Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Tek Mesaj #298

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Mart 2007       Mesaj #298
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Çınar İle Pınar

Çınar ile Pınar

Bir efsanedir bizim oralarda, bu gün size anlatacağım hikâye. Masal niyetine anlatırlar babalar çocuklarına, onları sallayarak uyutmaya çalışırken. Ya da analar, yatak da yanına kıvrılıp ta uyutmaya çalıştıkları yavrularına. Olurda beğenirseniz, sizinde kıyıcığınız da yavrularınıza anlatabildiğiniz bir masalınız olsun. Şimdi çocuğu olmayanlar çocuğu olunca, çocukları büyümüş olanlarda inşallah torunları olunca sevgili torunlarına anlatırlar.
Bir varmış bir yokmuş diye girerler genelde masala. Bize babamız, babamıza da büyük babası anlatmış. Biraz uzun olduğundan çocukların masalın sonunu getirebildiği pek görülmemiş. Onun için de çocuk masalın sonunu merak ettiğinden, nazlanarak;
___ Baba dünkü masalı tekrar anlatabilir mi sin? Dediği çok olur.

Hikâyenin tarihini bazıları on beş asırlık dese de, biz insanlığın var oluşuyla alakalı olduğuna kanaat getirdik. Sizlerde merak ederseniz uyuya kalan çocuklar gibi yarı okuyup bırakmayın. Zorda olsa sonunu getirin deriz.
Öncelikle seçiminizi yapın. Yavrunuzu ister yatağında sarıp sarmalayın, isterseniz ayaklarınızda sallayınız. Gözlerinizi şefkat abidesi gibi onun gözlerine dikin. Saçlarının kokusunu ciğerlerinde hissetmek isteyenler bağırlarına bastırabilir, isteyenler de bacaklarını bacakları arasına kıstırabilirler. Bazılarımız da işim var, bir an önce uyusun diye, e e e ... diyerek masala girebilirler.
Efendim, bizim köyün ismi âşıklar köyüdür. Eskiden aşağı âşıklarla aynı köylerdi. Önceleri hane sayıları kırk ya da elli kadarmış. Sonraları bu sayı üç yüzlere yaklaşınca ikiye bölünüverdiler. Şimdilerde Âşıklar köyü yukarı âşıklar ve aşağı âşıklar diye bilinir. İşte size anlatacağım hikâye burada geçmektedir.

Bir zamanlar yani âşıklar köyü bölünmeden önce bu köyün girişinde tarihi yıllara dayanan bir “Pınar” ile, devamsı büyüklükte bir “Çınar” ağacı vardı. Şimdilerde kalıntıları halen durmakta ise de pınar ile Çınar’ın aşkları bizim oralarda destan olmuştur.. Adlarına şiirler, şarkılar yakılmış, tabi ki birçok da hikâyeler. Şimdilerde aynı nokta “kuru çeşme ya da kör çeşme” gibi lakaplarla anılmaktadır. Sanırım sizin oralarda da böylesi isimler mevcut dur.

