Bir Çiçek Sapı
Çocuk parkındaki bankta, yorgun gözlerle etrafına bakınıyor dul kadın. İri gözlüğünün camlarından biri çatlamıştı. Bakışlarında geleceğini tümüyle yitirmiş bir umutsuzluğun resmi vardı sanki. Kendisini izlerken, bana ait olmayan bir mektubu okuduğunu düşündüm birden.
Yanına gittim, “Nasılsın teyzeciğim?” dedim, şaşırdı. Hemen toparladı kendini. “ İyiyim evladım” dedi. Birbirimize gülüştük. Kısık bir lambayı aydınlattım sanki. Derin bir sohbete koyulduk. Eski zaman hikayelerinden şimdiki zaman zulmüne uzanan bir yolculukta kaldık.
“Bizim güzelliklerimizi faytonlar çekerdi evladım. Biz çiçek zenginiydik, sevda bereketiydik” dedi. Gerçekleri sağır uykusundan uyandırmak istemişti belki, sesi biraz yüksek çıktı. Etrafındaki meraklı gözlerin üzerimizde gezindiğin gördüm.
Kadının içindeki define sandığında bütün gözlükler duruyordu da, sevdasız balkonlardaki çiçekler kuruyordu galiba. Ayrı mevsimlerin kapısında doğmuştuk da, aynı dili konuşuyorduk. “Elmaya kurt girdi” dedi, eski günlere taşındı usulca …
Atatürk’ün öldüğü günü nasıl ağladığını anlattı. Ölüm hayatın süsü ama bizleri yaşarken öldürmek isteyenler için, bizler süs eşyası bile değiliz. Derin bir iç çekti. “ Bu insanlar göz göre göre kandırılıyor” diyerek başındaki şalı gösterdi. “Yıllardır başımdan bunu çıkartmadım. Ama onlar kardeşliği yoldan çıkarttılar. Komşuyu komşuya düşman ettiler. Görmüş geçirmiş bir kadın, dişini aydınlığa geçirenleri işaret ediyordu. Beti benzi kaçtı birden. Ağzının kuruduğunu hissettim. Su satan çocuğa işaret ettim., koşarak geldi. “ Buyur ağabey” dedi. “Bir bardak su lütfen” dedim. Suyu içirdim yaşlı teyzeye.
Derin bir nefes aldı. “Villalar aldılar, lüks daireler yaptılar. Benim oğlum çalışarak evine ancak kuru ekmek getirebiliyor” dedi. Gözlerimin girdabında birden Anadolu’nun kadınları canlandı. Onların halk sözleri içten sevgileri avuçlarıma doldu sanki. Halide Edip Adıvar, Nene Hatun konuşuyordu karşımda sanki. Konuştukları karşısında utandım. Utanması gerekenlerin yerinede utandım. “Herkes yüreğinden yola çıkmalı” dedi yaşlı kadın “Yoksa çok yakında bütün ışıklar kesilecek.” Elini uzattı bana
Elleri çatlamış incir gibiydi. “Benden geriye bir çiçek sapı kaldı” dedi. Gözlerini gözlerimin içine mıhladı. “Ama çocukları kurtarmalıyız” dedi ve usulca kalkıp yüzümü bir anne edasıyla okşayarak gitti.
O kalkıp gittikten sonra bankta beş dakika oturarak, bu kadar hayatı özümsemiş, üstündeki giysileri, konuşurken bir kale gibi duruşu ondaki asaleti sergiliyordu. Ben öyle hülyalara dalmışken geri dönüp “evladım yoksa bir sevdiğin mi var neden böyle düşüncelisin”? dedi. İçimi okumuştu sanki. Gözlerindeki bakış aşkın göreneğindeki kilimi dokuyordu. Unutamayacağım bir şey oldu. Yunus Emre’nin şu dizelerin mırıldamasın mı: “Ben giderim yane yane/ Aşk boyadı beni kane/ Ne akilem ne divane/ Gel gör beni aşk neyledi. O anda dilim dolandı, yaşlı teyzenin yüzüne bir süre bakakaldım. İçim ısınmıştı bir anne sıcaklığıyla yanına sokuldum. Sevgilim hakkında kısa bir bilgi verince bu sefer susmamı gerektirecek şu sözü söyledi. “Benim gönlüm saniyeyle sedefte senin gönlün dana ile gedekte”. Ben artık hiçbir şey söylemeden yanında uzaklaşmak istedim. Dost canlısı bu kültür bahçesi yaşlı kadını tanımakla hayata bakış tarzım değişti sanki. Herkesin giderek birbirine benzediği bir ülkede, otuz yıl önce karşıma çıkan yaşlı kadın bir deniz feneriydi aslında bana üniversite olmuştu. O günden beri ufkumda bana inatla öğretmen oldu.
Turan KAYIKÇI