Arama

Mimar Sinan - Tek Mesaj #2

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Şubat 2007       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aynı yıllarda, en ünlü çifte hamamlarından biri olan Ayasofya Hamamı’m (1556) ve Beşiktaş’taki Sinan Paşa Camisi’ni (1555/ 56) gerçekleştirdi. Bu İkincisi onun değişik örtü sistemlerini denediği yapılarından biriydi ve Edirne’deki Üç Şerefeli Cami’nin şemasını aynen uygulayarak kubbeyi altı ayak üstüne oturtmuştu.
Ad:  Sinan (MİMAR)2.jpg
Gösterim: 2513
Boyut:  60.2 KB

Daha sonraki yıllarda yaptığı Topkapı’daki Kara Ahmed Paşa (1558?), Fmdıklı’daki Molla Çelebi (1561), Babaeski’deki Cedit (Semiz) Ali Paşa (1561-65), Kadırga’daki Sokollu Mehmed Paşa (1571/72) camilerinde de altı ayağa oturan kubbe şemasını, ama her kez bazı değişikliklerle denemeyi sürdürdü. Ayakların bazısını beden duvarlarının içine getirerek, bazısını da iyice yanlara çekerek ibadet mekânının bütünlüğünü sağlamanın yollarını arıyor, Selimiye’ ye giden yolda denemeler yaparak ilerliyordu. Bu arada Eminönü’deki Rüstem Paşa Camisi’nde de (1562) ilk kez kubbeyi sekiz ayağa oturtmayı denepıişti. Selimiye öncesi döneminin gene ilginç konum planlarıyla dikkati çeken, büyük ölçekli başka yapıları Karapınar’daki II. Selim Külliyesi ile (1563/ 64) Lüleburgaz’daki Sokollu Mehmed Paşa Külliyesi (1569/70) oldu.

Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camisi’nde (1565?) tek bir büyük kubbeyi dört köşedeki dört ayağa oturtan Sinan, ayaklar arasında kalan duvar yüzeylerini de pek çok sayıda pencereyle delerek adeta günümüzdeki iskelet yapım yönteminin 16. yüzyıldaki bir örneğini verdi. Piyale Paşa Camisi’nde (1573/74) çok eski bir geleneğin 150-200 yıldır terk edilmiş eski bir şemasını, çok ayakla taşman çok kubbeli şemayı denedi.

Bütün araştırmacılar Sinan’ın o zamana değin gerçekleştirdiği yapılarında kazandığı deneyimlerin eksiksiz bir bireşimini Edirne’deki Selimiye Camisi’nde (1568-74/75) ortaya koyduğunda birleşirler. Caminin sekiz ayağa oturan görkemli kubbesi hem iç mekân bütünlüğünü en etkileyici biçimde sağlıyor, hem de dış mekândaki bütün öbür cephe öğelerini uyumlu bir biçimde birleştirerek yapıyı, kendi öne çıkmadan taçlandırıyordu. Bu bakımdan Selimiye yalnız Sinan’ m değil, tek büyük kubbeyle örtülü merkezî planlı şemanın bundan sonra aşılamayan bir başyapıtı oldu.

Sinan daha sonra Havsa’daki Sokollu Mehmed Paşa (1576-77) ve Ilgm’daki Lala Mustafa Paşa (1581) külliyelerini yaptı. İstanbul’da Azapkapı’daki Sokollu Mehmed Paşa Camisi’nde (1577/78) sekiz ayağa oturan kubbeyi Selimiye’den çok daha küçük ölçekte, ama belki de daha geliştirilmiş bir düzen içinde kullandı. Eyüp’teki Zal Mahmud Paşa Camisi’nde (1580) kütlesel bir yapıyı gene bir külliye içine başarıyla yerleştirirken, Üsküdar Şemsi (Ahmed) Paşa Külliyesi’yle (1580/81) mimarlıkta küçük ölçekli yapıların da nasıl bir başyapıt düzeyine ulaştırılabileceğinin örneğini verdi. Gene aynı yıllarda gerçekleştirdiği Tophane’deki Kılıç Ali Paşa Külliyesi’nin camisinde (1580/81) Süleymaniye’nin iki yarım kubbeli şemasına döndü. Üsküdar Toptaşı’ndaki Atik Valide Camisi’nde (1583) altı ayaklı kubbe şemasını bir kez daha uyguladı. Manisa’daki, ana kubbeyi üç yandan tonozumsu yarım kubbelerle çevirdiği Muradiye Camisi (1583-86) son büyük yapıtı oldu. Öldüğünde Süleymaniye Külliyesi’nin bir köşesindeki, kendi yapmış olduğu yalın ama etkileyici mezarına gömüldü.