İşte tam bu nokta da bundan yirmi yıl öncesine kadar, devamsı büyüklükteki çınar ağacı ile oraların hayat kaynağı olan pınar mevcudiyetlerini devam ettirmektedirler. Kimileri çınarı bin metre boyunda dese de, bazıları beş yüz kulaç dan aşağı olmadığını söylerler. Etrafının kalınlığını da beş kişi el ele verse kavuşamazlardı. Belki sizlere abartı gibi gelse de gidip görüldüğünde gerçektende söylenildiği kadar varmış dersiniz.
Ayrıca bu çınarın hemen kökleri arasında işte yukarıdaki kör ya da kuru çeşmeye adını veren pınar da tam buradadır. Yıllarca birbirlerine destek veren bir hayat sergilemişler pınar ile çınar. Hep sarmaş dolaş, hep iç içe. Yazları pınarın sesi azalsa onun yerine çınar ses çıkarır, kışları da yaprakları dökülen çınarın yerinede suyu bolaran pınar ses çıkarırdı. Onlar bunu hizmet bilip dallarına konan kuşları pınardan su içirmeye razı etmeye çalışırlar, kuşların biri gelir biri giderdi. Nerdeyse bütün köylü su ihtiyaçlarını da bu pınardan karşılarlar dı. Suyun sesi, yaprakların sesi derken kuşların sesi sizce de çok harika bir armoni oluşturmaz mı? İşte bu oluşan sesler diğer âşıkları da burada buluşmaya teşvik ederdi. Nerdeyse bütün gençler evlenecekleri kızları burada bulup evlenirlerdi. Genç kızlar süslenip püslenip su almak için pınarın yolunu tutarlar, onun içinde birbirlerinin yanlarından geçerlerken kimseye çaktırmadan“pınarın başına gel ki görem” türküleri mırıldanılırdı.
Bazı geceler köylüler yapılan toplantılarda pınar ile çınar arasındaki üstünlükleri tartışırlar, kimisi çınarı, kimi de pınarı üstün bulurlardı. Bu tartışmalar bazen kavgalara ve küsmelere kadar giderdi. İçlerinden biri var ki deli Rüstem diye tanınırdı. O ise ikisinin birbirleri için yaratıldığını söyler, onların ayrılmaz bir bütün olduğunu iddia ederdi. Her seferinde de onu hor görürler, söylediklerini de galaya almazlardı. Gün geldi köy ikiye bölündü. Pınar ile çınar yukarı âşıklar da kalıverdi.

Bir müddet sonra hortum çıktı, mertlikte bozuldu. Hortum diyorum sakın sanılmasın ki kasırga filan, bildiğimiz su borusu. Aşağı aşıklar köylüsü yıllarca su taşımaktan yorulmuşlardı. Su borusu o yıllarda bizim oralarda da fark edilince aşağı âşıklılar suda haklarının olduğunu söyledi. Uzun tartışmalardan sonra pınardan onlarda su aldılar. Bir müddet bu şekilde gidilse de daha sonraları aşağı aşıklılar çınarda da hakları olduğunu dile getirmeye başladılar. Gel zaman git zaman bu iddia köylüler arasın da nizaların çıkmasına neden oluverdi. Köyün ileri gelenleri aralarında toplanarak bir karar aldılar. Çınar kesilip köylüler arasında paylaşılacaktı. Nitekim çok geçmeden zavallı çınar katledilircesine boylu boyunca yere serilmişti. Yere çarpışı ve kollarının kanatlarının kırılışı ağır çekimler halinde halen gözlerim önünde bir enstantane olmaya devam etmektedir. Ben çocuk olmama rağmen çok üzülmüşken bazı köylülerin zafer kazanmışçasına naralar atması halen hafızamın bir köşesinde yer almaktadır. Biri daha vardır ki, o ise gerçekten ailesinden birini kaybetmişçesine ağlayıp ve debelenme gibi hareketler yapmaktaydı.
Bu kesim olayından sonra köylüler arasında ki ortam durulsa da, ne hikmetse o günden sonra huysuzluğu artan deli Rüstem köyde önüne geçilmez sertlikler göstermeye başlamıştı. Hatta çınar kesildikten sonra hep burada yatıp kalkmaya başlamış, kim oraya yaklaşsa ona tacizde bulunurdu. Artık kimseler oraya uğrayamaz olmuştu. Zaman geldi bir gün pınarında suyu kesiliverdi. Ne kadar uğraşsalar da bir türlü su sorununu çözemediler. Köylü susuz kalıp, perişanlıkta diz boyu olunca hem aşağı hem de yukarı aşıklar köylerini birer birer terk etmek zorun da kaldılar.
Artık ne çınar, ne pınar nede köylüler kalmıştır buralarda. Bizlerde her ne kadar oralarda oturmasak ta, özlem duyar ve senede bir iki defada olsa gider, anılarımızı tazeleriz bu güzelim baba ocağında. Her gidişimde deli Rüstem’e yiyecek olsun, giyecek olsun bir şeyler hazırlar giderim. Sanki bu adam oranın bekçisiymiş gibi sahiplenmiştir bizim oralara. Bütün köyün sahibi sanki o gibidir. Bütün bunları hak ediyor diye düşünüyorsunuz. Ya da vicdanınız sizi uyardığı için bu garibe boş gitmek istemiyorsunuz. Sevindiğini pek göstermese de bana başkalarına davrandığı gibi davranmıyor, pek konuşmasa da en azından başkalarına bağırıp çağırdığı gibi hakaretlerde bulunmuyordu. O bana alışmış bende ona alışmıştım. Bazen kızdığında, bağırır çağır ama ne dediği anlaşılmazdı. Ama tekrar tekrar bir şeyler söyler di.
___ Onlar gelecekler onlar gelecekler onlar gelecekler... deyip dururdu. Sanırdım ki şehirlere giden köylülerin geri döneceklerini söylediğini düşünürdüm. Sonraları buraya dahi yaklaştırmadığı köylüleri neden geri istesin ki diye bir soru hâsıl oldu kafamda. Meraklandım ve bir gidişim de bu soruyu ona sormaya karar verdim.
___ Rüstem dayı!.. dedim çekinerekten.

