Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Tek Mesaj #426

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Mart 2007       Mesaj #426
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Düşistan Ömürceği

((( Örümcek mesih kanla beslendi bu (ç)ağda!

Islaktı, ağırlaşan elbisemi çıkardım. Yorgunluğumun, yağmur kokulu ürpertileri. Kendini bile çekmeye nazlanan bir ip. Ona yaklaştım. Beyaz kağıtlara yazdıklarımı; Duvardan duvara, iki çivi arasına, gerdiğim şu ipte, tek tek kurutuyorum. Bilindik çamaşır ipi değil. Düş ipi düş!.. Un serdiğim zamandır akşam, ömrümün yarısı üzerine. Bir ipte kaç düş oynuyormuş ! Görsün görenler. Duvarlarda ulu yeşil nem. Nemli suretimin sarkıyor kolları. Yabanıl ellere baktım. Ellerimdi. Ayaklar ayaklarım. Ebrulî fanila ve don ! Eh… Azıcık çıplaktım. Bir o yana bir bu yana kafes vurgunuyum. İncir yaprağını inceden giyindim. Ölümün yollarından, rast geldi de, huzurunuza bugün de sağ döndüm. Alnımda asılı yaftam, birbirimize çarpmadan oksijen azaltmaya devam ettiğim havadır. Boylu boyunca bir eksi bir yatağıma uzandım. Göz kapaklarım eğer sizi tutarsam (!) aha… Üç taş atıyorum ! Tanrıya sunulmamış âhım; gençliğimi yitirme tezimdir benim. Uyuyacağım örümcekler aşkına.

Meydandayım. Adımı ve yaşımı bilmiyorum. O meçhul ressamın tablosu göz kamaştırıyor. Küçük kızın, alacalı kumaştan yapılı bebeğinin, oynanmaktan eskimiş yüzü. Gözlerinden mavi alevler saçan kızgın şövalyenin kılıcı, yeni bilenmiş bıçak, kesiyor akşamları. Kesilen her akşamın kendine doymamış kızıllığı, sızıyor elmacık kemiklerimden. Bacaklarıma akan mavi su. Ressam tabloda binlerce rengi ve şehveti öpmenin gururuyla haykırdı. Binlerce seyirci ayağa kalktı meçhulü alkışladı. Dev bir kapı açıldı. Uçarak içeri girdim. Kopuk kareler. Meğerse bu bölümün sonu; uyandığım rüyaymış! Haydi bilinçaltını topla toparlayabilirsen. Plastik katiller aşkına.

Düş kahramanlarımın yanaklarından öptüm. Sonra uyandım. Aradan bir saat geçmiş akla kurşun. Artık uyku tutmaz gözlerimi. Seni duman edenin, ******* avradını dedikten ve ağzımı avuçlarımla sıkıca kapattıktan sonra, bir sigara içtim. Katırım tütün kazığına bağlı. Bir kitabı okumaya başlayacaktım ki! Gözlerimi diktiğim tavanda, boydan boya uzanan geniş beton kiriş. Işık görmeyen gölgesinde bir örümcek ağı olduğunu gördüm. Yavaş yavaş uzantımdan doğruldum. Ağın altına kadar yürüdüm. Köşede duran kahverengi oturaklı sandalyeyi aldım. Kapakları açık rezil dolabın önüne taşıdım. Üzerine çıkıp dirseklerimi dolabın üzerine koyup örümcek ya da ömürcek ağını izlemeye başladım. Birisi görse yalanım dilimdeydi. Çünkü dolabım arkasına bir şövalye düşmüştü. İpin uzatılmasını isteyecektim.

