Arama


vain - avatarı
vain
Ziyaretçi
19 Mart 2007       Mesaj #50
vain - avatarı
Ziyaretçi
1603 optimus
Roma asaleti OLED klavyeye yansıdı

Optimus 103 adı ile yola çıkıp en sonunda tanrıların tanrısı anlamına gelen Optimus Maximus adını alan OLED klavye bu yılın son iki ayında satın alanlarla buluşacak. Nisan ayında ön siparişleri alınmaya başlayacak klavye, daha önceki beklentilerin yaklaşık 400 dolar üzerindeki bir fiyatla 1490 dolara satılacak. Klavyenin tuşlarının programlanabilir olmasının bu fiyatı ne kadar kabul edilebilir kılacağını zaman gösterecek.

OLED klavyenin bütün tuşları 5 yıllık ömre sahip 32x32 (piksel) çözünürlüklü OLED'lerden oluşacak. Bu kullanım süresi doğal olarak kullanım tarzıyla da bağlantılı olacak. Ancak OLED tuşların mümkün olduğunca uzun dayanması için elden gelen çaba harcanmış. OLED bölümler sabit tutulurken, tuşa basma sırasındaki hareket gereksinimi tuşların üzerine geçirilmişbaşlıklarla karşılanmış.

Klavye bu kadar pahalı olunca tuşların birinin kırılmasının felakete yol açmaması için de bir düzenleme yapılmış. Yedek tuşların 10 dolara satılıyor olacağı açıklandı. Daha az sayıda programlanabilir tuşu bulunan 1000 dolar altı fiyatlı OLED klavyeler üzerinde çalışmaların sürdürüldüğü de bildirildi.


Bitkilerinde dili var!

Ne sinir lifleri ne de beyinleri ve kasları ya da ağızları var, ama yine de yaşayan her organizma gibi, bitkiler farklı uyarılara çeşitli salgılarla tepki gösterebiliyor.

Bitkilerin mesajlarını duyabilseydik, belki de ormandaki yürüyüşlerimizi büyük bir gürültü içinde yapmak zorunda kalırdık. Ama ne iyi ki bitkiler sadece optik ve kimyasal uyarılar veriyor.

Bitkilerin, ışık, su veya besleyici madde gibi abiyotik faktörler dışında, herbivorlar (bitkisel besinlerle beslenen canlılar) ve patojenlerle (bakteri, virüs, mantar) de başa çıkmaları gerekiyor.

Onların hareketsiz olmaları, haşerelere karşı savunmasız kaldıkları anlamına gelmez.

Çünkü her zaman ya da sadece ihtiyaç halinde kullandıkları çok sayıda koruma ve savunma mekanizmalarına sahipler. Dikenler veya yakıcı tüyler bitkiyi her zaman koruyan fiziksel savunma mekanizmalarıdır.

Bana dokunma Mesela ısırgan otunun uyarısını:"Bana dokunursan, yakarım!" şeklinde çevirebiliriz. Fiziksel korunma dışında bitkiler doğrudan doğruya haşerelere zarar veren zehirli maddelerle de kimyasal savunma yapabiliyorlar. Bununla birlikte kimyasal savunma maddelerinin üretimi bitkiler için çok zahmetlidir ve çok fazla enerji gerektirir. İşte bu nedenle kimyasal savunma sadece ihtiyaç halinde yapılıyor.

Böcek saldırısı karşısında salgılanan çeşitli koku maddeleri, bitkiye zarar veren böcekleri yiyerek azaltacak yırtıcı böcekleri çekebilir. Bilim adamları gerçi bu kokulu salgıların, yakındaki bitkileri de uyarabileceğini tahmin ediyorlardı ama bitkilerin bu uyarı sinyaline ne şekilde tepki gösterdikleri hala merak konusudur.

Bu reaksiyon koku maddesinin yaprağın üzerine ulaşmasıyla başlar ve sinyal iletimiyle devam eder.

