Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Tek Mesaj #424

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Mart 2007       Mesaj #424
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Beyaz Kısrak

Bir zamanlar onlarda çocuktu ve o altın çağın kadife bahçesinden çıkıp, karbon çağının barut kokulu dağlarına tırmandılar. Düşük yoğunluklu (!) kirli ve kahrolası bir savaştı. İnsan, kötülüğünde iyilik kadar eski olduğunu belleğine kazıyor, arşa yükselen çığlıklar yürekleri liğme liğme ediyordu. Oysa onun kumral saçları bir yılda beyazlamış, gözleri açık gördüğü rüyânın kızıl ötesinde, tarihin ve talihinin haramilerini yargılıyordu.

Aylardan haziran, acıların kısa süreli azalmasının mutluluğunda bir gün ve Timanitisli çocuk. O sabah erkenden görev bölgesine hareket ettiler. Terkedilmiş dağlarda güneş, üzerlerine doğdu. Silahının namlusunda herhangi bir gerillanın bedenine saplanabilecek, mermi saklanıyordu. Saatlerce birerli kol yürüdüler. Askerleri sıra sıra dizilmişti. Haki elbiselerinin sırtlarında ter kuruyor, yürüdükçe beyaz beyaz lekeler oluşuyordu. Hepsinin ortak bir yanı vardı. Korkmuyorlardı. Korkusuzlukları, gün gün ölüme yaklaşmaktan kaynaklanıyordu. Korku, sonradan öğrenilen bir davranış olsa da can yitirme korkusu bir aldırmazlığa bırakmıştı yerini. Ölüme yaklaştıkça, kendi yasasını kendi koyuyordu korku. Tıpkı kardeş olanların düşmanlık yasası gibi. Çünkü kardeş namlularında bedenlerine saplanabilecek mermiler saklandığı biliniyordu. Başıboş atmosferde Lirik ve trajik bir savaş kokusu. Çünkü değişmez yasa, evren birbirini yiyenlerin sonsuz ülkesi artık.

Öğleden sonra ilk köye uğradılar. Köyün muhtarı, peygamber kudretiyle başkalarının kavrayamadığı birçok gerçeği, sezme ve algılama yeteneğine sahip(!) Köylerini saldırıdan bir yatırın kurtardığına inanıyordu. Seyidî soyundan olduğu(!) kanıtlanması mümkün olmayan lokal bir gerçek. Muhtar, o meşhur yatırın gömütündeydi. Mencilis gibi soğuk ve ürpertici görünen kutsal mağaraya gittiler. Taş duvarlarda avuç içi büyüklüğünde, küçük bez beşikler asılıydı. Köyün kadınları tam kapasite geleneksel çocuk üreticisiydi. Her çocuk için beşiğe bir taş atmak yeterli oluyordu. Hele bir atılmasın, o dakika (!) Şeyh¬i Şaklabanlar’ın gazabına uğrar ve bir anda cehennemi boylayıverirlerdi.

Muhtarın karısı “ Kufi “ köyün en ünlüsüydü. On altı çocuk dile kolaydı. Altısı kız onlar sayılmazsa, kalan on. Bir kısmını dağda, bir kısmını bağda, bir kısmını da Şehr-i İstanbul’da tinerci olarak görmekte olası. Görünenin dışında hiçbir gerçek, o kadarda inandırıcı olamıyor. Koşullar böyleydi. Birbirine kaynaşabilir, gerekirse (...) insan düşmanının gözlerinden bile öpebilirdi. Bütün bunları gördükten sonra yürüdüler.


Çelibeşan Bölgesindeydiler. Halk dilinde “ Çileli Yer ”anlamına geliyordu. Çelibeşan Dağı’nın çileli kayaları uzaktan göründü. Dört bir yan tutuldu. Meşe ağaçları, çalılar, birbirinin mutluluğu için diğerinin yeşilimtırak dallarını tutmuşken, insanoğlu öylemi ya biri olursa diğeri olmuyor. Şiddet olanaksızı yapıyor ve saldırdığı her yeri benliklerden geri alıyordu. Oysa insanlık, bir insan sevildiği için sevilmeliydi. Akşam oldu. Her an güneş batabilir. İşte! Korku sinsice yine iş başında . Gece de ödünüzü alabilir. Sabaha kadar hiç uyumadılar.

