Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Tek Mesaj #369

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
12 Mart 2007       Mesaj #369
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Gizemin doğasına ilişkin çok sağlam iç hesaplaşmalara ihtiyacımız var. Korku, vardır ama ille de varolmak için burada bulunduğunu göstermez bu onun. Bu kararsız gibi gözüken olağan, hayatta bulduğumuz tutumdan yapıcı sonuçlara varmak elimizde,ve aslında çok kolay: Ayrım noktaları vardır. Bir kere niyet etmek lazım ilk önce. Yalansız dolansız yaşamak için bu varsa, sonra tecrübe mukabilinde o bulduğun ayrımlarda karar kılmak iyidir. Gene de hep gözlem yapmalı ve bir bilim adamı gibi gerektiğinde eski görüşünü de terk etmeye hazır bulunmalıdır insan bence. Gelişme bu yolla olur. Çeşitli şeyler var aklımın fikrimin belli bir yaş ve bilgi ortalamasını tutturamadığının ispatı ancak görünen köy de kılavuz istemiyor. Ve bunda, benim katkımın da biraz olsa da mutlaka varolduğunu düşünüyorum bir insan olarak…
Yani, kendimizi korkularımıza teslim edersek; o vakit kadınlar gününü kapanma günü olarak algılamak olası. Ya da ne bileyim, Rahmi Koç’ların gidip de Papa’yı bir ilahmış gibi hayranıycasına seyredip ama dönüşte de gazeteci kameralara bir kuğu gibi boyun büküp “güzeldi” cevabı gibi. Böyle sinmek, bizim gibi insanlara hiç yakışır mı? buradan bir olguya geçmek sabit olabilmekte, o da “meyil” konusudur. Ki bu da, yeniden ayrım noktalarımıza götürür sanırım bizi; ayrım noktalarındaki stabiliteye ve aktiveliğe hazır durumlara …

Dsp lideri Baykal’ı suçluyor Tusiad’a meyilli olmakla. Pekala ben de onu eski bir atv Siyaset meydanı programında bir sarı miğferli Zonguldaklı işçinin neden suçladığıyla suçlayabilirim: “Ecevit kadar olmazsan, arkanda olmayız.” gibi bir laf dendiğinde suratındaki korku ifadesi ve ardından gelen ince alaycı ses tonundaki komik bir yakarış varyasyonunun ne kadar da Nobel’de O. Pamuk’a ödülü veren o ince sesli İsveçliye benzediğini de söyleyebilirim. Ve ardında, O. Pamuk’un ödülle birlikte birkaç adım atarken nasıl da bebek gibi emekler pozisyonlara girdiğini de hatırlatabilirim. Ama bunlar az boş. Daha yapıcı olmam gerekirse, Başbakan’ın Danıştay olaylarını ve Ecevit’in Kocatepe’ye yürümek zorunda kalışının ardındaki gerçekleri açıklamak isterim. Katil kimdir? Bazen anlamak zor gelebilir, ama katlin dolaylısı da dolaysızı da katildir bana göre. Bir söz bile canilikle eşdeğer olabilir eğer kişi Denktaş gibi birine laf uzatabiliyorsa.

Eğitimde karne uygulamasında not verme olayı kaldırılıyormuş. Çocuktan al haberi derler. Çocuklar bile gelecekleri için hiç rekabete dayanmayan bu uygulama karşısında istekli değilken; Milli Eğitim Bakanı bunu neden yapar, kendi adıma hiç bilmem. Ama onun adına biliyorum. Ve bunun ne olduğu, TBMM’ye şapkayla girecek kadınların içeri alınmazken türbanlıların aktive edilişinde gizlidir. Hiç zaman kaybetmeme taraftarıdır şirk koşanlar. Dikkat edin, ne kadar benzer bir durumdur buna, O. Pamuk’un ödül alışının da Fransa’daki Ermeni soykırım meselesinin kabul edilişinin anca 5 dakika sonraya rastlaması. Dikkat edip görmüştüm bunu. İnsan gerçek olmasını istemiyor bu gibi şeylerin ama görünce de şaşırıyor, zülüyor. Pamuk’un; aldığı ödülü(nü) de hala neden yere (attığını) anlayabilmiş değilim ya o da başka. İçimizdeki hainlere dikkat edelim derim, bunu derken, yine de, O. Pamuk’tan uzak durmaya gayret ediyorum. Çünkü gerçek suçlular vardır, şu an baştakiler. Bir derece daha aşağıda ise, meyil kapsamlı bir Tusiad görüyorum ki hiç hoş değil İspanya’dan Picasso resimleri zor bela getirttirip sergilettiren, picasso’nun torununu mu oğlunu mu ulaştıran yanına becerikli bir işkadını Sabancı kızı için böyle bir şaibe.

