Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Tek Mesaj #422

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Mart 2007       Mesaj #422
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kedi Yemi

Akşam televizyon kanallarının birinde hava durumunu izledi. Memleket rüzgarları poyrazdan esecek , yağışlı ve soğuk hava gelecekti. Sıcaklığın birdenbire düşmesi olası. Halbuki o, sabahleyin balığa çıkmayı planlamış, ancak hava raporunu dinleyince üzülmüştü.” Olsun poyraz bedenimi alıp adalara atacak değil ya” diye içinden geçirdi. Yine de balığa çıkacaktı. Ne de olsa, küçük bir Anadolu kasabasında doğup büyümüş, çocukluğunun geçtiği hırçın derelere alışkındı. Serpme ile balık tutma konusunda uzman olduğu bile söylenebilirdi. Ama yirmi gün önce yerleştiği, deprem selintisi şu Marmara beldesinde oltayla siftahı bile yoktu.Yazık(!) Bir arkadaşından, emaneten makaralı olta almış, gece yarısına kadar evinin balkonunda onu hazırlamıştı. Çaparileri gizemli bağlamış, olta iğnelerine tuhaf tuhaf sahte yemler takmıştı. Gece yarısı yatağına uzandı. Göz kapakları ağır ağır düşerken, dudakları kımıldadı ve duyulur duyulmaz fısıltıyla uykuya daldı.
“Haydi hayırlısı bakalım, fabrikaların içine ettiği şu talihsiz körfezin balıklarını kandırabilecek misin. İyi geceler Timanitisli Çocuk !“
Ertesi gün, sabahın ilk saatleri, ortalık is ve pus. Gerinerek, pencereden baktığı denizin, mavi rengi griye çalmış, sağanak erkenden başlamıştı.Tahminler doğruydu. Soğuğun gelmesi ise akşamı bulacak. Öğlene kadar, Ankara’dan gelen dergileri karıştırdı. Kağıtlara kısa kısa notlar düştü. Birkaç gazeteyi göz ucuyla okudu.
Öğle ezanı okunurken yağmur hafiflemiş deniz ise birazcık limana dönmüştü. Oltayı kaptığı gibi sahile düştü. Geceden kabaran asi dalgalar sahili dövmüş, bütün kokusu ve yemyeşil rengiyle yosunlar, sahil yolunu yürünmez hale getirmişti. Deniz uslu görünüyor, yağmur ise sağanağından aptal ıslatana dönmüştü. İlerde gördüğü olta atan ilk balıkçının yanına abordaladı. Altmış yaşlarında, post bıyığı tütün sarısı ,kemikleri sayılacak kadar zayıf, saçları bembeyaz adama usulca seslendi. “Amıca rasgele, nasıl bi şey var mı? ”Sert görünümlü adam, hafifçe sağ yanına döndü. Sesin sahibini tepeden tırnağa süzdükten sonra,”Kedi yemi..kedi!” diye yanıtladı. “Anlamadım! ” Dedi. Adam tekrarladı. ”Kedi yemi evlat kedi yemi!” “Hımm…”Diye mırıldandı. Anlamış gibi yapmıştı. Sonra sahil boyu, yosunlara takıla takıla, izmarit içimi mesafe yürüdü. Sahil evlerinin balkonlarından bakıp onu görenler onun usta bir balıkçı olduğunu düşünüyordu. Hiç çaktırmadı.”Kedi yemi ha!” diyerek başını sağa sola salladı.”Peki niçin köpek yemi değil” diye kendi kendine güldü. Bir tuhaftı şu denizci sözleri. Geçen günde Sarı Yazma romanında okumuştu .“Ayna kıç takası” Öylece dalmışken birden durdu. Oltasını toplayan yirmi yaşlarında, kıvırcık saçlı, muhacir olduğunu tahmin ettiği gence yanaştı . Anlamsız bir bakışla sordu.”Nasıl gidiyor, kedi yemi değil mi! “Evet.” Dediğini duydu. Merakı gittikçe artmıştı. Demek ki bilmediği bir şey vardı…(!) Bunları düşünürken çocuk gitmiş, bir başına orada kalakalmıştı. Az daha yürüdü. Asırlık çınarın önünde yan yana dizilmiş sandalların arasındaydı. Yosunların içinden teke (Karides Yavrusu) ayıklayan, yeni yetmenin yanına vardı. Bu sefer bildik bir ses tonuyla çömelerek omuzuna dokundu.”Afedersin çocuk,sana bir soru soracağım.Kedi yemi diye neye diyorlar!” Çocuk yüzüne baktı.“Galiba buralı değilsiniz! “dedi. Doğruydu.Buralı değildi. O’na, virgülleri kaldırılmış, bir cümlelik yaşam özetini sundu. Noktayı koydu. Çocukta kedi yemini anlattı. İlk ders tamamdı. Sonunda anlaşıldı ki; “Kedi yemi. Deniz, balık yapmadığı zaman, oltacıların arkasına yaklaşan aç kedileri doyurmak için tuttukları kaya balığı veya küçük balık idi. ” Balıkçı jargonu, bu işin bir rajonu vardı elbette. Kedi deyip geçilmeyecekti (!) demek ki. Bir çeşit göz hakkı.