” Gecenin bir yarısı iki ateş böceği mevzilerin önündeki su göletinin üstünde oynaşmaya başladı. İzzet ile Raşit, zaman ve korku, yaşam ve ölüm ikilemi içinde, bunu kendilerine sızan bir gerillanın parlayan gözü sandı. İşte nesnel gerçeğin, insan beyninde oluşturduğu gerçek bir yanılsama.Yüreklerinden korku elbisesini çıkarıp bastılar tetiğe.

Ateş böcekleri vurulmuş muydu (!) bilinmez ama aydınlığa kadar bir daha ortalıkta görünmediler. Yoksa onlarda bir tesadüfe mi kurban gitmişti. Şu medeniyet denen şey böcekler ruhunda bile saf çelişki değil miydi artık!. Korkuyla titreyen iki asker sonunda korkudan uyuyakaldılar.”

Ertesi günün ilk ışıkları... Güneş, gölge boyu kırmızıya yükseldiğinde, bedenlerinde rüzgârın ıslık sesi duyuldu. Düdiran Aşireti’nin ilk öncüleri önlerinden geçiyordu Sonra ana gurup geçti. Aşiretin inatçı çocukları çiğ keçi sütü ile beslenir, göçer türüne özgü davranışlar sergiler, içgüdüyle yaşarlardı. Anlaşılan, insanın hayvanlık evresinden kalma alışkanlığı(!) ama burada da başka türlü yaşanmazdı ki (!). Dağlarda koyun senfonisi bir çobanın şefliğinde çalıyordu. Aşirette bir kuzunun bir çocuğa tercih edilme durumu yaygın bir anane. Mutluydular (!) ama bir yıl sonra, o yaylalarda aşirete mezar olacak, koyunları şişlenerek öldürülecek, çadırları yakılacak ve sonunda korkmayı öğrenecekti onlarda. Nitekim öyle oldu. Diyarbakır menfezlerinin altında yaşamaya mahkûm edildiler. Onlar bilemezdi ama mitoloji tarihinin iki yüzlü Tanrısı ‘Janus’ masum dağlarda çoktan dirilmişti bile.

Beyaz Kısrak, Cevher’in yedeğinde patikada göründü. Aranis’in en gösterişli kısrağıydı. Heybesinde üç günlük kumanya ve Timanitisli Çocuğa sevgilisinden yazılmış bir mektupla çıkageldi. Her ikisi de yorgundu. İnsana ve hayvana şükran gerekliliğini mecbur kılıyordu her şey. Askerler Cevher’i kucakladı. Timanitisli çocuk, Beyaz Kısrak’ın terli boynuna sarıldı. Ona göre bu kısrak artık bir insandı. Herkese çok iyiliği dokunmuştu. İnsanın hayvanlaşmasına bu çağda sık sık rastlanırdı da Beyaz Kısrağın insanlaşması başkaydı. Düşünmesine, düşünüyordu da bir türlü konuşamıyordu. Garip hareketlerle kişniyor bu dili de içlerinde anlayan olmuyordu. Çünkü gerçek kendisinden daha güçlü bir gerçeği dayatmıştı. Cevher ve Beyaz Kısrak, birkaç saat dinlendikten sonra Aranis’e dönmek üzere yola çıktı. Toz bulutu eşliğinde öğle vakti gözden kayboldular.

