Arama


maipoem - avatarı
maipoem
Ziyaretçi
9 Nisan 2007       Mesaj #848
maipoem - avatarı
Ziyaretçi
KİMSE DEĞİL


“Zindandayım, nemli bir karanlıkta.” Puşkin


dar vakitlere sıkıştırılmış işlerin çokluğunu bol vakitlere ne yapsam sığdıramadım
taştılar durmadan
dökülüp saçıldılar toplayıp yerleştiremedim
dolapların içinde böcekler geziniyordu
dolapların dışında böcekler geziniyordu
dolapların içi dışı böcek…
hiçbirisine dokunamadım
onlar bana ilişmediler ben onlara yaklaşmadım
birbirimizi görmez olduğumuzda alışmıştık artık
yapacak başka şey yoktu
yine de Julio Cortazar’ın “Büyüdükçe”sini sık sık hatırlamak zorunda kalışım canımı sıkmaya başlamıştı
“Canavar Masalı”ndan, “Kuzum, atsana şu böceği...” başımın etrafında dönüp duruyordu
sonra kağıt duvarların düzensiz şekilde bu cümleyle kaplanmaya başladığını farkettim
tavan
duvar halıları
buzlanmış pencere camları
bir ara buzdolabının kapağını açmaya çalışanlarına bile rastladım
“Kuzum, atsana şu böceği...” çoğaldıkça çoğaldı
ev tepeleme dolma tehlikesiyle karşılaştığında olan oldu
ve dil derslerinde sıkça kullandığım kokusuz pembe silgimi hışımla aldım
silmeye koyuldum baştan, sondan, ortadan
kalabalıktılar
tehditkâr tavır takınmakta gecikmediler
toplu temizlik işlemi gerçekleştirmem gerektiğini düşünürken çamaşır suyu çıktı karşıma
hızlı ve hijyenik bir temizlik oldu
duvarlar, masalar, perdeler, yiyecekler, hava, su...
keskin koku böcekleri ve cümleleri kaçırmıştı
ne varsa silmişti işte
parmaklarımı, ellerimi, burnumu, koku alma duygumu...
ne korkunçtum

bir suz başladığında şehir gerilerde dumanlıydı nilgûn
rikkatim uyanmış, şevkim kırılmıştır bil
alındım,
çalındım,
dönsem de yarımım
bil...


televizyon karşısında oturmuş anlamadığım kelimelerin başını sonunu yakalamaya çalışıyorum belki gülmek için; belki ağlamak, belki de öfkelenmek için...
insan anlamadığında öyle boş boş bakıyor elinde olmadan
elimde olmadan ağladım bu yüzden
elimde olmadan vurdum merdiven boşluğuna, karanlık incitti bileğimi
elimde olmadan yırttım yazmadığım mektuplarımı, faturaları biriktirip dağlara baktım
ve konuştum benimle elimde olmadan

“Mishano
uzaklarda bir dağ köyü, çevresi zeytin ağaçları
asma dalları kıvrım kıvrım elma başlarında
toprak sarı, kuru
girişte
soğuk ve duru
Nantuz suyu”

uzaklardayım
zeytinle hiç karşılaşmamış insanlar arasında
ot bulsam pişirecek hasretteyim
“bu bir imtihan” diyemeyecek kadar minik bir yavru kediyim
bir kitap var elimde, yeşil kapaklı
telaş içinde okuyorum, yıllardır kitap yüzü görmemiş gibi
bana gönderilmiş karton kutu içinde
epey aradan sonra güneşin yükseldiğini görmeme sebep
epey aradan sonra ışığı yakmama sebep
epey aradan sonra yeni bir kazak alma isteği duymama sebep
epey aradan sonra açmaya, açılmaya, balkona çıkmaya sebep
yeşil kapaklı kitap…
yeşil kapaklı kitap…

“henüz yüreklerinizin gücünü bilmiyorsunuz ve yolda her birinizin karşısına ne çıkacağını önceden göremezsiniz
yol karardığında yolunu ayırana dost denmez
lâkin gecenin çöktüğünü görmemiş olan, karanlıkta yürümeye aht etmemeli
yine de, ağızdan çıkmış yemin titreyen yüreğe güç verebilir
ya da çökertebilir o yüreği” (Yüzük Kardeşliği, Tolkien)


bir yerden başlayabilmeliydim, şehrin ortasındaki geniş meydan seçilebilecek en iyi yer olabilirdi
elime büyük siyah bir kalem alıp geniş taşların üzerine yazdım, ne geldiyse
o kadar az insan vardı ki meydanda, bana bakan olmadı
baksalardı da ne yazdığımı nasılsa anlamazlardı; karaladım, ne geldiyse

1258 yılında Moğol kağanı Hülâgû’nun pek çok merkezi yıkması, eserlerin yok olmasına sebep oldu. Dicle nehrinin doğu yakasında Türkler için kurulan yeni Samerra şehri “gören sevinsin” anlamı taşır. Pusula bulundu. Artık denizciler kaybolmadan dolaşıyorlar mavi sularda. Annus mirabilis... Ben başka bir yerden geldim ve günün birinde o başka yere döneceğim.


“hişt! dostlarıma şunu haber ver
denize açıldım
ve gemim parça parça oldu’
diye bir im
denli narindir intihar” (İlhami Çiçek)


yazmak iyi geldi
şehir meydanına değil de kağıtlara yazmayı denemeliydim yeniden
kopuk kopuk olan her şeyi birgün bağlayan çıkar mıydı? / zor
zor tabiî zor
Blancho, “ölebilirim, ama ölmüyorum” diyor
Anna Karenina bir trenin altında can veriyor
okuyucu elini uzatıp yakalamak isterken çaresizlik içinde dönüp yeniden okuyor
“belki bu sefer engelleyebilirim” düşüncesi… heyhât
…………..
ben sanırım kayboluyorum,
kimse farkında değil,
ben kayboluyorum, kimse değil...


“söyle bana,
benim ne işim var buralarda?
olmadığın buralarda”



Naz FERNİBA