Komşu ağaca uyarı Aslında saldırıya uğrayan ve uğramayan bitkiler arasındaki iletişimin varlığıyla ilgili ilk kanıtları Ian Baldwin, 1983 yılında ortaya koymuştu. Kavak ve akçaağaçta meydana gelen "yaralanmalarda" zehirli fenoller ve tanenler üretildiğinde, henüz zarar gelmemiş komşu ağaçta fenol ve tanen içeriğinin aynı oranda yükseldiğini görmüştü bilim adamı.

Benzer sonuçlara söğüt (Salix sitchensis) araştırmasıyla ulaşan D.Rhoades, tırtıllar tarafından yenen yaprak kalitesinin, yara almamış bitkilerinkine göre daha düşük olduğunu görmüş. Aynı etki, saldırıya uğrayan bitkilerin yanında büyüyen ancak kökleri temas etmeyen komşu bitkilerde de görülmekte.

Bunun en iyi açıklaması yaralı ve yaralı olmayan bitkiler ve henüz zarar görmemiş komşu bitkiler arasında uçucu organik maddeler (VOCs: volatile organic compounds) aracılığıyla iletişimin varlığı olabilirdi.

Dili kanıtlamak Yirmi yıl öncesine ait bu araştırmalar, birçok bilim adamını "bitkilerin VOCS aracılığıyla iletişimi" üzerine çalışmaları için bir zemin oluşturmuştu.

Çok sayıda araştırma öte yandan, bir bitki dilinin kanıtlanmasını zorlaştıran, deneysel zorlukları da ortaya çıkardı. Bitkiler araştırmaların birçoğunda gerçek olmayan deneysel koşullara maruz bırakılmıştır.

Mesela hava geçirmez kaplara konan bitkilerde çok sayıda sorun oluşmuştur. Bu düzenleme yüzünden koku maddeleri hazne içinde yoğunlaşırken, bitkinin fizyolojik statüsü de değişmekte. Fotosentez süreçleri işlemeye başlayınca da haznedeki CO2 oranı düşerek, karbon bileşimlerinin azalmasına yol açmakta.

Bitkiler bu eksikliği dengelemek için, gözeneklerdeki açıklıkları arttırıyorlar.

Ama ne var ki bu süreç yüzünden mezofil hücreleri yoğun olarak koku maddelerinin etkisinde kalıyorlar ve bitkinin doğal koku maddesi oranına göre ayarlı reaksiyonu değişmekte. Ancak sürekli hava akımı sağlayan açık sistemlerle bu karışıklıklar önlenebilmekte.

Yöntem aranıyor Bu amaçta sağlıklı bitki yerine, kesilmiş yapraklar veya dallar kullanılıyordu. Ama daha sonraları kesik yapraklardaki herbivor azaltıcı koku maddesi bileşiminin sağlıklı bitkilerinkinden farklı olduğu anlaşıldı.

Bitki kesildiğinde, bitkinin tüm fizyolojik statüsünü değiştiren önemli bakım unsurları kaybolmuş olur. Bu nedenle de kesik yapraklar ve dallar ne koku üreten ne da alıcı bitkinin incelenmesi için uygun değildir.

Sentetik koku maddelerinin kullanılması, bitki tarafından salgılanan VOC karışımının parçalanmasına ve aktif maddelerin tanımlanmasına izin vermekte.

Burada zor olan bitkilerin doğal miktarda koku maddesi salgılamasını sağlamak, çok sayıda bileşimler arasındaki bağlantıyı bulmak ve böceğin bitkiyi kemirmesine karşı salgılanan koku karışımındaki azalmayı takip etmek.

Oysa açık havada gerçekleştirilen araştırmalar daha gerçekçi deneysel koşullara imkan vermekte.

