Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Tek Mesaj #512

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Mart 2007       Mesaj #512
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
UZAKLIĞIN VE SEN I

Belediyenin eski otobüsü bozuk asfaltta hızla ilerliyordu. Kadıköy’den binmişti otobüse. Otobüs asfaltın bozuk yerlerinde sarsılıyor, sarsıldıkça kapı ve pencere camlarının gürültüsü çoğalıyordu. Ön sıralarda cam kenarında oturuyordu. Başını dışarıya çevirmiş caddede koşuşturan insanlara bakıyordu. Bir anda değişen yüzlerdeki anlamları çözmeye çalışıyordu. Otobüsün motor ve sarsıntılarından çıkan gürültüleri unutmuş, kendini dışarıdaki kişilere vermişti. Fuat’ı Bir an görünüp, kaybolan kişiler kendine çekiyor, senin aradığın her şey burada diyordu. Caddelere iyice dalmıştı ki, Biletçinin sesi birkaç kez kulaklarında yankılandı. Kuyubaşı var mı inecek? Kuyubaşı durağında inecekti. Yavaşça doğruldu yerinden. Biraz geç kalmıştı. Biletçiye elini kaldırarak ineceğini bildirdi. Biletçinin homurdandığını duydu, aldırmadı.

Ana yoldan sola ayrılan küçük yola geçti. Yolun solunda okula kadar uzanan ve okuldan sonra da devam eden apartmanlar uzanıyordu. Apartmanların balkonlarında çiçek saksıları ve sağ tarafta büyük bir çayırlık vardı. Çayırlığın ortalarında taş yığınları duruyordu. Taş yığınlarının yanında top oynayan çocukları gördü. Çocukların ilerisinde bir kepçenin madeni sesi duyuluyordu. Taş yığınına doğru yeşil çayırı ayaklarının altında ezerek yürüdü. Taş yığınının yanında çayırların üstüne oturdu. Eğilerek bir papatya kopardı. Sonra isteksizce yapraklarını yolup attı. Daha vakit çok erkendi. Bir saat kadar önce gelmişti. Top oynayan çocuklara bakmaya başladı. Çocukların bağrışmaları, kepçenin gürültüsü içinde eriyip gidiyordu. Çocukluğu geldi aklına, anası çaput parçalarından yapardı topunu. Hiç böyle toplarla oynamamıştı.

Yavaşça kalktı oturduğu yerden. Okula doğru yürümeye başladı. Okul biraz ilerdeydi. Okulu çevreleyen eski taş duvarlar ve duvarların arkasındaki ağaçlar görünüyordu. Okulun kapısına geldiğinde bütün bedenini bir heyecan dalgası sardı. Anons yapılan küçük pencereye doğru yürüdü. Saatine baktı daha on beş dakika vardı. “Göksel geleceğimi biliyordu.” dedi. Göksel Okulun kapısına gelecekti. “ Belki de unutmuştur.” dedi Biraz daha oyalandı kapının önünde. Tam anons yapılan yere doğru yürüyecek ki birden vazgeçti. Biraz aşağıdaki kahveye doğru yürüdü. Burası öğrencilerin toplandığı bir kahveydi. Küçük bir dükkandan bir paket sigara aldı. Kahvenin kapısından içeri girince büyük bir gürültü ve sigara dumanlarıyla karşılaştı. Cam kenarında boş bir masa buldu oturdu. Buradan okulun kapısını rahatlıkla görünüyordu. Garsona “bir çay ver.” dedi Garson çayı getirdi. İçini bir sıkıntı basmıştı. Çayı