Ben bunları söylüyorum, ne olur ne olmaz çok da enterese etmez ancak bu asla umurumda olmadığını göstermez. Derinden gözlem yapmak ve ilerlemek, çok şiddetli haykırışları gerektirmiyor olabilir ki bu yolu takibetmek daha anlamlı. Yoksa bu ortamda, ortamı hazırlayan kundakçıların pozisyonuna düşmüş oluruz. Ama bir Gandhi gibi de beklenmez, yol yakınken değerlerimiz korunmalı, kollanmalıdır. Bu konular genelde biraz sıkmakla beraber, buna “canım sıkıldı” diyemeyeceğim çünkü “canım sıkıldı” kelimesinin “ canım sıkkın” değerini anlattığını düşünmüyorum. Düşünmediğimi de uygulamam pek. Bu örneğe dikkatinizi çekmek isterim. Demin Nobel İsveçlisi demiştim, işte ona çok benziyor bu “canım sıkıldı” kelimesinin “canım sıkkın” tarifi yerine kullanılışı. Öyle ki, bu, bir tür -olası diyeceğim yine de- kibarlık gibi gözükebilir gözümüze ama gerçekte olay döngüsünün kaçta kaçı öyledir acaba? Kibarlıktan yerlere yıkılacaksın ama sen biraz da gerçekleri yansıt! Neysen onu söyle. Yalan konuşma.
Sokakta halka mikrofon doğrultmuşlar: “Yalancı mısınız. Yalan söyler misiniz? ” “Kim var ki söylemeyen” demiş. Bu yola giren insan, artık büyük oranda kaybedilmiştir. O yüzden kendimize inançlı olmak zorundayız. Allah kendi iradesiyle bu yolda yürüyenleri sever ki asıl, ve bazı bazı yanlış anlaşıldığını düşünebildiğim, ancak yaşımın da çok tecrübeye izin vermemesi dolayısıyla biraz eften püften geçiştireceğim Vahdet-i vücut kavramına işaret ettiğini düşünüyorum. Şöyle ki, bir insan Tanrı içimde derken Allah’ı yüceltmiş olur kendi yaşamıyla zaten. Değil mi. Tevhid yani. Dine inanırım diyen bunca insan bolluğunda yalana dolana, içten pazarlıklara, çıkar menfaate, şan şöhret para pula bu kadar yatkın cahalet ya da bu kötücül yansımaları icra eden kötü fazları barındıran insanlar olması ne kadar ilginçtir.

“Kötü” ve “iyi” nedir? “Kötülük” ve “iyilik” var mıdır, neyi anlatırlar? Bence kendi başlarına var olabilseler bile biraz da insnala şekilleniyor bu gibi köklü olgular. İnsanın da bir anı bir anına çok defa uyamayabileceği için -duygularımızın matematiksel izahı anlamsız kalabileceği için- yoktur iyi ve kötü diyebiliriz. (Ancak tabi bu, prizmadan çıkan “beyaz”ın ve suyun olmayacağını göstermiyor ki; nasıl ki suyla hayat buluyorsak ve evren de, H2O ile izotropik-yoğun –böyle bir mantık yürüttüm. Bizi de iyilikler ve kötülükler şekillendirmiyor mu? İhraç edilemez demek ki o zaman.) Ancak zaten çok kötü bir an yaşarsak gene düşünmeliyiz ki, belli bir şey gelişmiştir ve bunun dozajını ölçersek; bu ayrımları daha iyi yapabiliriz diye düşünüyorum.

