Aşkımı Kabul Buyur...
Bunları yazarken ağlamıyorum... Ama eğer olurda bir gün ağlayacak olursam bilki sadece senin için ağlayacağım.... Kıyamıyorum sana anlıyor musun... Öylesine narinsin ki, sana bakarken bile sen incinme diye gözlerimi kısıyorum... Kocaman gözlerimin dik bakışları bile sana zarar verebilir diye korkuyorum...
Seni herşeyinle seviyorum ben... Uzun uzun kirpiklerinin her bir tanesini seviyorum...
Kalem kaşlarının tüm kıvrımlarını, kahverengi göz bebeklerini saran o berrak beyazlığı, gözlüğünün burnunun üzerinde bıraktığı izi seviyorum...
Yanaklarından elmacık kemiğine doğru, zamansız çıkıp sonra yok olan irili ufaklı tüm sivilcelerini seviyorum...
Saçlarını boyadığın tüm renkleri, her bir telini ve onlara verdiğin şekilleri seviyorum...
Parmaklarının saçlarınla oynayışını, başını hafifçe sallamanı, kaküllerinin seni rahatsız etmeden alnına dökülüşlerini ve senin onları kenara doğru çekişini seviyorum...
Nasıl yaptığını senin bile hatırlayamayacağın o doğal hareketinle faullerini kulağının üzerine koyuşunu, onların önce güzelce durup, sonra sen yine dokun diye tek tek oradan çıkışlarını seviyorum...
Kulağında tebessüm ederek kibarca duran her bir kıvrımı, neşeden parıldayan küpelerini seviyorum...
Boynunun zerafetini ve sadece sana ait teninin kokusunu seviyorum...
Omuzlarının kibarlığını, bir kuğu gibi süzülen kollarını, uyurken sol kolunu başının üzerine koyuşunu seviyorum...
Ve ellerin Miniciğim!...
Evet ellerin geliyor hep gözümün önüne... Kalem gibi incecik dizilişleri, sanki her biri ayrı bir kişilikmiş gibi hareket etmeleri, üşümeleri, titreyişleri, şeffaf denecek kadar neredeyse beyazlıkları... Avucunun içi sonra... Mümbit bir ova gibi duruşu... Pamuksu ve şefkat dolu dokunuşu...
Ellerini her düşündüğümde kızma ama ağlamamak için zor tutuyorum kendimi... Öyle üzülüyorum ki onların haline... O kadar çok ısınmaya, sarıp sarmalanmaya, öpüp koklanmaya ihtiyaçları var ki... Tüm bunları bilip dururken hiç yapamamak ve belki de bir ömür boyu yapamayacak olmak üzüyor en çok da... Sanki boğazıma bir şeyler düğümleniyor... Ahh keşke bıraksalar, yada ben imkansızı yaratabilsem ve sonsuza kadar koynumda saklasam onları... Arada bir çıkarıp tek tek öpsem... incitmeden dokunsam... yüzüme gözüme sürsem hatta...
Miniciğim!...
Minik minik girdin hayatıma hep...
Ama tüm dünyamı kapladın...
Öylesine büyüdün büyüdün ki ben yok oldum sende...
Sevmekten daha öte bir şey bu...
Aşktan daha kutsal...
Ve bir bebekten daha masum...
Yaratılmış bir insana hissedilenden daha öte bir yoğunluk bu sanki...
Sanki santim santim ilahi kudretin tecellisini görüyorum sende...
Bu dünyadaki varlığın bile ayrı bir anlam katıyor
tüm mahlukata mutluluk oluyor...
Eşya hikmetini gizlemiyor sen varken...
Ölüm sonsuzluk girdabından çıkış yolu buluyor kendine senin bakışlarınla...
Melekler gıpta ile secde ediyor güven veren sukunetine...
Güneş, niye yandığını geçde olsa anlıyor
ve kıyamet hiç gelmese diye gözyaşları döküp
büyük meleklerden yardım istiyor...
Dünya, seni tüm alem görsün diye döndüğünü fark ediyor...
Güneş, ay ve yıldızlar da dönüp dönüp seni bir daha görmek istiyor...
Ve Ay Gel-Gitlerinin sırrını çözüyor,
bu güzelliğe yakın olmak için pervane oluyor artık...
Miniciğim!..
Dünyayı döndüren sensin evreni sevindiren güzelliğin...
Tüm canlılara hayat veren varlık anlamı sensin...
Ölüleri diriltip, canlıları ölüme yollayan da sen...
Ben ise, senin farkında olan evrenin içinde bir hiçim...
Ama
Senin için
Tüm evreni
Kana boğabilecek bir kalbim var...
Lütfen
Kabul buyur...