Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Tek Mesaj #573

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Nisan 2007       Mesaj #573
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SÖRFÇÜ


Sahile ardı ardına birkaç büyük dalga vurdu, çok sayıda kadın ve çocuğun Silivri’de sıcak yazın ve tembel bir öğleden sonranın tadını çıkarttığı sırada.

Biraz öncesine kadar deniz çok sakindi. Birkaç kaba dalga daha kumsalı dövünce kadınların bazıları çığlık attı. Birkaç iri dalga daha geldi sonra. Kadınlardan biri iskelede güneşlendiği yerden kalkıp sığlıkta yüzen çocuklara gitti:
“Çocuklar çok dalgalandı deniz, hadi çıkın dışarı”
Diğer kadın da ona yetişti:
“Hadi yavrum gelin, yeter artık. Bak ne çok dalga geliyor zaten. Aman çocuğum gel, çık sudan”
Çocuklar annelerinin dediğini yapmak istemediler ama kadınların direncine karşı koyamadılar.
İskelede kalan kadınlar da ardı ardına gelen ve gittikçe büyüyen dalgalara huzursuzca baktılar.
“Bir şeyler mi oluyor ne?” dedi bir tanesi
Diğeri havlusunu serdiği yerden kaldırırken:
“Yalova’da da böyle kocaman dalgalarla başlamış.”
“Öyle mi olmuş?” dedi bir diğeri “Rabbim, korusun bizi. Burada fazla durmamak lazım o zaman”
“Deprem mi oluyor dersiniz?”
“Ben bir şey hissetmedim, ayaktaydım ama iskele üstünde mi anlamıyoruz acaba? Siz hissettiniz mi?”
“Yok, ben deminden beri yatıyorum ama… bu dalgalar da nedir ki böyle?”
“Sakin olun canım, telaşlanmayalım hemen.”
“Aman ne olur, ne olmaz çocukları toplayıp gidelim.”
“Dur sakin ol”
“Ay, bak elim ayağım titremeye başladı şimdi”

Biraz sonra evlerin olduğu taraftan hızlı adımlarla gelen bir kadın göründü ve iskeledekilerin yanına gitti. Neredeyse kumsaldaki herkesin duyacağı şekilde:
“Van’da 3.5 şiddetinde deprem olmuş, 2 saat önce” dedi.

İşte sihirli kelimeleri söylemişti.

Deminden beri kararsız kalan kadınlar yerlerinden fırladılar.
“Kesin şimdi dev bir dalga gelecek, bak görüyor musun deniz kabardı.”
“Evlerin arkasına mı gitsek?”
“Hayır, arkadaki tepeye gidelim bence”
“Hadi, dalganın gelip bizi yutmasını mı bekleyeceğiz, gidelim buradan. Yürüyün çocuğum, hızlı yürüyün. Kızım sen de geride kalma, gelsene.”

Çocukların itiraz etmesine aldırmadan onları alıp plajdan öyle hızlı ayrıldılar ki, sörfçü suratındaki şaşkın gülümsemeyle bu panik dalgasını izledi. Yanında oturan arkadaşı da en az onun kadar şaşkındı:
“Sence deprem olur mu?”
“Hiç sanmam.”
“Van’da olmuş ama!”
“İyi de, mutlaka burada da olacak diye bir şey yok ki!”
“İnsanlar nasıl da toz oldu birden, hayret vallahi”
“Dev dalgalar gelecek ya, yutacak hepimizi.”

Gülüştüler.

“Okyanus mu burası? Küçücük iç deniz. Sence deminki dalgalar neydi?”
“Bilmem, deniz altı geçmiştir belki, ya da hava poyrazlıyor da olabilir.”
“Vay be, bir dalga geldi, plajda kimse kalmadı.”
“Güzel de oldu. Plaj bize kaldı. Gürültü de kesildi.”
“Doğru vallahi. Neydi o şamata. Arada bir böyle deprem söylentisi çıkarmalı!”

Kuvvetlice bir esinti geldi, ağaçtaki dalları yatırdı. Sörfçü heyecanlandı:
“Rüzgâr çıkıyor. Demin dalgalandı ya, bak şimdi rüzgârı da gelmeye başladı.”
“Onun için mi dalga olmuştu dersin?”
“Tabi, hava döndü, o yüzden.”
“Tam senin havan bu!”
“Doğru, hava güzel. Ben gidiyorum. Sonra görüşürüz.”

Sörfçü havaya bir kez daha baktı. Yelkenini evinin bahçesinden alıp kafasının üzerinde denizin kenarına taşıdı. Sonra bordunu taşıdı, yelkenin yanına koydu. Evinden sörf giysisini de aldı ve vücuduna deri gibi yapışan bu kıyafeti hızlıca giydi. Beline trapezini taktı. Her denize çıkarken hissettiği gibi heyecan duydu. Denize açılmak onu hep heyecanlandırıyordu. Az sonra sörfünü kullanırken nasıl bir performans göstereceğini ya da denizde neler olacağını bilmiyordu. Deniz de, sörf de bilinmezlerle doluydu ve bu bilinmezleri keşfetmenin tek yolu denize çıkmaktı. Rüzgâr sörfünü suya attı. Uzun saçları gözüne gelmesin diye bir saç tokasıyla topladı onları. Yelkeni suya taşıdı ve bordun üstüne çıktı. Koy içindeki hafif rüzgâr onu önce usul usul itti, dışarı doğru çıktıkça rüzgâr şiddetlendi. Trapezin kancasını yelkene taktı ve ağırlığını geriye verdi. Rüzgâr ne kadar şiddetlenirse yelkene ağırlığını o kadar bindirebilirdi ve böylece o yelkeni değil, yelken onu taşırdı. Rüzgârın hızını hissettikçe bordun gerisine yürüdü ve ayaklarını strap denen kayışlara taktıktan sonra yelkene bütün gücüyle asıldı.

Şimdi dörtnala giden bir atı sürer gibiydi. Rüzgâr sörfü hızlanmış, sörf tahtası dalgalara çarptıkça çıkan serpintiden baştan aşağı ıslanıyordu. Eriştiği hızdan memnun kaldı. Dalgaların üzerinden atlıyordu ve hızlandıkça coşuyordu.
“Önemli olan güç değil, teknik” dedi içinden. Bir kadın olarak erkekler kadar güçlü değildi belki ama vücudunun ağırlığını rüzgâra göre doğru kullanmak önemliydi. Zaten kim rüzgârdan daha güçlü ki! Kim doğayı yenebilir?

Rüzgâr çekiştiği bir rakip, denizse onun dostuydu ve şu an aldığı keyfi verebilecek başka pek az şey vardı. Biraz önce öbür kadınların sahildeki paniğini ve nasıl birkaç dalgada kaçıştıklarını hatırladı. Güldü kendi kendine:
“Millet paranoyak oldu. Neredeymiş şu tsunami? Gidip bakalım bari!”

Sahildeki evler küçük noktalar haline gelene kadar koyun dışına çıktı. Şimdi sahil şeridinde Selimpaşa, hatta Kumburgaz, sonra gerisinde bir duman içinde İstanbul görünüyordu. Biraz ötesinde, az açıkta sudan sıçrayan birkaç yunus gördü. “Şunları bir yakından görebilsem” diyerek onlara doğru gitmeye çalıştı ama yunuslar ürktüler ve çabucak gözden kayboldular. Vazgeçti. Yeterince açığa çıktığını düşündü. “Dönelim artık” deyip bir dönüş yaptı ve sahile, içeri doğru kaymaya başladı. Şimdi dalgalardan da yardım alıyor, dalga sırtında adeta uçuyordu.

“Deprem, meprem…” dedi.
“Herkes korkak olmuş, şu denizden güzeli var mı?”

Az önce sahilde dinlediği şarkı takıldı diline, mırıldanmaya başladı. Nasıl olsa burada onu martılardan başka duyan yoktu.

Soprano bir ses denizin sesine karıştı.