Bir saat sonra...Komutan olan Timanitisli Çocuk ve iki asker dışında askerlerin tümü kaya parçalarını yastık yaparak, dinlenmeye çekildiler. Yorgundular, uykuya yenildiler. Bazıları, bir gün daha sağ kalmanın dramatik sahnesini rüyasında gördü. Hayra yormak gerekse de kimisi kendisini ölü görüp ürpertiyle uyandı. Yeni bir ideal yaratmıştı bilinçaltı. çağ dışına taşan gerçekler kadar, metafizik bir çıkmaza girmişti düşleri de…yazık ki.

Zarfı açtı gelen mektubu okudu. Bir yıldır görüşemediği sevgilisinden geliyordu. Gözleri doldu. Hasretinden çatlayan kalbinin uçurumunda, gözlerinin firarî mahpuslarını gizledi. Paramparçaydı her şey. Bir yıl önce, sevgilisinin ağlamasını görmemek için bir temmuz günü vedalaşmadan gelmişti buralara. Satırlar arasında kaybolup gitti. Savaş mı, yoksa aşk mı bilemedi Timanitisli Çocuk. Bildiği tek şey, kimse bilmese de onun için “ilk aşk “ vatandı.

“ Bütün hırçın ırmaklar, denizlerde durgunlaşır. Size ulaşamıyorum. Dağlarda olduğunuz haberi geliyor. Buralar sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi. Cevher’i arıyor, haberlerinizi ondan alıyorum. Bu mektubu size ulaştırmak üzere Aranis’e göndermek mecburiyetinde kaldım.
... Siz o sonbahar gününde bir çınar yaprağının ezilmesine bile kıyamayan sevgili, nasıl oluyor da savaşıyorsunuz anlamış değilim. Mutlaka biliyorsunuzdur, hiçbir savaşın galibi olmamıştır bugüne kadar. Belki size başarınızdan dolayı kahraman diyecekler. Tanrı korusun ama belki de öleceksiniz. Sizin için en zor olan şey. Bir elinizde kırmızı gül diğer elinizde silah olduğu gerçeğidir. Öğretilmiş öldürme duygunuz ile aşka dair yaşatma duygunuz arasında gidip gelmektesiniz. Lütfen aşkımı kalbinizde yaşatınız. Eğer başınıza bir şey gelirse, anılarınızı yaşatacağım, ama size insan öldürdüğünüz için kahraman diyeceklerse, o zaman kalbimdeki o kahraman ölecektir.
...Kalbimin yarısını alıp götürdünüz oralara. Kinkor çiçeklerinin kokusunu, ceylanların ürkek bakışlarını, düşlerinizin yalnızlığını rüzgârlarla yollayın. Bugün yağmur yağıyor, yarın da yağacak, bu kentin gezdiğim kimsesiz sokaklarında, hayâlini elinden tutmuş ıslanarak geziyorum. Yüzüme vuran her esintinin siz olduğunu, kirpiklerimin tuttuğu her damlanın size ait olduğunu biliyorum...
... Dünya, göz kapaklarınızda ağır ağır düşebilir yorgun akşamlara. Şu an güneş, belki de kalbinizin ıssız yollarında batıyor. Sizi çok özledim. N’olursun yenilme. Güneşe git, ateş sür parmağına. Ruhunu ölümsüz kıl. Aşk, savaşa yenilmemeli! Bir hiçliğe adanmamalı asla. Sizin için Tanrıya her gün yalvaracağım. Göreceksin tanrı duyacak beni. ”

Sevgili böyle diyordu mektubunda.Tanrı bu yalvarmayı duyacak mıydı acaba! Ya bir gün kendisine kahraman denirse ne olacaktı! Peki ne yapabilirdi.! Uzun bir süre, düşündü durdu. Hem mutlu olmuştu hem mutsuz. Mektubu, kalbinin üstüne gelecek şekilde benekli elbisesinin, sol iç cebine koydu. Belki de Tanrı, bu kızın aşkına onu serseri bir kurşundan koruyacaktı kim bilir!