Sinan büyük camilerinden çoğunu bir külliye içinde yapmıştı. Medreselerinin çoğu da gene böyle külliyelerin bir parçasıydı. Bu külliyelerden çoğunda, yaptıranın türbesi, Sinan Bey 38 bir medrese, bazısında bir sıbyan mektebi, bir hamam; menzil külliyesi niteliğinde olanlarda bir aşhane ve kervansaray da yer alıyordu. Onun bu tür yapılan arasında Barbaros Hayreddin Paşa, Şehzade Meh- med, I. Süleyman, Haseki Hurrem Sultan, Rüstem Paşa, Kara Ahmed Paşa, Kılıç Ali Paşa, Zal Mahmud Paşa türbeleri; Haseki Hurrem Sultan, Soğukkuyu, Kara Ahmed Paşa, Mihrimah Sultan (Üsküdar), Rüstem Paşa, Cedit (Semiz) Ali Paşa (Babaeski), Sinan Paşa, Sokollu Mehmed Paşa (Kadırga, Eyüp ve Lüleburgaz), Selimiye (iki tane), Süleymaniye (dört tane), Şehzade Mehmed, Şemsi Ahmed Paşa, Atik Valide, Zal Mahmud Paşa (iki tane) medreseleri; Lala Mustafa Paşa (Ilgın), Rüstem Paşa (Edirne, İstanbul, Tekirdağ), Semiz Ali Paşa (Edime), Sokollu Mehmed Paşa (Havsa, Payas, Lüleburgaz), II. Selim (Karapınar), Sultan Süleyman (Büyükçekmece, Süleymaniye), Şehzade Mehmed, Atik Valide kervansarayları; Çinili Hamam, Kılıç Ali Paşa, Edimekapı, Sokollu Mehmed Paşa (Edime, Havsa), II. Selim (Karapınar), Süleymaniye gibi hamamlar sayılabilir. Sinan ayrıca birçok mescit, darülkurra, tekke, darüşşifa, imaret, köşk ve saray da yapmıştır. En ilginç yapıtlan arasında köprü, suyolu, suterazisı, sukemeri gibi su yapılan yer alır. Sinan bunlarda işlevi ön planda tutarken estetiği de ihmal etmemiştir. Üstelik yüzyıllardır ayakta duran ve çoğu hâlâ kullanılan bu yapılar onun aynı zamanda ne kadar usta bir mühendis olduğunu da ortaya koymaktadır. İçlerinde en ilginçleri Büyük Çekmece, Silivri, Sinanlı, Drina, Sultan Süleyman köprüleri ile Uzunkemer, Müderris Köyü Kemeri, Mağlova Kemeri ve Güzelce Kemer gibi sukemerleridir.

Hassa sermimarı olarak Sinan’ın çalışma- lan hiçbir zaman yalnızca kendi yapılarının tasarım ve uygulamasıyla sınırlı kalmamıştır. Bütün ülkedeki devlet yapılarının gerçekleştirilmesiyle ilgili örgütlenmeyi hazırlamak ve yürütmek de onun görevlerinden olmuştur. Sinan’ın, nitelikli işçi bulunmasından ve bunların ücretlerinin saptanmasından yapı malzemelerinin sağlanmasına; ev bacalarının yangına karşı gerektiği gibi güvenli yapılmasından, İstanbul’un su sorununun çözülmesine kadar küçüklü büyüklü her çeşit yapım ve bayındırlık işiyle uğraştığı bilinmektedir. O bütün bu işleri kendi örgütleyici kişiliğinin yanı sıra, başında bulunduğu Hassa Mimarları Ocağı aracılığıyla 50 yıl süreyle başarıyla yürütmüştür. Sinan’ın meslek yaşamı Osmanlı Devleti’nin her bakımdan en güçlü dönemine denk gelmiştir. Devletin bu gücünü belki de en açık ve çarpıcı biçimde yapılarıyla Sinan ortaya koymuş, simgelemiştir. 14. yüzyıldan beri gelişerek gelen bir mimarlık mirasını ustaca kullanmayı bilmiş, buna eklediği katkılarıyla Osmanlı klasik dönemini yaratırken, kökleri hem Doğu, hem Batı uygarlıklarına uzanan, ama kendine özgü, yalın ve evrensel bir bireşim oluşturmayı başarmıştır. Bu başarısının sırrı, gelenekseli kullanırken döneminin gereksinimlerini en ön planda tutmayı bilmesidir. Onun yarattığı üslup, öğrenci ve izleyicilerinin eliyle en az bir yüzyıl daha Osmanlı mimarlığıyla özdeş olmayı sürdürmüştür.

Sinan’la ilgili kaynaklardan Tezkiretü’l- Ebniye 19. yüzyılın ortalarında basılmış, daha sonra da birçok başka yayının içine alınmıştır. Rıfkı Melûl Meriç Adsız Risale, Risaletü’l-Mimariye, Tuhfetü’l-Mimarin ve Tezkiretü’l-Ebniye’yi 1965’te Mimar Sinan Hayatı, Eseri I, Mimar Sinan'ın Hayatına, Eserlerine Dair Metinler adıyla bir arada yayımlamıştır. Tezkiretü’l-Bünyan 1897’de Ahmed Cevdet tarafından yayımlanmış, 1980’de bir çevriyazısı (Tezkiretü’l-Bünyan, Mimar Sinan’ın Kendi Ağzından Hayat ve Eserleri, yay. haz. Sadık Erdem) çıkmış, 1989’da çevriyazısını ve Türkçe çevirisini de içeren bir tıpkıbasımı (Mimar Sinan ve Tezkiret-ül Bünyan, yay. haz. Suphi Saatçi) yapılmıştır. Zeki Sönmez de konuyla ilgili kaynakların Türkçe çevirilerini Mimar Sinan ile İlgili Tarihi Yazmalar-Belgeler (1988) adlı kitabında toplamıştır.

kaynak: Ana Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 16 Temmuz 2016 23:46