içmeden kalktı. Saatine baktı. Biraz daha vakit vardı. Zaman hiç geçmek bilmiyordu. Kalktı, kahveden çıktı. Anons yapılan yere geldi. Tedirgindi, anons ettirmeli miydi? Yoksa çekip gitmeli miydi? Bir kez anons yaptirmaliyim diye düşündü. Kapinin yaninda kapicinin bulundugu küçük bir oda ve bu odaya bitişik bir bekleme odasi vardi. Bekleme Odasinda üç beş sandalye karmakarişik duruyordu. Küçük odanin duvarina yaslandi. Kapici cami açinca “Göksel’i anons ettirmek istiyorum.” dedi. Anonsun boguk sesi duyuldu iki kez. Elleri titriyordu yine. Elleri titremese olmaz miydi? Tam da zamanini bulmuştu ellerinin titremesi. Okulun bahçesindeki agaçlar, okulun duvarlari üzerine geliyordu. Gözleri bahçeden kapiya dogru gelenlerin üzerindeydi. Kapici yanina gelerek bir iskemle gösterdi. Oturmasini işaret etti. Fuat duyulamayacak bir sesle sag ol diyerek iskemleye oturdu. Gökseli bir kez daha anons ettirdi. Ne kadar bekledigini bilmiyordu. Iskemleden kalkti, artik gidecekti.Son bir defa bahçeye bakti. Birden uzun ince boylu bir kizin koşar adimlarla kapiya doğru geldiğini gördü. Gözleri buğulandı. Bu gelen Göksel miydi? . Kız kapıya biraz yaklaşınca gelenin Göksel olduğunu anladı. Kızıla kaçan kumral düz saçları savruluyordu. Bir eliyle saçlarını düzelterek Fuat ın yanına kadar geldi. Göksel nefes nefese “ Hoş geldin Fuat.” dedi Fuat “ hoş bulduk” dedi. Sesi gırtlağından pürüzlü bir şekilde çıktı. Konuşurken heyecanlanıyordu. Sözcüklere ses tonuna egemen olmak istiyor, ama başaramıyordu. Ağzından tümceler yarım yarım çıkıyor. Konuşmasından bir şey anlaşılmıyordu. Göksel “ben gelmeyeceğini sanmıştım, arkadaşlar içeride seni bekliyorlar.” dedi. Fuat az konuşmak istiyordu.” Gidelim öyleyse” dedi. Birlikte yürüdüler. Göksel yolda durmadan bir şeyler söylüyor, gülüyordu. Bugün neşeliydi Göksel. Fuat yürüdüğünün farkında bile değildi. Sanki yol ayaklarının altından kayıyordu Göksel’in söylediklerinden bir şey anlamıyordu. Göksel bir ara “Fuat beni dinlemiyor musun.? ” dedi. “ Yo, yo dinliyorum.” dedi Fuat. Göksel “çok dalgın görünüyorsun Fuat.” dedi. Gülümsedi. Göksel heyecanını nasıl yorumluyordu kim bilir? . Kendisinin düşündüğü gibi yorumlamasını istiyordu. Fuat’ın ayakları yürüyordu. Kendisi başka bir yerde gibiydi. Çevresine bakmıyor, Göksel’den başka hiçbir şeyi görmüyordu. Fuat’ı o anda Göksel’den başka bir nesne ilgilendirmiyordu. Sabit bir noktaya bakıyor gibiydi. Göksel “Dalgınsın Fuat.”dedi.” Canın bir şeye mi sıkılıyor senin? bu kadar ünlü olduğunu bilmiyordum. Arkadaşlar beni kıskanıyorlar, senin arkadaşın olduğum için “dedi. Fuat sesini çıkarmadı. Sadece dudaklarından bir gülümseme yayıldı. Gülümsemesi boşluğa doğru uçtu gitti. Tedirginliği artmaya başlamıştı. Artık hiçbir şey umurunda değildi. Bu anın bitmesini hiç istemiyordu.