İkindi sonrası bütün askerler uyandı. Kumanyalarını yediler. Timanitisli Çocuk, Şarkışlalı Salim’in eski ve isli çaydanlıkta demlediği zifir çayı içti. Bitkin görünüyordu. O sırada planını yaptı. Gece yarısı Beşan ardına sızma yapılacaktı. Askerleri bilgilendirdi. Üçerli dörderli gruplar halinde gözetleme yapacakları tepelere gönderdi. Saatler değirmen taşı hızında döndü. Hava kararmış yine ateş böcekleri oynaşıyordu. Müphem büyü batı yönünden bir büyük parlama ve iki büyük patlamayla bozuldu. Birkaç saniye sonra Gözetleyici askerlerden biri bağırdı.

“ Aranis çayır çayır yanıyor”

Aranis, Cevher’in ve Beyaz Kısrak’ın köyüydü. Olup biteni anlamak zor değildi. Her gece yapılan baskınlardan biri daha yapılıyor. Gerillalar köyü roket ateşine tutuyordu. İzli fişekler, havai fişekler gibi gökyüzünde dağılıyor, yaya bir saatlik mesafedeki köyden alevler yükseliyordu. Askerler hemen toplandı ve Aranis’e inen en kestirme patikadan yola koyuldular. Kurtarılmalıydı köylüler ve Beyaz Kısrak. Birerli kolda, birbirini izleyen onlarca asker sürekli koştu. Ölüm tenlerine değen çalılar kadar yakındı. Yarım saatte köyün üstündeki sırta vardılar. Köylülerle, gerillalar çatışıyordu. Dumandan göz gözü görmüyor, kimsenin yeri tespit edilemiyordu.Onlarda yoğun bir silahlı çatışmanın içine girmek üzrelerdi. Köyün güneyindeki daha hakim bir noktaya iki gurup halinde mevzilendiler. Roket fırlatılan iki nokta tespit edilerek yoğun ateş açıldı. Tüfek bombaları atıldı. Seri taramalarla köyün etrafındaki gerilla çemberi dağıtılmaya çalışıldı. Tam anlamıyla kaotik bir çatışma yaşanıyordu. Diğer yanda Cevher’in evi dahil beş altı ev çayır çayır yanıyor, o taraftan birkaç gerillanın köyün içine sızdığı anlaşılıyordu.

Her şey birbirine girmiş dost ve düşman ayrıştırılamaz olmuştu. Kuzeyden silah sesleri gelmeye devam etti. Gerillaların köyün karşı tarafına girmeyi başaramadıkları anlaşılıyordu... İlk yarım saatte olanlar olmuştu. Köyün içinden kadın ve çocuk feryatları yükseliyor ve iniltilerle kesiliyordu.

” Bazen kendi tarihini kendi yazmak durumunda kalır kişi. Savaşın hangi toplum çıkarına ve çıkar çatışmasına göre yapıldığı tezi iniltiler arasında kaybolur gider. Çocuk saflığından yola çıkan insanlık deli gömleğinin içinde boğuşmaktadır şimdi ”

Patlamalar karanlığı yırtmaya devam etti. Bir ara Cevher’in sesi duyuldu. Timanitisli Çocuk ve üç asker köyün içine girmeden son gerilla mevziini ateş altına aldığında, taktik bir geri çekilme işareti olan yeşil izli mermi üst gerilla mevziinden Çelibeşan yönüne doğru atıldı. Saldırı gurupları çekilmeye başladı. Köyün içinde gurupla karşılaşmak olası. Geri çekilme yönü ise genelde izli merminin ters yönü , çekilme istikametlerine ateşe devam edildi.

