Lizbon
Tepelerin üzerine kurulmuş inişli çıkışlı bir şehir Lizbon: Sokakları taş döşeli ve arnavut kaldırımları her yer.
Yazı ve Fotoğraflar:Ayca van Ingen Schenau
Şehri gözlemlemenin en kolay ve romantik yolu kalesine çıkmak; Castelo de São Jorge'dan şehir ayaklarımızın altında uzanıyor...
Kalenin tam arkasında bulunan Alfama semti ise Fado müziğinin yaşadığı mahalle. Minicik bakımsız sokakları, pencerelerinde hava nasıl olursa olsun asılı çamaşırlar, buram buram yemek kokan üç beş masalı meyhaneler, lokantalar...
Havada bir hüzün kokusu, evlerden ve dükkanlardan arada sırada ağlamaklı melodiler yükseliyor, rüzgar bile biraz nazlı esiyor bu dar sokaklarda. İnsan durup dururken buruk bir sevince boğuluyor, nedensiz yere gözlerimiz nemleniyor fakat burada olmaktan da mutluyuz: Saudade dedikleri bu olmalı.
Yolumuzun üzerinde Sè katedrali var. Esasında bir cami varmış burada Arapların zamanında, onlardan ele geçince yerine bu katedral yapılmış. Katedrale bağlı bir manastır kalıntısı var, 13. yüzyıldan kalma. Bugün restorasyonu devam eden bu kalıntının temellerinde Arap sanatının izlerini görmek mümkün. Esasında Alfama semt olarak Araplar zamanında kurulmuş, bu bölgede sıcak su kaynağı olduğu için Araplar buraya Al-hama ismini vermişler. Bu eski ve gizemli semtin eğri büğrü yokuşlarından aşağı bırakınca kendimizi Casa de Fado adı verilen müzeye düşüyor yolumuz. Fado bence hiç de müzelere yakışan bir müzik değil, sokaklarda, salaş meyhanelerde dinlenmelir Fado. Denizlere açılıp uzaklara giden kocaları, sevgilileri anlatır, kavuşamayanları fakat özlemenin buruk tadını da sevenleri... İsmini Latince kader kelimesinden alan bu müzik türü ağlamaklı fakat dikbaşlıdır, Fado söylemek bu yüzden gururlu bir ses gerektirir bu yüzden..
Tramvay ile şehrin bambaşka bir semtine, Belém'e gidiyoruz. Tesadüfen Portekiz izcilerinin 90. yıl kutlamalarına denk gelmişiz ve Belém kulesinin arkasındaki park cıvıl cıvıl izcilerle dolu her yaştan. Belém kulesi (1515-21) en önemli anıtlarından birisi, çünkü Portekiz denizciliğini temsil ediyor ve1775 yılındaki depremden sağlam kalmış nadir yapılardan birisi. Sanki "keşifler tam burada başlar" der gibi Tagus nehrinin kıyısını bekliyor, eskiden nehrin ortasında imiş halbuki.
Belém'in ikinci büyük anıtı ise Jerónimos Katedrali. Vasco da Gama Hindistan yolculuğuna çıkmadan önce bütün gece burada dua etmiş derler. Vasco da Gama'nın keşifleri Portekiz'e o kadar çok para getirmiş ki bu katedralin maliyeti devede kulak kalmış. Katedralde haklı olarak Vasco da Gama ve gezilerini kaleme alan şair yatıyor. Belém'in anlatacağım son anıtı ise Antia Confetitaria de Belém, dolup dolup taşıyor ziyaretçilerle... Pastèis de Belém adındaki minik hamur işi ile ünlü.
Parque das Nações, Marco Polo Alışveriş Merkezi Güneş batınca -bilhassa hafta sonu ise- gençlik Bairro Alto'ya akıyor. Fado barları, kalburüstü restoranlar, her türlü gece hayatı burada. Hava güzelse eğlence sokaklara taşacak, ve mutlaka sabahın ilk ışıklarına kadar sürecek..
Lizbon'da nedense pek gezilmeyen ve bilinmeyen bir müzeden bahsetmek istiyorum: Gulbenkian Müzesi... Türkiye doğumlu olan petrol zengini ve antika meraklısı (yoksa bağımlısı mı desem) Gulbenkian'ın şahsi koleksiyonunun sergilendiği müze Mısır eserleri ile başlıyor: 8. yüzyıldan kalma mısır kedisi bu bölümün en özel parçası. İslam, Uzakdoğu eserleri ve Avrupa sanatı bölümleri görülmeye değer. Türkiye'den çiniler ve Bursa ipeklileri sergileniyor. Böyle bir koleksiyonun tek bir kişiye ait olması imkansız gelse de aynı kişinin kurduğu vakfın bugün Portekiz'de unutulmuş köylerdeki kütüphaneleri finanse ettiğini, kendi opera ve balesi olduğunu gördükten sonra iyice aklım karıştı.
Vasco da Gama'nın mezarı, Jerónimos Katedrali, Belém Tepelerin üzerine kurulu Lizbon'da hayatı kolaylaştırmak için bir yüzyıldır asansörler kullanılıyor bunların kimisi gerçek asansör görüntüsünde olsa da kimisi mini tramvay şeklinde. Asansör Gloria da bunlardan biri Baixa'dan Bairro Alto'ya çıkıyor. Rua Don Pedro V'i izleyerek Principle Real meydanında geliyoruz. Bu şirin yer kentin en rahat mekanlarından birisi. Dev bir şemsiye gibi uzanmış bir ağacın dalları. Altında yaşlılar sohbet ediyor, kağıt oynuyorlar.