Göksel’le yürümeliydi, ömrünün sonuna kadar birlikte yürümeliydiler. Konuşmadan ses çikarmadan yürümeliydiler. Kantine girdiklerinde boş bir masa aradilar. Kantin kahve gibi kalabalik ve gürültülüydü. Ortalarda bir masa buldular. Göksel kantine bir göz gezdirdikten sonra, “ Arkadaşlar gitmişler, herhalde derse girdiler.” dedi. Tek sandalyeye Fuat’i zorla oturttu Ardindan” Ne içecegini sormuyorum sana kendi elimle çay getirecegim.” dedi. Çaylarini yudumluyorlardi. Göksel masaya ilişmişti. Biraz sonra bir sandalye daha buldular. Göksel oturdu. Göksel bir kuş gibi çok sevinçliydi. Fuat Gökseldeki bu sevincin kaynagina inmeye çalişiyordu. Neden böyle sevinçliydi. Benim için mi bu sevinç öyleyse... diye düşündü. Sonra bu düşüncesini begenmiyor. Kendi kendine bir neden bulmaya çalişiyor, Kendini sevmedigini, sevemeyeceğini biliyordu. Fuat Göksel’deki böyle bir sevince böyle bir mutluluga bir dostun evinde bir kez daha rastlamişti. O günde bu günkü gibi kabina sigamiyordu. Göksel O gün de Fuat’a nasil davranacagini bilmiyordu. Elinden gelse bütün dünyayi bagrina basacakti. Gökselin böyle görkemli bir sevgiyi yaşadigi belli oluyordu. Bu şaşkinligi, telaşi, sevinci ve mutlulugu Fuat’in gözlerinden kaçmiyordu. Göksel’de bunun farkindaydi. Fakat ne yapsa bu sevince, mutluluga engel olamiyordu. Yüzü pençe pençe kizarmişti...Göksel Fuat’a dönerek” Fuat çok mu konuşuyorum yoksa? dedi. Çok konuştuğunu yeni anlamişti. Utandi. Bir telaşla çantasini kariştirdi. Ince tel çerçeveli renkli gözlügünü takti. Böylece kendini güvenceye almak istedi. Göksel konuşuyordu yine. Fuat o kadar dikkat ettigi halde, Gökselin konuşmalarindan bir şey anlamiyordu. Her zaman oldugu gibi yine kendi düşünceleriyle baş başa kaliyordu. Bir ara Fuat konuşmak Istedi. Sesi hala çatallanarak çikiyordu. Konuşmaktan vazgeçti. Masadaki sürahiden bardaga su koydu içti.Okulda ders bitmişti. Kantin daha kalabaliklaşti. Göksel “ işte arkadaşlar geliyor.” dedi. Fuat’in sesi dalgalandi.Göksel Fuat’a dönerek sol elini kaldirdi, işaret parmagini tehdit eder gibi sallayarak “Bak Fuat, benim için heyecanlaniyorsan döverim seni.” dedi. Fuat yutkundu bir şey söyleyemedi. Göksel’in arkadaşlari geldiler. Birer sandalye bulup oturdular. Göksel Fuat’a arkadaşlarini taniştirdi. Bu Enver dedi. Enver senin kentinden. Enver orta boylu kara yağız biriydi. Bu Mustafa batı Anadolu’dandı, bu da Ahmet dedi. Hepsi resim bölümü öğrencisiydiler. Aynı zamanda birer fotoğraf sanatçısıydılar. “Gidelim artık.” dedi Göksel. Hep birlikte kalktılar. Okulun önünde ablası Göksel’i bekliyordu. Okulun önünden geçen yoldan ana yola kavuştuklarında yolları ayrılıyordu. Enver ve arkadaşları sola, Göksel ve ablası sağa doğru gideceklerdi. Bir an durakladılar. “Fuat gelmiyor musun? ” dedi Göksel. Fuat “Ben bu akşam arkadaşlarla kalacağım” dedi. Göksel böyle bir şeyi beklemiyordu. Yüzü sarardı.” Peki Öyle olsun “diyebildi. Fuat’a elini bile uzatmadı, sadece basitçe bir el salladı. Hızla yürüyüp gitti ablasıyla.

II

Fuat, Eyüp’ün dik yokuşlarından birinden yukarıya doğru yürümeye başladı. Burada gördüğü evler küçük kentlerin Evleri gibiydi. Çoğu tek katli ya da iki üç katli evlerdi bunlar. Küçükte olsa bir bahçeleri vardı. Bahçelerinde ağaçları, bahçe duvarlarını aşan sarmaşıkları, pencere ve balkonlarda ki çiçek saksılarını görüyordu. Biraz rahatlar gibi oldu. Kendini bulmuştu bu evlerde. kentinin evlerine ne kadar da benziyordu bu evler. On yıldan fazla Bir zaman geçmişti kentini görmeyeli. Kenti kim bilir şimdi ne kadar değişmişti.