Yeni bulgu Örneğin R.Karban ve ekibi 2000 yılında, zarar görmüş kokulu Amerikan çalısı (Artemisia tridentata) yanına dikilen tütün bitkisinin (Nicotiana attenuata), herbivorlardan daha az zarar gördüğünü ve diğerlerine göre daha fazla tohum ürettiğini görmüş.

Ancak sentetik koku maddeleriyle yapılan deneylerle, tütün ve bu kokulu çalı arasındaki iletişim kanıtlanamamıştı. Max-Planck Enstitüsü bilim adamları son çalışmalarıyla, kokulu çöl çalısı tarafından salgılanan VOC karışımının yanındaki tütün bitkisi üzerinde dolaylı bir etkisi olduğunu göstermekte.

Karışım içindeki iki molekül, doğrudan doğruya savunma maddeleri üretmek yerine, sadece herbivor saldırısı sırasında üretimi arttırıyor veya hızlandırıyor, diye açıklıyor bilim adamları.

Kokulu çöl çalısınca, tütün bitkisine (alıcı bitki) sadece böcek saldırısı sırasında yapılan uyarı, VOCS aracılığıyla yapılan doğrudan savunmanın "hesaplı" türü olsa gerek.

Bitkinin enerjisi Bitkiler savunma mekanizmalarını çalıştırmak için, büyüme veya üreme için gerekli enerji ve kaynaklarını harcamak zorundalar.

Yani bir bitki savunma mekanizmalarını sürekli kullandığında, böceklerin saldırısına uğramasa bile "savurganlığını" sağlığıyla öder. Sonuçta sağlıklı büyümesi için gerekli enerji kaynaklarının önemli bir kısmını böceklerden korunmak için kullanmıştır.

Jena Max-Planck Enstitüsü bilim adamlarına ait son bir araştırma yazısında iki ilkeyi birleştirerek yukarıda söz edilen sorunları önleyen deneysel bir model sunulmakta. Bu modelde uyarıcı ve alıcı bitkilerin aralıksız olarak hava almasını sağlayan açık bir sistem kullanılmakta.

Bu sistemde uyarıcı ve alıcı bitkiler köklerinin temas etmemesi için pleksiglas kutulara yerleştirilmekte. Alıcı bitkinin arkasında kutu içindeki hava akımı sağlayan bir vantilatör çalışıyor. Temiz hava kutunun üzerindeki bir açıklıktan çekilmekte. Bu deneyde koku maddesi üreten yabani ya da genetik bitki kullanılmakta.

İşte bu şekilde uyarıcı bitki tarafından salgılanan koku karışımının, alıcı bitki üzerindeki etkisi doğadaki koşullara benzer bir şekilde test edilebilmekte.

Bitkide savunma reaksiyonu ne zaman harekete geçiyor? Bitkiler, aldıkları yara türüne göre, bunun bir dolu tanesi mi yoksa bir tırtılın marifeti mi olduğunu algılayabiliyor. Max-Planck Enstitüsü bilim adamları bu algılama yetisinin kimyasal madde olmadan işlediğini buldular. Bilim adamları daha önceleri bitkideki savunma reaksiyonunun, tırtılın tükürük salgısına bağlı olarak geliştiğini sanıyorlardı.

Wilhelm Boland, yaprak kemiren bir tırtılı taklit eden bir robot sayesinde, savunma reaksiyonunun tükürük salgısından çok mekanik yaraların etkisiyle harekete geçtiğini saptadılar.

MecWorm olarak adlandırılan robot, minik iğneyi yaprağa batırarak tırtılın kemirme davranışını taklit ediyor. Robot yaprağın üzerine herhangi bir kimyasal madde bırakmamasına rağmen bitkiler kimyasal savunma sinyalleri gönderiyorlar.

Bitkideki savunma reaksiyonunun harekete geçmesi için, robotun tıpkı gerçek tırtıl gibi çiğnemesi gerekiyordu. Çünkü yaprak sadece bir pinset ya da bisturi ile yırtıldığında bitki reaksiyon göstermemiş. Gerçek düşmanlar ve kısa vadeli mekanik etkiler arasındaki farkı algılama yetisi, bitkiye kimyasal savunma reaksiyonunu boşa harcamamasını sağlıyor.