Merakı henüz geçmemişti. Geçen günde birkaç adam konuşurken kulak misafiri olmuştu.. Deniz, peş peşe iki gün balık yapmış. Konuşanlardan ikisi, çok sayıda istavrit ve mırmır tutmuştu. Yunus sürüsü körfeze batıdan bodoslama dalınca , yem olmaktan ürken küçük balıklar sahile vurmuş meğerse. Balıkçılar için zafer günü. Balık burcunda zaman.
Şimdi sırada ikinci ders vardı. Durum buysa(!)yunusların körfeze girdiklerini peki nasıl anlayacaktı! Bu seferde kendine kızdı ”Ulan işin yok mu senin” diyerek kendini azarladı ve yürüdü.
Kapanmış yazlık çay bahçelerin önünde durdu. Sahilin en derin yeri burasıydı. Oltasını çıkardı. Son kontrolünu yaptı. Etrafta kimsecikler yoktu. Ne de olsa çaparileri savururken gelip geçene takmakta vardı işin içinde. Ne demezlerdi adama. Oltasını savurdu. Gidiş o gidiş… misineyi salmayı unutmuştu. İkinci denemede kurşun ve iğneler takıldı. Çekince …kalış o kalış. Üçüncü, dördüncü, beşinci derken sayısını o da unuttu. Bu sırada bütün yedekleri de mortiyi çekmişti. Oltayı takmadığını anlayıp, son çekişte de küçük bir kaya balığını oltanın ucunda görünce, tüm belde kedilerinin duyabileceği kadar sevinçle bağırdı.“ İşte bu kadar Timanitisli çocuk. Zafer,oltanın ucunda ki tuttuğun şu balıktır. “ Sigarasını yaktı. Arkasında bekleyen üç sevimli kedi yavrusuna havasını attı.
Ancak bundan öncesi vardı. Dikkatini bir şey çekmişti. Çaparileri fırlatışında kediler arkasına yaklaşıyor, toplanması sırasında ayaklarının dibine kadar sokularak, oltayı patileri ile kontrol ediyorlardı. Bu kedisel varyasyonu defalarca izledi. Bir gözüyle denizde ki misineyi, diğer gözüyle de kedileri göz hapsinde tutmuştu. Hatta ilk denemelerde kediler “ Bundan bir halt olmaz açlıktan öleceğiz” dercesine uzaklaşmaya kalkmışlarsa da, o balık fanatiği küçük seyircilerini kandırmış, her çekişde makarayı çarçabuk sararak kediler nezdinde heyecan yaratmıştı.
Zafer sarhoşluğu içinde sevimsiz kaya balığını kedilere attı. Oltasını topladı. Son kez kedilere baktığında kediler çoktan köprünün ayaklarını dönmüştü bile. Elbette açlıktan ölecek değillerdi ya…
İkindi vakti, poyraz bilmem kaç natlık kudreti ile körfezin atlasını yırtmış, deniz, hırçın çocuk esrikliğinde yaramazlığa başlamıştı. Islanmış ve üşümüştü. Kemiklerinin sızladığını hissetti. Çay içmek için sahil yolunun sonundaki Meto’nun Kafesine uğradı. Meto kasadaydı. İçeride; bir çoğu tanıdık on - on iki kişilik, kızlı erkekli bir grup genç masaları birleştirmiş oturuyordu. Hepsi de okumuş çocuklardı. Geleceklerinin peşi sıra sürükleniyor. İş müracaatı, doldurulan formlar, askerlik, daha neler neler. Bu kuyrukta aşk henüz yer bulamamıştı yazık . Konuşmalardan bu anlaşılıyordu. Balıkçı artığını görünce merakla içlerinden birisi sordu.”Nasıl gitti abi, üşümüşsün gel sana çay söyleyelim, Meto demli bir çay!”Bozuntuya vermedi.Kırk yıllık balıkçı aksanıyla ona şu yanıtı verdi.”Deniz, bu gün balık yapmadı,kedi yemi kedi!”Kedi yemini onlarda merak etmişlerdi. O sırada Elif çayını getirdi. Yudumlarken, içerdekilere başından geçenleri tek tek anlattı. Kahkahalar duvarlarda paralanıyordu. Sonra konuşmalar derinleşti. Güncel konulara geçildi. Bir ara konu Amerika’dan Avrupa’ya geldi. Bu konudaki fikrini sordular. Kısacık anlattı.
“ Avrupa ile Türkiye arasındaki ilişkiler, benimle bugünkü kediler arasındaki ilişkiye benzer. İlinti şurada! Balıkçı Avrupa..kedilerse beklemede. Bütün mesele kedi yemi anladınız mı! ”Bir ara ciddileştiler sonra tekrar gülüşmeler.”Biz gülemedik bari siz gülün“diyerek içini çekti. Birazdan gün batacaktı. Gençlerden izin istedi. Kapının önünde tokalaştılar. Soğuk rapsodisinde, yağmur ve poyraz şiddetini gittikçe artırıyordu. Onlardan bir ricada bulundu ve mavi rüzgarlığının yakasını kaldırarak, gök gürültüsünün geldiği yöne doğru hızlı hızlı yürüdü.“Yunuslar körfeze girince haberim olsun”
Aradan günler geçti. Yunusları henüz gören çıkmadı. Beklemede. Gün gelir yunuslar körfeze girer, çocuklar görür ve haber verir, o da oltasını alıp balığa çıkar da, bir de balık tutarsa söz verdiği aç kediler bunu ilk önce yiyecekler...yiyecekler