Arama


maipoem - avatarı
maipoem
Ziyaretçi
29 Mart 2007       Mesaj #774
maipoem - avatarı
Ziyaretçi
Yalnızlığın Farkındalığı

'Benimle saatlerce herhangi bir konuda
farklılıkların kıymetini bilerek konuşan
ve tartışarak sohbet edilebileceğini hissettirenlere...
Utanmayıp, adlarını yazabilseydim keşke...'

"Tek başınayken her şey sana aittir, yanında biri varsa, sadece yarısı sana aittir" dediğinden Leonardo da Vinci, haklı bulunur muhtemelen. Onun tek başınalığından insanlık neler kazandı... Ama tek başına kalmadan, ortaya çık(a)mayacak olanları bil(e)meden kendimize haksızlık etmesek?!

Yalnız kalmayı düşünüyorum...
Aslında kalabilmeyi...
Etraftaki insanlar -daha yakın kelimeleri kullanamadım nedense- yalnız kalmaktan korkuyorlar! Çok olmalı, çoğul için yaşamalı! Bu kadar kesin. Ben değilim öyle...Tuhaf olan başka bir tarafı var mevzunun, kendilerine benzetmeye çalışıyorlar beni. Farklılıklar törpülenmeli illa ki! Halbuki sevmiyorum ben törpüleri ya da tırnak makaslarını... Ve makasları... Hayatın "doğal" akışını bozuyor bunlar... Ayaklı törpüler istemiyorum hayatımda! Gecelerce düşünüp, günlerce var etmeye çalıştığım farklılıklarıma dokunulsun, onlar "düzeltilsin", onların bir kısmı alınsın istemiyorum... Zaten hiç mi hiç anlamıyorum: Neden kendilerinden olmayan her bir kimseye ama gerçekten her bir kimseye engel koyuyorlar ya da yani misal olarak "Ben yumurtayı rafadan severim" cümlesine, "Ayy, hayatta öyle yemem!" gibi bir karşılık verme ihtiyacında oluyorlar...
Ya da: Limon mu, nar ekşisi mi alırsınız? "Hayır, limon." İlla hayır der bunlar.Seçenekler batar bunlara. İyi de nar ekşisi gelip, seni ekşitmeyecek ki... İnan bana! Ama seçenekli soruların karşılığı HAYIR ile başlamalıdır... "Karşıya" ilk darbedir, belki daha burda başlar köprüler kurulmamaya... Hani o "Niye benden hoşlanmadı ki" diye sormaya başlamadan önce...
Oysa ki Irene Peter demiş vaktizamanında, "İnsanların size karşı olmaları diye bir şey yoktur, onlar kendilerinden yanadır, hepsi bu!" Limon ve nar ekşisi pek tabii ki de buzdolabında yan yana durabilirler ama zihinlerde hayır. Biri diğerini yok etmez- muhtemelen bunu istemez- ama insanlar düşünceler arasındaki farklılıkları -özellikle de sevdiklerinin düşüncelerinidekini (yine nedense!)- sindirmeye çalışırlar...
Hep aynı şeyleri sevelim... (Aynı filme gitmeyi tercih edelim!)
Hep aynı şeyleri söyleyelim... ( Birbirimizin cümlelerini tamamlıyoruz, ne güzel!!!)
Hep aynı olalım... (Nasıl fark edeceksin ki bunu?!)
Biri iyi ki söylemiş o lafı, yoksa nasıl bitecekti tartışmalar: Zevkler ve renkler tartışılmaz!
Aynı zevkler, aynı hırslar, aynı işler, aynı vaad edilmiş gelecekler, aynı çabucak köşe dönmeceler, aynı bana neler, aynı saç renkleri, aynı "Beykoz kunduraları", aynı makyajlar, aynı ruhlar, aynı röntgenler... Yakında o hormonlu domatesler gibi yürüyor olacağız sokaklarda... Kokumuz aynı, rengimiz, biçimimiz... (Aslında onların kokuları yoktur ya, neyse...) Yıllar sonra, "Her şey, domateslerle başlamıştı" deriz artık...
Fark etmeyeceğiz aynı olduğumuzu. Aynı olduğumuzdan. Ve aynı olduğumuzdan hayatın neden sıkıcı olduğunu da... O zaman okunmayacak mesela bu satırlar...
Ama ben şu an hormonlu bir domates değilim. Kokulu, büyükçe, yaylalarda yetişen, birazcık ekşi pembe domateslerdenim... Nasıl farkına vardığımı sorarsanız; yalnız kalarak...

Yalnızlık iyi geliyor bana. Sakinleşiyorum. Nötrleşiyorum. Kızmıyorum artık. Anlıyorum olup biteni, sanki! Hatta bazen gülümsemeye başlıyorum. Arınıyorum; günah çıkarıyorum. Çınarlar gibi kendi kendimi buduyorum kabuk atarak... Gerekirse yapraklarımı döküyorum, hafifliyorum... Buluyorum kendimi. Farklılıklarım belirginleşiyor ama sivrilmiyor karşıya batmak için. Seviyorum kendimi. Ve herkesi sevmeyeyazıyorum... Anlayamadıklarıma üzülüyorum. Hak veriyorum farklara ve anlıyorum meselenin özünü, olduğu gibi, farklarıyla kabul ediyorum. Su berraklaşıyor... Merhaba demeyi özlüyorum. Ve bu sayede merhaba sözcüğü anlamını yeniden buluyor, iyi de oluyor. Bir çiçek yetiyor. İyimserliğin egemenliği için!