Sonuçta kimyasal karışım mesela dolu yağmurunda işe yaramıyor dolayısıyla da kaynaklar ve enerji boşu boşuna harcanmış oluyor. Bir motor ve yuvarlak pimden oluşan MecWorm tırtıl robotu, bilgisayarla çalıştırıldığında pimle düzenli aralıklarla vuruşlar yapıyor.

Deney sırasında kullanılan fasulye yaprağı (Phaseolus lunatus) hava geçirmeyen bir hazneye yerleştirilmekte. Beş saniye aralıklarla on yedi saat boyu yapılan pim vuruşları sonucunda yaprak (Tetranynchus urticae) fasulye böceği ve diğer böcek larvalarına gösterdiği reaksiyonun aynısını göstermekte.


Enkaz kurtarma Robotu

ABD ordusuna bağlı çalışan bir araştırma merkezi, savaş sırasında enkaz altında kalan askerlerin kurtarılması için özel yapım bir robot geliştiriyor.

İngilizce Vecna BEAR adlı robot, savaş yeri ve enkaz adam kurtarma aracı olarak tanımlanıyor. Vecna robotu, hidrolik ve esnek kolların bulunduğu üst gövde, mobil bacaklar ve dinamik denge sağlayıcı ayaklar olmak üzere üç bölümden oluşuyor. Robotun yürüyüşü tanklarda kullanılan hareketli bantlarla sağlanıyor. Kurtarma robotu Vecna bir benzeri halen Irak'ta deneniyor.

Vecna robotu, yangın, enkaz altı, düşman ateşi altındaki binalardan veya kimyasal bomba atılmış bölgelerde şuuru yitirmiş kendi başının çaresine bakamayacak askerlerin kurtarılmasında kullanılacak. Robotu, ABD ordusuna bağlı Tıbbı Araştırmalar ve Malzeme Kontrolü Araştırmalar Merkezi'nden Gary Gilbert adlı bir uzman geliştirdi.

Gilbert, robotun şimdiye dek binalar ve ormanlık alanda yapılan denemelerde başarılı olduğunu vurguluyor. Robotun birçok görevi yerine getirecek şekilde esnek bir gövdeye sahip olduğunu belirten Gilbert, yükleme-indirme, ağır cihazların taşınması gibi görevleri de yerine getirebileceğini ifade ediyor.



Antarktika`da Sedef Bulutlar Görüldü

Dünyanın gördüğü en düşük sıcaklıklardan biri, çok nadir görülen bir bulut formasyonunu Antarktika göklerinde ortaya çıkardı.

Antarktika`da yer alan Avustralya`ya ait Mawson Meteoroloji İstasyonu`ndan meteorolog Renae Baker, `nacreous` olarak adlandırılan stratosferik kutup bulutlarını görüntüledi.

Sedef bulutların anası (mother-of-pearl clouds) da denen nacreous`lar, hava sıcakllığının eksi 80 santigrat derecenin altına düştüğü günlerde ve sadece kutup bölgelerinin çok yükseklerinde ortaya çıkıyor.

-87 derece oldu Renae Baker`ın fotoğrafları çektiği tarih olan 25 temmuzda da bölgede hava sıcaklığı sıfırın altında 87 santigrat derece (eksi 189 derece Fahrenheit) olarak belirlendi.

Baker, Associated Press haber ajansına yaptığı açıklamada, "o an sedef bulutların bulunduğu yükseklikte rüzgar saatte 143 kilometre hızla esiyordu. Ama onlar sabittiler" dedi.

Sedef bulutlar Nacreous bulutları, stratosferde, yerden yaklaşık 25 kilometre yukarıda oluşur ve parlak, ince ve sedefi andıran biçimlerinden dolayı sedef bulutların anası olarak adlandırılır.