Meydanı geride bırakınca biraz daha ilerde Botanik Bahçesi var. Bu yüzyıllık bahçede egzotik çiçekler ve diğer bitki türleri bulunuyor. 2000'den fazlar tür barındıran son derece bakımlı botanik bahçesi üniversiteye ait. Şehrin ortasında egzotik bitkilerle dolu, sessiz bir ortam bulmak şaşırtıcı. Botanik bahçesinden dinlenmiş olarak ayrılıp Praça das Amoreiras'a doğru ilerliyoruz, Bu meydanda şehre su getirmek için yapılmış su kemerlerinin son kısmı var. Meraklısı için bir de su müzesi yapmışlar bu meydanda.
Parque das Nações
Yolumuza ünlü Portekizli şair Fernando Pessoa'nın evi çıkıyor Rua Coelho da Rocha üzerinde. Lizbon aşığı şairin bir de Lizbon için yazdığı turistik rehberi var ki bugünkü rehber kitapların atası sayılır.
Estrela Bazilikasının önünden efsanevi 28 numaralı tramvaya biniyoruz. Bu tramvay Lizbon'un tüm turistik sokaklarını dolaşıyor. Fakat biz Rua Garett'in önünde iniyoruz. Burada şehrin en seçkin mağazaları bulunuyor. Pessoa'nın da bir zamanlar takıldığı Cafe Brasilia da burada.
Sahile doğru ilerliyor, Mercado de Ribeira'ya geliyoruz. Pazar yeri olarak kullanılan bu binanın hesaplı bir restoranı ve güzel pazar manzarası var. Pazar ürünleri egzotik meyveler, tuzlanmış balık, baharatlar, zeytin ve şarküteri ürünlerinden oluşuyor.
Şehrin tek düzayak yeri olan ve bu yüzden benim de burada konaklamayı seçtiğim Baixo "alçak yer" anlamına geliyor. Depremden sonra kurulmuş burası, şehrin tepe muhitlerine asansörlerle bağlanmış. Harekeli fakat düzenli meydanları var Praça dos Resturadores, Praça dom Pedro IV (Rossio) ve Praça da Figueira hep burada. Ayrıca şehrin ticari caddesi Avenida da Liberdade ve turist ofisinin bulunduğu görkemli Praça do Comércio da Baixa'da. Bu semtin sürprizi ise Ginja adı verilen vişneli likörü satan minicik bir dükkan. Minicik bardaklarda sokak ortasında içilen bu likörün tadına diyecek yok.
Lizbon'un en yeni mekanı sayılan Parque das Nações Expo 98'e ev sahipliği yapmak için kurulmuş ve şehre uzak görünse de metro ile çok rahat ulaşılıyor. Metro istasyonundan çıkar çıkmaz dev Vasco da Gama alışveriş merkezi ziyaretçileri karşılıyor. Alışveriş merkezinin arkasındaki fuar alanı Lizbonlulara eğlence alanı olarak hizmet veriyor artık. Ne yazık ki parkın atraksiyonları her geçen gün azalıyor mesela elimdeki rehber kitapta ballandıra ballandıra anlatılan Macau pavyonu, sanal gerçeklik pavyonu artık kapalı. Oceanario hala açık, bilhassa çocuk ziyaretçilere deniz dünyasının sırlarını açmaya devam ediyor.
Amoreiras Alışveriş merkezi, Portekiz şarapları.
Pastèis de Belém, Belém.
Bence Lizbon'un en güzel yanı sürprizleri. Fado şarkıcıları toplanıp ani bir konser verebilirler ya da tesadüfen girdiğiniz çıkmaz sokağın sonundaki evde ünlü fado şarkıcısı Amalia Rodrigues doğmuş olabilir. Olmadık bir sokakta birden burnunuza muhteşem kokular gelebilir hatta başlı başna bir mutfak gezisi yapılabilir bu şehre, ne mi yenir?
Başta balık yemekleri olmak üzere herşey... Bilhassa Alfama'nın minicik lokantalarına oturmanızı tavsiye ederim. Denizci ve balıkçı bir millet olan Portekizliler, balıkmarc yemeklerini "bol kepçe" usulü servis yapıyorlar... Bilhassa Bacalhau denen balık her şekilde hazırlanıyor, pazarlarda dikkat ederseniz bu balığın kurumuş hali satılır. İspanyol mutfağı gibi ağır, Fransız Mutfağı gibi sofistike değildir Portekiz Mutfağı, herkesin bildiği basit malzemelerde yaratıcı ve hafif kombinasyonlar oluştururlar ki yemekten sonra tatlıya kesinlikle yer kalır. Bademden maracuja'ya her meyvenin mousse şeklinde tatlısı mevcut. Ayrıca Pudin adı verilen krem karamel tarzında hazırlanmış tatlı balıkçıları demirbaşı.
Lizbon, tekrar geri geleceğim, bekle beni...
Son düzenleyen KisukE UraharA; 22 Ocak 2008 21:24
Gerçekçi ol imkansızı iste...