“ Zaman ansal yaşamayı gerektirdi.. Duygu ve düşünce içimizde ama ölümle beraber ruhumuza da karışabilir. Kabul etmesek bile yaşamayı veya ölmeyi, alnımızdaki o yazı belirleyecek artık ”

Sonunda Cevher’le temas kurarak yanına gitmeyi başardılar. Hüngür hüngür Ağlıyordu. Köylülerin cephaneleri bitmişti. Hemen takviye yaptılar. Toprak çatılı öndeki evin içinden, iç sızlatan bedenlerin sesi duyuluyordu. Gerillalar evi bombalamış, birkaç evin içine daha girmişlerdi. O tarafa yöneldiklerinde Cevher büyük sezgisiyle bütün gücüyle Timanitisli Çocuğu iterek evin duvarına yapıştırdı, askerler yere yattı. Henüz terk edilmemiş bir gerilla mevziinden üzerlerine kurşun yağıyordu. Anlık yaşama buydu. Zor kurtuldular. Timanitisli Çocuk ateşin geldiği yeri tespit etti ve o yöne tek başına gitti. Üç beş dakika sonra ateş sesi kesildi ve peşinden iki el silah sesi geldi.

“ Çelişki, yaşamakla ölmek arasındaki karşıtlıktı sadece, hepsi bu”

Barut kokusu, kan kokusuna karışmış, silah sesleri de köy kadınlarının yaktığı ağıtlarına bırakmıştı yerini. Çatışma bitmiş gerillalar karanlıkta kaybolup gitmişti. Bir evde anne ve üç çocuğu yattıkları odaya el bombası atılarak öldürülmüş, diğer evde yaşlı adamla karısı vurularak yaralanmıştı. Diğer bir eve atılan bomba patlamamış, sekiz evde roket ateşi sonucu yangın çıkmış, bir ahırda elliye yakın koyun telef olmuştu

“Hiçbir şey düşünülemiyordu. Çağın bütün kuramları ve kuralları hükümsüz kalmıştı. Karbon Çağının simyacıları iksiri bulmuştu sonunda ”Altın Dehşet”. Dünyanın dört bir yanına satılabilir, neması da şeytanlar gezegeninde afiyetle yenebilirdi artık”

Ertesi sabah. Köy evlerinin yarısı yanmış, her metrekarede binlerce mermi izi görünüyordu.. Ceset kokusu yayılıyor dört bir yana, köylüler teselli edilmeye çalışılıyor, acıları paylaşılıyordu. Derme çatma bir ahırın önünde durdular. Yarım açık ahır kapısından içeri girdiklerinde gözlerine inanamadılar. Gerillalar gece karanlığında ahırın içini taramış, içeride bulunan doru renkli at oracıkta hemen ölmüş, ‘Beyaz Kısrak’sa halen can çekişiyordu. Beyaz renkli gövdesine iki, boynuna da bir kurşun saplanan garip kısrak, diz kapakları üzerine çökmüş, sabaha kadar ağlamıştı. Gözlerinden ayaklarına kadar gözyaşının izleri vardı. Timanitisli Çocuk hayvanın yanına gitti. Boynuna sarıldı ve birlikte ağladılar. Kısrak can havliyle ayağa kalkmak istedi ise de bunu başaramadı. Bir insanın gözlerine son kez baktı ve başını bir yana usulca bıraktı.

“ Yaşama hakkı kutsal ve evrende her şeyin bir sınırı olmalıydı. Ancak sınır bir türlü çizilemiyor. Şiddet, insan kılıklı simgelerle anlamsızlığı zorladı. Şiddeti doğuran, şiddetin düşüncesi değil bizatihi şiddetin kendisi oldu. Şiddet kurgusunun sonunda insani olgu tarihsel bir sorumluluktu. Kendinden kaçsa bile , kimse ama hiç kimse bu sorumluluktan uzağa kaçamazdı”

...İki yıl sonra. Timanitisli Çocuk silahını bıraktı. Sevgilisi, onu defalarca aradı. O kızı hiçbir zaman aramadı. Yalnızlığının şarkına çekildi. Savaş günlüğüne yazdığı bütün benliğini, son sözüyle birlikte tarihe öykü olarak bıraktı.

“Anlamsızlığın karşısında bazen insana, anlamlı yenilgiler düşer . Beyaz Kısrak “ ölmemeliydi. Aşk, savaşa galip gelmeliydi ama bir hiçliğe yenildiler.”