Buz kristallerinden oluşan ve genellikle güneşin ufka yakın olduğu zamanlarda görülen sedef bulutların rengi ve parlaklığı güneş ışınlarını yansıtmasından kaynaklanır.

Bu tür bulutlar genel sirkülasyon ile stratosfere taşınan çok küçük su damlacıklarını içerir. Genellikle hareketsizdirler veya çok nadiren hareket ederler.


İsrail'in Oluşturduğu Çevre Felaketi


İsrail'in Lübnan'da bir enerji santralini bombalamasıyla tonlarca fuel oil Doğu Akdeniz'e boşaldı. Fuel oil tabakası 100 km'lik bir alana yayıldı ve kıyıları kapladı.

İsrail uçaklarının bombalaması sonucu Akdeniz'e akan fuel oil, Lübnan kıyılarını kaplıyor. Bazı tahminlere göre, Doğu Akdeniz'e akan petrol miktarı şimdiye dek meydana gelen tanker kazalarının en büyüğüne eşdeğer. Birleşmiş Milletler Çevre Programı, petrolün Lübnan kıyılarında ciddi bir çevre felaketi yaratacağını açıkladı. BM Çevre Programı Başkanı Achim Steiner, Lübnan hükümetine akan petrolün temizlenmesi konusunda yardım edileceğini belirtti.

Lübnan Çevre Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, yayılan petrolün temizlenmesi için gerekli ekipmanın bulunmadığı ve denize yayılan akaryakıtın hızla kıyıları kapladığı belirtildi.

Lübnan Çevre Bakanlığı'na danışmanlık hizmeti veren Malta merkezli Regional Marine Pollution Emergency Response Centre (Bölgesel Deniz Kirliliği Acil Eylem Merkezi) uzmanları, akaryakıtın Suriye karasularına ulaştığı ve kısa zamanda Doğu Akdeniz'i etkisine alacak bir felakete dönüşeceği uyarısını yapıyor.

AKDENİZ'İN SUÇU NE?
Fuel oilin deniz tabanına oturması halinde balıklar için ciddi bir tehlike yaratacağı vurgulanıyor. Ayrıca Lübnan kıyılarına yumurta bırakan kaplumbağalar da tehlike altında. Siyah ve yoğun fuel oil tabakası şimdiden Beyrut'un kent plajlarını kaplamış durumda; balıkçılar ise bu yıl balık avlanamayacağı belirtiyor. Zararın temizlenmesinin 200 milyon doları aşacağı belirtiliyor. Gayrisafi Milli Hasılası 22 milyar dolar olan ve savaşta büyük yıkıma uğrayan Lübnan için bu facia ciddi bir maliyet getirecek.

İsrail uçakları hava saldırılarının yapıldığı 13 ve 15 Temmuz tarihlerinde Lübnan'ın başkenti Beyrut'un 30 km güneyindeki akaryakıt depolarını bombalamıştı. İlk raporlara göre, delinen depolardan 10.000 ton fuel oil akmıştı. Ancak Lübnan Çevre Bakanı Berj Hacıyan, denize karışan fuel oil miktarının en az 35.000 ton olduğunu vurguluyor. Tesiste bulunan 6 adet akaryakıt deposundan 4.ü tamamen yanarken, 5.inci depodaki yangın uzun süre söndürülemedi. Akaryakıtın 5.inci depo yanarken denize aktığı düşünülüyor.

EN BÜYÜK TANKER KAZASI
Şimdiye dek gerçekleşen en büyük tanker kazasında Exxon şirketine bağlı Valdez tankeri, 1989'da Alaska açıklarında devrilmiş ve 40.000 ton ham petrol denize karışmıştı. Yapılan müdahalelere karşın akan petrol Alaska'da ciddi çevre sorunlarına neden olmuştu.





Son düzenleyen vain; 19 Mart 2007 09:56 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi