Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Tek Mesaj #515

maipoem - avatarı
maipoem
Ziyaretçi
30 Mart 2007       Mesaj #515
maipoem - avatarı
Ziyaretçi

Akşam oluyor yine. Gölgeler peşimde. Olur olmaz ağaç dalları üzerimde bitiveriyor. Dallardaki o tomurcuklar bana yaşamı hatırlatıyor. Bir Aralık akşamı, doyumsuz soğuk ve sokaklar. Bir gündüz vakti ya da en umutsuz olduğunuz an; gelip biri alır sizi. Bu bir uçurtma da olur güneşin o eşsiz batımı da. Ama hissederiz ki ceplerimizde hep aynı soğuk…

Durup düşündüm. Yanımdaki banka oturuverdim. Sarı, üzeri yazılarla dolmuş bu bank, beni kendine bağladı. Rüzgârı tenimde hissediyordum, kulaklarımda onun güzelliği. Ah ne olurdu bir de ellerim buz tutmasaydı!

Sonra, önümden hızla geçen insanlara, araçlara baktım. Geç kalmışlardı ya da kalacaklardı. Ama hep eller ceplerdeydi. Peki, ya ceplere soğuk dolmaz mıydı?

İlk önümden geçen kadına usulca baktım. Pembe atkısı ve eldivenleri, beyaz kabanına uyum sağlıyordu. O da mutluydu halinden. Durup yanındakine “Ellerim hâlâ üşüyor, o kadar para saydım şu eldivenlere” dedi. Arkadaşı hoş bir tebessüm ile bakarak “Marifet parada değil demek ki.” dedi. Böyle konuşa konuşa gittiler. Ellerimi ceplerime soktum. Isıtan bir mutluluk vardı içimi. Ellerim de sıcaktı. Düşüncelerimiz, ya onlar yeteri kadar sıcak mıydı?

Elinde şemsiyesi, başında kasketi kendi halinde bir bey sokak başında göründü. Şemsiye tutmayan eli cebindeydi. Ara sıra el değiştiriyor ama yine de bir türlü ısınamıyordu. Yanıma geldikçe bir şeyler mırıldandığını duydum. “Ah yaşlılık, ne hale düşürdün beni. Müzeyyen hanım duy beni de, al yanına.” diye sitem ediyordu, hem yaşlılığa hem zamanın onun elinden aldığı eşine. Peki nedendi bunca üşümemiz? İnsanoğlu her şeye çözüm buldu da bu soğuk rüzgâra mı bir çözüm bulamadı? Hayır. Yaşam, elimizden alınca bir bir sevdiklerimizi, sitem ettik biz de ona. Açtık ellerimizi bu soğuk rüzgâra. Oysa rüzgârın kabahati neydi?

Saatime baktım, eve geç kalma noktasına ben de gelmişim farkında olmadan. Son bir hamleyle başımı çevirip ıslık öttüre öttüre gelen, dağınık saçlı, beş altı yaşlarında, küçük bir erkek çocuğu gördüm. Kimse umrunda değildi. Belliydi hal ve tavrından kimseyi takmadığı. Üzerinde bir ceket, artık sesi özen göstermesem de duyabileceğim rüzgâra karşı yürüyordu. Tuttum kolundan. Biraz korkak ama cesur biri gibi bakışlarını bana dikti. “Üzerine bir şeyler daha giysene! Üşümüyor musun sen?” dedim. “Hayır” dedi sadece, umursamaz bir tavırla. “Haydi, çabuk evine. Koş. Hasta olacaksın.” dedim. “Üşümem. Hıh.” Gözlerini çevirdi başka yana. Ellerine baktım, kıpkırmızıydı. “Ya ellerin, onlarda üşümüyor mu?”. Kafasını hayır anlamında iki yana salladı ve yanımdan usulca ayrıldı. Küçük elleri vardı. Parıldayan bir çift göz. Yaşam sevinci vardı o küçücük bedeninde. Üşümüyordu elleri, cepleri yoktu zaten. Ama uçsuz bucaksız hayalleri vardı. Ve hiçbir zaman yakasını bırakmayacaktı onlar…

Kalktım. Ellerim ceplerimde, yüzümde garip bir ifade. Zamansız verilen bir hediye, gizlice açıklanmış bir sır. Umudumuz ve bizi biz yapan düşüncelerimiz. Evet, zaman bir şeyleri ellerimizden alıyor. Ama yenilerini katıyor. Bizi her ne olursa olsun kendine bağlıyor.

Düşüncelerim var benim,
hiç eskimeyecek.
Zamanım var öylece beklediğim,
bizleri ısıtan hayaller, umutlar, sevdiklerimiz var.
Ceplerime dolan, sevdiğim bir rüzgâr var benim,
bir gün içeri alınmayı bekleyen…



Meray MOLLAİBRAHİMOĞLU