___ Söyle Seyyah. dedi kart ve gür sesiyle.

___ Dayı, sen bazen gelecekler ya da onlar gelecekler derken kimi kastediyorsun.

___ Pınar ile çınar dedi üzgün ve sakince.

Birden bire durgunlaştı Rüstem dayı. Bir iki kelime daha edecekti vazgeçti. Sanki söyleyecekleri boğazına düğümlenir gibi oldu. Aslında her zaman saldırgan değildir. Ne hikmetse köylü ne zaman yaklaşacak olsa kör çeşmeye işte ona o zaman bir şeyler olur. Yerinde durması imkânsızlaşır, delilenir. Sanırsınız ki yavrusunu koruyan bir atmaca, bir panter kesilir. Şimdi bir şey daha sorsam acaba yine delilenip bağırır çağırır mıy dı?
Bir defasın da yüzü güler gibi oldu. Fırsat bu fırsat deyip;
___ dayı ya sen bu köylüye neden bu kadar kızıyorsun? dedim.

___ Seyyahhh... diye, şöyle uzatarak bana baktı.

___ Buyur dayı dedim.

___ Bak oğul... diye konuşmaya başladı. Düşünceli ve üzgün bir edayla biraz bekledikten sonra tekrar konuşmaya başladı.
___ Bak ben buralara tam atmış yedi yılımı verdim. En az kırk senesi bu pınar ve çınarla geçti. Şimdi yirmi yıldır bekliyorum nerdeyse onların geri gelmesini. Sen olsaydın seni katledenlerin yanına tekrar gider mi sin. Köylüden kim gelse kovarım bilirsin. Ama gençlere bir şey demem, diyemem. Çünkü onlar masum.
Ama köylü cani, köylü zalim, köylü katil, dedi ve sustu.
Bir müddet öylece kaldı. Tekrar başını sallamaya başlayarak ve eliyle de
Pınar ve çınar’ı göstererek:
___ Onlar bu iki aşığı ayırdılar birbirinden. Zannettiler ki çınar gidince pınar kalır. O da (pınar) toprak altına vurdu kendini. Şimdi hangi okyanustadırlar kim bilir, dedi.

Ağlamaklı oldu gözleri. Bir şey daha dersem ağlar diye düşündüm. Sustum.

Bir müddet sonra oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. Tebessüm dolu yumuşak bakışlarla kolumdan tutarak, çınar kütüğünün üstüne yaptığı kulübesine götürdü beni. İçeri girdik birlikte. İçeride karton kolilerinden yapılmış bir yatma yeri, üzerinde de sanırım geceleri üstüne örttüğü eski bir pardösüye benzer kalın bir giysi vardı. Bir kaç kap kaçak ve birde etrafı çevrilmiş belki de bir metre boyunda bir çınar fidanı. Her şeyi işte o zaman anladım. Çünkü fidana yaklaşıp ta bana gösterirken, elini dahi dokunmaktan çekiniyordu. Sanırım bütün gelenleri onun düşmanı gibi görüyordu. Ona zarar vermelerinden korkuyordu. Fidanı zor ve büyük gayretlerle büyütmeye çalıştığı belli oluyordu.
Okşarcasına eliyle göstererek:
___ İşte bu dedi, bir gün burada büyürde boyu göğe ererse o zaman pınarda geri dönecektir. Kuşlarda, insanlar da geri gelip, doyasıya pınardan su içecektir dedi.