Kafasında hala bir uğultu gibi devam eden Göksel’in kopuk, kopuk dizeleri sıralanıyordu. Fakat ne kadar uğraşsa dizeler arasındaki kopukluğu bir türlü tamamlayamıyordu. Gökselin yazdığı şiirin adını anımsıyordu. Şiirin adı 'Yokluğun ve sen ' di, fakat içindeki ürpertiden, şiirin tamamını anımsayamıyordu. O kapkara saçların, yok hayır öyle değildi. O simsiyah saçların, o simsiyah gözlerin miydi yoksa. Hemen ardından değişik şekilde dizeler geliyordu. Gökselin yazdığı şiiri şimdi anımsıyordu. Şöyle başlıyordu şiir 'Elem dolu bakışların bana asırlar kadar uzak, herkesi düşünen sen beni düşünmekten ne kadar da uzak, O kapkara saçların beni içinde boğacak kadar karanlık herkesi düşünen sen beni düşünmeyecek kadar gaddar. Gaddar sözcüğüne takılıp kalıyordu. Dudaklarında acı bir gülümseme dondu kaldı. Sigarasını dudaklarına götürüp, üst üste üç nefes çekti Nasıl hatırlamazdı, nasıl düşünmezdi Gökseli. Bu mümkün müydü. Anılar şiirin yazıldığı Bakırköy’deki bir yazlık bahçeye kadar götürmüştü Fuat’ı. Göksel,Fuat yanında kağıt var mı demişti. Ardından Sen şairsin ben senin kadar şair değilim. Ama ben de bir şeyler yazdım dedi. Ve hemen ardından şairlerin kalemi ve kağıdı eksik olmaz kağıdı kalemi ver de ben de sana bir şiir yazayım dedi. Bende sana bir şiir yazayım derken, acaba neyi anlatmak istiyordu. Fuat kağıdı ve kalemi uzatmıştı Göksel’e. Göksel Dalgın bakışlarını bir süre uzaklarda tutmuş, kalemin ucunu ağzına alarak şiiri hatırlamaya çalışmış ya da o geçen süre içinde şiiri tasarlamıştı. Masadaki kağıda şiirini yazmıştı. Şiirin kendisi için yazılmış olduğunu biliyordu Fuat. Şiiri yazdıktan sonra kağıdı katlayıp vermişti Fuat’a. Fuat okumak istiyorum deyince de, yanakları pembeleşmiş, bakışlarını önüne eğerek ve elini uzatarak Lütfen... sonra okursun deyivermişti. Fuat da Gökseli kırmamak için kağıdı cebine koymuştu.

Aradan üç ya da dört yıl kadar geçmiş olmalıydı. Göksel Eğitim Enstitüsünü bitirdikten sonra, Ağrı iline öğretmen olarak atanmıştı. O zamandan beri görüşememişlerdi. Arada sırada bir kart geliyordu sadece.Sonra Gökselin ataması Eyüp teki bir orta okula yapılmıştı. Fuat Gökselin çalıştığı okulun önüne geldiğinde yorulmuştu. Nefes nefese kalmıştı. Okulun önüne kadar gelmişti, ama okula girmekte tereddüt halindeydi. Kalbinin dışardan duyulacak kadar hızla çarptığını hissetti. Bu yokuşa tırmanın verdiği bir durum muydu. Yoksa Göksele bu kadar yaklaşmış olmaktan mı kaynaklanıyordu. Gökseli andığında boyun damarlarında zonklama başlamıştı bile. Okulun merdivenlerinden çıktı. Koridorda dolaşan bir emekçiye Göksel hocayı sordu. Göksel hocanın bir üst katta olduğunu öğrendik den sonra, bir üst kata çıktı. Koridorlar boştu. Rastladığı bir emekçi, Göksel hocanın odasını gösterdi. O saatte Göksel hocanın dersi yoktu. Fuat göksel hocanın odasına girdi. Göksel büyük bir sevinçle Fuat’a karşıladı. Masanın karşısında dört tane koltuk ve bir sehpa vardı. Göksel, Fuat’ın oturduğu koltuğun karşısındaki koltuğa