyük devletlerin "güdümünde" bir niteik taşımaktadır. Genel Hatları ile I. Dünya Savaşına kadar süren dönemde, uluslararası hukuk kurallarının oluşması, başta Viyana Kongresi olmak üzere devletler arasında yapılan antlaşmalar çerçevesinde gelişmiştir.
Vladivostok Antlaşması, 1974
Amerika Birleşik Devleti Başkanı Gerald Ford ile Sovyetler Birliği lideri Leonid Brejnev arasında 23-24 Kasım 1974'de gerçekleşen zirvede imzalanan antlaşma. Vladivostok Zirvesi, stratejik silahların sınırlandırılması ve SALT II doğrultusunda yeni ve önemli bir adım oluşturdu. Zirve sonunda yayınlanan "demeç" ve "bildiri"de bu konudan hiç söz edilmedi. Fakat daha sonra yapılan açıklamalarda belirtildiğine göre taraflar zirvede "saldırgan" füzeler konusunda bir sınırlama anlaşmasına varmışlardır. Buna göre, "taşıyıcı" (delivery vehicle) denen, kıtalararası (ICBM) ve deniz altından atılan (SLBM) füze sayısı her iki taraf içinde en çok 2400 olarak tesbit edilmiştir. Bunlardan ancak 1320 tanesi çok başlıklı füze (MIRV) olabilecekti. Bu antlaşma 31 Aralık 1985 tarihine kadar geçerli olacaktı.
Washington Deniz Kuvvetleri Sınırlandırma Antlaşması, 6 Şubat 1922
Deniz kuvvetlerini sınırlamaya ilişkin antlaşma. Bu doğrudan doğruya Uzardoğu meselelerinden doğmuş olup Uzakdoğu'da Japonya ile Birleşik Amerika arasındaki rekabetle yakından ilgilidir. Uzakdoğu meselesini ele almak üzere bu bölge ile ilgili devletler 1921 Kasım'ında Washington'da biraraya geldi. Konferans, birçok anlaşma imzalanarak 6 Şubat 1922'de sona erdi. 6 Şubat 1922'de Birleşik Amerika, İngiltere, Japonya, Fransa ve İtalya arasında "Deniz Silahlarının Sınırlanması" anlaşmazı imzalandı. Bu anlaşma ile 35.000 tonu geçmiyecek olan ve capital ships denen büyük gemiler bakımından her devletin sahip olabileceği deniz gücü sınırlanmıştı. Bu sınırlama ile Birleşik Amerika 525.000, İngiltere 525.000, Japonya 315.000, Fransa 175.000 ve İtalya da 175.000 tonajında büyük gemilere sahip olacaktı. Bunun oran olarak ifadesi sırasıyla, 5, 5, 3, 1,67 ve 1,67 dir.
Uzakdoğu'daki Japon emperyalizmi bu antlaşma ile bu emperyalizmin vasıtaları bakımından sınırlanmış ve frenlenmiş olmaktaydı. Lakin antlaşmanın en az bunun kadar önemli bir başka tarafı da İngiltere'nin Trafalgar'dan beri elinde tuttuğu rakipsiz deniz üstünlüğünü şimdi ilk defa Amerika ile paylaşmasıydı. Şüphesiz bu da Amerikan için başka bir zaferdir.
Bu antlaşmalarla İngiltere de, Japonya ittifakından ayrıldıktan sonra Uzakdoğu'da Birleşik Amerika'ya dayanmaya başlayacaktır.