Ortalıkta görünmüyor örümcek! Biraz sabır eyledim. Sonunda kırk mumluk ampulün onuncu mumunda pusuya yattığını gördüm. Ben diyeyim mercimek büyüklüğünde siz deyin sekiz milimetrelik nohut. Kara kuru bir şey. Okumayı bıraktım, düşistan odasında bir örümceğim özel yaşamını ihlâl ettim. Konut dokunulmazlığını bozmak suçum. Hayvani bir röntgencilikti vallahi kendimden utanıyorum! Yok daha neler! Asıl o benim mahremimi dikizledi, üstelik çıplak yakalandım. Ne yani suçlu ben miyim yoksa o mu? En iyisi bir bir berabere kalalım. İzlemeye devam ettim. Örümcekten ne kaparsak; hayvani yanımıza konulmuş insanî artıdır.

Minik örümcek, tavanın yan duvarlar ve kirişle birleştiği üç köşesine üç ağ örmüş. Örerken görmedim. O sıralar bıçaklar akşamı kesiyordu. Dördüncüsünü de örmeye çalıyordu. Beni gördüğü halde görmemiş gibi yaptı. Köşenin açı ortayını aldı ve ana iki bağlantıdan sonra yan hareketler ile salgısıyla, ağı çokgenler halinde bitiriyordu. Geometrisini seviyorum evrenin. Çalıştığı ağı bitirdikten sonra dört ağa eşit mesafede durdu. Her bir ağa birer ana bağlantı daha yaptı. İşi bitirdikten sonra, ağ kurmadığı karanlık diğer köşede beklemeye başladı. O sabırlı benim dirseklerim acıyor. Kımıldamamam gerek. Örümceğin aldırdığı da yok ama ne olur ne olmaz. Yaklaşık kırk beş dakika izledim. Sonunda gözlerime en yakın ağa, iri bir sivrisinek düştü. Ok gibi yerinden fırlayan örümcek kendisini ağdan kurtarmaya çalışan sineğin önce çevresine yeni bir ağ ördü. Bunu birkaç defa tekrarladı. Hareketleri azalınca kanatlarını ve bacaklarını çok hızlı sardı. Sinek ölecek galiba. Av hareketsiz kalınca bekleme yaptığı köşesine tekrar çekildi. On dakika sonra da tekrar avının yanına gelerek, kanını emmeye başladı. Eğer belim ağrımasaydı tüm ayrıntıları izleyecektim sabaha kadar. Sonuçta örümcek başarılı oldu. Ama benimde kanım vardı sinekte. Bir an kanımın örümcek tarafından emildiğini duyumsadım. Denetim altına alamadığım usum birde örümceğe geçerse, düşünmek bile istemiyorum. Ölü sivrisineği ağdan alarak, sandalyeden indim. Onu başucu kitabımın üzerine koydum. Sorular terk etmiyordu şüphelerimi. Uzun uzun ona baktım.

Bu sivrisinek ağa neden düşmüştü? Örümcek sabırlı bir avcı mıydı? Yoksa akranlarını tuzağa çeken bir sahtekâr mı? Böcekler âlemine girmiştim de girmesine ya oradan çıkmak ! Bir sürü soru bir o kadar yanıt! Doğa yasası hükmünü koymuştu. Biri tuzağa düşecek diğeri onu avlayacak, birisi yaşarken diğerinin sonu olacak. Ama sadece yaşamda kalmak için. İnsanlarla böcekler arasında ciddi düşünce farkı var. Örümcekli ev ödevim!... İnsan olmayı düşünmezde insan niçin örümcek ya da sinekleşir acaba? Düşünmekteyim çünkü yoktur bu gece işim. Sabahı buldum.

Güneş parıltıları tepelerden indi. Bir sayfa dolusu yazdığım ev ödevini, okunması ve kuruması için ipe astım. Altını çizerek özetliyorum; Bir odada sivrisineğin götürüsü, örümceğin getirisinden fazla ise orada yatılmaz. Uyduruyorum işte! Minik örümceğim yeni avını bekleyedursun, karşıdaki duvara kırmızı kurşun kalemle şu notu düşerek, sivrisineğin aziz bedenini kül tablasında musallaya kaldırdım.

Yaaa! İşte böyle sivrisinek kardeş, hortumla kanımı emenin kanını emerler vantuzla. Şeytanın benden çok olsun, kanımın alacaklısı. Ruhuna el vızır vızır.