Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Tek Mesaj #257

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Şubat 2007       Mesaj #257
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
...de de birlikte

Karanlığa dair ne varsa avucumda. Sadece avucumda mı? Bedenimde, yüreğimde, beynimde. Öylesine uyuşuklar ki, sadece ellerimde ki kıpırdanışını hissedebiliyorum galiba! Beyazın siyaha dönekliği, sabrın infiale kırılganlığı, suskunun çemkirmeye inadını yaşıyorum gözbebeklerimin en derininde. Çiçeklerim hep mora çalıyor, kırmızı hayal edip de nasıl mor rengi yakaladığımı ben de bilmiyorum. Ellerimin karıncalanmasını susturup, dilime yön veren beyin dürtülerimi dinlemek istiyorum bazen ******** adına! Orgazm olmalı; olmalı yoksa kötülcül düşüncelerin arasında, titreyen ellerim düşman olabilir boğazıma!

Kelepçelemediğim, dizginlere vuramadığım ruhumun, iç çekişmelerinin usul feryatları eşlik ediyor sol yanıma. Dirlik, düzen, sağduyu, tetikte bekliyor! Hadiii diyor; rahat ol, istersen çıkalım sen biraz çöp bidonlarını tekmele. Önüne gelen her duvara ağla, bağır ama rahatla! Zindanda tespih çekiyor, zamana atımları ölçüyü kaçıran sol yanım...

Lüzumsuzca bakınırken önümde ki kareye, yazısıyla göz göze geliyorum. O herhangi birisi, tanımıyorum... ‘Nasıl beni bu kadar iyi ifade etmiş ki’ diyorum.
Bir an dinginleşmiş olduğumu farkedip, sakinleştiricimin adresinde ki tüm yazıları soluksuzca okuyorum. Gülümseyişin oturduğunu farkediyorum, dudaklarıma değil ama gözlerime! Uzun zaman olmuş, gözlerimle konuşmayı özlemişim. Hele hele gözlerimle gülümsemeyi unutalı çok zaman olmuş. Yukarı doğru baktığımda, bir adres çarpıyor yansımalara. Net, adres! Almalı mı? Çarpıcı, beni böylesine gülümseten cümleleri kuranı, tanımak istiyorum ama cesaretim yok! Kendime bir oyun buluyorum, ‘daha iyi yazan vardır bu kare camda mutlaka’ değil mi diyorum.
Aklım beni etkileyen yazıda, bakışlarım yeni bir yazının peşinde; tarıyor sayfaları.

Nitekim buluyorum da imgesellik deryasında, yepyeni birkaç yazı daha. Yok, hiçbiri O yazılar kadar etkilemiyor. Yüzümde kendimi kandıran kocaman bir gülümseme ile seçtiğim üç yazı sahibi ile yazışabilmek adına, ekliyorum listeme! Aklım çok iyi biliyor ki, niyetim sadece biri ile anlaşmakta. Sinsice planlar yapmış, kapkaççı gibi hissediyorum kendimi... Yine de O’nunla tanışma heyecanı, tüm bunları bir çırpıda unutmama yetiyor.

Nihayet O’nunla yazışıyoruz. Ne kadar da duru ve dingin cümleleri var hayata... İmreniyorum bazen; bu kadar sakil ve huzur dolu olup da, yansıtabildiğine. Öylesine içten ve yalın ki, şaşırıyorum... Kendimi de kutluyorum bu arada, seçim müthiş! Diğer listeme aldıklarımla, ilgilenmiyorum bile! Varsa; ‘diğer dünyalardan birinden gelmiş olmalı’ diyor; ürkütmekten, kaçırmaktan anlamsızca korkarak kuruyorum tüm cümlelerimi. Bir süre sonra anlıyorum ki; rahatça yazabildiğim bir dost kalem var artık... Psikiyatrist’e gittiğimde, senin ilaca ihtiyacın yok, bol bol konuşmalısın demişti. Hoş bunu bende biliyordum ya! Kiminle, nasıl, boyutu ne olacaktı konuşmaların... Alabildiğine açık ve içimden geldiğinde yazabiliyorum bir süre sonra. Sesini merak ediyorum, telefonumu veriyorum. Telefonunu veriyor bir çırpıda... Çocuklar gibi mutlu ve heyecanlıyım. Kalbimin atışlarını, boğazımın bitiminde; saat ‘tik tak’ ları gibi hissediyorum. Bir süre öylece kaldıktan sonra O’na ait numarayı çeviriyorum, Tanrım; ne bitmez hezeyan içimdeki böyle! ‘Ya bana şunu derse, ya bunu derse’ diye bin tane senaryoyu o iki çalma sürecine nasıl sıkıştırdığımı kendimde hayretle farkediyorum. Nihayet (!) açılan telefonun ardında, çok güzel bir ses var. Konuştukça, çağlayan misali durmadan ama durmadan konuşturan bir coşku seli var içimde. Sesi öyle letafetli ki, bu ses hiç durmasın ve hep konuşsun istiyorum.

Sonraki gün, daha sonraki gün eşlik ediyor bize. Biz bize öyle huzurluyuz ki, yansıması yaşamımıza yansıyor. Ya da en azından ben öyle olduğunu düşünüp, huzur ve dinginlikle bakıyorum etrafıma. Bunu birbirimizle paylaşıyoruz, O hep akılcı, O hep sarih, O hep dengeli ifadelerinde.

Özlüyorum, arıyorum, baktığımda gördüğüm her karenin içinde görmediğim bir sıfat var... O! Bunu söylemek istiyorum, engelleyen çok şey var, susuyorum! Sustukça içimi kemiren, bana sarnıçların birikintisini yaşatan bu yazışmaya, bazen hiç başlamasa mıydım diyorum. Çelişkiler içinde, kendimin hep açık ve yürekli olduğunu hatırlıyor, ‘mutlaka içindekileri söylemelisin’ diye tekrar edip duran ‘iç sesimi’ bastıramayacağımı, gün geçtikçe daha iyi anlıyorum.

O’nsuz bir gece geçirmeyi temayül bile edemezken, O’na söylemeye ve belkide ebediyen kaybetmeyi göze alıyorum. Uzunca bir telefon görüşmesinin ardından, tekrar yazıyoruz. Yazıyoruz çünkü telefonda söyleyemedim! Mahçup, çekingen ve yüzüne ateş basmış ‘kız çocuğu’ hallerindeyim. Derin bir nefes alıp; ‘seni seviyorum’ diyorum. ‘Ben de’ diyor! ‘Yarabbim, bunu biliyorum. Ben seni ‘menekşe’yi, ‘Ayşe’yi, ‘Mehmet’i sever gibi sevmiyorum ki, bunun içinde artık gitme vakti, seni unutma vakti’ diyorum. Hülasa, o gecenin sonunda yitip gideceğine inandığım, kabus gibi gırtlağıma oturan, yüreğimi sıkıştıran ama buna rağmen ‘sevdiğimi’ haykırdığım bir sevgilim oluyor.

Tanrı nihayet sesimi duymuş olmalı. Bütün bunlar bana ‘ödül’ gibi. Saf ve katıksız bir ‘aşk’ yaşıyorum. Sessizce...