oturdu. Bir sevinç dalgası vardı gözlerinde. O hiç eksik etmediği ince dudaklarındaki gülümseme bakışlarındaki pırıltı ile Fuat’a hoş geldin dedi. Heyecanlanıyordu. Ne yaptığını bilemez olmuştu. Ellerini Saklayacak bir yer arıyordu. Ellerini bir saçlarına götürüyor, saçlarını düzeltiyor, birde bakıyorsun ellerini birbirine kenetliyordu. Bir telaşla odadan ayrıldı. Geldiğinde elinde bir çay bardağı vardı. Çayı seversin Fuat dedi. Ve suskunluğu dağlar kadar uzadı. Fuat’ın yanındaki masaya oturdu. Ellerini kenetledi boynunu büktü biraz bekledi. Hiç beklemiyordu Fuat’ın geleceğini, şaşırmıştı. Ne konuşacağını bilemedi. Neden sonra çantasından sigara ve çakmak çıkardı. Fuat’a uzattı. Fuat Gökselin sigarasını yaktı. Göksel Fuat’a bakarak ellerin titriyor yine...dedi. Fuat cevap vermemişti. Oysa o kadar çok istiyordu konuşmayı. Fuat oturduğu koltukta yığılıp kalmıştı sanki. İkisi de konuşmuyordu. Göksel parmağındaki sigarası ile ellerini İleriye doğru uzatarak parmaklarını kenetledi. Bir konuşmanın hazırlığı içine girmişti. Gökseli şimdiye değin bu kadar tedirgin görmemişti. Duruşundan, yüz çizgilerindeki gerginlikten ve bakışlarını kaçırmasından belli Oluyordu. Az önce karşılaştıklarında pembeleşen yüzü, sararmaya yüz tutmuştu. Fuat acaba gelmeseydim daha mı iyi olurdu diye düşündü. Huzursuzluğu arttı. Belli ki bir yanlışlık yapmıştı. Fuat konuşmuş olmak İçin Biraz kilo almışsın deyince Gökselin yüzünde hafif bir gülümseme belirdi.Göksel, Fuat’la birlikte olduğu zamanlardaki neşesini takınmak isteyerek yapmacık bir gülümseme ile evet altı kilo aldım diyebildi. Söylemeli miydi Fuat’a. Bu hayal içinde yaşayan kişiye. Gerçeği söylemeli miydi. Kendisine karşı olan ilgisini biliyordu. Kendiside pek o kadar fazla ilgisiz değildi Fuat’a karşı. Altı ay kadar saklamıştı. Keşke mektupla bildirseydim diye düşündü. Fuat nasılda çıkıvermişti ansızın karşısına. Bu şair kişiliği daha da allak-bullak etmeğe hakkı var mıydı? Bu hakkı kendisinde göremedi. Biraz düşündü söyleyip, söylememek arasında bocalayıp durdu. Kendisi şimdi söylemeseydi, nasıl olsa başkalarından öğrenmeyecek miydi. O daha ayıp olmaz mıydı. Ne diye umutla gönderecekti Fuat’ı. Bunca yıl yakınlık gösterdikten sonra yüz üstü bırakmıştı.Hem de Fuat’a bir haber bile vermeden. Biraz düşündü. Haber vermeli miy di. Fuat’ın yakınlığını biliyordu. Ben dedi Kendi kendine Fuat’ı düşünmedim değil. Düşündüm. Düşünmesine de... Fuat başka bir ile atanmıştı. Nereden haberi olacaktı. Göksel bu düşünceler içindeyken ders zili çaldı. Göksel ben şimdi derse gireceğim beni beklersen sevindirirsin dedi. Fuat’ta ayağa kalktı. Bende artık gideyim. Dedi. Göksel Yok yok bırakmam seni. Bunca yıl görüşmüyoruz. Bekle sana söyleyeceklerim var, bak orda küçük de olsa bir kitaplığımız var, sen seversin kitapları, bu son dersim, dersten sonra Eyüp’te bir bahçeye oturur çay içeriz dedi. Fuat’a beklemek düştü. Göksel derse girdik den sonra Fuat kalktı, odada dolaşmaya başladı. Ne yapacağını bilmez