Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Tek Mesaj #470

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Mart 2007       Mesaj #470
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
CAN GÜLÜ


"İnsan, çok sevdiğine gülüm der... Analar, babalar; çocuklarına; ilk gülüm der; ak gülüm der, son gülüm der… En çok sevdiğine ise; can gülüm diye seslenir…" Canının gülü, gülünün canı bilir onu…

"Gül fidanı, esansını, usaresini, güneş batınca çiçeğine doğru yönlendirir. Güneş doğarken ise gövdesine doğru çeker ve en yoğun esans ve koku, en yüksekteki goncaya gider. Bu en yüksekteki gonca, 'can gülü'dür. Onun için, gül fidanının en tepesindeki gonca, koparılmaz." Can gülüne dokunulmaz.

Bilen dokunmaz, seven koparmaz, koparttırmaz da… Hayat, bazen de tüm acımasızlığıyla gelir, dokunur, koparmak ister…
Üniforma egemenliğindeki karanlık koridorlarda, hücrelerde, kaç güneşin söndürüldüğünü, apoletler emriyle kaç ayın kesilip yıldız yapıldığına tanık oldu da; yüreğindeki güneşe dokunulması bir başka acıydı, dayanılmaz sızıydı!... Can gülüne el uzatılması tanımlanamaz bir vicdansızlıktı. Ateş düştüğü yeri yakıyordu.
Ejderhalarla boğuştu daha çocuk yaşta… Gençliğini yaşayamadan , jandarma takibi, polis kuşatmasında buldu kendini. 8 yıllık kaçak günleri, açlık, kör hücrelerin sessizliği, bakımsızlık; kronik bronşiti başına musallat etti. Yaşadığı ihanetler kor gibi dağladı da ciğerini, kızılcık şerbeti içtim dedi, hiç yakınmadı… Can gülüne dokunulmasına dayanamazdı. Bu acı, bir insana nasıl reva görülürdü?

Her insanın kendi beyninde biçim verdiği, aralıksız duyumsadığı, yüreğinde hissettiği, koruduğu ve bazen önyargı haline getirdiği; etkisi, büyüklüğü, yakıcılığı ve yoğunluğu her insana göre farklı şekillenen duyguları olur. Buna bazen sevgi denir de, duyulan sevgilerin şiddeti, ağırlığı, hacmi hep değişir. En âfatı, en dayanılmazı can gülüne ayrılır sevginin.

Bir olay sırasında kendi bedenin üç katındaki işkencecinin elinden adam aldı. Hakim, bir adam alana baktı, bir de adamı elinden kaptırana: “Bu mu, senin elinden adam kurtardı; bu mu?” diye seslendi yargıç işkenceciye şaşkınlıklar içinde…Yargıca göre bu nasıl yürekti, bu ne inançtı…

O yürek, o inanç, o umut, en gerekli olduğu zamanda işe yaramazsa kahreder insanı işte… O kahır, hastane önündeki incir ağacına yönelir kimi zaman. Bazen de, baştabibin ölümden acı gelişine…

"Çocuklarını çok sevdi. Her yaşta onları öptü, kokladı, sardı. İncinmesin diye kelebeğe dokunur gibi dokundu. Beyaz bir kelebeğin ellerindeki sarı gül polenine vurgun olmanın tadını gelecekte de yaşayabilmek istedi hep. Gülüşünü, umut; şefkatini enerji; göğsünü siper; bedenini paspas yaptı." İncinmesin benim “can gülüm” diye.

Çok da inançlı olmamasına karşın,, yakardı “can gülü”nün saçının bir tek teline zarar gelmesin diye. Bu lanet hastalık, neden "can gülü"nü seçmişti.

Başkaları için; hiç tanımadığı, adını duymadığı insanlar için verdi yıllarını. Kaçak günlerinde çektiği sıkıntılar, yoksulluklar, inlemeler de neydi ki… Çoktan unutturmuştu “can gülü”nün bir tek gülüşü, o yılları.

Yeni kurmuştu, tırnaklarıyla kazarak, mutluluğa el uzatan yaşamı.

Çaresizliğindendi suskunluğu. Kimi zaman, söz yaralar insanı da. Susmalar, bir vuruşta öldürür bazen. Bu suskunluktu, onu yıkan… Neden diyordu, neden?. Neden ben değil de can gülüm?
Ne pahasına olursa olsun uğurlayamazdı can gülünü, zamanın sonsuzluğuna… Her yara kabuk bağlar da bu yara başka, hiç geçmez. Akıl oynatan sancılar, sızıya dönüşür. Hiç dinmez bir sızıya…

Yaşamından biriktirdiği en çarpıcı ders, umuttu, mücadeleydi. O umut, o mücadele hiç bitmeyecekti. Hem, can gülü de direnecekti, kendisine uzanan acımasız ellere.
Öyleyse direneceklerdi birlikte; tıpkı çocuk yaşlarında, gençliğinin imkansızlıklarında, hayata ve baş edilemez denen güçlere direndiği gibi…

O’nun, can gülüyle yaşayacağı, paylaşacağı daha çok şeyler vardı. Uzattı elini can gülüne, “Haydi bi tanem kalk. Hayat bizi bekliyor” dedi. Can gülü, hasta yatağından kalktı, el ele tutuştular, yeniden merhaba dediler yaşama. Onları bekleyen yaşanmamış mutluluklara yürüdüler birlikte…