Arama

Tiyatro Severlere - Tek Mesaj #82

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Şubat 2007       Mesaj #82
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
KIYAMET SULARI



Yazan:
Civan CANOVA
Oyunu Oynayan Topluluk:
Eskişehir B.B. Şehir Tiyatrosu
Tarih / Saat / Yer:
10.02.2006 / 20.00 / Haller G. M. Tepebaşı Sahnesi
Oyunun Konusu:
Dünyaya çarpacağı kesinleşen bir göktaşının kıyameti getireceğini anlayan insanoğlu büyük bir buhran yaşar. Dünyanın bu son günlerinde karaborsacılık patlamış, insanlar birbirlerini öldürür olmuş, yalancı peygamberler bir bir ortaya çıkmışlardı. İşte bu günlerde oyuna konu olacak
ailemizde iç hesaplaşmaları başlar.
Kıyamet Sularında Seyrederken...
CİVAN CANOVA / oyun yazarı


“Oyununun konusu ne?”
Bugünlerde karşılaşmaktan oldukça çekindiğim, ama sürekli karşıma çıkan ve de karşılık olarak ne diyeceğimi bilemediğim bir sorular bombardımanı:
“Ne ile ilgili?”
“Ne anlatıyorsun?”
“Oyun yazmışsın?.. Eee?”
“Kısaca anlatmaz mısın?”
İki cümleyi bir araya getirip anlamlı bir yanıt veremiyorum. Daha doğrusu, oyunumu eksiksiz açıklayabilecek yetenekte, gönüllü iki cümle bulamıyorum bir türlü.

On altı yaşlarındaydım. İngiliz Edebiyatı dersinde Julius Caesar’ ı okuyorduk. Şöyle bir soru gelmişti sınavda:
“Bu oyunda Shakespeare’ in anlatmak istediği düşünceleri kısa cümleler halinde belirtiniz.”
İki yılıma mal olan yanıtım şöyleydi:
“Eğer Shakespeare’ in böyle bir derdi olsaydı, beş perdelik bir oyun yerine karamela kağıtları içine maniler yazardı. O da uzun gelirse vecizeler üretirdi.”
İlkin “Parmak Çocuk” masallarıyla hayatımıza giren, “Demek ki neymiş?” ler, Ömer Seyfettin’ lere ulaştığımızda bizleri birer anafikir çıkarma ustası haline getirmişti. Öğrenim yıllarımızın daha ileri aşamalarında saplantıya dönüşmüştü bu alışkanlığımız. Descartes’ i, Racine Külliyatı’ nı, hatta Osmanlı Tarihi’ ni bile, ikişer cümlelik fikir hülasaları halinde algılayıp değerlendirir olmuştuk.
Sözgelimi, “1. Napoleon ile savaşan Rus halkının hayatını, dolayısıyla savaşın insanlar üzerindeki menfi (kitabi olsun diye) tesirlerini (daha da kitabi olsun diye) anlatıyor efendim.” gibilerinden uyduruk bir tanımlama, kolayca “Harp ve Sulh” u yalayıp yuttuğumuz izlenimi uyandırabilirdi.
“1. Napoleon” yerine, “1. Dünya Savaşı öncesi ve sonrası” yazıp, cümlenin sonunu “anlatıyor efendim” yerine “destansı bir uslupla anlatıyor efendim” olarak değiştirdiğimizde ise, şubat tatilini “Ve Durgun Akardı Don” u hatmederek geçirdiğimiz anlaşılırdı. Bu kadar basit.
Koskoca yapıtlar, dört beş kelimenin içine sığdırılabiliyorsa eğer, ne gerek vardı ömür tüketip binlerce sayfa yazmaya?! Bir kelam yumurtla, geri kalan zamanında ise dünyanın nimetlerinden olabildiğince yararlan! Öyle değil mi?!
‘Elbette ki bütün yazılı metinler belli bir temel düşünce ya da düşünceleri içerir ya da çıkış noktaları bunlardır.’ diye inandırmaya çalışıyordum kendimi. Ama beş yaşından itibaren tiyatronun büyüsüne kapılmış haylaz bir meraklı olarak, konu Jül Sezar oldu mu iş daha da farklılaşıyordu. Sonuç olarak sınav sorusunu kalıplaşmış cümleler halinde yanıtlamak, koca bir Shakespeare dünyasına karşı yapılan en büyük saygısızlık gibi gelmişti bana. Saçma gelmişti. Saçmanın da ötesinde olanaksız gelmişti.
Sonuç nedeniyle öğretmeni suçlayamazdım elbet. O yaşlarda aklımın beş karış havada olduğunu hepsi biliyordu. (Şimdilerde bir karışa indiğini duysalar iftihar ederler.) Üstüne üstlük, benim “Sosyal aktivite”, okul idarecilerininse “Haylazlık” olarak nitelendirdiği faaliyetlerim nedeniyle ders konularına pek vakıf olamadığımdan olsa gerek, aykırı, kendimce zeki yanıtlarla hem soruları geçiştirmek hem de göze girmek gibi boş bir umudum vardı. Bunun dafarkındaydılar kuşkusuz. Kaçınılmaz olarak verdiğim bu yanıt da genel alışkanlığım çerçevesinde değerlendirilmişti.
Derdimi anlatamamanın sıkıntısı ve öfkesiyle bütün gece oturup Antonius’ un nutkunu İngilizce olarak ezberlediğimi hatırlıyorum. Çünkü o nutuk üzerinde en az yedi sekiz hafta durmuştuk. Öğretmenimiz o bölümü açıklamak için günlerce konuşmuştu. Sonra da tutmuş, bizden bütün piyesi birkaç cümleye sığdırmamızı istemişti. Olacak şey miydi bu?
Ertesi gün ezberlediğim bölümü sınıfta kendimce Antonius edasıyla okumuş ve şöyle demiştim:
“ İşte Shakespeare’ in, oyunun tümünde değil ama küçük bir bölümünde anlatmak istediği düşünceler.”
Çocukluk işte.
Nedendir bilmem, bu günlerde çok sık hatırlıyorum bu anımı.