Adını Kalbime Düşür
Elveda!
Küsmenin en derin mânâsıyla, kehribar kaygılarımın gül-ü rânâsıyla ve ruhumun ecel tegannilerine bahşedilmiş kurşunî cinasıyla…
Sular yokuş yukarı akmıyor…
Zaman, çiğnenen hatırların yüzüne dahi bakmıyor…
Ve, çerağın dingin kıvılcımları artık o dildâr için efkâr sigaraları yakmıyor! Sürmeli diyârından kalma bir tahayyülle…
Hayır, hayır! O vakitlerden kalma bir haleti ruhiye ile yazılmıyor bu satırlar!
Neden yazıldığı muâmmâdan ibaret görünse de, aklı ve gönlü erginlerin kıyasında
boylu boyunca âşikâr…Veda niyetine kalem son defa kağıt üzerinde yürüyor bu gece! Yürümek mi? Hayır!
Zavallı kalem, eline fazla gelen gönlün elinde sürünüyor bu defa!
Kalem, kalemliğinden bıkmış bu elde…
Ve dahi her seher kulakları değil kalbi çınlayan o belde…
İnsaf dilenmenin gârâbetinden sıyrılıp, cefâ makamında gam postuna oturmak için soyunulmuş bir hırkadan öte nedir ki aşk?
Yaşayamadıklarını yazanların hazanıdır satır arası hengâmeler…
Sabahı bekleyen melodilerin iç yakan tarafıyla başı dönen saatlerden davacıyım…
Hep acı çekerek eriştiğim bu noktadan bakarken aynaların yüzüne,
aynalarda çöküşünü kutlayan bir acıyım!
Kendimi tarif etmekten bitkin düştüğüm şu lahza,
nihai tarifime sokuluyor kelimeler…
O kelimeler ki, şimdi lime limeler!
Duyun ey âlem-i insanlık…
Bendeniz bir garip dağ başını mesken tutmuş, tebessümlere sebep teşkil edecek her ne var ise artık unutmuş ve zavallı dallarını poyrazların tecavüzüyle kurutmuş yalnız bir ardıç ağacıyım..