Peki, neden yalnız kalabilmeyi düşünüyorum? Çok mu zor yalnız kalmak? Zaten yalnız geliyoruz ve gidiyoruz, neden yalnız kalabilme derdine düştüm? (Yalnızlık demişken, düşünüyorum da ikna edici bir sözcük bulamıyorum bir türlü yalnızlığın karşıtı için. Adaylar, kötünün iyisinin ötesine geçemiyor. Belki de yoktur, yalnızlığın karşıtı. Karşıtı olmadığından yalnızdır... "En" yalnızdır...) Yalnızlık için en çabuk yol, aynalardır aslında. Bir odanın kapısını kapatmak değil. Uzaklara kaçmak değil. Dağ başında, yanı başınızda nefessiz kalabilmek değil!

Bir aynanın karşısında ya da bu tuhaf geliyorsa, yalnızlığınızın şehrinde veyahut mevsiminde veya sesinde yaşatın onu. Yaşayın. Yalnız yaşayın değil bu, yalnız kalın. Yalnız yaşlanmayın zaten.

"Yalnız insan merdivendir, hiçbir yere ulaşmayan
Sürülür yabancı diye dayandığı kapılardan
Yalnız insan deli rüzgar, ne zevk alır, ne haz verir
Dokunduğu küldür uçar, sunduğu tozdur silinir
Yalnız insan yok ki yüzü, yağmur çarpan bir camekan
Ve gözünden sızan yaşlar, bir parçadır manzaradan
Yalnız insan kayıp mektup, adresi mi yanlış nedir
Sevgiler der fırlatılır, kim bilir kim tarafından"

Ama anlayın başka yalnızlıkları, paylaşmasanız da... Yalnızlıklarımızdan -en yumuşak karnımızdan- anlayalım birbirimizi.

"Anladım sonu yok yalnızlığın, her gün çoğalacak
Her zaman böyle miydi, bilmiyorum
Sanki dokunulmazdı çocukken ağlamak
Alışır her insan, alışır zamanla kırılıp incinmeye
Çünkü olan yıkılıp yıkılıp, yeniden ayağa kalkmak
Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte
Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette
Bekliyorum bekliyorum bekliyorum
Hadi gelin üstüme korkmuyorum
Bulutlar yüklü ha yağdı ha yağacak üstümüze hasret
Yokluğunla ben başbaşayız nihayet"

Yalnızlık yıkıldığımız yerse, ayağa kalkabilmek için aslında yalnızlık! Niye düşeriz ki? Kabul, ekşidir yalnızlık, mayhoştur tadı, yakar insanın genzini, içine oturur insanın, duvar örer etrafla arasına. "Yalnızlık ömür boyu" lakin o da fani! Yalnızlık, belki de tam olarak bize ait olan tek şey. Bu yüzden sarılsak yalnızlığımıza. Örtmesek üstünü. Kilitlemesek onu. İçimize çeksek derin bir nefesle yalnızlığımızı, içimizdeki yaralara pansuman niyetine. Sökükleri yamasak onunla... O yokmuş gibi yapmasak ve yanında en kederli pişmanlıklarla kapıyı çalıyormuş gibi sanmasak... Yalnızlıkla sevgilinin yokluğunu birbirine karıştırmasak...

İster yalnızlık deyin, ister tek başınalık, "Yalnızlığım, kanımsın, canımsın, sen benim çaresizliğimsin, yalnızlığım, bugünüm, yarınım, sen benim hüzünlerimsin, yalnızlığım, tek bilebildiğim sen benim vazgeçilmezimsin" eşliğinde...

İsterim ki şu yalnızlık kokan ya da yalnızlığın ta kendisi olan şarkılara gitsin elleriniz ve art arda dinleyebilin onları bu sözcükler sonrası...

İsterim ki farklılıklarımıza saygı duymak değil de onların kabul görmesi, yalnızlıklarımızdan geçen yolların teğet geçtiği değil keşistiği meydanda çiçek açsın. İsterim.
Böylelikle farklılıklarımız, sebebi olmaz bariyerlerimizin ya da tehditlerimizin...
Zenginliğimiz olur belki yalnızlığın ucuna tutunmuş uçurtma edasıyla... Birbirimize dokunuruz, dokununca hissederiz ve -umarım- anlarız! Bozmayız karşımızdakinin ya da yanı başımızdakinin dengesini yalnızlıkdışı adımlarımızda...
Bozuluyor ama benim dengem!
İlk önce duvarlarına çarpıyorum yalnızsızların ya da filtrelerine sıkışıyorum.
İzin verin, yalnızken bahçemi sulayayım yaşlarımla, çatlaklarından enkazın yaseminler çıksın.
Belki anlatabilirim yok olmadan, var olamayacağımızı...
Tek olmadan, çok olunamayacağını...
Yalnız kalmadan anlayamayacağımızı bir çiçek açışının esrarını...
Anlayamadıklarımızı yalnızlığımızdan geçirsek, insana dairle harmanlasak ve yüreğimizde demlesek...
İnce belli bardaklarda gülümseyerek, hep beraber içsek...
Yalnızlığımız sayesinde, hep beraber!
Olmaz mı?

Bi dakka, yalnız mı okudunuz bu satırları?
O halde, artık sizindir bu yazı.