KİMSE DEĞİL
“Zindandayım, nemli bir karanlıkta.” Puşkin
dar vakitlere sıkıştırılmış işlerin çokluğunu bol vakitlere ne yapsam sığdıramadım taştılar durmadan dökülüp saçıldılar toplayıp yerleştiremedim dolapların içinde böcekler geziniyordu dolapların dışında böcekler geziniyordu dolapların içi dışı böcek… hiçbirisine dokunamadım onlar bana ilişmediler ben onlara yaklaşmadım birbirimizi görmez olduğumuzda alışmıştık artık yapacak başka şey yoktu yine de Julio Cortazar’ın “Büyüdükçe”sini sık sık hatırlamak zorunda kalışım canımı sıkmaya başlamıştı “Canavar Masalı”ndan, “Kuzum, atsana şu böceği...” başımın etrafında dönüp duruyordu sonra kağıt duvarların düzensiz şekilde bu cümleyle kaplanmaya başladığını farkettim tavan duvar halıları buzlanmış pencere camları bir ara buzdolabının kapağını açmaya çalışanlarına bile rastladım “Kuzum, atsana şu böceği...” çoğaldıkça çoğaldı ev tepeleme dolma tehlikesiyle karşılaştığında olan oldu ve dil derslerinde sıkça kullandığım kokusuz pembe silgimi hışımla aldım silmeye koyuldum baştan, sondan, ortadan kalabalıktılar tehditkâr tavır takınmakta gecikmediler toplu temizlik işlemi gerçekleştirmem gerektiğini düşünürken çamaşır suyu çıktı karşıma hızlı ve hijyenik bir temizlik oldu duvarlar, masalar, perdeler, yiyecekler, hava, su... keskin koku böcekleri ve cümleleri kaçırmıştı ne varsa silmişti işte parmaklarımı, ellerimi, burnumu, koku alma duygumu... ne korkunçtum bir suz başladığında şehir gerilerde dumanlıydı nilgûn rikkatim uyanmış, şevkim kırılmıştır bil alındım, çalındım, dönsem de yarımım bil... televizyon karşısında oturmuş anlamadığım kelimelerin başını sonunu yakalamaya çalışıyorum belki gülmek için; belki ağlamak, belki de öfkelenmek için... insan anlamadığında öyle boş boş bakıyor elinde olmadan elimde olmadan ağladım bu yüzden elimde olmadan vurdum merdiven boşluğuna, karanlık incitti bileğimi elimde olmadan yırttım yazmadığım mektuplarımı, faturaları biriktirip dağlara baktım ve konuştum benimle elimde olmadan “Mishano uzaklarda bir dağ köyü, çevresi zeytin ağaçları asma dalları kıvrım kıvrım elma başlarında toprak sarı, kuru girişte soğuk ve duru Nantuz suyu” uzaklardayım zeytinle hiç karşılaşmamış insanlar arasında ot bulsam pişirecek hasretteyim “bu bir imtihan” diyemeyecek kadar minik bir yavru kediyim bir kitap var elimde, yeşil kapaklı telaş içinde okuyorum, yıllardır kitap yüzü görmemiş gibi bana gönderilmiş karton kutu içinde epey aradan sonra güneşin yükseldiğini görmeme sebep epey aradan sonra ışığı yakmama sebep epey aradan sonra yeni bir kazak alma isteği duymama sebep epey aradan sonra açmaya, açılmaya, balkona çıkmaya sebep yeşil kapaklı kitap… yeşil kapaklı kitap… “henüz yüreklerinizin gücünü bilmiyorsunuz ve yolda her birinizin karşısına ne çıkacağını önceden göremezsiniz yol karardığında yolunu ayırana dost denmez lâkin gecenin çöktüğünü görmemiş olan, karanlıkta yürümeye aht etmemeli yine de, ağızdan çıkmış yemin titreyen yüreğe güç verebilir ya da çökertebilir o yüreği” (Yüzük Kardeşliği, Tolkien) bir yerden başlayabilmeliydim, şehrin ortasındaki geniş meydan seçilebilecek en iyi yer olabilirdi elime büyük siyah bir kalem alıp geniş taşların üzerine yazdım, ne geldiyse o kadar az insan vardı ki meydanda, bana bakan olmadı baksalardı da ne yazdığımı nasılsa anlamazlardı; karaladım, ne geldiyse 1258 yılında Moğol kağanı Hülâgû’nun pek çok merkezi yıkması, eserlerin yok olmasına sebep oldu. Dicle nehrinin doğu yakasında Türkler için kurulan yeni Samerra şehri “gören sevinsin” anlamı taşır. Pusula bulundu. Artık denizciler kaybolmadan dolaşıyorlar mavi sularda. Annus mirabilis... Ben başka bir yerden geldim ve günün birinde o başka yere döneceğim. “hişt! dostlarıma şunu haber ver denize açıldım ve gemim parça parça oldu’ diye bir im denli narindir intihar” (İlhami Çiçek) yazmak iyi geldi şehir meydanına değil de kağıtlara yazmayı denemeliydim yeniden kopuk kopuk olan her şeyi birgün bağlayan çıkar mıydı? / zor zor tabiî zor Blancho, “ölebilirim, ama ölmüyorum” diyor Anna Karenina bir trenin altında can veriyor okuyucu elini uzatıp yakalamak isterken çaresizlik içinde dönüp yeniden okuyor “belki bu sefer engelleyebilirim” düşüncesi… heyhât ………….. ben sanırım kayboluyorum, kimse farkında değil, ben kayboluyorum, kimse değil... “söyle bana, benim ne işim var buralarda? olmadığın buralarda” Naz FERNİBA