Kendi dünyasın da yaşayan ve bilinmeyenlerini bize açan deli Rüstem, bana o zaman inanılmaz dersler verdi. Bir ara o mu deli, yoksa bizler mi diye düşündüm içimden. Verdiği inanılmaz mücadele takdire şayandı. Ondan sonra elim hiç boş gitmedim yanına. Çok az şeyler yese de ona içten içe duyduğum saygı nedeniyle, israf olacağını da bilsem çok şeyler götürmeme engel olamıyordum. O artık benim gizli ailem olmuştu. Onun yanında kendimi daha rahat hissediyor, her tarafı is pas içindeki demliğinde yaptığı çayları bile büyük bir zevkle içiyordum. Hatta son ayrıldığım da sıkı sıkı kucaklaşmıştık deli Rüstem ile.

Aradan yaklaşık beş ay geçmişti son gidişimden bu yana. Âşıklar köyünün yolu kardan kapanmış, bizimde oraya gitmemiz bir hayli gecikmişti. Her aklıma gelişinde, içimden onun şimdi ne yaptığını düşünüyordum. Havalar çok soğuk gitmişti. Aç kalmış olabilir miydi? Ya da soğuktan veya hastalıktan rahatsız olmuş olabilir miydi? İlk işim oraya gitmek olacaktı ama yağan kar buna müsaade etmiyordu.
Nitekim kar durmuş, yollar da açılmıştı. Önceden hazırladığım paketimi de aldım koyuldum yola. Oraya vardığımda ilk dikkatimi çeken deli Rüstem’in etraflarda görünmeyişiydi. Hatta halen yerlerde yarım metreye yakın kar olmasından anlaşılıyordu ki kulübeye giren çıkan da olmamıştı. Sanırım bir şeyler ters gitmişti. Telaşla içeri girdiğim de, koca Rüstem çınarın etrafına kalp gibi kıvrılmışçasına öylece yatıyordu. Yaklaşıp dokunduğumda, sevgisiyle sarıldığı çınar fidancığının etrafında donarak öldüğünü anlamıştım. O gün o kadar ağlamıştım ki öleli ne kadar olduğunu bilmediğim bu adamla, bir gece daha burada kalıp yatmayı dahi aklımdan geçirdim. Ama Rüstem dayıyı toprak ile buluşturmam gerektiğine inandığım düşünce beni hemen köyün imamına yollanmama neden oldu. Oracıkta ona üç beş kişiyle bir mezar kazdık. Köyde zaten topu tüfeği on dört hane kalmıştı. Onlarda yaşlı insanlardan ibaretti. Sayısı onlar ile ifade edilen cemaat kalabalığı ile cenaze defin işlerini yerine getirip Rüstem dayıyı pınarların ulaştığı okyanuslara dualarla yolcu ettik.

Evet, aşkları dillere destan olan çınar ile pınar artık yoklardı. Hatta onların aşkı ile mecnun olan Rüstem dayıda artık rahmetli olmuştu. Ama Rüstem dayının canı pahasına büyüttüğü fidan orda büyümeye başlamıştı. Ve tüm insanlığa ibret yaşantısıyla örnek olan Rüstem dayının kabristanlığı da Fatiha okuyanlarla dolup taşıyordu. Herkes de bir ümit, gün olur pınar da geri döner inancındaydı.

Kabristanlığın kapısının hemen sağ tarafına şu notlar düşülmüştü;
“ Faniye dua eden faniler, ufak hesaplar yüzünden ÇINARLARINIZI KESİP, PINARLARINIZI KENDİNİZE KÜSTÜRTMEYİN.”
Belki farkın da olmasak ta her birimizin yaşamlarında Rüstem dayının ki gibi sarıldığımız, güç kuvvet aldığımız yada sırtımızı güvenle dayadığımız çınar yada pınarlarımız vardır. LÜTFEN hem pınarlarımıza hem de çınarlarımıza sahip çıkalım. Onları ufacık hesaplarımız yüzünden küstürmeyelim. Eziyetler vererek öldürmeye kalkmayalım. Unutmayalım ki onlar bizim hayat kaynaklarımızdan en kıymetli olanlardır.

Sevgi ve Saygılarımla...