HER GECE SEN...
Her gece sen girersin rüyalarıma, her gece sen...
Paramparça olur uykularım,
Karanlığın en koyulaştığı yerde.
Kapının çalındığını duyarım.
Açınca soğuk bir rüzgar çarpar yüzüme,
SEN YOKSUN...
Kilitlenir dudaklarım,
Gözlerim karanlıklarda boşuna arar seni.
SEN YOKSUN...
Yalnızlığımı kadehlere doldurup,
Tek başıma içmeliyim bu gece,
Kırmalıyım kapıları, evleri ateşe vermeliyim.
SEN YOKSUN...
Zaman gitgide azar,
Altmış saniye bir dakika, altmış dakika bir saat
Ve sabahın olmasına daha beş saat var…
Beklemek bir çeşit ölmektir!
Bu her gece binlerce ölüm demektir.
SEN YOKSUN!!!!!!
Neden ay karşıdan yükseldiği zaman,
Başım omuzlarında olmasın?
Neden ellerim avuçlarında değil?
Neden gözlerim aradığı zaman gözlerini bulmasın?
Durup durup beni bu çaresizlik hançerliyor.
Bu yolların bir yerde ayrılması;
Uyuyan kilometreler...
O sefil anlayışsız bakışları insanların,
Dünya o eski dünya değil...
Şu uçsuz bucaksız evrende,
Ne derdimizi anlayan var; ne de dinleyen sevgimizi...
İki ömür değil, iki ayrı ve büyük yalnızlıktır yaşadığım…
Her şey aslında başka renkte,
Vernikli eşyalar, vernikli yüzler…
Altından yer yer sırıtan bir yoksulluk…
Yalan üstüne yalan, oyun içinde oyun...
Her şey bir yerde anlamsız ve boş...
Gerçek olan şimdi senin yokluğun, senin varlığın...
ÖZLEDİGİM DUYUYOR MUSUN?
Bak nasıl artıyor ellerimin sıcaklığı
Dinle bak nasıl çarpıyor yüreğim.
Bütün sokaklarında bu şehrin; sana koşuyorum...
Seni soruyorum gelip geçene …
Görmedik diyorlar,
Anlamıyorlar, seni nasıl özlediğimi;
Nasıl sevdiğimi bilmiyorlar
Volkanlar tutuşuyor, ormanlar yanıyor içimde her gece
Milyonların uyuduğu bir anda ;devler uyanıyor içimde...
Seni düşünüyorum...
Karanlıklar içinden özlemli sesin geliyor
Bir ışık yanıyor uzaklarda...
Çorak topraklarımın üzerinden bir bulut geçiyor…
Şimdi umutlarım varılmaz uçurum diplerinde...
Korkunç karanlık mağralar da hayallerim..
Derin bir kuyudan su çekercesine;
Zamandan ve mesafelerden seni çekiyor ellerim.
Sen her zaman olduğu gibi yine en tatlı o en değerli...
Benimse ellerim sıcacık, dudaklarım nemli...
Özlediğim;
Herşeyimle kopup en yüksek tepelerden,
Bir çığ gibi sana geliyorum…
Sonra dağlar çöküyor ansızın;
Ağaçlar devriliyor evler yıkılıyor altında kalıyorum...
Kırık bir heykel, parçasını arıyor her gece…
Bir şarkı notasını, bir tablo renklerini,
Ağaç yapraklarını, vazo çiçeklerini
Ve ben;
Her gece yollara düşüp yana yakıla seni arıyorum…
Mağrur gözleri ıslak.
İlk defa ağlamıyorum bizim için…
GEL diye ilk defa yalvarmıyorum kendime
Ben her gece, gözlerim tavanda bir noktaya dikilmiş
SENİ DÜŞÜNÜYORUM...
Ve sen;
O saatlerde benim görmediğim rüyaları görüyorsun…
Bir peri oluyorsun her gece sen,
Ellerini şıklat ben ordayım diyorsun...
İlk çağrışımda gel, ikincisinde geç olabilir...
Ve ben ilk çağrışında geleceğim,
Yine ikincisinde geç olabilir
Kim bilir nasılım ve nerdeyim,
Bulursan ne olur bırakma beni,
Bulamazsan aradığın yerdeyim…
Hani o toprakla asvaltın kesiştiği,
Ağaçların altına yorgun gölgelerin düştüğü,
Sevenlerin ürkek adımlarla buluştuğu o yerde...
Ben hep böyle varım, böyle kırık dökük
Ne olur beni bırakma ve ilk çağırışımda gel…
Sarsın krallığımız yeryüzünü bir ucundan bir uca....
Elini uzatsan tutacağım yakındayım…
Baksan göreceksin, görsen seveceksin,
Aradığım senden başkası değil...
FARKINDAYIM...
Benim yüreğim değil,
Kayan bir zamandır avuçlarından,
Uzat ellerini susadım,
Dostluğun eski bir şarap gibi sızıyor parmak uçlarından...
GEL DİYORUM...
İlk çağrışımda gel,
Gel ki aydınlığında bütün geceler gündüz olsun...
Dinle, uzak bir saat 12 yi çalıyor ne güç anlamıyor musun?
Bir ömür boyu arayıpta seni bulamamak....
Ben yokluğunda böyle yok! böyle yoksun...
Ben yokluğunda böyle paramparça!
Bölük pörçük ve karanlık...
SENSİZ OLMAK MI?
HİÇ OLMAMAK...
GEL..........