bir durumdaydı. Düşüncesini yoğunlaştırmaya çalışıyor, başaramıyordu. Daldan dala sıçrayan serçeler gibi konudan konuya, anıdan anıya gidip geliyordu. Ama hepsi gelip bir yerde düğümleniyordu. Gökselin söylemek istediği, benden gizlediği bir şey var diye düşünüyordu Fuat. Gökselin söyleyeceğini tahmin ediyordu. Göksel ürkek adımlarla odaya girdiğinde Fuat hala odada dolaşıyordu. Göksel masasına oturdu birer sigara daha yaktılar. Fuat Gökselin gözlerinin içine bakarak Göksel başka bir ile atandım gidiyorum dedi. Göksel biliyorum dedi. Konuşmaları kesildi. İkisi de konuşmuyordu. Suskunlukları uzadı. Çok kötü bir durumdaydı Fuat. Zaman geçmek bilmiyordu. Her saniye bir yıl kadar uzuyordu. Bak Fuat dedi Göksel. Gökselin sesi derin bir kuyudan geliyor gibiydi. Ses Fuat’ın beyninde yankılanıyordu. Çağrışım zincirlerinden biri geldi karşısına dikildi Fuat’ın. Yıllarca önce yine aynı şekilde hitap etmişti. Bak Fuat demişti. O zaman tehdit kar bir havası vardı. Şimdi bak Fuat deyişinde bir yumuşa vardı. Sanki Fuat’tan özür diliyor gibiydi. Enstitüde Gökseli görmeğe gittiğinde, kantinde otururken Fuat heyecanlanmıştı. Konuşmasından belli oluyordu. Göksel sağ elini kaldırmış işaret parmağını Fuat’a doğru uzatıp, işaret parmağını sallayarak bak Fuat benim için heyecanlanıyorsan döverim seni demişti. Fuat o zaman ne kadar senin için heyecanlandım demek istemişse de diyememişti. Bak Fuat deyişinin altında da böyle bir şey yatıyor olmalıydı. Fuat’ın bu düşüncelerini Göksel bıçak gibi kesti. Bak Fuat dedi tekrar. Bir çırpıda ben sözlendim dedi Göksel. Ne kadar da rahat söyleyivermişti. Göksel yüreğinin bütün sıkıntılarından kurtulmuşluğun rahatlığı içindeydi. Fuat’la acun arasındaki bütün bağlar kopmuştu. Bir sonsuza doğru döne döne, sonsuzluğun karanlığına gömüle gömüle gidiyordu. Göksel içindeki bun’u atmıştı. Şimdi konuşuyordu. İçindeki bunu atmanın rahatlığıyla konuşuyordu. Hep konuşmasını istediği sesini uçarsuya benzettiği Gökselin sesi şimdi Fuat’ın beyninde uğulduyordu. Gökselin konuştuklarından bir şey anlayamıyordu. Ben sözlendim ne demek. Bunu anlayamıyordu. Ben sözlendim. Her sözcüğün üzerinde tek tek düşünüyor bir anlam çıkaramıyordu. Biz geçmişten sözlü değil miydik Göksel. Fuat beni dinlemiyor musun dedi. Dediğinde Fuat toparlanmaya çalıştı. Gökseli dinler görünmeyi istiyordu. Göksel çantasından çıkardığı cüzdanını Fuat’a uzatarak Fuat şu resme bak dedi. Fuat Cüzdandaki resme baktı. İçinde bir soğukluk duydu. İliklerine kadar ürperdi. Buz dağlarına bakıyormuşçasına baktı resme. Sevgiyle yanan gönlü ne kadar da katılaşmıştı. Tombul yanaklı biriydi resimdeki,kürklü bir parka giymişti. Fuat belli ki doğudan bizden diyebildi. Onu sormadım dedi Göksel nasıl bir insana benziyor dedi. Göksel bir görsen tanısan o kadar iyi bir kişi ki dedi. Fuat’ın suskunluğu uzadı. Benden de mi iyi diyemedi. Fuat aniden kalktı gidiyordu artık. Gökselin yüzüne bile bakmadan mutluluklar diledi. Göksel masadan kalkamadı öylece kalakaldı.