Çok önemli bir başka konu da, kelime kullanışlarımız. Bunun, “dediğim “meyil” konusuyla çok yakından gene ilgisi var bence.
Mesela “Tevhit” kelimesine değinelim. Sözlükten bakınca daha Osmanlıcası, bu şekil. Ama neden bazen sonu “d” ile bitirilebilmektedir? Bütün bu soruları sorarak kendimize en güzele çıkmak olası bence, ya da her neyse, en güzele yakın bir noktaya. Allah için birlik, hissettiğimiz gerçekler; “mübalağa” olmak zorunda mıdır yürüdüğümüz, arşınladığımız her santimetrekarede. Yoksa insanlar bunu bilmeden mi yapıyor? Tabi bu kastedilenlerin çoğu bilmeden yapıyor olabilir. Ama bu zaman da şu soru düşüyor insanın aklına: ‘Peki onları uyaracak olan kişiler nerde? ’ Bu kişi, Bülent Ersoy’un kibar Osmanlı ağzı olamıyor yazık ki. Onun karşısına oturan O. Gencebay da bir garipleşti, tüh. Halbuki bilimsel konularla çok ilgili, entel bir sanatçıydı. Ne yapmalıyız, neler düzenlemeliyiz. Bu eğilimlerimizden sakınmalıyız. Mesela, “ayarlamak” kelimesi çok ilgimi çeker oldu son zamanlarda: Herkesin ağzında bir lastik gibi uzatma hastalığı türedi kelimeleri. Medyadaki spikerlerde, çokça görülüyor: Merak ettiğim çok önemli bir konu var? Acaba, bilinçaltları mı bıktı Cumhuriyet Türkiyesi’nden ve onun sağladığı avantajlardan? Kasıtlı mı yapıyorlar bunu yoksa? İlle de eskiye ya da başka başka taraflara özenti olarak mı konuşmak zorundayız? Neden değerlerimize daha çok bakmıyoruz? Atatürk’ün bize sağladığı tüm avantajlar yararımızadır, ve sevgi ile, aşk ile örülmüş değerlerdir.
‘Sarımsak, sarımsaktır hani. Sarımsak sarımsaktır’. Doğal antibiyotiktir hani: Burada yazıldığı gibi okunduğundan kasıt; bunu nelirten’deki egoizm vs. olarak algılanılmasından öte, kesinlikle, Türk Dili ananelerine bir bakış açısından yorumlanmalı bence. Türk dilinde genelde hep yazıldığı gibi okuruz. Halk türkülerimiz gibi. Karacaoğlan ve Yunus gibi sadeyizdir. Bunu karmaşıklaştırmaya, ortalık bulandırmaya çalışanlara prim vermeyin. Batı’nın kilisesi ya da abartılı harf tekrarları bizde pek anlamını bulamaz. Abartılara ihtiyacı olmayan bir millet oluşumzudandır bu belki de, kim bilir… Atatürk bilirdi mutlaka…
“Meyillenmeler”e dikkat edelim, olasılıkları değerlendirerek eleyelim ancak: Avrupa Yakası dizisinden Levent’e Digitürk parası vererek bir reklamda sordurtmuşlar: Ne kadar şirin şeysin sen öyle. “Neresi Başkent_” “Ankara Ankara’dır” demiş şirin gülümsemesiyle. Bunun bir örneği de bir başka digitürk kanalı olan sinektv’de yaşanmıştı. Genç rapçi çocuğun birine soruyorlar vs. neyse söylemeyeyim… Velhasıl, cehalete kapılarımızı kapamalıyız; bize sunulanlara dikkat etmeliyiz hep, oyuna gelip de sakın ha, olamayacak ya, bu ülkeyi eyaletlere bölmelerine mücade etmiş olmayalım.
Ekonomist efendiler biraz tembelliklerini yırtıp özel uçaklarına atlayıp Türkiye turu yapsınlar. Merkez bankası çok da uzak değil. Londra’ya gitmekten daha kolay.

Ne kadar kendimizi bilirsek ve zaman zaman da kendimizle bile savaşarak doğru yola çıkarak, Yunanlının ya da başkalarının oyunlarına gelmeyeceğiz: Dönerimizi, ebru sanatımızı, çinimizi, şu an için 11 tane kalmışımız olanMsn Sadtelli turnalarımızı hatta, ve Adana kebabımızı, Konya tandırımızı, Bursa ieskenderi ve kestane şekerini, Ankara tiftiğini vs vs.. tabi bunlar gibi nice değerlerimizi kollamalıyız. Kimsenin değerlerimizi almaya hakkı yok. Bir şeye daha dikkat etmeli. Hayatta böyle savaşımlar masumiyet de yitirmemelidir insana. Bilinçli olacağız ama inisiyatiflerimiz de kendi ellerimizde olarak ve bazen, biraz da olayları şans döngüsüne rahatça bırakarak … Çünkü her zaman katı bir duruş, bazı olayları gözden kaçırmamızı da beraberinde getirebilmektedir.
(Not, değerlerimizi korumak için özel dernekler, vakıflar daha çok kurmalıyız ve bunu yeryüzüne tescil ettiröeliyiz ama şirket-kafalaşmadan)

Ben, kendimce bir karar verdim, Ankara’daki arkadaşlara da öneririm Msn Happy Bazı günler, üç günde bir veya gün aşırı bilemem, Meclis’in önünden beyzbol tipi bir şapka olur veya ne bileyim, bir bandana, böyle geçme taraftarıyım. belki de oraya gelirken yanımda taşıdığım bir eski tip o fötrü takarım kafama bir süreliğine -çocukken bir dönem merak sardığım üzere Msn Happy Ne kadar çok tepkimizi belli edersek, yalanı engelleriz diyerek sözüme son veriyorum. Bu yarı doyurucu ve ebreketli yazıyı nezih bir şekilde açıklamama, fikirlerimi dile getirmeme izin veren platforma teşekkürlerimle. Bir brifing değil ama Msn Happy Biraz komik bitti.
Herkese çok sevgiler


akın akça